Dosyamızda, hadis-i şeriflerin toplanması ve kaydedilmesi sürecinde Hadis usûlü ilminin temellerinden, hadislerin tespiti ve muhafazasına gösterilen titizlikten bahsedeceğiz.
Dinlemek için:
Hadis usûlü, Peygamber Efendimiz (sas)’e nispet edilen söz, fiil ve hareketlerin, haberlerin doğrusunu yanlışından ayırmak amacıyla oluşturulan kurallar ve terimleri inceleyen bir ilim dalıdır.
Bu usûl ihtiyaca göre oluşmaya başlamış, uygulanmış ve yavaş yavaş geliştirilmiştir.
Hicrî üçüncü asırdan itibaren yazıya dökülmeye başlayan hadis usûlü ilminin temelleri esasında sahâbe dönemine, sahâbenin hadislerin tespitine ve muhafazasına gösterdikleri dikkate dayanmaktadır.
Hz. Peygamber (sas)’in vefatından sonra sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiînin hadis rivayetlerinin aslına uygun olarak yapılabilmesi için aldıkları tedbirler de hadis usûlünün temellerini oluşturan uygulamalardır.
Rivayetleri
· Kur’ân’a ve sünnete dayandırmak,
· haberi nakleden râviden şahit istemek,
· haberi nakleden râviye yemin ettirmek,
· hadisi kimden aldığını sorup,
· hadisleri kabulde seçici davranmak,
· hadisin rivayet silsilesini araştırmak,
· râvilerin doğru söyleyip söylemediklerini sorgulamak ve otoritelere güvenmek
şeklinde beliren bazı uygulamalar bu tedbirler kapsamında zikredilebilir.
Üçüncü hicrî asır, “hadisin altın çağı” olarak kabul edilir. Hadis ilminin erken devir eserleri bu asırda yazılmıştır. Üçüncü asırda öne çıkan en mühim eserler ise “es-Sahîhayn olarak bilinen Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-sahîh adlı eserleri, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce ve Nesâî’nin es-Sünen isimli çalışmalarıdır. Bunlar, “Kütüb-i sitte” denilen altı ana hadis kaynağını meydana getirmiştir.
Buhârî kısaca el-Câmiu’s-sahîh veya Sahîh-i Buhârî isimleriyle meşhur olan eserini, 600.000 rivayet arasından seçtiği hadislerden oluşturmuştur. Buhârî’nin 16 senede tasnif ettiği söylenen bu çalışmada mükerrerleriyle birlikte 7275 hadis olup, tekrarsız rivayetlerin sayısı 4000, bunların içinde muttasıl rivayet edilenler ise 2602’dir.
Bu eserinin “kitâbü’l-ilm” bölümünde ağırlıklı olarak hadis usûlünün temel konularından olan hadis öğrenim ve öğretim (tahammül ve edâ) metotları üzerinde durmuş, bunun dışında hadis öğrencisinin ve hadis hocasının uyması gereken prensiplere (âdâbü’l-muhaddis ve âdâbü tâlibi’l-hadîs), hadis öğrenmek için çıkılan yolculuklara (errihle fî talebi’l-hadîs), Hz. Peygamber adına yalan söylemeye (kizbü’r-râvi) ve hadislerin korunması ve yazılmasına (hıfz ve kitâbet) dair konulara değinmiştir. Bu konuları, özgün bir yaklaşımla incelemiş, hadis rivayetleriyle oluşturduğu kurguyla delillendirmiş, hadis ilmindeki şöhretli âlimlerin görüşleriyle de delillerini güçlendirmiştir.
Hadis Öğrenim ve Öğretim Metotları ve Rivayet Lafızları
Sünnetin İslam dininin kaynağı olması bakımından sahip olduğu büyük değer, Hz. Peygamber’in kendisinden işitilen hadislerin başkalarına ulaştırılmasına dair emir ve tavsiyeleri; sünnetin öğrenilmesi, ezberlenmesi ve başkalarına aktarılması konusunda Müslümanları teşvik etmekteydi. Hadisçiler hadis naklinden kaynaklı oluşabilecek hataların en aza indirgenebilmesi için yeni yöntemler geliştirmek zorunda kaldılar.
Semâ Metodu
Buhârî, hadis öğrenme ve öğretme metotları içerisinde en üstünü olan semâ metodunu kullanmıştır. Semâ: işitmek ve dinlemek anlamında (semia) fiilinin masdarıdır. Terim olarak semâ, hadis hocasının hadislerini okuması, talebenin veya talebelerin de bizzat ondan işiterek hadisleri alması anlamındadır. Semâ' yönteminde hadisi hoca okuyup anlatmakta, öğrenci ise dinlemektedir.
Ancak semâ ile kırâatin eşit olduğuna dair görüşleri de yer almaktadır.
Kırâat ve Arz
Hadis öğrenim ve öğretim metotlarından ikincisidir. Kıraat öğrencinin, hocanın rivayet hakkına sahip olduğu hadisi onun huzurunda okuması veya okuyan birisini dinlemesidir. Muhaddislerin çoğu bu yöntemi arz olarak da isimlendirir. Bu isimlendirmenin sebebi okuyanın okuduğu rivayeti hocaya arz etmesidir.
İmam Buhârî, kırâat ve arz metodunu hadis öğrenme ve öğretme yöntemlerinin en önemlilerinden biri olarak kabul etmektedir.
Münâvele ve Mükâtebe
Münâvele, hocanın hadislerini ihtiva eden kitabını ‘bunlar benim filandan işittiklerimdir veya yazdıklarımdır’ diyerek rivayet etmesi için elden talebeye vermesidir.
Mükâtebe ise, hadis hocasının işittiği rivayetleri veya hadislerinden bazısını yakında veya uzakta olan bir kimseye yazıp göndermesidir.
Buhârî hadis yöntemleri içerisinde en önemlilerinden biri olarak gördüğü münâveleye eserinde yer vermiş, hangi tür münâvelenin makbul olduğunu konu başlığında ve başlığın altında zikrettiği rivayetlerle ortaya koymuştur.
Hadis Yolculukları (er-Rihle fî talebi’l-hadîs)
Hadis öğrenmek, râvi hakkında bilgi edinmek ve bir yerleşim bölgesindeki meşhur hadisçilerden rivayette bulunmak için yapılan yolculuklara er-Rihle fî talebi’l-hadîs denir.
İmam Buhârî de bu çerçevede birçok seyahat yapmıştır. Önce kendi coğrafyası olan Mâverâünnehir, ardından da Suriye, Mısır, Cezîre, Basra, Kûfe, Hicâz gibi önemli ilim merkezlerini dolaşmış, oralardaki hocalarla bilgi alışverişinde bulunmuş, çok sayıda hocadan hadis almıştır.
Hıfz ve Kitabet: Hadislerin Korunması ve Yazılması
Sözlükte ezberlemek ve muhafaza etmek anlamlarına gelen hıfz, hadis usûlünde râvinin hocasından işittiği hadisleri güzelce ezberleyip muhafaza ederek yeri geldiğinde ne eksik ne fazla olarak kendi talebelerine rivayet edebilme yeteneğine denir. Hadis usûlünde hıfz ile en ilgili kavram zabttır. İnsanın işittiği herhangi bir bilgiyi aradan uzun zaman geçmiş olsa bile, dilediği anda hatırlayabilecek bir şekilde iyi belleyip hıfz etme yeteneğine sahip olması manasına gelen zabt, rivayetinin kabulü için bir râvide bulunması gereken iki önemli sıfattan biridir.
Hadisçilerin ve fıkıhçıların çoğunluğu bir râvinin rivayetlerinin delil olarak kabul edilebilmesi için, o râvinin adil ve rivayet ettiklerini zâbıt, yani muhafaza edebilmesini şart koşmaktadır. Râvi hadisi ezberinden naklediyorsa ezberini çok iyi yapmış olması, kitabından naklediyorsa kitabını korumuş olması gerekmektedir.
Sonuç olarak;
Hicrî üçüncü asrın başına kadar hadis usûlünün kaide ve kuralları konulmuş, uygulanmış ve bunlarla ilgili terimler geliştirilmiştir.
Bu usûl ve kaideler hicrî ikinci asrın sonlarından itibaren yazılı olarak derlenip toparlanmıştır. Erken dönemde hadis usûlü konularına yer veren müelliflerden biri de İmam Buhârî’dir.
Buhârî, ravilerin adalet ve zabt sıfatını taşımasının hadis rivayetinin güvenliği açısından ehemmiyetini çok iyi bildiği için eserinde ravinin adalet ve zabt vasfını özellikle vurgulamıştır.
Buhârî’nin Sahîh adlı eserine vefatından bir asır sonra ilgi duyulmaya başlanmış, Sahîh üzerine yüzlerce çalışma yapılmıştır.