Horasan’dan Anadolu’yu şereflendiren bir gönül dostu…
Hayatı boyunca, ismi sevgi ve barışla anılmış bir ilim ve irfan önderi…
Hünkâr, Hacı ve Bektaş lakaplarının sahibi,
Hacı Bektâş-ı Velî…
Hz. Ali’nin neslinden yedinci imam Musa el-Kâzım’ın soyundan gelmektedir ve Seyyid’dir. Aslen Horasan’lıdır. Özbekistan, Türkmenistan ve Afganistan’ın bir kısmını içine alan bir bölgede, Nişâpur şehrinde doğduğu rivayet edilmektedir.
Hacı Bektâş-ı Velî üzerine doçentlik tezi hazırlayan Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocamız, şu bilgiyi vermektedir:
“Bir insan Horasan’dan gelir de seyyid olabilir mi? O kadar çok misali var ki çünkü Araplar fütühhat için oralara zaten gitmişler, İslam’ı yaymak için ve ordugâhlar kurmuşlar. Bu ordugâhlardan biri de Nişâpur şehri. Oradan yetişmiş pek çok kimse var. Arap kökenli olduğunu çok net bildiğimiz mesela Ebû Abdurrahmân es-Sülemî. Benî Süleym kabilesinden aynı şehirden ve Arap kökenli olduğu şeceresiyle sabit. Muhafaza edilebilmiş. Daha başka kimseler var. Neden oralara gitmişler? İslam’ı yaymak için gitmişler. Hz. Ali Efendimizin soyundan geldiğini kabul etmek için şartlar müsait. Madem kaynaklar açıkça o şekilde söylüyor, o halde şamandı demeye lüzum yoktur.” (07.11.1992, Hacı Bektâş-ı Velî)
Hacı Bektâş-ı Velî’nin hayatı hakkında fazla bilgimiz bulunmuyor. Ulaşabildiğimiz nadir kaynakların başında ise ‘Süflî Derviş’ diye tanınan Musa b. Ali geliyor.
Musa b. Ali, 1440’da Bektâşî dervişleri arasındaki rivayetleri toplayarak, Velâyetnâme isimli bir eser meydana getirmiştir.
Menâkıbnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî diye de tanınan bu esere göre;
Mekke, Medine, Necef, Şam, Kudüs, Halep gibi mukaddes şehirleri ziyaretten sonra Anadolu’ya gelmiş ve bugün Nevşehir ilinin sınırlarında bulunan Sulucakarahöyük’e yerleşmiştir.
Hoca Ahmet Yesevi ocağında yetişip Anadolu’ya geldiği yıllar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin siyasi, ekonomik ve kültürel düzeninin bozulduğu yıllardır. Yönetimde bölünmelerin ortaya çıktığı bir devirde, o, Anadolu topraklarında muhabbet çerağı yakmıştır…
Onun devrine yakın olan kaynaklar ve vakfiyelerde, kendisinden daima Hacı Bektaş şeklinde bahsedilir. Tarihi kaynaklardan, asıl adının Muhammed b. Muhammed b. İbrahim b. Musa olduğunu, Bektaş kelimesinin ise lakabı olduğunu öğreniyoruz.
Bektaş, Selçuklu devrinde görülen bir kelimedir ve ‘eş, benzer, denk, misil’ anlamına gelir. Bu lakabın dışında; ‘hükümdar, bey, efendi’ manasında kullanılan Hünkâr ve bir de Hacı lakabı vardır. Hacı, o devirde zenginlik ve takvayı ifade etmekteydi. Zira şimdikinin aksine hacılar o devirde az ve nadir idi.
Hacı Bektâş-ı Veli eserlerinde, hac yapılan yerlerle ilgili o kadar canlı tasvirlerde bulunuyor ki, o diyarları gezmiş olduğu ve hatta bir kaç defa da hac yaptığı anlaşılıyor.
Mahmud Esad Coşan Hocamız bu hususta, şu kıymetli bilgileri aktarıyor:
“Hacı Bektâş-ı Velî. İsmi Seyyid Muhammed b. Musâ-yı Sani. Bektaş sözü lakabıdır ismi değil deniliyor, bizim de kanaatimiz o. Bu Bektaş kelimesi Bengdeş ve Beğ-deş şeklinde kef harfinin üstüne üç nokta koyarak hem yumuşak g hem de kâf-ı nûnî telaffuzuyla Türk edebiyatında o devirlerde görülen bir kelime. Selçuklular zamanında da kullanılmış hatta İran’da da yani Hacı Bektâş-ı Velî’nin yaşadığı devre takaddüm eden zamanda da kullanılmış bir kelime. Bu benzemek kelimesiyle ilgili. Beğ-deş yani benzeyen manasına geliyor. Hünkâr kelimesi, Hüdâvendigâr kelimesinin kısaltılmışıdır, o da bir lakap Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî diyoruz. Hüdâvend, Farsça efendi demektir. Hüdâvendigâr lakabı hem 1. Murad’a verilmiş büyük bir unvan hem de manevi hayatında büyüklerine bu isimler verildiği için Hacı Bektâş-ı Velî’ye de Hünkâr lakavı verilmiş.” (07.11.1992, Hacı Bektâş-ı Velî)
Hacı Bektaş’ın doğumu ve ölümü ile ilgili kesin bir tarih yoktur. Osmanlı kaynakları, onu Orhan devri ulemasından saymışlardır. Daha sonraları teşekkül ettiği anlaşılan kanaate göre 1248’de doğmuş, 1281’de Anadolu’ya gelmiş, 1337-1338 yıllarında da vefat etmiştir.
Alâeddin Keykubâd, Mevlâna Celâleddin, Osman Gazi, Ahî Evran, Taptuk Emre, Sarı Saltuk, Akçakoca, Yunus Emre, Seyyid Mahmud-i Hayrâni’yle görüştüğüne dair kuvvetli bilgiler mevcuttur. Hayatı boyunca birçok talebe yetiştirmiş, 360 halifesini irşad göreviyle çeşitli ülkelere sevk etmiştir.
Hakkında yazılanlar
Onun hakkında yazılan eserlerde; çocukluğundaki fevkalâde hallerinden, ibadete düşkünlüğünden, sultanlığı kabul etmediğinden, gece kâim gündüz sâim olarak yaşadığından bahsedilir.
Ömrünün ilerleyen yıllarında, Hacı Bektâş-ı Velî’nin ismine ‘el-Horasânî’ sıfatı da eklenmişti. O devirlerde Anadolu’da bu nispet ile anılan yüzlerce kişi vardı. Bu sıfat; gösterişten kaçınan ve Cenab-ı Hakk’a aşkla yönelenen Horasan akımını temsil ederdi.
Gerçekten de Hacı Bektaş’ın eserlerindeki fikirler, tasavvufun bu yönüne işaret eden fikirlerdir. Ayrıca Anadolu’da Horasan erenlerinin çokluğu, onun yalnız başına olmadığını, birçok yurttaş ve ülküdaşa sahip bulunduğunu da göstermektedir…
Eserleri
Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, yetiştirdiği talebelerin yanı sıra asırlar sonrasına pek çok eser de miras bırakmıştır. Makâlât, Kitâbu’l Fevâid, Şathiyye, Fâtiha Sûresi Tefsiri, Şerh-i Besmele, Nasihatler bunların başlıcalarıdır.
Sözleri
Eserlerinde üzerinde en çok durduğu şey ise güzel ahlâktır.
“İnsanın içinde güzel ahlâk olmalı, kötü huylar insanın içinden çıkmalı!” der Güzel Ahlâkı da; “tevâzudur, sabırdır, şükürdür” diye sayar.
“Her ne ararsan kendinden ara”
“Oturduğun yeri pâk et, kazandığın lokmayı hak et”
“Eline, beline, diline sahip ol”
“İncinsen de incitme”
“İslam bir ağaçtır, tasavvuf yolu onun dalları, ma’rifet yaprakları, hakîkat de meyveleridir.”
“İnsan muhterem bir varlıktır. Kalbine hürmet etmek, kalp kırmamak, toprak kadar mütevâzı olmak, yetmiş iki millete hor bakmamak gerekir.”
“Azîzim! Allahu Teâlâ’nın buyruklarını gayret edip yerine getirmek ve “sakının” dediklerinden de sakınmak gerek.”
diyen, nice hikmetli söz ile gönülleri fetheden ve hayatının büyük bir kısmını Anadolu insanının yetişmesine vakfeden Hacı Bektâş-ı Velî, Nevşehir’in şimdiki adıyla Hacı Bektaş ilçesinde medfundur.
Allah ondan razı olsun…
© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.