“Bir mektebe oldu kim müdâvim
Allah idi zâtına muallim”
Dr. Ayşe Hümeyra Ökten Hanımefendi, 2006’da AKRA’da katıldığı bir programda; Mehmed Zahid Kotku( K.S.) Hocaefendi ile tanışmasını şöyle anlatıyor:
Beni böyle bu kadar uzaktan bulduğunuz için o kadar duygulandım ki! Sağ olun, var olun. Unutmadınız. Allah razı olsun. Ben buradayım, gönlüm burada ama tabi beynim İstanbul'da, Türkiye'de. Daima kendi vatanımda... Oradaki kardeşlerimle, hep onlarla alakalıyım. Hatta telefonu açtığınız zaman, ben Türkiye'deki haberleri dinliyordum bir saat evvel. Çok memnun oldum aradığınız için.
Tabi yarım asırdan fazla oldu. Ne kadar güzel günlerdi. İlk defa üniversitede asistanken Kızılay doktoru olarak Hacca gidiyoruz. Vapurla gidiliyordu o zaman. Biz vazifeli olduğumuz için vapurun ilk seferi ile gittik. Sonra, vapur bizi bıraktıktan sonra tekrar İstanbul'a geldi ikinci bir yolcu kafilesini aldı götürdü. Biz ilki ile gittik, ikinci kafile ile döndük. Hani hacıların en son kafilesi ile, oradaki vazifemiz bitsin diye. İkinci kafile ile dönerken işte o zaman vapurda Hocaefendi (Mehmed Zahid Kotku Rh.A.) ile tanışmak şerefine nail oldum.
Şimdi, ilk tanışmamızda içimde bir ön fikir vardı. Kendisiyle tanıştım. Daha evvelden annemden teyzemden; dedemi, annemin babasını, -belki onlar da babalarını erken kaybettikleri için- çok iştiyâkla, çok sevgi ile bahsederlerdi. Ben onlardan duyduğum vasıfları Hocaefendi'de görmüş gibi oldum. Ve ondan dolayı da Hocaefendi'ye bir ön yargı ile bir sevgi başladı. Şöyle ki; belki de aynı memleketten oldukları için. Çünkü ikisi de Kafkas asıllı, benim dedem de Kafkas asıllıymış. Hocaefendi de Kafkas asıllı. Herhalde aynı memleketlerden işte... Ahıska'dan bizimkiler. Biraz böyle cüsseli, azıcık topluca, beyaz, bembeyaz, süt gibi beyaz ve kumral sakallı en büyük vasfı da güleryüzlü olması. Ben Hocaefendi’yi ilk gördüğüm zaman vapurda, sanki dedemin vasıfları onda tecelli etmiş... Ondan dolayı Hocaefendi'nin şahsiyetini daha iyice tanımadan kalbimde ona karşı bir sevgi başladı. Sonra Hocaefendi'yi tanıdıktan sonra Hocaefendi'nin şahsiyeti öne geçti.
O öyle bir şahsiyetti ki... Ummandan, deryadan bir katre ben anlatabilsem, keşke... Ne mutlu bana! Büyük bir ışık huzmesi tutun; insan bakmaya bile bakamaz, kudreti yetmez. Ancak kendi alabildiği kadar alır. İşte Hocaefendi öyle bir şahsiyetti. Vapurda kendisi de büyük bir böyle yetiştirici, terbiye edici, pedegog gibi bir zâttı. Allah'tan ona öyle bir kabiliyet verilmiş. Vapurda benimle alâkadar oldu. Ben hatta bazen böyle latife olarak derim ki Hocaefendi bazen sözlerinde "Biz çoban gibiyiz." derdi. -Hani sürüyü idare eden- "Bizim herhalde kendi sürüsüne ait koyunlardan olduğumuzu anladı da onun için alakadar oldu" diye böyle çok hoş bir hatırlama ila hatırlarım. Vapurda onunla, işte namaza çıkarlarken cemaat için, gelirlerken bana selam verir, hatırımı sorar. Ne kadar memnun olurum! Ne kadar mesrur olurum...
Böyle yolculuğumuz devam etti. Bir hafta yolculuk sürüyor. Bir hafta'da Urla'da karantinada kalmıştık. Bir çiçek şayiası çıkmıştı. On beş gün beraber vapurda yolculuk ettik. Böyle ayaküstü tanışmalarımızdan sonra bir gün kendisinin böbrek sancısı tutmuş, arkadaşlardan birisini göndermişler. -Kızılay kafilesi vapurda biz de geliyoruz yolcu olarak- O arkadaş lazım gelen tedaviyi yapmış bırakmış dönmüş fakat Hocaefendi'nin ağrısı geçmemiş. Hocaefendi ondan sonra beni çağırttı. Ben tabi büyük bir memnuniyetle gittim. Yani böyle bir zâta hizmet etmek... Neyse iğnesini yaptım. Ondan sonra tabii kendi haline bırakmadım. İlacın tesirini bekledim, hani geçmezse yeniden başka bir tedbir alayım diye. İlacın tesiri geçti. Geçtikten sonra bu sefer Hocaefendi ile sohbete başladık. İşte o sohbete başlaması ömrümzün sonuna kadar bize bir ışık tutan meş’ale oldu elhamdülillah. İstanbul'a geldikten sonra da kendisi alâkasını bırakmadı. Hasta münasebetiyle; hasta gönderir, hastaya davet eder. Sonra derhal babamla da ahbap oldular ve o dostluk sonra aile boyunca devam etti. Hayatımıza ışık tuttu.
Zaten insanlara bu gönül yaklaşması en büyük yaklaşma. Hocaefendi'de Cenab-ı Hakk'ın verdiği tahsilinin üstünde bir kudret vardı. İnsanları anlar. İnsanların haline göre muamele eder. Sanki bir pedagog, bir psikolog! Böyle bir rehber bir yol göstericisi. Dertlilerle dertleşir. Sevinçli zamanlarda sevinçlerin kıymetini daha ziyade bizlere bildirir. Allah'tan kendisine böyle bir lütuf olmuş. Artık buna ilm-i ledün derler eskiler, Allah tarafından verilmiş bilgi. Bir de babamdan dinlemiştim. Rahmetli babam Mahmut Celaleddin Ökten Hoca derdi ki: "Ziya Paşa Peygamber efendimiz SAS için bir şiir yazmış." O şiirinden bir beyit okurdu. Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz ümmîdir; mektebe gitmemiş. Fakat Ziya Paşa şiirinde diyordu ki:
“Bir mektebe oldu kim müdâvim
Allah idi zâtına muallim”
Şimdi Hocaefendi denilince ben bunu gördüm. Yani birçok şeyleri Cenab-ı Hakk ona bildiriyor. Hakikaten Allah'ın mektebinde okumuş, yetişmiş. Öyle bir mübarek zâttı. Anlatacağı mevzuları karşısındakinin anlayacağı şekilde anlatırdı. Sevdireceği şeyleri böyle yürekten sevdirirdi. Korkutucu anlarda bile yani yapılmaması lazım gelen şeyleri öyle anlatırdı ki; karşısındaki dinleyenden "bunu yapmamamız lazım" diye, o söyleyicinin kendinden duyarız da, bizi böyle doğru yollara sevk eder. O kadar konuşmasında tesirli, karşısındakinin anlayışına göre anlatan böyle bir mübarek, mükemmel bir şahsiyetti.
Bir de son derece mütevazı idi. Kapısı her zaman herkese açık. Rahat rahat girersiniz. Hiç kötü karşılamaz. "Ben yorgunum" demez. Derdinizi rahatlıkla dinler. Nasihat eder. Bu durum öyle olurdu ki insan yanından ayrılırken; sanki dünyalar ona verilmiş, dünyanın bütün sıkıntılarından, üzüntülerinden, dertlerinden kurtulmuş, müjdelerle karşılaşmış gibi olurdu. Yani bu kendisine Allah'tan verilmiş bir kâbiliyet. Mübarek bir zât. O kadar çeşitli insanın, mesela; genci-ihtiyarı, kadını-erkeği, çocuğu-büyüğü, herkesi kendine göre öyle güzel ikna eder, öyle güzel sevdirir ve her şeyde karşısındakini tamamen tatmin eder. İnandırıcı, doyurucu... Böyle çok güzel bir meclisi vardı. Her zaman güler yüzüyle insanın içini açar, en sıkıntılı zamanda bile gitseniz, onun yanından insan ayrılmak istemez.
Meş’ale bir şahsiyet... Bundan sonraki nesillere de hakikaten onun hatırasını yaşatmak lazım. Örnek alınacak bir şahsiyet çünkü. Böylesi dünyaya kolay kolay gelmez, nadir insanlardan biriydi mübarek.
© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.