Artan sıcaklar, su havzalarında buharlaşmanın yanı sıra aşırı ve dikkatsiz su tüketimi, altyapı sorunları gibi sebeplerle veriler Türkiye'nin su stresi yaşayan ülkeler arasında olduğunu hatırlatıyor.
Alaçatı’daki Kutlu Aktaş Barajı’ndaki su seviyesi ‘kritik’ eşiğin de altında, aktif doluluk yüzde 3.21. Ürkmez Barajı’ndaki doluluk oranı yüzde 11.04, Tahtalı Barajı yüzde 8.57, Gördes Barajı yüzde 0.08. Tekirdağ’da da durum kritik. Süleymanpaşa ve Marmaraereğlisi ilçelerine su sağlayan Naip Barajı’nda doluluk yüzde 2 olarak ölçüldü.
"Sorun sadece sıcak havalar değil"
Su yönetimi uzmanı, Dr. Akgün İlhan, barajlardaki suyun bu denli kritik seviyelere gerilemesinin yalnızca bir “yaz sıkıntısı” olarak görülmemesi gerektiğini belirterek, diyor ki: “Kutlu Aktaş Barajı’ndaki doluluk oranının yüzde 5’in altına inmiş olması, teknik olarak ‘ölü hacim’ demektir. Bu, çekilemeyen ya da çekilse bile çamurlu ve arıtması son derece güç olan suyu ifade eder. Bu seviyenin altına inildiğinde, kalan suyun kullanım maliyeti hızla yükselir, su kalitesi de ciddi biçimde düşer. İzmir ve de ülkenin başka pek çok noktasında yaşananlar, giderek derinleşen bir su krizinin habercisidir.

Türkiye uzun yıllardır su zengini bir ülke değil. Hatta ‘su fakiri’ üst sınırına hızla yaklaşıyor. Şu an kişi başına düşen yıllık erişilebilir su miktarı, yaklaşık 1300 metreküp düzeyinde ve ‘su stresi yaşayan ülkeler’ kategorisindeyiz. Oysa 1960’larda bu miktar 4000 metreküpün üzerindeydi. Yani Türkiye su zenginiydi. Ancak 65 yılda üçte birine indi.”
Su krizini derinleştiren sebepler neler?
“Hızlı nüfus artışı, yanlış su kullanımı/ politikaları, plansız kentleşme ve doğayla uyumsuz sektörlerin (örneğin yüksek su ayak izine sahip turizm, tarım ve endüstriyel faaliyetler) giderek büyüyen etkisi bu. Bugün Çeşme’deki susuzluk, geleceğe dair çok net bir uyarıdır. Mevcut eğilim devam eder, yönümüzü değiştirmezsek, önümüzdeki 20-30 yıl içinde kişi başına düşen erişilebilir su miktarı 1000 metreküp altına inebilir, ki bu da Türkiye’nin ‘su fakiri ülkeler’ arasına girebileceği anlamına gelir.”
Yazlık bölgelerde altyapı yetersiz
Dr. İlhan, şöyle özetliyor: “Evet, yağışların azalması, sıcak dalgalarının artması ve buharlaşmanın hızlanması kaynakları olumsuz etkiliyor. Ancak bu durum yapısal, yönetsel ve sektörel yanlışlarla birleşince çok daha derin ve yönetilemez hale geliyor.”
“Kentleşme ve altyapı sorunları baş rolde. Özellikle kıyı bölgelerinde, yaz aylarında onlarca katına çıkan nüfus, zaten yetersiz olan su altyapısına aşırı yük bindiriyor. Çeşme gibi yerlerde hem içme suyu şebekeleri hem de depo sistemleri artışı karşılayamıyor. Dolayısıyla su kesintileri sadece barajlardaki su azlığından değil, aynı zamanda aşırı talep ve yetersiz altyapıdan da kaynaklanıyor.”

“Turizm ve tarım sektörleri de hayli belirleyici. Oteller, havuzlar, spalarda, bahçe sulamaları ve diğer hizmet alanlarında günlük, kişi başı su kullanımı, yerel halkın 10-15 katına ulaşabiliyor. Yanı sıra Ege ve Marmara’daki tarımsal faaliyetlerde hâlâ yaygın olarak vahşi sulama teknikleri kullanılıyor. Mısır, pamuk, yonca gibi su-yoğun ürünlerin üretimi hem yüzey hem de yeraltı su kaynaklarını hızla tüketiyor.”
Çözüm önerileri neler?
Dr. İlhan, krizin yönetimsel boyutunun da sorunu büyüttüğünü düşünüyor: “Kayıp-kaçak oranlarının yüksek olması, kaynakların verimsiz kullanılmasına neden olmakta. Türkiye ortalaması yüzde 37 civarında. Oysa bu oranı yüzde 5’e kadar indirmiş Berlin ve Kopenhag gibi şehirler var. Demek iyi bir altyapı planlaması ve yatırımla su kaybı pekâlâ önlenebilir” yorumu yapıyor.
Kısa vadede: “Evlerde musluğu açık tutma süresi azaltılmalı. Aynı işi daha az su harcayarak yapmak büyük etkiler sağlar. Dolayısıyla vatandaşlara planlı kesintilerle ilgili zamanlı- açık bilgilendirmeler yapılmalı, su tasarrufu ile ilgili bireysel olarak yapabilecekleri değişiklikler anlatılmalı.”
Orta vadede: “En büyük sorumluluk sektör ve kurumlarda. Örneğin, su kullanımının dörtte üçünden sorumlu tarım sektöründe, damla sulama gibi su verimli yöntemlerin kullanımı zorunlu kılınarak, teşviklerle desteklenebilir. Sulamaya çok ihtiyaç duymayan, kuraklığa uyumlu bitki türlerinin yetiştirilmesine öncelik verilebilir. Turistik tesislerin yeşil sertifika sahibi olması için yasal zorunluluklar getirilebilir. Belediyeler, yeşil alanların sulanması ve sokak temizliğinde; yağmur suyu, arıtılmış gri-su gibi, şebeke suyu dışında, su kaynakları kullanabilir, vatandaşa örnek olabilir. Çok önemli bir konu da suyun fiyatlandırması.

Ülkemizde şebeke suyu, maliyetinin altında fiyatla veriliyor. Bu da su ve kanalizasyon idarelerinin ekonomik sürdürülebilirliğini baltalayan bir durum. Su hakkını gözeten, kademeli bir fiyatlandırma; kişi başı 50-100 litre/gün olacak ve temel ihtiyaçlara yetecek miktarda düşük, israf içeren ise çok daha yüksek ücretlendirilmeli. İklim ve su krizine uyum eylem planlarını hazırlanmalı, her alanda uygulamaya başlamalı. “
Uzun vadede: “Ülke ölçeğinde bir reform şart. On yıllardır adı geçen ancak bir türlü çıkarılamayan Su Kanunu ülke şartları göze alınarak, kimsenin su hakkı gasp edilmeden, suyun korunması ve su verimliliği odağa alınarak yenilenmeli ve hayata geçirilmeli.”
Hürriyet