İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:39 Güneş06:12 Öğle13:08 İkindi16:53 Akşam19:53 Yatsı21:20
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 15°C Nem %77
Türkçe
10 Şevval 1445 18 Nisan 2024 Perşembe
10 Şevval 1445
Yatsı
21:20
İmsak
04:39
Güneş
06:12
İşrak
06:52
Öğle
13:08
İkindi
16:53
Akşam
19:53
Giriş Yap

Endonezya ile Kardeşlik Bağı

10.07.2020    |

Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendinin "Endonezya, Cakarta, Peygamber Efendimizin Vasıfları" konularındaki Cuma sohbetini istifadenize sunuyoruz.

Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Size konuşmalarımı Endonezya'nın başşehri Cakarta'dan yapıyorum. Almanya filan derken, mukaddes beldelere, mukaddes beldelerden de elhamdülillah buraya geldik.

Endonezya dünyanın en kalabalık müslüman ülkesi. 200 milyon nüfusu var ve bu nüfusun -bugün bizi gezdiren şoförün ifadesine göre- büyük çoğunluğu, yüzde doksanı müslüman. Arada bölgeye yakın yerlerden gelmiş Hindu, Budist ve daha başka hıristiyanlar var. Sömürgecilik zamanında yerleşmiş olabilirler, Hıristiyanlığı yaymış olabilirler.

Halkın fakiri çok fakir. Fakirlik -Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'den rivayet edilmiş bazı cümleler var- neredeyse küfür gibi, kâfir oluş gibi zor bir durum. Çünkü insan öyle bir duruma düştüğü zaman eğer sabretmesini bilemezse, Cenâb-ı Mevlâ'nın kaderine tahammül edemezse çok hatalı işler yapar da Allah korusun çok kötü durumlara düşebilir.

Tabi böyle fakir olunca insan çoluk çocuğunu yetiştiremeyebiliyor, tahsil yaptıramayabiliyor. Derken, onlara tahsil yaptıracağız diye birileri onları alıp başka ilimlerle, irfanlarla, zihniyetlerle yetiştiriyorlar ve evlatlarımız, yani Ümmet-i Muhammed'in evlatları maalesef iyi korunamayabiliyor.

Bir insan başka türlü yetiştiği zaman başka insan oluyor. Hangi kafanın, hangi zihniyetin, hangi düşüncenin ışığı altında, güdümü altında yetişmişse onun dışına çıkmak kolay bir şey değil. Doğruyu bulmak çok zor. Kendi tahsil ve anlayışını kırarak -yanlış ise- onu kırıp kabuğundan çıkmak, toprağın altından yeryüzünün üstüne çıkmak, fışkırmak, karanlıklardan ışığa gelmek -Allah yardım etsin- kolay olmuyor.

Çok çalışmamız lazım. Buraları uzun zamanlar Hollandalılar'ın, Avrupalılar'ın baskısı, sömürgesi altında kalmış. Müslüman insanlar esir gibi, sömürge halkı olarak sömürülmüşler. Ta oralardan buralara gelmişler. Yani bir yönetim olması lazım... Tabi bir yönetim Cenâb-ı Hakk'ın rızasına uygun yönetim olmalı. Allah'ın emirlerinin uygulandığı, zulmün olmadığı, sömürünün olmadığı, herkesin insanca saygı gördüğü, zenginlikten, fakirlikten dolayı sınıflara ayrılmadığı, sadece takvâ, ahlâk, adâb ve irfan bakımından farklı olduğu güzel bir insanlık ortamı inşaallah ileride olur. Onun olması için çalışmak lazım, onu temenni ediyoruz.

Tabi bunun için de çalışmamız lazım. Ben bunları dinî duygularla, dinimiz yayılsın diye söylüyorum. Fakat aslında bunun aynı zamanda bir millî ülkü de olması lazım. Çünkü bu Avrupalılar'ın millî ülküsü olmuş. O ülkeler buraları sömürmek için buralara asker göndermişler, çeşitli çalışmalar yapmışlar. Misyoner göndermişler, din kuruluşlarını desteklemişler. Din kuruluşlarının, kendilerinin varlığının ve yayılmasının bir parçası olarak kullanılmasını hiç geriye bırakmamışlar. Din adamlarına çok büyük fırsatlar vermişler. Devlet, dinî yayılmaya, dinî çalışmaya çok büyük masraflar ayırmış. Hâlâ daha ayırıyor. Her çalışan insanın maaşından -bordro diyoruz, maaş cetvellerinden- daha maaşı eline geçmeden kilisenin payı %7-%6 neyse kesiliyor. Düşünün, her çalışan insandan bu kadar kesilince devlet kadar kuvvetli, devletten daha fazla kuvvetli bir teşekkül ortaya çıkıyor. Ve tabi bunlar da kendi inançlarını yaymak için çalışıyorlar.

Elimde İngilizce bir ince kitap var, İngiltere'den almıştım. Buralarda dinî propagandaları kısıtlayan bir karar çıkartmış Endonezya Cumhuriyeti, herkes dinî propaganda yapmasın diye. Hemen en büyük tepkiyi Avrupalılar göstermiş. Bu elimdeki broşür de müslüman olmuş bir Avrupalı tarafından yazılmış bulunuyor.

Başka ülkelerden haberimiz ülke olarak yok. Dikkatimiz de zayıflamış. Belki hilafetin olduğu zamanlarda yöneticilerde dünyanın her yeriyle ilgilenme durumu mevcuttu. Fakat o zaman da iletişim, haberleşme bu kadar gelişmiş durumda değildi. O bakımdan olamamış.

Ama ben şimdi çok büyük bir şevk ile, çok büyük bir aşk ile böyle uluslararası bir kardeşlik ortamının oluşabileceğini düşünüyorum, temenni ediyorum. İnşaallah buralarda da arkadaş grupları, arkadaş heyetleri kurarız, muhabbet bağları tesis ederiz. Dünyanın her yerindeki müslümanlar birbirleriyle tanışır.

Tabi konuşuldukça insanın ilgisi, bilgisi nispetinde artar. Bilgilendirildikçe onun da ilgisinin derecesi yükselir. İnşaallah bunlardan bahsetmeliyiz ki halkımızın ilgisi de genişlesin, atılım şevki artsın ve dünya üzerindeki çalışmaları fazlalaştırsın.

Tabi bu mânevî bakımdan bir fayda ama maddî bakımdan da faydalı. Dilerim devlet yetkilileri de ilgililer de bunları anlarlar ve bu hususta çalışan hayır kurumlarına yardımcı olurlar, destek olurlar. Çünkü tanıtılmamız ve dış ülkelerle ilişkilerimizin artırılması Dış İşleri'nin önemli bir görevi olmalı. Tanıtma ve birtakım bağların kurulması, iktisadî bağlar, eğitim bağları, ilim-irfan alışverişi, haberleşme ve ziyaretleşme, seyahat bağları, çeşitli bağların kuvvetlenmesi lazım.

İnşaallah bunları yapmak istiyoruz.

Şimdiden, Endonezya'dan konuşma yaptığım için, arkadaşlarıma rica ediyorum: Türkiye'deki kardeşlerimizden bir heyet Endonezya ile ilgilenmeye başlasın. Endonezya ile ilgili bilgileri toplasınlar, bir güzel dosya haline, kalın bir kitap haline getirsinler. Kendi aralarında 'Endonezya'yı tanıma ve Endonezya ile Dostluk Derneği' diye bir dernek kursunlar. Çünkü uzak diye düşünülecek bir devirde değiliz, yirmibirinci yüzyıla giriyoruz. Uzakdoğu, Güneydoğu Asya, Doğu Asya, Japonya, Kore, Singapur, Malezya, Endonezya önemli gelişmeler gösteriyorlar. Bizim için bu gelişmeleri takip etmek faydalı olabilir. Bir; arkadaşlarımdan Endonezya Türkiye Dostluk Derneğini öncelikle onların kurmasını istiyorum. Çünkü bir şeyi önce yapmanın fazileti, sevabı, ecri fazla olur. Arkadan gelenlerin sevapları o ilk atılımı yapanlara verilir. Bu hususta teklifimi yapıyorum.

Endonezya çok büyük bir hızla kalkınıyor. Nüfusu da 1997 sayımlarında 200 milyon. Dünyanın en kalabalık müslüman ülkesi oluyor. Hızla kalkınınca da inşaallah güzel şeyler olacak.

Bu Cakarta'ya havadan inerken, uçak ilk önce sular basmış olan pirinç tarlalarının üzerinden alçalıyor. Baktık, ağaç bile yok. Her taraf sel basmış; tarlalar, yani pirinç ekimi yapılan yerler... O zaman biraz içimiz burkuldu. Demek ki bu İslâm ülkesi de böyle tatsız tuzsuz bir yer galiba, çöl gibi yer derken şehre yaklaşınca yeşillikler başladı. Bugün de biraz şehrin bazı yerlerini gezdik, gördük, biraz daha yakından tanımaya çalıştık.

Benimki dinî konuşma yanı sıra biraz da seyyah konuşması gibi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi gibi oluyor ama bunun da fayda sağladığını, dinî faydalar da sağladığını düşünüyorum.

Çok önemli bir konumu var. Yeryüzü coğrafyasında Endonezya'nın önemi var. 13.500 adadan müteşekkil bir adalar ülkesi, en büyükleri Borneo, Sumatra, Cava adaları olmak üzere… Onaltıncı yüzyıldan beri duyulan ve bilinen Cava müslümanları, iyi müslümanlar... Bugün konuştuğum kimseler de halkın köylerde, şehirlerde Müslümanlığa bağlı olduğunu söylediler. En küçük yerlerde bile büyük camiler olduğunu söylediler.

Bugün gezdiğimiz bir Cebel mıntıkası var. Yani şehirden 30-40 km uzakta dağlık bir mıntıka, bayağı yüksek bir yer. Ama yeşillikler arasında, çay ziraati yapılıyor. Bizim Karadeniz'i, Trabzon'u andırıyor. Güzel villalar var.

Oralarda, gezdiğimiz yerlerde hep başörtülü kızları gördük. Öğleden önce okula giderlermiş, öğleden sonra da Kur'an kursuna giderlermiş. Bizim şoför de 'Bizim kız da öyle yapıyor.' dedi. Yani 'Burada çocuklar iki okula birden giderler.' dedi. 'Öğleden önce tabii olarak eğitimlerini görürler. Öğlenden sonra da dinî eğitimi görürler, Kur'an kurslarına devam ederler.' dediler. Hakikaten cıvıl cıvıl başörtülü çocuklar gördük, sevindik. Güzel bir şey... İnşaallah hem dünyayı hem dini öğrenirse çocuklar, ileride onlar güzel hizmetler yaparlar.

Endonezya, Malezya ile Avustralya arasında yer alıyor. Doğusunda da Papua Yeni Gine ile onun kuzeyinde Filipinler var, onlara komşu. Oralarda da tabi müslümanlar var ama ülke olarak onlar ayrı. Batısı boş; kocaman, dünyanın üçüncü büyük okyanusu olan Hint okyanusu var.

Bir özelliği de çok adalar olması. 13.500 ada az değil. En çok faal -yani patlayan, çatlayan- yanardağı olan ülke; 400 faal yanardağı olduğu söyleniyor.

Allah bu müslüman ülkeye, buradaki sevimli, güleç yüzlü, bizi sıcak karşılayan müslüman halka yardımcı olsun. İslâm'ı, güzellikleri, ahlâkı dünyanın her yerine hâkim eylesin. Tabi bizim de çalışmamız şartıyla... Çünkü çalışma bir kanun, sa'y:

Ve en leyse li'l-insâni illâ ma se'â. İnsanoğluna neye çalışırsa onun sonucu verilir. Çalışmasından gayri bir şey verilmez. Neye çalışırsa onu elde eder, ona ulaşır. Çalışmadığı zaman da, istese de o imrendiği şey eline geçmez. Onun için müslümanın istediği şeyin oluşması için de gayret göstermesi, çalışması lazım.

Peygamber-i Zîşanımız Muhammed-i Mustafa aleyhi efdalü's-salavâti ve ekmelü't-tahiyyâtü ve't-teslîmât Efendimiz hazretleri Allah'ın en sevdiği kul. Habibullah, Halilullah, en samimi dostu... Halil, 'dost' demek. Habib, 'sevgili' demek. Allah'ın en samimi dost kulu, Allah dostu, en sevgili kulu… Seyyidü'l-evvelîne ve'l-âhirîn; geçmişlerin, geleceklerin efendisi… Eşrefü'l-verâ; halkın, mahlûkatın en şereflisi… Resûlü's-sakaleyn; insin ve cinnin peygamberi… Muhammed-i Mustafa Efendimiz... Allah nice makamlar vermiş, huluk-u azîm, en yüksek ahlâk üzere yaratmış ve yaşatmış. Numune bir insan olarak tarihe pırıl pırıl nurlu harflerle... Hani şanlı kimselere 'Altın harflerle yazıldı.' diyoruz. Biz artık Peygamber Efendimiz için daha başka güzel kelimeler bulmak zorundayız.

Efendimiz son derece yüksek, güzel bir numune. Hepimizin ona benzemesi lazım. Allahu Teâlâ hazretleri insanoğlu içinde en yüksek makamı -Makâm-ı Mahmûd'u- Peygamber Efendimiz'e verecek. Livâü'l-hamd, hamd sancağı elinde mahşer gününde bütün peygamberler, Hz. Âdem'den Hz. İsa'ya kadar; Musa aleyhisselam, İbrahim aleyhisselam, Nuh aleyhisselam, hepsi Peygamber Efendimiz'in sancağı altında toplanacak. Allah bizi o peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle onun sancağı altında toplananlardan eylesin.

O, Allah'ın böyle en güzel sıfatlar verdiği, en beğendiği, en sevdiği kul olduğu halde Allah'tan en çok korkan ve Allah'tan en çok sakınan insandı. Yani 'Ben bu güzel makamlara eriştim, nasıl olsa benim istikbalim, âhiretim teminat altında.' deyip asla gevşememiş ve herkesten çok ibadet etmiş.

Düşünüyor musunuz, biliyor musunuz, geceleri sabaha kadar ibadet eden kimi duydunuz?

Peygamber Efendimiz'i duydunuz. Bir secdesi yarı geceye kadar, öteki secdesi sabaha kadar, bütün gece ibadet ederek, ayakları şişerek çalıştı...

Niye böyle ibadete, kulluğa çalıştı?

Gündüzleri de halkın işine koştu. İctimâî çalışmalarda fukaranın, dulların, yetimlerin iyiliğine çalıştı. Küfrün, şirkin, sömürünün, insanların aldatmacalarının, kötülerinin defedilmesi için çalıştı. Yani hem içtimâî bakımdan, hem dinî bakımdan, hem ahlâkî bakımdan, hem maddî bakımdan, hem mânevî bakımdan en güzel şeyleri yaparak vaktini geçirdi.

Tabi ibret almamız gereken bir başka husus daha var. Peygamber Efendimiz bu kadar güzel sıfatlarla yaşamış bir insan olduğu halde, bir keresinde Abdullah b. Ümmi Mektum radıyallahu anh, iki gözü âmâ bir sahabi, Peygamber Efendimiz'in yanına geldi, gözleri görmüyor. 'Yâ Resûlullah!' diye hitap etti, soru sordu. Fakat Peygamber Efendimiz'in yanında bazı insanlar vardı, onlarla konuşuyordu; onları ikna etmek, İslâm'ı onlara anlatmak, onları İslâm'a çekmek için çalışıyordu. O cevap alamayınca 'Yâ Resûlallah!' diye sorusunu tekrarladı. Peygamber Efendimiz yine ötekilerle konuşmaya devam etti. Abdullah b. Ümmi Mektum yine 'Yâ Resûlallah! Yâ Resûlallah...' deyince; Efendimiz, hani sırasını bilse de birisiyle olan konuşmam bittikten sonra o da söz alsa, öyle konuşsa diye yüzünü buruşturdu, ekşitti, o konuştuğu insanlarla konuşmak üzere bu soru soran iki gözü âmâ Abdullah b. Ümmi Mektum'a arkasını döndü.

Hemen o zaman Abese sûresi nazil oldu. Peygamber Efendimiz'in böyle yapmaması gerektiğini bildiren âyetler nazil oldu. Abese sûresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Abese ve tevellâ. En câehü'l-a'mâ. Ve mâ yüdrîke le'allehû yezzekkâ. Ev yezzekkerü fe-tenfe'ahu'z-zikrâ.

İlâ âhiri's-sûre...

Resûlullah Efendimiz'in bu hali Allahu Teâlâ hazretlerinin ikazının vahiy olarak, âyet olarak inmesine sebep oldu. Efendimiz derhal durumunu düzeltti. Yani hatalı bir durum olunca hemen kendisini düzeltiyor. Yapması gereken şeyi, o tavrı derhal, hemen alıyor. Yani ondan güzel oluyor, ondan en büyük oluyor. Ama şunu da anlıyoruz ki Allah'ın emirleri tutulmadığı zaman işin şakası yok, ceza da gelebilir, itap da gelebilir, azap da gelebilir, ikap...

İkap ne demek?

Ukubet, ceza demek.

İtap ne demek?

İtap da azarlama demek. Her şey gelebilir.

Onun için hiç şımarmadan, hiç gevşemeden, ölünceye kadar üstün bir gayretle; yani hayatı bir yarışa benzetirsek, yarı yolda bırakmadan koşmaya devam ederek, birinci olmaya çalışarak, derece almaya çalışarak gayreti sürdürmek gerekiyor. Peygamber Efendimiz'in çalışmasından onu anlıyoruz. Biraz gevşetildiği zaman da vaziyetin iyi olmayacağını anlıyoruz. Onun için Allah'tan hem korku üzere hem de ümit üzere olmalıyız.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;

Lev ya'lemü'l-mü'minü mâ inde'llâhi mine'l-ukûbeti mâ tamia bi-cennetihî ehadün ve lev ya'lemü'l-kâfirü mâ inde'llâhi mine'r-rahmeti mâ kanata min cennetihî ehadün.

Ravâhu şeyhân.

İmam Buhârî ve İmam Müslim, iki büyük meşhur, kitapları çok kıymetli hadis alimi, hadis ilminin zirvesi olan, derya gibi olan iki büyük alimin rivayet ettiği sahih hadîs-i şerîf.

Peygamber Efendimiz ne buyurmuş? Bu okuduğumuz hadîs-i şerîfin anlamı nedir?

Lev ya'lemü'l-mü'minü. 'Eğer mü'min kul bilseydi.' Mâ inde'llâhi mine'l-ukûbeti. 'Allah'ın indinde, Allah'ın yanında, Allah'ın elinde, âhirette ne gibi cezalar olduğunu bilseydi…'

Hani kâfirleri, münafıkları, zalimleri nasıl cezalandıracak… Bu cezaların neler olduğunu bir bilseydi...

Mâ tami'a bi-cennetihî ehadün. 'Cennete girmeye hiç kimsenin ümidi kalmazdı.'

Hiç kimsenin aklının köşesine gelmezdi ki 'Ben bu kadar cezaları geçip de Allah'ın cennetine nail olabilirim de içeri girebilirim.' diye ümidi kalmazdı. Korkudan beti benzi sararırdı. Cenneti temenni edemeyecek kadar kendisinin suçlu olduğunu hissedip de korkudan sararıp solardı.

Amacım sadece korkutmak değil, hadîs-i şerîf öyle geldiği için söylüyorum. Demek ki mü'min kul Allah'ın cezasını da düşünecek. Bazı insanların cezaya uğrayabildiğini de düşünecek. Mü'minliğine güvenip yan gelip yatmayacak. O cezalara uğramamak için var gücüyle çalışacak.

Hadîs-i şerîfin öbür tarafında da;

Ve lev ya'lemü'l-kâfirü mâ inde'llâhi mine'r-rahmeti mâ kanata min cennetihî ehadün. 'Kâfir de Allah'ın huzurunda mü'min kulları için nice nice ikramlar, ihsanlar, lütuflar, bağışlar, mükâfatlar, sevimli, tatlı güzeller güzeli şeyler, rahmetinin eseri olarak neler neler hazırladığını eğer biliverseydi, o zaman cennete girmekten hiç kimse ümidini kesmezdi.'

'Allah'ın rahmeti çok genişmiş, herhalde bize de lütfeder. Kullarına nice mükâfatlar hazırlamış, nice nice ihsanlarda ikramlarda bulunacak...'

Allah'ın en büyük ikramı, kulu afv u mağfiret etmesi. Çünkü hiç kimse yaptığı işlerle doğrudan doğruya cennete giremeyecek; Allah [onu] kat kat mükâfatlandırdığı takdirde girebilecek. Yoksa kimseyi ameli, faaliyetleri, icraatları, ibadetleri -ibadetlerinin ağırlığı, ücreti cennetin parasını karşılayacak değil- cennete sokacak değil. Evet, ibadet sevaptır, güzeldir. Hac güzeldir, umre güzeldir, hatim güzeldir, namaz güzeldir... Her şey güzeldir ama bunları aslında terazinin karşı kefesine koysan, Allah'ın bir rahmetini, bir ikramını bile karşılayamaz. Yani hep lütfundan cennetine sokuyor.

'Kâfir Allah'ın kullarını nasıl afv u mağfiret ediverip de hatalı da olsa cennetine soktuğunu bilseydi ümitsizliğe düşmezdi.' diyor Efendimiz. Ümitsizliğe düşmek de yok ama 'Ben mü'minim.' diye şımarmak da yok.

Bazısı diyor ki;

'İşte ya ben mü'minim, ne olacak? Allah beni cennetine sokmayacak da kimi sokacak?'

Mü'min olunca sen ne yapmış oluyorsun?

Bir, lâ ilâhe illallah demiş oluyorsun. Allah'ın varlığını, birliğini kabul etmiş oluyorsun. Zaten öyle; zaten Allah var. Kâinatı yaratmış. Eserinden, rahmetinden, icraatından belli. Her şey O'nun elinde. Elbette varlığını, birliğini akıllı insan kabul edecek. Aslında çok büyük bir şey yapmıyor ama doğru bir şey yapıyor tabi. Onun mükâfatını Allah kat kat arttırdığı için cennetine sokuyor.

Onun için muhterem kardeşlerim, mü'minliğin güzel bir şey olduğunu bileceğiz fakat yine de Allah'ın kahrına, gazabına uğrayabileceğini düşünecek insan, 'Ayağım kayabilir.' diyecek. Gevşemeyecek, şımarmayacak. Allah'a kulluğu daha da arttıra arttıra devam ettirecek.

Allah'ın hidayet vermesi, bizi mü'min eylemesi, imanımızın rızasına uygun olması, ömrümüzün ibadetleri yaparak geçmesi elhamdülillah çok güzel… Ama şımarmayacağız. Ama gevşemeyeceğiz...

Kâfirler de kâfirliklerinin yanlış olduğunu bilecek. Mü'min olurlarsa, doğru yola girerlerse Allah affedebilir. Zalim zulmünü bırakırsa, kâfir küfrünü bırakırsa, müşrik şirkini bırakırsa, doğru yola gelirse, imana gelirse geçmiş günahları Allah siler, cennetine sokabilir. Bu fırsatı kaçırmayacak.

Bu fırsat ne zamana kadar?

En son nefese kadar.

En son nefes zamanı geldi mi, artık gözden perdeler kalkıp da âhiret göründü mü, muhakkak âhirete gideceği anlaşıldı mı, o zaman ye's zamanının, yani dünyadan artık ümidi kalmamış, âhireti görüyor, tamam, o zamanki imanın kıymeti yok. O zamandan önce olacak. Yaşamaya ümidi varken, ölümü daha uzak görüyorken, hayat devam edecek diye düşünürken Allah'a güzel kulluk etmeye gayret edecek.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in, yine iki tarafı da ikaz edici iki hadîs-i şerîfini okuyarak bitirmek istiyorum.

Enes radıyallahu anh'ten rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;

Lev enne şerareten min şereri cehenneme bi'l-maşriki le-vecede harrahâ men bi'l-mağribi.

Cehennemin ne kadar korkunç olduğunu bildiren pek çok âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf var ama bu da bir değişik [rivayet]. Değişik rivayetleri okuduğumuz zaman da sevinç duyuyoruz. 'İşte yeni bir hadîs-i şerîfi kardeşlerimize sohbetimizde naklettik.' diye seviniyoruz. Bu da bir başka rivayet, bir başka şekille cehennemin kötülüğünü anlatıyor.

'Cehennemin kıvılcımlarından bir kıvılcım güneşin doğduğu maşrıkta olsa…'

Şimdi biz dünyanın Türkiye'ye göre maşrık tarafındayız, yani Doğu tarafındayız. Burada kocaman bir okyanus var, Pasifik okyanusu var. Uçsuz bucaksız uzun bir mesafe... Öbür tarafa doğru giderseniz, daha Doğu'ya doğru giderseniz, Doğu'ya doğru gide gide gide belki Amerika'ya varırsınız ama çok uzun bir mesafe. Yani bu taraf sanki denizle kesilmiş gibi. Burası maşrık.

'Maşrık tarafında -diyelim ki Çin'de, Kore'de, Japonya'da, bizden uzak olsun da uzak bir yer söyleyelim- cehennemin bir şeraresi, yani bir kıvılcımı olsa, onun hararetini mağripte olan kimse, yani Batı -Batı ülkeleri, Avrupa ülkeleri var, Atlas okyanusu var, öbür tarafta Amerika var- o taraftaki bir insan, maşrıktaki cehennem kıvılcımının hararetini duyardı.'

Bu neyi gösteriyor?

Kıvılcım nedir?

Ateşin içinden çat diye çatlayıp uçan, halının üstüne kadar gelen, bir küçücük ateş parçası. Yani ateşe göre küçücük bir şey. Cehennemin içinden çat diye çatlayan bir kıvılcım eğer maşrıka, yani Doğu'ya düşseydi, mağripteki insan onun hararetini duyar, yanardı. O kadar şiddetli... Cehennemin ateşinin ne kadar şiddetli olduğunu gösteren bir hadîs-i şerîf.

Hatalar işleyip de, cezaları hak edip de, cezası tasdik olunup da, Allah'ın kahrına uğrayıp da cehenneme düşen kullar olacak. Bunların bir kısmı imanlı olduğu için cehennemde yüzyıllarca, milyonlarca sene yandıktan sonra çıkacaklar. Bir kısım bahtiyarlar da cehenneme hiç düşmeden cennete girecekler.

Allah bizi cehenneme düşmeden, azaba giriftar olmadan cennete gidenlerden eylesin.

Çünkü bir şerare, bir kıvılcım bile bu kadar korkunç olursa cehennemin içinde çatır çatır yananların ne kadar azap çekeceğini oradan anlamak mümkün!

Cehennemle ilgili pek çok hadîs-i şerîf var. Onların hiçbirisini açarak uzatmak istemiyorum. Buradan cennetle ilgili son hadîs-i şerîfe geçerek tamamlamak istiyorum.

Lev enne'mreeten min nisâi ehli'l-cenneti eşrakat ile'l-ardi le-meleeti'l-arda min rîhi'l-miski ve le-ezhebe dav'e'ş-şemsi ve'l-kameri.

Bunu da Said b. Âmir radıyallahu anh rivayet etmiş.

Cennette mü'min kullara verilen sayısız, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin hatırına, hayaline gelmedik nimetler var. Hadîs-i şerîflerde böyle ifade ediliyor. Bir de köşkler, hizmetçiler, hûriler var. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

Lev enne'mreeten min nisâi ehli'l-cenneti. 'Cennet ehlinden olan kadınlardan bir kadın, hûrilerden bir hûri kızı. ' Eşrakat ile'l-ardi. 'Güneşin doğduğu gibi yeryüzüne şöyle bir görünüverseydi, gökyüzünden doğuverseydi nurlu yüzü...' Le-meleeti'l-arda min rîhi'l-miski. 'Yeryüzünü o hûri kızı misk kokusuyla dolduruverirdi. Tüm dünyaya insanı bayıltan, şahane bir koku doluverirdi. Ve le-ezhebe dav'e'ş-şemsi ve'l-kamerü. 'Güneşin ve mehtabın ışığını söndürürdü, götürürdü.'

O kadar nurlu ki hûri kızının yüzü, güneş neymiş, mehtap neymiş, onların ışığı sönük kalıverirdi... Hani elektrik yandığı zaman odadaki kandilin veya mumun veya kibritin kıymeti kalmadığı gibi, o kadar güzel... Bunlar bir tek nimetin Peygamberimiz'in mübarek ağzından şöyle bir ifadesidir.

Demek ki cehennemin bir kıvılcımı Doğu'ya düşse Batı'daki insan onun hararetinden yanardı, onu hissederdi. Cennetin hûrilerinden bir tanesi gökyüzüne güneş doğduğu gibi görünüverse, doğuverse cihan misk kokusuyla dolardı ve ayın, güneşin ışığı donuk kalıverirdi, dolunuverirdi. Ona eski Türkçe bir kelime olarak 'dolunmak' diyoruz, ışığı sönük kalıverirdi yani.

Allahu Teâlâ hazretleri bizi rahmetine erenlerden eylesin. Cemalini görenlerden eylesin. Mü'min kulları için hazırladığı türlü türlü o nimetleri elde edenlerden, ona erenlerden eylesin. Cennet içre cemalini görenlerden eylesin. Şu mübarek günlerde, şu mübarek Şaban ayında, bu Beraat gecesinde, bu Cuma gününde, gecesinde Allahu Teâlâ hazretleri bizleri afv u mağfiret eylediği, sevdiği kulları arasına dahil eylesin. Hem dünyada hem âhirette aziz ve bahtiyar eylesin.

İslâm'ı ve müslümanları korusun. Kâfirleri, zalimleri, dinsizleri, imansızları, gaddarları, sömürücüleri bertaraf eylesin, fırsat vermesin. Kötülerin kötülüklerini yaptırtmasın. İyileri dünyaya, cihana hâkim eylesin. Dünyayı da güzel amellerle, güzel icraatlarla, yönetimlerle, bütün insanları mutlu edecek, bir güzel yaşanacak yer haline getirtsin.

Lütfu çoktur, bizden istemek, o bizim Rabbimiz'dir, O da duamızı kabul ederse istediklerimizi verir. İstediğimizi vermek, dualara icabet etmek de O'nun şânındandır. Allah duaları müstecab olanlardan eylesin. Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin.

Cumanız mübarek olsun. Bizi duadan unutmayın.

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh...

 

­

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Gül Bahçesi
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Gül Bahçesi
Gül Bahçesi Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close