İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:35 Güneş06:09 Öğle13:08 İkindi16:54 Akşam19:56 Yatsı21:23
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 13°C Nem %83
Türkçe
11 Şevval 1445 20 Nisan 2024 Cumartesi
11 Şevval 1445
İmsak
04:35
Güneş
06:09
İşrak
06:49
Öğle
13:08
İkindi
16:54
Akşam
19:56
Yatsı
21:23
Giriş Yap

Cuma Sohbeti 'Allah'ın Rızasını Kazanmak ve Dua'

Özel Haber
Özel Haber
18.12.2020    |

 

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi'nin; 'Allah'ın rızasını kazanmak, Müslümanca Yaşamak, Müslüman Kardeşine Yardım Etmek, Yalnız Allah’tan İstemek ve Duanın Önemi' hususlarındaki Cuma Sohbetinin metnini istifadenize sunuyoruz.

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.

Allah hepinize afiyet versin. Dünya ve âhiretin hayırlarını cümlenize ihsan eylesin. İki cihanda cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin.

Râmûzü'l-ehâdîs kitabımızın, büyük hocamız, hocamızın hocasının hocası, Gümüşhânevî hazretlerinin hadis kitabının, 404. sayfasındaki hadislerden okuyacağım. Bu hadislerden birincisi Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh tarafından, Enes radıyallahu anh tarafından rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîf. Bu rivayete göre Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

Men asbaha ve hemmühû gayru'llâh fe-leyse mina'llâhi ve men asbaha lâ yehtemmü bi'l-müslimîn fe-leyse minhüm.

Kısa bir hadîs-i şerîf fakat çok önemli bir konu üzerinde bir hakikat ifade ediyor.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki:

Men asbaha "O kimse ki sabaha çıktı, sabahladı." Ve hemmühû gayru'llâh. "Tasası, arzusu, düşüncesi Allah'tan başka..."

Bu ve hemmühû gayrullâh hal cümlesi:

"Tasası, düşüncesi, aklı fikri Allah'tan başkası olduğu halde, bu durumda sabahlayan bir kimse."

Fe-leyse mina'llâh. "Bu Allah ehli değildir, ehlullah değildir, Allah'ın sevdiği bir insan değildir. Allah ile alakalı, makbul bir insan değildir." Ve men asbaha lâ yehtemmü bi'l-müslimîn. "O kimse ki müslümanların işlerine ihtimam göstermiyor, onlarla ilgilenmiyor, onların üzücü olaylarından dolayı tasalanmıyor; onların işlerini yapmaya ve yahut onların iyiliğini istemeye gayretlenmiyor."

İhtimam; hem kökünden geliyor. Hemmün yani "gam, tasa" demek . İhtemme; "bir konuda gamlanmak, tasalanmak, telaşlanmak" mânasına geliyor.

"Müslümanların işleri için telâşlanmayan, heyecanlanmayan, heyecan duymayan, onlara bir şeyler yapmak, iyilik yapmak veya onları bir şeylerden korumak gibi ulvî bir duyguya sahip olmayan kimse."

Tabi bu, kişisel bir duygu değil; başkasını ilgilendiren meselede onlar namına, onların iyiliğini istemek yüksek ve ulvî bir duygudur ve çok sevaptır. Öyle olmayan bir kimse de;

Fe-leyse minhüm. "Müslümanlardan sayılmaz, müslümanlarla bir alakası yok demektir."

Bu hadîs-i şerîften ne anlıyoruz?

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bizim nasıl insan olmamızı istiyor?

Aklımızın, fikrimizin, gönlümüzün, düşüncemizin ana hedefi, Allah'ın rızasını kazanmak olacak! Eğer aklı, fikri, tasası, düşüncesi, üzüntüsü, sevinci Allah değilse, Allah'tan gayrı ise yani gayesi, amacı başkaysa o zaman o; "Allah ehli değildir. Allah ile alakası yoktur, Allah'ın sevdiği insanlardan değildir."

Çevremizdeki insanların durumlarını inceleyecek olursak insanların çoğunun tasası, arzusu, isteği nedir?

Midesidir, maddî menfaatidir, yemesi içmesidir. Bazısı yemeyi içmeyi kolay bulduğu zaman, karnı doyunca bu sefer eğlenmeye yöneliyor. Karnı doydu, nefis o yönden tatmin oldu, çatlayıncaya patlayıncaya kadar yedi, tamam. Bu sefer de; "Acaba bu tok karınla nasıl eğlenceli, keyifli bir zaman geçirebilirim, günümü gün ederim, gecemi gece ederim?" onu düşünmeye başlıyor.

İnsanoğullarının çoğunun tasası, düşüncesi, aklı, fikri midesi oluyor ve midesinin, keyfinin hizmetine koşabilmesi için de para, maddiyat vasıta olduğu için parayı nereden kazanacağını düşünüyor. Ama kazancının haram mı helal mi, makbul mü merdut mu, iyi mi kötü mü olduğunu düşünmüyor.

Tabi bu çok kötü. Ama bazı insan da böyle olmasa bile diyelim ki helalden kazanıyor, ölçülü bir insan ama burada;

"Kimin sabahleyin kalktığı zaman aklı fikri 'Allah' değilse aklı, Allah'tan gayrı bir şey ile meşgul ise amaç ona yönelmiş, arzu, hedef o tarafta ise onun Allah ile bir alakası yoktur." buyruluyor.

Müslüman nasıl olacak?

Aklı fikri Allah olacak. Daima Allah'ı düşünecek.

Zaten zikrullah ne demek?

Zikrullah; "Allah'ı anmak, hatırlamak, hatırından çıkarmamak, unutmamak" demek. Aklı fikri "Allah" olacak.

"Acaba ben bu günümü nasıl geçirirsem Allah sever? Bugün ne işler yaparsam Allah razı gelir? Bugün acaba Allah'ın emrettiği işlerden hangilerini yapabilirim, hangilerine koşturabilirim? Acaba Allah'ın yasaklarının hangilerine yanaşıyorum? Acaba onlardan nasıl kurtulabilirim? Günahlardan uzaklaşmak için veya bende mevcut Allah'ın sevmediği haller, huylar varsa onlardan kendimi nasıl çekip sıyırıp kurtarıp temizleyebilirim?" diye düşünecek. Aklı hep "Allah" olacak, Allah'ın rızası olacak, Allah'ın sevgisini kazanmak olacak.

Böyle değilse onun Allah ile ilgisi yok, Allah ehli değil.

Bir de ne olacak?

Müslümanları sevecek, müslümanların dertleriyle dertlenecek, müslümanların meseleleriyle gamlanacak, kederlenecek, üzülecek, onların çarelerini arayacak. 

"Üzülmüyorsa müslümanların dertleriyle dertlenmiyorsa işleriyle ilgilenmiyorsa müslümanlara ihtimam göstermiyorsa, o zaman o da müslüman sayılmaz!" diyor Peygamber Efendimiz; onu defterden siliyor.

Bu çok kötü bir şey; hiçbir müslüman buna razı olamaz. Resûlullah sevmiyorsa kaşını çatmışsa "Ben sana küstüm." diye rüyada görse mesela "Aman yâ Resûlallah!" diye aklı başından gider.

Ama tabi herkes böyle ikaz rüyaları da görmüyor. Görenler de oluyor. Resûlullah Efendimiz'i rüyada görüyor:

"Ben sana küstüm!" diyor.

"Neden?" "Sen şu sünneti yapmıyorsun, şu bid'ati işliyorsun!" diyor.

Böyle bir rüyada, bu rüyayı gören kimsenin uyanması, ikaz olması için bir nasihat var; yine iyi. Tabi bir de Resûlullah'ı görse de;

"Gel, ben seni seviyorum." dese rüyasında…

Çünkü şeytan, Peygamber Efendimiz'in şekline giremez; yani gördüğü Peyamber Efendimiz'dir. Öyle bir şey olsa artık dünyalar onun olacak.

Burada tanıştığımız Avustralyalı bir kardeşimiz var, Allah selamet versin, müslüman olmuş. Ben her müslüman olana "Sen nasıl müslüman oldun?" diye soruyorum. Kendisi söylemedi ama onun hayatını bilenler söylediler:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i rüyada görmüş, öyle müslüman olmuş.

Ne güzel!

Daha müslüman değilken neden Resûlullah'ı gördü?

Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i gördü de, Resûlullah Efendimiz'in emrine uydu da, İslâm'a girdi, dinini değiştirdi?

Niye başkaları böyle olmuyor da bu böyle oluyor?

Ben o zâtın hayatını biraz soruşturdum, incelettim. Soylu bir ailedenmiş, asâletli bir aileden geliyor. Pespaye, alçak, haydut bir aileden değil ve müslüman olmadan önceki hayatında da haramlara, günahlara bulaşmamış. Mesela içki içmemiş, zina etmemiş. Allah, o güzel edebinden dolayı ona lütfediyor, Resûlullah rüyasında ona görünüyor, onu İslâm'a davet ediyor; o da müslüman oluyor.

Bir rüya görmüş.

Rüyada çok üzülmüş. Nasıl gördüyse şu anda pekiyi hatırlayamayacağım ama İslâm düşmanları, gayrimüslimler, Avrupalılar Türkiye'yi harp etmeden fethediyorlar, harp etmeden avuçları içine alıyorlar. Artık Avrupalı da demeyelim; İslâm'ın düşmanları Avrupa'da da var, Ortadoğu'da da var, Uzak Doğu'da da var, Kuzeyde de var, her yerde var maalesef.

Eskiden bir ülkenin alınması verilmesi nasıl oluyordu?

Savaşla oluyordu. Huduttan ordular giriyordu, çarpışıyordu; yenilen yeniliyordu, yenen onun toprağını istila ediyordu.

"Aldım, burası benim." diyordu, kırıp geçiriyordu.

"Şu kadar ölü, bu kadar yaralı; sonuç şöyle oldu." deniliyordu.

O halde her müslüman, müslümanlarla ilgilenecek. Sadece kendisiyle değil, öteki müslümanların dertleriyle de ilgilenecek; bir...

Bir de aklı fikri Allah'ın rızası olacak. Aklı fikri Allah'ın rızası olmayınca millet, "para pul" deyince, para kazanmaktan başka bir şey düşünmez hale gelince, menfaatten, maddiyattan başka bir şey düşünmez bir hâle gelince o zaman her türlü günaha göz yumuyorlar, her türlü haksızlığa göz yumuyorlar.

"Benim menfaatim zedelenmesin!" diye düşünüyorlar.

"Ben bunu yaparsam falanca insanlarla biraz kötü olurum." diye yapmıyorlar.

Bu yanlış.

Allah'tan gayrısı gönlünde, aklında, hedefindeyse onun Allah ile bir ilişkisi yok, Allah ehli değil, Allah'ın sevdiği insan değil.

Müslümanların dertleriyle dertlenmiyorsa onun müslümanlarla ilgisi yok, o iyi müslüman değil, suçlu ve hatalı bir durumda.

Aziz ve sevgili kardeşlerim!

Bu çok önemli bir husus.

İkinci hadîs-i şerîfe geçiyorum. Yine Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş; Hatib-i Bağdâdî ve başka kaynaklarda olduğu bildiriliyor.

Burada da Peygamber sallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyuruyor:

Men asbaha mahzûnen ale'd-dünyâ asbaha sâhitan alâ rabbihî ve men asbaha yeşkû musîbetehû nezelet bihî fe-innemâ yeşkû rabbehû ve men dehale alâ ganiyyin fe-yeteda'daü lehû zehebe sülüsâ dînihî ve men karaa'l-Kur'âne fe-dehale'n-nâre fe-hüve min meni'ttehaze âyâti'llâhi hüzüvâ.

Bu hadîs-i şerîf tekrar tekrar dinlenmeli, tekrar tekrar üzerinde durulmalı; kardeşlerimiz tefekkür etmeli. İçinde çok çok mühim hususlar var; onları açıklayalım.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

Men asbaha mahzûnen ale'd-dünyâ. "Kim dünyaya mahzun bir halde sabahlamışsa."

Adam sabahleyin kalkmış; gamlı, kederli, hüzünlü, mahzun.

Neden?

Dünyevî bir sebepten, dünyaya mahzun; "Dünyalık bir sebepten dolayı mahzun bir vaziyette kalktı, üzülüyor."

Niye üzülüyorsun?

Âhiretin mi elden gitti?

Yoksa günah bir şey yaptın da ondan mı üzülüyorsun?

Yoksa bir sevaplı işi mi kaçırdın?

Sabah namazına camiye mi gidemedin?

Onlarla ilgili değil, dünyevî meseleden mahzun:

"Kim bir dünyevî meseleden, dünyalık bir hususta, dünya üzerine mahzun olarak sabahlarsa, Rabbine kızgın olarak sabahlamış demektir."

Neden böyle?

Çünkü o dünyalık şeyi kaderi icabı başına getiren Allah. Diyelim ki arabasını çaldılar veya arabasına birisi çarptı veya ticaretinde birisi malı aldı da parayı vermedi; üzülüyor. Sabahleyin kalktı; dünyevî bir sebebe üzülüyor.

Sanki Allah'a kızgın olarak kalkmış gibi niye üzülüyorsun?

"Bu Allah'ın kaderidir. Dur bakalım, benim bir hatam mı var? Tevbe edeyim, düzelteyim!" diyecek.

Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de kıssalar, âyet-i kerîmeler var.

Bahçe sahipleri mahsul toplamaya gitmeden önce akşamdan kararlaştırmışlar:

"Yarın gidelim, bahçedeki mahsulleri toplayalım ama yanımıza fakir fukarâ, dilenci yaklaştırmayalım! Kimseye bir şey vermeyelim! Toplayalım, getirelim, ambarlara koyalım; hiç kimseye hayır, hasenât, sadaka koklatmayalım!" demişler.

Geceleyin bir felaket gelmiş, bahçenin bütün mahsulü mahvolmuş. Sabahleyin toplamaya gittikleri zaman bakmışlar ki o günkü mahsulün hepsi harap olmuş.

Hani bazen bir dolu yağıyor; bütün mahsulü yok ediyor veyahut başka bir şey oluyor, yangın oluyor vesaire.

O zaman pişman olmuşlar; "Tüh, bak yanlış yaptık!" demişler, hatalarını anlamışlar.

"'Kimseye bir şey vermeyelim, aramıza dilenci sokmayalım, sadaka vermeyelim.' diye akşamdan kararlaştırdık da, ondan oldu." demişler ama iş işten geçmiş.

Bir sebepten insanın başına ceza olarak bir dünyevî üzüntü geliyor. Tabi sen gittin, bir harama bulaştın; işte burada malında bir hasar oluyor. Ya da sen bir hayır yapacaktın, parayı sakındın, yapmadın, yapmadın; Allah, buradan ticaretine bir ziyan getiriyor.

Veyahut aksini, güzel şeyleri düşünelim:

Adamcağız iyi niyetli bir adam, bir yetim çocuğu almış, ona da bakıyor. Zaten kendisinin bir kaç tane çocuğu var ama o yetime de bakıyor. O yetime baktığı için Allah onun rızkına bir bolluk, bir bereket veriyor, dükkânına bir müşteri veriyor; evinde bir mutluluk oluyor, kazancında fazlalık oluyor.

Neden?

O mükâfat; "O yetime baktı." diye.

Kader-i ilâhî, ceza veya mükâfat olarak başına gelebilir. O, onu düşünsün! Başına kendisini üzen bir şey, dünyevî bir felâket geldiyse "Benim hatam nedir?" diye düşünsün; "Allah'ın takdiridir." desin, sabretsin. Kadere inanan kederden uzaklaşır, kedere düşmez:

"Ne yapalım, Allah'ın takdiridir." der.

Dünyaya mahzun olarak sabahlayan kimse, Rabbine kızgın olarak sabahlamış demektir. Bu birinci husus. İkinci husus:

Ve men asbaha yeşkû musîbetehû nezelet bihî fe-innemâ yeşkû rabbehû. "Kim kendisine gelen bir musibeti şikâyet ederek güne başlamışsa."

"Başıma şu geldi de, şöyle oldu da, mahvoldum da, bilmem ne de..."

Önüne gelene anlatıyor, feryat, vaveyla vesaire…

"Kim başına gelen musibeti, başına musallat olan, Allah tarafından indirilen, getirilen musibeti şikayet ederse sanki Rabbini şikayet etmiş olur."

Hasta da öyle.

Bir hastalık geldi, şikâyet ediyor:

"Mahvoldum, her tarafım ağrıyor, Allah kahretsin!" vesaire.

Allah, işte bu musibeti, hastalığı verir. Peygamberlere bile vermiş. Eyyüb aleyhisselam ne kadar sene, ne kadar derin, ne kadar yoğun hastalık, ne kadar sıkıntılar çekmiş; sabretmiş.

Musibete sabretmiyor, susmuyor, şikayet ediyor. Bu Rabbini şikayet etmiş olur, iki.

Demek ki musibetlere sabredeceğiz, ağzımızı tutacağız:

"Sabredenlere Allah mükâfat verecek." diyeceğiz.

"Şimdi imtihan sabırdan geldi." diyeceğiz. Bazen nimet verir, o zaman şükretmek lazım. Şimdi mihnet, meşakkat, musibet verdi; şimdi de sabredip mükâfat alacak. Müslümanın böyle düşünmesi lazım.

Ve men dehale alâ ganiyyin feteda'dau lehû. "Kim bir zenginin yanına girdi de ona tezellül gösterdiyse, boyun eğdiyse, 'eyvallah' çektiyse, dalkavukluk yaptıysa, temenna ettiyse, iki büklüm olduysa zenginin huzuruna gidip de ona bir yaltaklanma durumu yaptıysa. " Zehebe sülüsâ dînihî. "Dininin üçte ikisi elden gider."

Zengine zenginliği için tevazu, tabasbus, dalkavukluk, hürmet gösterilmez. Ciddi olunur, sakin olunur, hürmet, sevgi ve saygı gösterilecekse müttakî insana gösterilir. Âsî insana ise ciddi durulur ve icabında nasihat edilir.

"Bu zengin, bundan bana para gelecek, menfaat gelecek." diye, eğer öyle dalkavukluk yapıyor, eğilip bükülüp iki kat oluyor, yerlere yatıyorsa; - bu durumlar Türkçe kelimelerle böyle ifade ediliyor- o zaman dininin üçte ikisi gider."

Sülüsâni, muzaf olduğu için nun'u gitmiş:

Sülüsâ dînihî. "Dininin yarısından çoğu, yani üçte ikisi gider, ancak üçte biri kalır."

O halde müslüman nasıl olacak?

Müslüman haksız bir kimseye, layık olmadığı bir hürmeti göstermek durumuna düşmeyecek; kendisini alçaltmayacak, kimseye şakşakçılık yapmayacak, kimseye boyun bükmeyecek. Rızkın Allah'tan geldiğini bilecek, hiçbir haksızlığa da katılmayacak, ortak olmayacak.

"Şuradan bana menfaat geliyor." diye de ciğeri beş para etmeyen heriflerin karşısında el pençe divan durup menfaatten dolayı saygı gösterme durumuna gelmeyecek. Eğer böyle yaparsa dininin üçte ikisi gider; bu da üçüncü husus.

Demek ki sırf zenginliğinden dolayı hürmet etmek yok. Salâh-ı hâlinden, dindarlığından, yaşından, fazlından, kemâlinden dolayı hürmet edilir. Yoksa "Menfaat gelecek." diye, bir insana hürmet edilmeyecek. Müslüman kimse; hürmet etmeye, alçalmaya, onun karşısında küçülmeye düşmez.

Bu da önemli!

Bakın, çeşitli olayların, durumların karşısında müslümanın huyları nasıl olması gerekiyorsa bu hadîs-i şerîflerden herkesin öğrenmesi lazım.

Aynı hadîs-i şerîfin içinde dördüncü hakikat:

Ve men karaa'l-Kur'âne ve dehale'n-nâre. "Kim Kur'an okudu da buna rağmen yine cehenneme girerse."

Bu neden girmiştir?

Fe-hüve min men'ittehaze âyâti'llâhi hüzüvâ. "Allah'ın âyetlerini alay konusu, oyuncak konusu, eğlence konusu yapmıştır da ondan girmiştir."

Allah'ın âyetlerinin eğlence konusu yapılması, oyuncak yapılması, dalga geçme mevzuu yapılması -tabi iyi bir müslüman kesinlikle böyle yapmaz da bazı cahil müslümanlar bu durumlara bilerek bilmeyerek düşebiliyor- cehenneme girmeye sebeptir.

Âyetlerin karşısında müslümanın tutumu, tavrı nasıl olur?

"Rabbim böyle buyurmuş, âmennâ va saddaknâ, başüstüne, bunu böyle yapacağım." demek tarzında olur.

Allah'ın âyetlerini hafife almak olmaz. Ciddi olduğunu bilecek ve ona son derece saygılı olacak, "Bu Allah'ın âyetidir." diyecek. Yerde bir harf bile görse öpüp başına koyup kaldırıyor. Kur'an'ı öpüp başına koyuyor. Dizinden, göbeğinden aşağıda bir yerde tutmaya razı olmuyor. Yüksek bir yere kaldırıyor, cüz torbasına koyuyor, duvardaki çiviye asıyor. Bunlar ecdadımızın bize öğrettiği Kur'ân-ı Kerîm sevgisi, saygısı.

Ama Allah'ın âyetlerini okuyorsun, adam sırıtıyor. "Haram" diyorsun gülüyor, yine yapmaya devam ediyor.

Bizim kardeşlerimizden bazıları anlatıyor:

"Hocam! Üniversitede bize bazı profesörler gelirdi. Hiç dinle diyanetle alakası yok. Belki de dinsiz. Dinsiz olduğu mensup olduğu teşkilatlar, gizli örgütler dolayısıyla belli olan insan. Bizim karşımıza geçer, Kur'an ayetlerini okurdu; 'Ben de küçükken Kur'an okumuştum' derdi. Ondan sonra âyetleri çarpıtarak, yamultarak çocukları başka yola sevk etmeye çalışırdı. Ya da bir âyeti okuyup 'Bak görüyorsunuz ya, ben bunları da biliyorum!' diye çocuklara karşı övünürdü."

"Ne kadar bilgiliymiş!" diye, çocuklarda saygı uyanacak. Bilgili ama bilgisini uygulamıyor. İşte bak Allah'ın âyetlerini dalga geçme mevzuu, eğlence mevzuu yapmışsa hafife almışsa ondan cehenneme girecek.

Allah'ın âyetlerini bilen, Allah'ın ahkâmına uyar!

"Efendim, ben biliyorum; küçükken Amme cüzünü ezberlemiştim, hafız olmuştum."

Sen şimdi onları bırak! Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerini bilmek, doğrudan doğruya bir hüner ve meziyet değil.

Bildiğini uyguluyor musun, uygulamıyor musun?

Bildiğine göre hareket ediyor musun?

"Elhamdülillah, hepimiz müslümanız!

Herkes söylüyor:

Elhamdülillah ben de müslümanım!"

Müslümansın ama Hâli başka. İslâm'ın ahkâmına hiç uymuyor. Ahlâkı başka, sözü başka, kalbi başka, kafası başka. Onu aldatıyor, bunu kandırıyor; şu işi yapıyor, bu işi yapıyor. Ondan sonra; "Biz de müslümanız." diyor.

Senin yaptığın Müslümanlığa sığar mı? Senin karşında; "Biz de müslümanız." diyor. Onun o sözünün kıymeti yok.

Bir insan Kur'an okuyup da yine de cehenneme girmişse bu nedendir?

Allah'ın âyetlerini oyun mevzuu yapmıştır, hafife almıştır, dalga geçme mevzuu yapmıştır, ciddiye almamıştır, Allah'ın emirlerini tutmamıştır da ondan.

Müslümanların bunları anlaması, bilmesi, iyice uyanması lazım.

Söylediğimiz sözler kayda alıyor, siz de dinliyorsunuz. İnşaallah siz de Bunlar üzerinde düşüneceksiniz, bunları kendiniz uygulamaya çalışacaksınız. Bu hadise göre kendinizi ayarlayacaksınız.

"Ben sabahları dünyevî işler için mahzun oluyordum. Olmayayım! Ben bir musibet gelince şikayet ediyordum, feryadı basıyordum, demek ki böyle yapmayacağım. Ben falanca kimseye neden saygı gösteriyorum? Adamın saygı gösterilecek bir şeyi yok ki! Ona dobra dobra emr-i mâruf, nehy-i münker yapayım; 'Senin yaptığın da yanlıştır kardeşim, şöyle yapma!' diyeyim."

İster zengin olsun ister fakir; yanlıştan dönsün.

"Vergi kaçırıyor, halkı aldatıyor, hileli mal satıyor; ama çok zengin."

O suçlu.

"Kardeşim ayıptır, böyle yapma." diyerek her yönden engellemeye çalışması lazım!

Üçüncü hadîs-i şerîfi okuyalım:

Men esâbethü fâkatün fe-enzelehâ bi'n-nâsi lem tüseddü fâkatühû ve men enzelehâ bi'llâhi ev şeke'llâhu lehû bi'l-gınâ immâ bi-mevtin âcilin ev gınan âcilin.

Sadaka Resûlullah, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.

Bu üç hadîs-i şerîf de hep tesadüfen, tevafukan Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh'ten rivayet olarak gelmiş. Bu da Ahmed b. Hanbel'de, Ebû Dâvud'da, Beyhakî'de, Hâkim'in Müstedrek'inde olan bir hadîs-i şerîf.

Bu hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; Allah şefaatine erdirsin, yolundan ayırmasın. Sünnetini öğrenip uygulamayı, sünnetini ihya edip şehit sevapları kazanmayı sizlere ve bizlere, cümlemize nasip eylesin.

Çünkü iyi Müslümanlık, sünneti bilip iyi uygulamakla olur. Gerisi yalandır, yanlıştır, palavradır. Öteki cafcaflı lafların kıymeti yoktur. Gerçek Müslümanlığın çizgileri, ne olduğu, hadîs-i şerîflerden anlaşılır. Sünnet-i seniyye Müslümanlığı gerçek Müslümanlıktır; sünnete aykırı Müslümanlık bid'attir ve bid'at ehlinin amelleri makbul değildir.

Ashâbü'l-bideı kilâbü'n-nâr. "Bid'at ehli cehennemin köpekleridir."

Kilâbü'n-nâr diyor Peygamber Efendimiz. Sünnete aykırı yaşayıp da kendisini hâlâ doğru yolda sanmak çok tehlikeli bir durum olur.

Şimdi yine İbn Mes'ud'dan rivayet edilen bu hadîs-i şerîfte Efendimiz ne buyuruyor:

Men esâbethu fâkatün. "Kime ki bir fakirlik durumu gelmiş, çatmış, isabet etmişse."

Fâkah, fakr-u fâkah; "yoksulluk, ihtiyaç, fakirlik" demek.

"Kime bir fakirlik geldiyse, ihtiyaç hâli geldiyse."

"Eyvah! Bir şeyim yok, yiyecek ekmeğim yok, evde çocuk var, ne yapacağım ben şimdi?" gibi.

Tabi şimdi bizim ülkemizde ekmeği olmayan çok az da başka yerlerde var. Aslında bütün müslümanlarla ilgilenmemiz lazım.

"Kim bu fakirliğini, muhtaçlığını, ihtiyaç halini."

Fe-enzelehâ bi'n-nâs. "İnsanlara götürür, söyler ve onlardan çözümlenmesini ister ve beklerse."

Enzelehâ bi'n-nâs. "Bu fakirliği insanların huzuruna götürüp koyup arz ederse insanlardan beklerse."

"Bunu insanlara anlatıp 'Bak benim yiyecek ekmeğim kalmadı, geçimim fena, bana yardım edin arkadaşlar!' diye insanlardan yardım bekler, insanlara götürüp arz eder, sunar, onların önüne ortaya koyar da, onlardan medet umarsa..."

Ne olur?

Tabi yanlış bir iş yapmış olur.

Lem tüsedde fâkatühû. "Bu fakirliği, bu yoksulluğu, bu ihtiyacı kapanmaz, hallolmaz."

Çünkü Allah hallettirmez. Çünkü Allah'ı düşünmedi, Allah'tan istemedi; "Hadi bakalım yapsınlar, hadi çözümlesinler!" diye insanlardan bekledi.

Aksine insanlardan beklediği hiçbir faydayı bulamaz. Bütün kapılar yüzüne kapanır, bütün umduğu insanlar sırt çevirir. Bütün tuttuğu dallar kuru çıkar, kopar, elinde kalır.

Neden?

İnsanlardan umduğu için.

O insanlar kendileri âciz mahlûklar değil mi? Onların ihtiyaçlarını Allah karşılamıyor mu? Zengini zengin eden Allah değil mi? Sıhhatliyi sıhhatli eden Allah değil mi? Akıllıyı akıllı eden Allah değil mi? Hepsini Allah vermiyor mu?

İnsanlara götürüp arz edip, onlardan bekleyenin ihtiyacı kapanmaz, sorunu çözümlenmez, hallolmaz; "Sen insanlardan istedin." diye ceza olarak derdine deva bulunmaz.

Ve men enzelehâ bi'llâhi. "Kim ihtiyacını Rabbine arz ederse, Allah'a söylerse..."

Hani Yakub aleyhisselam'a;

"Niçin ağlıyorsun?" diyorlar. Yusuf'unu kaybetti aleyhimesselam; her ikisine de selam olsun. Cevabı ne kadar güzel! Âyet-i kerîmeyi okuyunca insan nasıl duygulanıyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

İnnemâ eşkû bessî ve hüznî ila'llâh. "Ben üzüntümü, sıkıntımı, başıma gelen bu olayı Rabbime arz ediyorum; başkasına bir şey söylediğim yok. Rabbimle dertleşiyorum, kaderine itirazım yok, Rabbime arz ediyorum.' 'Aman yâ Rabbi!' diyorum- tazarru ve niyaz içinde, sevgi ve saygı içinde ancak ona arz ediyorum." diyor.

İnsan derdini Rabbine Yakub aleyhisselam gibi arz ederse Allah da onun yardımcısı olur. Nasıl Allah Yakub aleyhisselam'a sonra Yusuf'unu buldurdu? Nasıl ağlamaktan gözü görmez oldu da sonra gözünü Yusuf aleyhisselam'ın gömleği ile meshedince, gözüne sürünce, gözü nasıl açıldı?

Sonra nasıl hepsi kalktılar, Mısır'a gittiler de Yusuf aleyhisselam'ın himayesinde saraylarda, köşklerde yaşadılar?

Hepsi imtihan; bir zaman gelir, geçer. Ama imtihanı kaybetmemek lazım.

Kim derdini Mevlâ'sına, Allah'a arz eder, çözümünü ondan bekler, ihtiyacının giderilmesini Allah'tan isterse;

Evşeke'llâhu lehû bi'l-gınâ. "Umulur ki Allah onun bu ihtiyacını karşılar."

Şeksiz şüphesiz Allah böyle yapacaktır. Tabi Allah'ın ne yapacağını bilemeyiz ama umûmî kânûn-i ilâhîsi böyledir. Çok muhtemeldir ki Allahu Teâlâ hazretleri onu o fakirlikten kurtarıp zengin hâle getirecek, ihtiyacını giderecek, müstağnî, ganî hâle getirecek.

İmmâ bi-mevtin âcilin. "Ya vefat edecekse eder, âhirette mükâfatını verir, cennetiyle cemâliyle taltif eyler." Ev gınen âcilin. "İkisi de ayın ile âcil, acele demek."

Ya dünyada olur bu iş; hayatı, mukadder olan ömrü çarçabuk biter. Âhirete göçünce orada hemen mükâfatlandırır. Ölecek insanın başına geçiyoruz, dua ediyoruz. "Yakınımız" diye, "canımız gibi sevdiğimiz kimse" diye ölmesini istemiyoruz.

Mesela [Mehmed Zahid] Hocamız rahmetullahi aleyh 1980 yılında hacdan geldi, hasta geldi. Hepimiz başına toplandık; "Yâ Rabbi! Benim canımı al, o yaşasın! Aman yâ Rabbi! Sıhhat afiyet ver!" diye ihvanımız dua etti, Allah razı olsun. Ama Hocamız vefat etti.

Peki o dualar ne oldu?

Allahu Teâlâ hazretlerinin kaderi, onun ömrü 83 yaş olduğu için o zamanda vefatı mukadder olduğu için biz dua ettik ama onun ömrü o saatte kesildi, eceli geldiği zaman vefat etti. Ama biz dualardan sevap kazandık.

İnsanın eceli var, tamam. Ama "İyi olsun, şifa bulsun." diyoruz. Takdîr-i ilâhî öyle.

O zaman bu gibi durumlarda, dua edenin duasının mükâfatı ne zaman veriliyor?

Hemen âhirette veriliyor. "Ey kulum! Sen dünyada öyle bir şey istedin ki benim kaderime aykırı bir şey idi. Ama ben takdirimi icra eyledim, kaderim hükmünü infaz etti. Sen bana dua ettiğin için al sana şimdi mükâfat, istediğinden âlâsı." diye verecek.

Yine Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfinde var: Defter-i âmâli açılıp da sevaplar tartılıp günahlar hesaplanırken birçok kul bakacakmış ki bilmediği pek çok sevabı var.

"Yâ Rabbi! Burada çok sevaplar var. Biz ne yapmışız da bunları kazanmışız, bilemedik. Deftere çok sevaplar yazılmış. Bunlar nedir?" diye merak edip sordukları zaman Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ hazretleri buyuracakmış ki – Peygamber Efendimiz'in bildirdiğine göre; ileride olacak bir olay ama Peygamber Efendimiz'e Rabbimiz bildirince, o da bize bildiriyor.-

"Ey kulum! Bu senin dünyada ettiğin duanın mükâfatıdır. Sen dünyada iken o istediğin şey benim kaderime aykırı idi, onun olması mümkün değildi. Öyle takdir etmemiştim, öyle olmayacaktı. Kaderim hükmünü icra etti ama 'Sen bana dua ettin.' diye şimdi bu mükâfatı veriyorum." diye cevap verecek.

Duanın en güzel mükâfatı, bu şekilde olanı; yani istediğin şey dünyada verilmemişse âhirette çok büyük mükâfat olarak karşısına gelecek.

O zaman bu mükâfatları gören insanlar diyeceklermiş ki;

"Ah keşke! Dünyadaki bütün dualarımızın mükâfatı böyle âhirete tehir edilseymiş."

Mesela insan, çok küçük şeylerden dua ediyor bazen. Diyor ki "Ah bugün hava güzel olsa da şu filanca yere gitsek." "Ah şu arkadaşım gelse de, şöyle olsa."

İnsan çok şeyleri temenni ediyor. Tabi bir de bir insan bir şeyi temenni ediyor, öteki insan başka şeyi, aksini temenni ediyor:

"Aman bugün yağmur yağsa da ekinim sulansa."

Ötekisi de diyor ki;

"Aman bugün güneş açsa da çamurdan yaptığım çömleğim kurusa."

Dualar zıt olabiliyor. Hangisi olacaksa olacak, takdîr-i ilâhî ne ise o vuku bulacak. Ondan sonra dua edenler dualarının mükâfatını alacaklar.

Burada da öyle buyuruyor: Allah kendisine ihtiyacını arz eden kimsenin mükâfatını, o kişi hemen vefat edecekse hemen vefatından sonra o mükâfatı verir. Ya da dünyada verir; yahut da acele bir zenginlikle onun ihtiyacını giderir.

Ya böyle zengin olacak; adam fakirdi tamam, bir yerden bir devlet kuşu geldi, başına kondu; "Oh! Elhamdülillah! Bak şimdi bu para ile ev de alırım, araba da alırım, çocuğumu da evlendiririm." diye seviniyor. Acil bir zenginlik.

Neden?

Allah'a arz etti de ondan. Ya da bu dünyevî mükâfatın gelmesine yetecek kadar ömrü yoksa vefat edecekse eder; âhirette o mükâfatı verir.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

O halde ne yapmalıyız?

İhtiyaçlarımızı Allah'a arz etmeliyiz, Allah'a tevekkül etmeliyiz. Dünyaya mahzun olmamalıyız, dünya malına da mağrur olmamalıyız. Allah'tan istemeliyiz, Allah'a dayanmalıyız.

Birçok müslüman bugünlerde, bu asırda, çağımızda, Türkiye'mizde ve başka yerde, İslâm'ın asıl ana ruhunu kaybedip de müslümanca düşünüp müslümanca hareket etmediği için günahlara sapıyor ve İslâm âlemi ondan çöküyor.

Başarı, toplu bir şekilde hareket etmekle oluyor. İki tane insanın iyi olması, bir toplumun iyi olmasına yetmiyor. İki tane dürüst insan; yüzlerce, binlerce sahtekâr, hırsız, rüşvetçi; hiç doğru iş yapılmıyor, cemiyet çökmüş, ahlâk tefessüh etmiş; bütün kıymetler, değerler unutulmuş; faziletli insanlar ayaklar altında; talebe âsî, muallim mağdur; çocuk dikleniyor, ana baba mahzun. Ahlâk kıyamet ahlâkı...

O zaman iki tane insanın, üç tane insanın salih insan olması toplumu düzeltmiyor. Allah onları kurtarıyor, cezaya müstahak olmuş öteki insanları olanları cezalandırıyor.

Ne yapmalıyız?

Hepimiz İslâm ahlâkına dönmeliyiz! Müslümanca düşünmeli, hareketleri müslümanca ayarlamalı, olaylar karşısında müslümanca tavrımızı takınmalı, yılmamalıyız! Müslümanca yaşamalıyız, şeytana nefse uymamalıyız. Dünyaya kapılmamalı, aldanmamalıyız. Dünyanın fâni olduğunu bilmeliyiz, âhirete iyi hazırlanmalıyız. Allah'ı, Allah'ın rızasını düşünmeliyiz. Allah'ın rızasını kazanmaya çalışmalıyız; ömrümüzü öyle geçirmeliyiz.

O zaman hem dünya ve hem âhirette Allah cümlemizi hayırlara erdirir. Lütfuyla, keremiyle erdirsin inşaallah. Hepimizi güzel ahlâklı, has, hâlis, hakiki müslüman eylesin. Evliyâullah ahlâkıyla, Peygamber Efendimiz'in ahlâkıyla, Kur'ân-ı Kerîm ahlâkıyla ahlaklanmayı nasip etsin. Çünkü bunların hepsi bir; dinimizin ahkâmı Kur'an'dan çıkıyor, hadîs-i şerîflerle açıklanıyor. Peygamber Efendimiz sünnet-i seniyyesi ile uyguluyor. Evliyâullah, Allah'ın salih, velî, mahbub, makbul kulları Peygamber Efendimiz'i örnek alıp onu sergiliyorlar, onu yaşıyorlar. O örnekler yine Kur'an'ın hayata uygulanması oluyor.

Allah bizi o güzel ahlâka sahip eylesin. Evliyâullah kullarının yolunda yürütsün, sevdiği kul eylesin. Huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip eylesin. Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi, cümlemizi müşerref eylesin. Cumalarınız mübarek olsun. Allah nice mübarek günlere, gecelere, aylara eriştirsin. İki cihanda aziz ve bahtiyar olun.

Hepinize gönül dolusu sevgiler, selamlar, en içten dualar, temenniler arz ederim

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh. A.) - Cuma Sohbetleri / 17.02.1999

Sohbetin ses kaydını buradan dinleyebilirsiniz

 

 

­

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Dostça Bir Tavsiye
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Dostça Bir Tavsiye
Dostça Bir Tavsiye Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close