İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Güneş08:20 İşrak09:04 Öğle13:08 İkindi15:26 Akşam17:48 Yatsı19:14 İmsak06:48
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 6°C Nem %87
Türkçe
21 Cemaziyelahir 1446 22 Aralık 2024 Pazar
21 Cemaziyelahir 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
06:48 08:20 09:04 13:08 15:26 17:48 19:14
Giriş Yap

Hz. Musa (AS.) ve Tevhid Mücadelesi

09.07.2024    |

Denize Doğru

Fir’avn ve adamları bütün bu belâlardan ders alıp doğru yola gelmedi. Mûsâ (As.) ve mü’minlere eziyet etmekten de vazgeçmedi. Hattâ yer yer adamlar çıkararak mü’minlere karşı tedbirli olunmasını bildirdi. Giderek baskısını arttırdı. Halka: “Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır. Hepimiz tedbirli olmalıyız” diyen münâdîler gönderdi. (Şuara26/53-56) Fir’avn’ın bu çalışmaları karşısında Mûsâ da (As.) boş durmuyor, onları uyarmaya çalışıyordu. “Allah’a karşı baş kaldırmayın. Çünkü ben size açık bir delille geliyorum. Biliniz ki ben sizin, beni taşlamanızdan Rabbime ve Rabbinize sığınırım. Eğer bana îman etmezseniz, benden ayrılın, çekilin!” (Duhan 44/19-20)

Fir’avn ve adamlarının ıslah olmaz hallerini görüp kendilerinden ümit kesince Allah’a yöneldi: “Bunlar suçlu bir millet olduğu için Rabbine yardım etmesi için yalvardı.” (Duhân 44/22) Allah Mûsâ’nın (As.) bu yakarışını şöyle cevapladı: “Kullarımı geceleyin yürüt! Şüphesiz takip edileceksiniz.” (Şuarâ 26/52. Bk. ed-Duhân 44/23) “Denizden onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme!” (Tâhâ 20/77)

Mûsâ (As.) İsrâiloğullarını hazırladı ve bir gece topluca Filistin’e doğru yola çıkardı. Şimdi mü’minler Fir’avn’ın zulmünden ve Mısır’dan uzaklaşıyorlardı. Fir’avn, Mûsâ’nın (As.) milletini Mısır’dan çıkarmak üzere yürüttüğünü haber aldı. Derhal takibe başladı. “Güneş üzerlerine doğarken onların ardına düştüler.” (Şuarâ 26/60) “Fir’avn ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla artlarına düştüler.” (Yûnus 10/90) Mûsâ (As.) ve mü’minler tam denize yaklaşmışlardı ki, arkalarından Fir’avn ordusunun yetiştiğini gördüler. Telaşa düştüler. Bir an mahvolduklarını sandılar. Önde deniz arkada düşman vardı. “Mûsâ’nın adamları “İşte yakalandık” dediler.” Mûsâ: “Hayır! Rabbim benimle beraberdir. Bana elbette yol gösterecektir.” (Şuarâ 26/61-62) Adamlarını böylece teskin etmesine rağmen ve yol açma emrini de almış olmasına rağmen, bu işi nasıl yapacağını, aslında Mûsâ da (As.) bilmemekteydi.

Vahiy geldi: “Değneğinle denize vur!” (Şuarâ 26/63) Mûsâ (As.) derhal emre uydu. Değneğiyle denize vurdu. “Hemen deniz ikiye ayrıldı. Her parçası yüce bir dağ gibiydi.” (Şuarâ 26/63) Mûsâ (As.) ve adamları açılan yola emniyetle girdiler. Kısa zamanda karşıya geçtiler. (Bk. el-A’raf 7/138; Yûnus 10/90) Mûsâ (As.) Allah’dan şu emri aldı: “Denizi de açık bırak. Çünkü onlar bir ordu halinde boğulmuş olacaklardır.” (Duhân 44/24) Mûsâ (As.) bu emre uydu. Denizi olduğu gibi açık koydu. İçinden Allah’a dua etme arzusunu duydu. “Allah’ım! Hamd sana mahsustur. Şikayetler sana arz edilir. Kendi sinden yardım beklenen sensin. Güç, kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah’ındır.”

Fir’avn’ın Sonu

Kızgınlıkla Mûsâ’yı (As.) takip eden Fir’avn ve ordusu, İsrâiloğullarının denizden geçtiklerini ve yolun açık olduğunu görünce: “Fir’avn ordusuyla onları takip etti.” “Deniz de onları içine alıverdi.” “Hem de ne alış!” (Tâhâ 20/78) Fir’avn ve ordusu denizde kaybolmaktaydı. Fir’avn boğulacaklarını anlayınca şöyle bağırdı. “İsrâiloğullarının inandığından başka ilâh olmadığına inandım. Artık ben O’na teslim olanlardanım.” (Yunus 10/90) Fir’avn nihayet teslim olmuştu. Ama olan da olmuştu.

Yıllar yılı inlettiği mü’minlerin gözleri önünde ordusuyla birlikte denizde gözden kaybolmaktaydı. Son anda îman edişi ona bir fayda sağlayacak mıydı? Onu boğulmaktan kurtaracak mıydı? Allah, Fir’avn’ın tutunmaya çalıştığı bu çaresizlik halindeki îman dalından da elinin boşa çıktığını şöyle bildirdi: “Şimdi mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yûnus 10/91) Çaresizin îmanı makbul değildi. İman, irâde isterdi. Bunca zulüm ve bozgunu böylesi bir anda, boğulurken söylenen “inandım” sözü nasıl silerdi? Fir’avn ilâhî silleyi yedi. Boğulup gitti. Ondan geriye kalan, karaya çıkan bir kokuşmuş cesetti. O da geriden gelenlere ibret olması içindi. (Bk. Yûnus 10/92)

Mü’minler kurtulmuştu. Kâfirler boğulmuştu. Değişmeyen ve değişmeyecek olan kanun buydu: Mü’min kurtulur, kâfir helâk olurdu. Allah neticeyi şöyle duyurdu: “Mûsâ’yı ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Sonra öte kileri boğduk.” “Elbette bunda bir ibret var.” (Şuarâ 26/65-67. Bk. el-Bakara 2/50; İbrahim 14/5)  Fir’avn hayattayken büyük ve güçlü varlık olarak sadece kendisini tanırdı. Her şeyin kendi emrinde olduğunu sanırdı. Kendini millete ilâh diye tanıtırdı. Allah’dan söz edenlere işkence yapar, arkalarına takılırdı. Fakat sonu suda boğulmak oldu. Fir’avn ve ordusu boğuldu. Geriye bıraktıklarını Kur’ân–ı Kerîm şöyle duyurdu:

“Orada nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip durdukları nimetler bırakmışlardı. Gök ve yer onlar için göz yaşı dökmedi.” (Duhân 44/25-27, 29. Bk. Şuarâ 26/57-59) Mısır’ın zâlimi, Mûsâ’nın (As.) ve mü’minlerin amansız düşmanı Fir’avn’dan geriye kötü bir ün, ıssız fakat münbit bir yurt kalmıştı.

Ve Sonun Sonu

Fir’avn ve etrafındakilerin boğulmakla işleri bitivermemişti. İş bundan sonraki işti. O sona bu gidişi ne kötü gidişti. Fir’avn ve adamlarının öteki dünyadaki durumunu Allah şöyle bildirmişti: “Onlar sabah–akşam ateşe sunulurlar.” “Kıyamet çattığı gün; Fir’avn’ın adamlarını azabın en ağırına sokun denir.” (Mü’min 40/46) “Fir’avn kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür.” “Gittikleri yer, ne kötü yerdir!” (Hud 11/98) “Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken güçsüzler büyüklük taslayanlara: Doğrusu biz size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz? derler. Büyüklük taslayanlar; –Doğrusu hepimiz onun içindeyiz. Allah, kulları arasında şüphesiz hüküm vermiştir” derler. Ateşte olanlar, Cehennemin bekçilerine; –Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün azabımızı hafifletsin, derler. Bekçiler: –Size mûcizelerle peygamberiniz gelmemiş miydi? derler.

Onlar da: –Evet, gelmişti. derler... Bekçiler: –O halde kendiniz yalvarın, derler.. İnkârcıların yalvarışı şüphesiz boşunadır. (Mü’min 40/47-50) Bunların karşısında, mü’minler ise dünyada olduğu gibi öteki hayatta da Allah’ın yardım ve rahmetine kavuşacaklardı. Bu durumu Kur’ân şöy le açıklamaktaydı:

“Biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mü’min 40/51)  Mûsâ da Allah’ın bu ayette bildirdiği yardımına mazhar olmuş, milletiyle birlikte denizden geçerek, Mısır’a göre daha tehlikesiz olan bir toprağa ayak basmıştı, Mûsâ’nın (As.) mücadelesi bundan böyle kendi öz milleti, İsrâiloğullarıyla olacaktı.

Put İsteği

Mûsâ (As.) ve İsrâiloğulları Filistin’e doğru ilerlemekteydiler. “Puta gönülden tapan bir millete rastgeldiler. (A’raf 7/138) Mûsâ’nın (As.) milleti, ondan put istedi: “–Ey Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize bir tanrı yap!” dedi: Fir’avn belâsından yeni kurtulmuş bir milletin, peygamberden put istemesi de ne kötü şeydi. Bu istek, Mûsâ’nın (As.) asıl mücadelesinin yeni başlamakta olduğunun belirtisiydi. İsrâiloğullarının maddeciliklerinin de açık delili idi. Sapıklık görenekle başlardı. İnsan, insandan azardı. İsrâiloğulları da bu yüzden puta talib olmuşlardı. Mûsâ (As.) onların isteklerini kesinlikle reddetti, şöyle seslendi: “–Doğrusu siz câhil bir milletsiniz.” (A’raf 7/138) “Bunlar yok olacaklar ve işledikleri boşa gidecektir. Sizi âlemlere üstün kılmış olan Allah’dan başka bir tanrı mı arayacağım?” (A’raf 7/139)

Peygamber put yapar mıydı? Peygamber ancak put kırardı. Kişileri putlara tapmaktan alıkoyardı. Allah’a kulluk yapmaya çağırırdı.

Mûsâ (As.) Mîkatta

Peygamber, bütün çalışmalarında emri Allah’tan alırdı. Kendiliğin den bir şey ortaya koymazdı. Mûsâ (As.) Mîkat’a davet edildi. Orada kendisine kuracağı dinin esasları öğretilecekti. Bu daveti Kur’ân şöyle bildirdi: “Mûsâ’ya otuz gece vâ’de verip sonra buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı.” (A’raf7/142) Mûsâ (As.) kırk gün süren bu mikat yolculuğuna çıkmadan önce kardeşi Harun’u (As.) yerine vekil bıraktı ve onu şöyle uyardı: “Milletim içinde benim yerime geç! “Onların hallerini düzeltmeye çalış! “Bozguncuların yoluna gitme!” (A’raf 7/142)

Allah’ı Görme İsteği

Mûsâ (As.) mîkata gitti. Rabbi ile konuştu. Bir ara Mûsâ (As.) görmeden konuştuğu Allah’ın cemalini görme arzusu duydu; “–Rabbim! Bana kendini göster! Sana bakayım” dedi. Allah: “–Sen Beni göremeyeceksin, ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa; sen de beni göreceksin” buyurdu. “Rabbi dağa tecelli edince; onu yerle bir etti ve Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca: –Ya Rabbi! Münezzehsin Sen! Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim, dedi.” ((A’rf 7/143)

Allah, Mûsâ’ya (As.) mîkatta son olarak şu emri verdi: “–Ey Mûsâ! Verdiklerimle ve sözümle seni insanlar arasından seçtim. Sana verdiğimi al ve şükret.” Allah’ın emirleri levhalar halinde Mûsâ’nın (As.) elindeydi. Her şey bu levhalarda açıklanmış haldeydi. Mûsâ’ya (As.): “–Onlara sıkıca sarıl! Milletine de emret, en güzel şekilde uysunlar” (A’raf 7/144-145) diye emredildi.

Mûsâ (As.), milletinden uzakta ve fakat vuslatta geçirdiği bu kırk gün içinde, Allah’ın dünya gözüyle dünyada görülemeyeceğine kesinlikle inandı. Levhalar halindeki Tevrat’ı aldı. Milletine döndü.

Buzağı Putu

Milleti bıraktığı gibi değildi. Bir buzağı heykeli yapmışlar, bir kısmı ona ilâh diye tapmışlardı. Kur’ân–ı Kerîm bu olayı şöyle açıkladı: “Mûsâ’nın ardından milleti, ziynet takımlarından, canlı imiş gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler.” (A’raf 7/148. Bk. el-Bakara 2/51)

Sâmirî adında biri, milletin ziynet eşyalarını ateşe atarak eritmiş, böğüren bir buzağı heykeli yapmıştı. Bu buzağı heykelini Samirî ve adamları millete şöyle tanıtmıştı: “–Bu sizin de Mûsâ’nın da ilâhıdır; ama o unuttu.” (Tâhâ 20/88) Daha önce puta tapan bir milleti görünce Mûsâ’dan put isteyen millet de bu buzağı heykeline tapınmaya başlamıştı. Mûsâ (As.), milletinin bu sapıklığından kendi yerine vekil bıraktığı Harun’u (As.) sorumlu tuttu. Çünkü milletler yöneticilerinden sorulurdu. Levhaları atıp kardeşinin saçından tuttu ve kendine doğru çekti; –“Ey Harun! Onların sapıttığını görünce seni, benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrine karşı mı geldin? dedi.” (Tâhâ 20/92-93) Mûsâ (As.) bir zamanlar, kendisine yardımcı kılması için Allah’tan istediği kardeşi Harun’u (As.) şimdi tekdir ediyordu. Çünkü verilen mücadele, tevhid, hakka davet mücadelesiydi. Kardeş hatırı sayılacak gün değildi.

Harun (As.) kendini şöyle savundu: “Ey anamın oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma. Doğrusu, İsrailoğulları arasına ayrılık soktun, sözümü tutmadın demenden korktum.” (Tâhâ 20/94) “–Ey anamın oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana düşmanları sevindirecek şekilde davranma. Beni bu zâlim milletle bir sayma!” (Araf 7/150) Harun (As.) aslında boş durmamıştı. Çok çalıştı. Milletini buzağı fitnesi karşısında uyarmıştı: “–Ey Kavmim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz! Sizin gerçek Rabbinız Rahmandır. (Taha 20/90)  Harun’un (As.) bu uyarmasına karşı milleti: “–Mûsâ bize dönünceye kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz.” demişlerdi. (Taha 20/91) Sapıklıkta diretmişlerdi. Mûsâ (As.), kardeşi Harun’un (As.) savunmasını dinledi. Onun hatâsız olduğunu anladı. Milletinin azgın ve sapıklığını da hatırladı. Allah’a şöyle yalvardı; “–Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bize acı! Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Araf 7/151)

Mûsâ (As.), kızgın ve üzgün olarak milletine döndü: “–Ben arkada bırakınca ne kötü olmuşsunuz? Rabbinizin (azap) emrinin, çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?” (Araf 7/150) “Ey Kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?” (Taha 20/86)

Milleti Mûsâ’ya (As.) şöyle cevap verdi: “–Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. Fakat biz o (kıptî) milletin süs eşyalarından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları ateşe attık. Sâmirî de böylece atmıştı.” (Tâhâ 20/87) Mûsâ (As.) suçluyu yeni bulmuştu. Suçlu, Sâmirî adındaki dökümcüydü. Mûsâ (As.) Sâmirî’ye çıkıştı: “–Ey Sâmirî! Ya senin yaptığın nedir?” Sâmirî şöyle cevap verdi: “–Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o elçinin bastığı yerden bir avuç (toprak) avuçladım. Bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim böyle yaptırdı.” Mûsâ: “–Defol! Doğrusu artık hayatta, ‘Bana dokunmayın’ demenden başka yapacağın yoktur. Ayrıca senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin ilâhına bak! Onu yakacağız. Sonra denize atacağız. Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka ilâh olmayan Allah’dır.” (Tâhâ 20/95-98)

 Mûsâ (As.) dediğini yaptı. Altın buzağıyı ateşte eritip denize attı. Daha sonra levhaları bıraktığı yerden aldı. O levhalardan birinde; “Rabbinden korkanlar için, hidayet ve mağfiret vardır” (A’raf 7/154) ifadesi bulunmaktaydı. Mûsâ (As.) milletine şu öğüdü verdi: “–Ey Kavmim! Buzağıyı ilâh olarak benimsemekle kendinize yazık ettiniz. Yaratanınıza tevbe ediniz de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Bu, yaratanınız katında sizin için hayırlı olur. Böylece Allah tevbelerinizi kabul eder. Çünkü merhamet edip tevbeleri kabul eden ancak odur.” (Bakara 2/54)

Milleti suçlu olduklarını anladılar. Şöyle diyerek tevbe ve istiğfarda bulundular: “–Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, andolsun ki mahvoluruz.” (A’raf 7/149) Milleti, Mûsâ’nın (As.) tevbe çağrısına uydu, kurtuldu. Tevbe etme yenler, “Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayanlar”dı. (A’raf 7/152)

Buzağı neydi ki? O da diğer putlar gibi ‘konuşamaz, yol gösteremez ve fayda sağlaya maz”dı. Buzağı putu meselesi Mûsâ’nın (As.) tevhid mücadelesinde büyük bir karşı ihtilaldi. İsrâiloğullarını Allah’a îman konusunda ikiye böldü. Bu olayın izleri uzun müddet millet arasında devam etti. Ancak Mûsâ (As.), miletini daima Tevrat emirlerine göre eğitti ve yönetti. Bu eğitimin bir bölümü de şöyle tecelli etti:

Seçkin Yetmiş Kişi

Mûsâ (As.), milletine yaptığı tevbe tavsiyesini bizzat uygulamak istedi. Milletinden 70 kişi seçti. Bu kişiler 10 kabileyi temsil etmekteydi. Amaç, buzağıya taptıkları için afv dilemek ve geridekilerin tevbesinin de kabulünü istemekti. Mûsâ (As.) 70 kişi ile birlikte Tur’a yaklaştı. Acele ile arkadaşlarını biraz geride bıraktı. Allah Mûsâ’ya soru açtı: “–Mûsâ! Seni milletinden daha çabuk gelmeye sevk eden nedir?” Mûsâ:

“–Onlar ardımdadır. Rabbim, hoşnut olman için sana acele geldim” (Tâhâ 20/83-84) diye amacını açıkladı. Mûsâ’nın (As.) kalbinde Allah’ın kelâmına karşı büyük bir şevk ve istek vardı. Tur’a yaklaşınca bu şevk onun adımlarını çabuklaştırmıştı. Vuslat neşesi başkaydı. Çok geçmedi seçtiği yetmiş kişi de geldi. Allah’ın Mûsâ’ya (As.) hitabını bu 70 kişi de işitti. Ancak hiçbiri Rabbini göremedi. Sonunda, Mûsâ’ya (As.); “–Ya Mûsâ! Allah’ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız” (Bakara 2/55) dediler. İşittikleri sesin sahibini görmeyi istediler. Mûsâ da daha önce aynı istekte bulunmuştu. Şimdi aynı arzuyu milletinin temsilcileri duymuştu. Mûsâ (As.) isteğine, bayıldığı için erişememişti. Milletini de hemen bir titreme alıverdi. “Bakıp dururlarken yıldırım yakalayıverdi.” (Bakara 2/55) Yıkılıverdiler. Bu hallerinden Mûsâ (As.) endişelendi. Allah’a şöyle seslendi; “–Rabbim! Dileseydin beni ve onları yok ederdin! Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu Senin imtihanından başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz Sensin! Bizi bağışla, bize merhamet et! Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize hem bu dünyada bir iyilik, hem de ahirette bir iyilik yaz. Gerçekten biz tevbe edip sana döndük.” (A’raf 7/155-156)  Mûsâ’nın (As.) bu niyazı, Allah’dan şöyle aldı cevabı: “–Ben azabımı kullarımdan dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim dünyada her şeyi kuşatmıştır. Fakat ahirette onu; küfürden sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize îman etmiş olanlara has kılacağız.” (A’raf 7/156)

Allah 70 kişiyi tekrar diriltti. Mûsâ da (As.) onları aldı, milletine döndü. Allah’ı görme isteği ikinci kez başarısızlıkla neticelendi. Ancak bir hüküm belirdi: Rahmet ve nimet dünyada herkese, Ahirette yalnız mü’minlere idi. İlâhî rahmet ve nimetten yararlanmak isteyenin mü’min olması gerekti.

Başlar Üzerindeki Dağ

Allah, Turdağını başlarına gölgelik gibi kaldırarak (Bk. el-Bakara 2/63, 93; en-Nisâ 4/154; el-A’raf 7/171) İsrâiloğullarından mîsak (söz) almıştı. (Bk. el-Bakara 2/63, 83, 84, 93; el-Ahzâb 33/7)  Onlara şöyle buyurmuştu: “Ben şüphesiz sizinleyim. Namaz kılarsanız, Zekât verirseniz, Peygamberime inanır ve ona yardım ederseniz, Allah (rızası için ihtiyacı olanlar)a (faizsiz) borç verirseniz,

Andolsun ki, kötülüklerinizi örterim. Andolsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, şüphesiz doğru yoldan sapıtmış olur.” (Maide 5/12)

Misak’ın öteki maddelerini de Kur’ân şöyle duyurdu: “Allah’dan başkasına kulluk etmeyin, Anaya–babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, İnsanlarla güzel güzel konuşun. Namazı kılın, Zekâtı verin.” (Bakara 2/83) “Kanınızı dökmeyin. Birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin.” ((Bakara 2/83)  “Allah’a karşı gelmekten sakınanlardan olabilmeniz için size verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın. Onda bulunanları hatırda tutun.”

Bu emirlere uyacaklarına söz veren İsrâiloğulları, “pek azı hariç” sözlerinde durmadılar. Bu yüzden “dönek” diye anıldılar. Allah’ın; “Size verdiğimize kuvvetle sarılın” ve “dinleyin” (Bakara 2/93) emrini de; “İşittik ve isyan ettik” diye karşıladılar. Sözlerinde durmayan, emirleri böylece kabaca karşılayanların inkârları nedeniyle, kalplerine buzağı sevgisi iyice sinmişti.

Öğütler Mûsâ (As.), azgın, sözünde durmayan, isyankârlıklarını açıkça itiraf eden İsrâiloğullarını doğru yola durmadan çağırıyordu. Onlara öğütler veriyordu. Yollar gösteriyordu. Mûsâ (As.) bir defasında şöyle demişti: “Allah’ın nimetlerini hatırlayın!

Size işkence eden, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Fir’avn hanedanından sizi kurtardı. Bütün bunlarla Rabbiniz sizi büyük bir imtihandan geçirdi. Rabbiniz size; “Şükrederseniz, andolsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz, şüphesiz azabım çok şiddetlidir, diye bildirmişti.” (İbrahim 14/6-8)  İsrailoğulları itiraz ve isyan demekti. Allah’a verdileri sözde durmayan İsrâiloğulları, Mûsâ’nın (As.) bu öğütlerini de dinlemediler. Kendi bildikleri biçimde yaşamaya devam etmek istediler. Mûsâ (As.) bu defa onlara üzüntüsünü şöyle belirtti; “Ey Kavmim! Beni niçin incitirsiniz? Oysa benim, size gönderilmiş Allah’ın bir peygamberi olduğumu biliyorsunuz.” (Saff 61/5)

Hikmet Deryasında Kısa Bir Seyahat

İsrâiloğullarının ardı arkası kesilmeyen isyan hareketleri, Mûsâ’yı (As.) iyice sıkıntıya uğratmıştı. Bir gün “genç arkadaşına: –Ben iki denizin birleştiği yere ulaşmaya, yahut yıllarca yürümeye kararlıyım, dedi,” Seyahat etmek istediğini belirtti. Bu, aslında nefsî bir gezi değildi. Önemli bir nedeni ve hikmeti vardı. Mûsâ (As.) bazı olayların arkasındaki hikmet perdelerini aralamak niye tindeydi. Bunu Rabbinden dilemiş, O da Mûsâ’ya (As.) bu geziyi emretmişti. Yanlarına yiyecek olarak bir balık alıp gittiler. İki denizin birleştiği yere (ya da bugünkü Bahreyn ülkesine) ulaştıkları zaman balıklarını unuttular. Balık, bir yolunu bulup denize kayıverdi. Yollarına devam ettiler. “Mûsâ, yanındaki gence; “–Azığımızı çıkar. Andolsun bu yolculuğumuzda yorgun düştük, dedi.” O da: –Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuşum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şe kilde denizi boylayıvermiştir.” (Kehf 18/60-63) Aslında genç arkadaşı garip şekilde balığın denize aktığını görmüştü. Fakat unutmuş, Mûsâ’ya (As.) haber verememişti. Oysa Mûsâ’nın (As.) aradığı böylesine bir garip halin olmasıydı. Çünkü kendisini hikmet denizinde yüzdürecek olan zâtı bulmaya bu olay yardım edecekti. Bu yüzden kızmak yerine sevindi ve genç arkadaşına şöyle seslendi; “–İstediğimiz zaten buydu.” (Kehf 18/64) Yorgun olmalarına rağmen, dinlenmeden “geldikleri yoldan izleri üzerinde geri döndüler.” (Kehf 18/64) Kayalıkta, kendisine rahmet verilen ve ilim öğretilmiş olan, Allah’ın sevgili kullarından bir kul buldular. (Bk. el-Kehf 18/65) Müfessirler bu kula Hızır dediler.

Mûsâ (As.) aradığını bulmuştu. Hiç durur muydu.? Hemen sordu: “–Sana öğretilen bilgiyi bana öğretmen için peşinden gelebilir miyim? O; –Sen, doğrusu benim yaptıklarına dayanamazsın. İçyüzünü kavrayamayacağın bir şeye nasıl dayanabilirsin? Mûsâ: –İnsallah sabrettiğimi göreceksin. Sana hiçbir işte baş kaldırmayacağım. O: –Eğer bana uyacaksan, ben sana bilgi verinceye kadar hiçbir şey hak kında bana soru sormayacaksın.” (Kehf 18/66-70)

Mûsâ (As.) ile (Hızır) arasındaki anlaşma tamamlandı. “Bunun üzerine kalkıp gittiler; sonunda bir gemiye bindiklerinde O, gemiyi deliverdi. Mûsâ:

–Gemiyi, içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!.. O: –Ben sana, yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi? Mûsâ : –Unuttuğum için bana çıkışma, gücümün yetmediği şeyden beni sorumlu tutma.” (Kehf 18/71-73) Unutmak affedilirdi. Mûsâ’nın (As.) unutmaya dayalı hatâsı da o bilgin kişi tarafından anlayışla karşılandı. “Yine gittiler; sonunda bir erkek çocuğa rastladılar. O hemen o çocuğu öldürdü. Mûsâ: –Bir cana karşılık olmaksızın masum bir kimseye mi kıydın. Doğrusu pek kötü bir şey yaptın. O: –Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi? Mûsâ: –Bundan sonra sana bir şey sorarsam, bana arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın.” (Kehf 18/74-76)  Mûsâ (As.) ikinci defa sabırsızlık etmişti. Sonunda kendi cezasını kedisi tayin etti. Bir daha işe karışırsa, artık arkadaşlık etmesini isteyemeyecekti. Olayın sonu şöyle gelişti: “Yine yola koyuldular; sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı bu ikisini misafir etmek istemedi. İkisi şehrin içinde yıkılmaya yüz tutan bir duvar gördüler, Mûsâ’nın arkadaşı onu doğrultuverdi. Mûsâ: –Dileseydin buna karşılık bir ücret alabilirdin, dedi. O, –İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işl rin yorumunu sana anlatacağım, dedi ve ekledi;

Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim; çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı. Oğlan’a gelince, onun ana–babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk. Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik. Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin iç yüzü buydu.” (Kehf 18/77-82)

Mûsâ (As.) hikmetler deryasındaki bu kısa yolculuğunda, olayların ilâhî takdire dayalı, birer gerçek yönünün olduğunu tercübe ile öğrenmiş, yenilenmiş ve güçlenmiş olarak milletine döndü. Ancak onun bundan sonraki hayatı ve tevhid uğrunda verdiği mücadele Kur’ân’da yer almadı.

İsrâiloğulları, Mûsâ (As.) hayatta iken yaptıkları haktan ayrılış hareketlerini, Mûsâ’dan (As.) sonra daha da arttırdılar. Tevrat’ta bir takım keyfî değişiklikler yaptılar. Azdılar, azdırdılar. Bu tip hareketleriyle Kur’ân–ı Kerîm’de sayfalarca yer aldılar.

Sallallahu aleyhi ve sellem

­

 

 

 

Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Sabah Duası
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Sabah Duası
Sabah Duası Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close