Mobil teknolojinin hızla gelişmesi, uygulamaların yaygınlaşması ve Kovid-19 salgını, sosyal medyayı yediden yetmişe pek çok birey için günlük yaşamın vazgeçilmezi haline getirdi.
Sosyal medyanın insanoğlunun iletişim kurma içgüdüsüne hitap eden dijital mimarisi, bağımlılığın ve kontrolünü kaybedenlerde depresyon ve kaygının artmasına sebep oluyor.
"Bilgisayarların yerini büyük ölçüde akıllı telefonlar aldı"
Teknolojide mühim gelişmelerin yaşandığı geçen 10 yılda internette gezinmek için bilgisayarların yerini büyük ölçüde akıllı telefonlar aldı.
Akıllı telefonlar ve teknoloji hayatı kolaylaştırırken, özellikle her daim cepte taşınan bu küçük cihazlarda kullanılmak üzere birbiri ardına yeni sosyal medya ağları ortaya çıkmaya başladı.
Hız çağında kullanıcılar yeni platformlarla anlık mesajlaşmanın yanında yeni insanlarla tanışma, sosyalleşme ve profillerinde özel hayatlarına dair gelişmeleri paylaşma imkanı buldu.
Profesör Linda S. Pagani'ye göre, 2012'de sosyal medya platformlarında bir değişiklik oldu ve akıllı telefon platformları ve mobil teknoloji önemli ölçüde değişti.
Hatta bu platformlara kaydolan ve bunları kullananların sayısı öyle arttı ki son yıllarda örneğin "Facebook bir ülke olsaydı dünyanın en kalabalık ülkesi olurdu" demek artık bir klişe haline geldi.
Bu sosyal medya platformu, 2,9 milyardan fazla küresel kullanıcısı ile Çin ve Hindistan'ın toplam nüfusunu aşmaya doğru ilerliyor.
Pagani, sosyalleşmek için insanların sanal mecraya yönelmesini şöyle açıklıyor:
"Bu, bizim insani içgüdümüzün bir parçası, bu, sosyalleşme içgüdüsünün bir parçası, sahip olduğumuz ve bunca zaman hayatta kalmamıza yardımcı olan kolektif içgüdümüz."
Buradaki tehlike, fark etmediğimiz bağımlılık potansiyelidir
Pagani, özellikle gençlerin sosyalleşirken teknolojiye bağımlı hale gelmesi hususuna vurgu yaparak "Buradaki tehlike, fark etmediğimiz bağımlılık potansiyelidir. Ergenlik, doğal içgüdülerin olduğu bir dönemdir. Bağımlılığın gerçekleşmesini sağlıyor." ifadeleriyle özellikle ergenlikte bağımlılığa dikkati çekiyor.
"Kontrol aslında sizde değil"
Uzun bir günün ardından evde koltuğa oturduğunuzu ve elinizde telefon, sosyal medya akışlarınızda gezinmeye başladığınızı düşünün.
Akıllı telefonu yöneten ve yönlendirenin siz olduğu ve istediğiniz zaman elinden bırakabileceğiniz bilinciyle rahatça hareket edersiniz.
TikTok'ta hızlı bir şekilde gezinmeye başlarsınız ancak kısa süre sonra kendinizi Instagram reelslerinin, Twitter mesaj dizilerinin ve YouTube videolarının sonsuz döngüsünde bulursunuz. Bir iki saat geçer ancak zamanın nasıl bu kadar hızlı akıp gittiğinin farkında bile olmazsınız.
Bu zaman tüneli deneyimi bir kaza değil. Sizi kaydırmaya, beğenmeye ve paylaşmaya devam ettirmeyi amaçlayan, daha fazla içerik için doyumsuz iştahınızı körükleyen titizlikle tasarlanmış dijital alanların sonucudur.
Sürekli ekrana düşen bildirimlerinizden akışınızın sonsuz kaydırılmasına kadar, bu platformların her detayı dikkatinizi çekmek ve sizi burada tutmak için optimize edildi.
Bu, yalnızca bilinçli bir tasarım değil, çevrim içi davranışınızı şekillendiren ve sizi maksimum etkileşime doğru nazikçe yönlendiren bir dijital mimari biçimidir.
Bugün telefonunu elinden düşürmeyerek sosyal medyada aşırı zaman geçiren bireyler daha depresif ve daha üzgün olma eğiliminde.
Profesör Pagani, bu duruma şöyle özetliyor:
"Artık psikolojik olarak daha kırılgan insanlar var. Bu onları psikolojik olarak daha da kırılgan yapıyor çünkü dışarı çıkmak istemiyorlar, insanlarla tanışmak istemiyorlar, korkuları var. Onlar için yalnızca çevrim içi buluşmak ve sohbet etmek veya konuşmak daha kolay. Zamanla giderek daha fazla izole oluyorlar."
"Farkında değiliz ama gerçek insanlarla birlikte olmaya ihtiyacımız var"
İnsanların daha iyi hissetmek için akıllı telefonlarıyla sosyal medyaya yöneldiğini ancak daha kötü hissettiklerini ve bunun farkında olmadıklarını vurgulayan Pagani, "Farkında değiliz ama başka insanlarla birlikte olmaya ihtiyacımız var. Başka bir deyişle gerçek insanlarla" diyor.