Cumanız mübarek olsun. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı dünyada, âhirette üzerinize olsun. İki cihanda Mevlâm cümlenizi sevdiklerinizle beraber aziz ve bahtiyar eylesin. Mutlu olun, her şey gönlünüzce olsun.
Misafir olan bir hacı kardeşime hadis kitabını verdim. Kura ile bir sayfa açmasını söyledim. O sayfada çok hoşuma giden kelimeler var, mühim birtakım konulara temas ediyor. Onun için o hadîs-i şerîften başlamak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuş ki;
Selâsün men hâfeza aleyhinne fe-hüve veliyyî hakkan ve men dayya'ahünne fe-hüve adüvvî hakkan. Es-salâtü ve's-savmu ve'l-cenâbetü -ya'nî gasle'l-cenâbeti-.
Sadaka Resûlüllah fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Hasan-ı Basrî hazretlerinden mürsel olarak rivayet edilmiş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Selâsün: "Üç husus, üç mesele, üç amel, üç davranış vardır." Men hâfeza aleyhinne. "Kim bu üçe sımsıkı sarılır, riayete -bunları kollamaya, yapmaya, uygulamaya- devam ederse... Fe-hüve veliyyî hakkan. "O gerçekten benim dostumdur." Ve men dayya'ahünne. "Kim bunları icra ve îfâ edemezse, muhafaza edemezse, devam edemezse yani bunları yapamaz da ihmal ederse..." Fe-hüve adüvvî hakkan. "O benim gerçekten düşmanımdır."
Çok önemli! Şu üç şeyi kim yaparsa, Peygamber Efendimiz'in hakikaten dostudur, dostu olacak. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, "dostumdur" diyor. "Yapmayan, yapamayan, ihmal eden veya kaçıran ve riayet etmeyen de benim hakikaten düşmanımdır." buyuruyor.
Resûlullah Efendimiz'in velîsi, dostu, ahbabı olmak ne kadar güzel şey! Düşmanı olmak, onun düşman seçtiği, bellediği bir kimse durumuna düşmek de ne kadar kötü!
"Bu üç şey nedir?" diye merak ediyorsunuz. Efendimiz sıralıyor:
1. Es-Salâtü. Birincisi, namaz! Kim namazını kılar, namazlarına müdavim olursa... Namazlarını ihmal etmez, kaçırmaz, namazlı bir Müslüman olursa... O zaman bu üç şeyden bir tanesi tamam. Resûlullah Efendimiz'in dostu olma durumuna doğru gidiyor.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Namazın farz ve önemli bir ibadet olduğu, başka hadîs-i şerîflerde de çok üzerinde durularak beyan edilmiş, bilinen bir şey ama bu hadîs-i şerîfteki ifade önemli:
"Yapan benim dostumdur, yapmayan düşmanımdır."
Komşularımızdan, tanıdıklarımızdan, dostlarımızdan, ülkemizdeki vatandaşlarımızdan, başka Müslümanların durumlarından hatta mukaddes beldelerden neler neler duyuyorum. Namaz kılamıyor, kılmıyor; nefsi kıldırtmıyor, tembelleniyor, şeytan mâniler buluyor, bir şeyler yapıyor, engelliyor... Bazı insanların namaz kılmasına mâni olabiliyor. Çok büyük mahrumiyet, çok tehlikeli bir şey! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sevmediği bir insan durumuna düşecek, düşmanı olan bir insan durumuna gelecek.
Namaza çok dikkat etmemiz lazım! Çünkü namaz, devam edildiği zaman çok büyük sonuçlar getiren, Müslümana çok güzel vasıflar kazandıran önemli bir ibadet! Çok önemli bir ibadet! Söylediğimiz zaman, "Rabbimiz kusura bakmasın, affetsin, işte maalesef... Evet, doğrusun hocam, haklısın ama işte yapamıyoruz, ihmal ediyoruz... İnşaallah düzelteceğiz." filan diyorlar. Hatta insanın yakınlarından, ailesinden olabiliyor. Çocuğuna söz geçiremiyor, delikanlı namaz kılmıyor. Kızına veya damadına söz geçiremiyor vs... Bu gibi durumlar da olabilir.
Herkes kendi hâlini, durumunu, yakınlarını göz önüne getirsin. Sorumlu babalar, anneler bu hadîs-i şerîfe dikkat etsinler. Dinleyen kardeşlerimin içinde de şeytana uyup, nefse aldanıp, tembellenip de namaz kılmayan varsa, bundan sonra abdestini alsın, hemen bu konuşmayı dinlediği zamandaki vakit namazını kılmaktan işe başlasın!
"Sonra yapacağım!" dedi mi geç olur. O zaman, o sonraki vakte kadar, sonra yapacağım dediği vakte kadar, şeytan onu sonuçta gene aldatır, gene gevşetir. İşin heyecanı ve sıcağı geçince yine ona namaz kıldırmaz. İnsan iyi bir şeyi kararlaştırdı mı, hemen yapmalı! Namaza çok dikkat edeceğiz. Birincisi bu!
2. Ve's-Savm. İkincisi oruç! Mühim olan Ramazan'da farz olan orucu tutmaktır ve çok kimse de tutuyor. Bazı tutamayanlar da oluyor "Şu hastalığım var, bu hastalığım var, doktor tutmama izin vermiyor. İnşaallah ileride tutacağım." filan diye bahaneler bulanlar oluyor.
Oruç da çok önemli! Oruç da insanın nefsini terbiye etmeye yarayan bir ibadet. Ramazan'ın dışında da oruçlar var. Onların sevaplarını sizlere bazı sohbetlerimde açıkladım. Ramazan'ın dışında ne kadar sevaplı, ne kadar güzel oruçlar var! Onları da tutmak lazım!
3. Üçüncüsü de, ve'l-cenâbetü. "Gusül hâli" demek aslında, "gusül hâli olmak" demek... Buradan murat Allahu âlem, herhalde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tek kelimeyle veciz olarak söylemiş. Geniş anlam olarak, insanın boy abdesti alması, boy abdesti almadan gezmemesi... Boy abdesti alması gereken durum olduğu hâlde, o abdesti almadan durmamak kastediliyor olmalı.
Zaten biliyorsunuz, yine sohbetlerimde çok söylemişimdir, abdestli gezmek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in kendisinin âdet-i seniyyesi, âdet-i nebeviyyesi idi. Daima abdestli gezer, hiç abdestsiz bulunmazdı. Abdest bozduğu yerden suyun olduğu yere gelinceye kadar bile, arada abdestsiz kalmamak için teyemmüm abdesti alırdı. Evliyâullah büyüklerimiz de böyle yapmışlar ve bize de tavsiye etmişlerdir. Temiz gezmek, abdestli gezmek iyidir. Ezan okundu mu, hemen namaz kılabilecek gibi...
Bir de büluğa ermiş hanımların ve beylerin gusül abdesti meselesi var. Çocuklar değil ama yetişkinlerin, erginlerin, ergenlik çağını idrak etmiş olanların gusül abdesti alması meselesi var. Bu da çok önemli! Bu çok önemli olduğu için halkımız buna riayet eder. Buna karşı dikkat ve riayet vardır, biliyorum.
Ama bir de bu işi boşlayanlar, "Boş ver.", "Oldu bir kere." diyenler; "Battı balık yan gider, zaten ben mahvolmuşum." filan gibi düşünüp de bu işe aldırmayanlar; "Artık namaz da kılamıyorum zaten, böyle de duruversem ne olur?" diyenler olabiliyor, olabilir. Biz hoca olduğumuz için, bize çeşitli insanların şikâyetleri ulaşıyor, duyuyoruz.
Bu da çok önemli bir husustur. Abdestten daha önemli bir husustur. Mesela bir insanın babası camide iken ve abdesti yokken, bir haber ya da telefon geldi. Kalkıp camiye girip, "Babacığım gel, telefon geldi." veya "Bir misafirin geldi, evde seni bekliyorlar!" diyebilir. O da yavaşçacık, "Tamam, tesbihlerimi yolda çekerim." diyerek pabuçlarını alır, gelir. Abdesti olmayan bir insan camiye girebilir ama guslü olmayan bir insan camiye de giremez. Daha başka, daha önemli bir husus oluyor. Bunları ilmihallerden okuyalım!
Zaten bütün ailelerin çoluk çocuğuyla ilmihal okuması lazım!
İlmihal ne demek?
Her Müslümanın bilmesi gereken bilgilerin toplandığı kitap demek... Din ilimleri ilmihal kitabının içindekiler kadar değildir; çok geniştir, engindir, uçsuz bucaksızdır, çok güzel ve çok tatlıdır.
İlmihal, bir insanın mutlaka bilmesi gereken bilgiler demektir. Her Müslümanın kendisine lazım olan bilgiler demektir. Onları öğrenmesi lazım öğrenmiyor! Abdest ne zaman bozulur? Abdest nasıl alınır? Namaz nasıl kılınır? Namaz ne zaman bozulur? Namazda ne zaman yanılma secdesi -sehiv secdesi- yapmak lazım gelir? Hangi vakitte kılmak sevaptır? Kılınış şekli nasıldır?..
Anneler babalar bunları birazcık öğretiyorlar ama kendilerinin de bilmediği çok şeyler var. İlmihal kitaplarını okumalı, tekrar okumalı, tekrar okumalı, tekrar okumalı! Biz bunu okuduk diye bırakmamalı; konular ezberlensin, bilinsin diye tekrarlanmalı!
Hem de tam teşkilatlı, bütün konuları alan bir ilmihal kitabı okunmalı. Bazı ilmihal kitapları bazı konuları almıyorlar. Almadıkları zaman o konu eksik kalıyor. Başka kitaplardan bakmak lazım geliyor. İhtiyaca göre, devre göre gerekmiş, öyle olmuş.
Mesela, Merhum Ömer Nasuhi Hocaefendi hazretlerinin -o da bizim büyüklerimize, hocalarımıza bağlı bir kimseydi- çok güzel Büyük İslâm İlmihâli var. Orada evlilik ve boşanmayla veya mirasla ilgili bazı konular yok.
Mesela, Mehmed Zihni Efendi'nin Nîmetü'l-İslâm kitabında bazı bölümler eksik. Biz neşrederken bazı bölümleri kendi imzamızla kardeşlerimiz hazırladılar, neşrettik.
Rahmetli Fikri Yavuz Hocaefendi'nin ilmihali kadro bakımından, ferâiz yani mirasın taksimi dahil konuların hepsini ihtiva ediyor.
Böyle güzel bir kitabı alıp, baştan sona ailece tekrar tekrar okuyup bilgilenmek lazım! Bunları bilmediğin, önemini vurgulamadığın ve üstünde ısrarla durmadığın zaman, çocuklar onlardan cahil yetişir. Cahil yetişince de kendisini toparlayamadan ömrü gelir geçer de ileride, "Küçükken annem, babam öğretmedi." diye sorumluluğu da annesinin, babasının üstüne yıkar. Çünkü birçok kimse, "Benim annem babam beni okutmadı. Biz cahil yetiştik." diyor.
O zaman sen çocuğunu bilgin yetiştir! Kendi eksikliğini düşün. Onları eksikli şekilde yetiştirmemeye dikkat et. Sen yandın, onlar yanmasın. Sen mahrum kaldın, onlar mahrum kalmasın diye gayret göster.
Demek ki bu üç şeye çok dikkat edeceğiz. Gerçekten çok mühim! Resûlullah Efendimiz'in dostu olmak da, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in düşmanı olmamak da çok önemli!
Resûlullah niçin dost oluyor, niçin düşman oluyor?
Allah sevdiği için "dostum" diyor; namaz kılmayan, oruç tutmayan, gusül abdesti almayan kimseyi Allah sevmeyeceği için, "o düşmanımdır" diyor.
Onun için bu hususlara kardeşlerimiz dikkat etsinler. Bunlara dikkat edemeyen yakınları varsa, bunun önemini belirtsinler, uyarsınlar. Bu kelimelerin altını, üstünü çizsinler, vurgulasınlar.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, "Bu üç şeyi kim yaparsa, o benim gerçekten velîmdir, evliyâmdır, dostumdur. Kim de ihmal ederse, yapamazsa, o suçlular da benim düşmanımdır, a'dâmdır." diye belirtiyor.
Aynı sayfada diğer bir hadîs-i şerîf... Muâz radıyallahu anh'ten birçok kaynaklar nakletmişler, kaydetmişler. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Selâsün men fe'alehünne fekad ecrame. "Üç şey vardır ki kim bu üç şeyi yaparsa mücrim sınıfına girer, cürüm işlemiş olur."
Neymiş bu üç şeyden birincisi?
Men akede livâen fî gayri hakka. Birincisi bu. Ev akka vâlideyhi. İkincisi bu. Ev meşâ mea zâlimin li-yensurehû. Üçüncüsü de bu.
Fe-kad ecrame, yekûlullâhu teâlâ; ‘İnnâ mine'l-mücrimîne müntekimûne.'
"Üç şey vardır ki kim bu üç şeyi yaparsa mücrim olur, mücrimler sınıfına girer, cürüm işlemiş insan durumuna düşer, cürüm sahibi bir insan olur."
Nedir bu üç şey ve bunun sonucu ne olur?
1. Men akede livâen fî gayri hakka. "Kim bir livâya haksız yere bağlanırsa..." Birincisi bu.
Livâ, Arapça'da "bayrak" demek. Bir de bayrak edinip toplanıp, topluca hareket eden zümre, ordu parçası, birlik mânasına geliyor. Kim böyle bir birliğe intisap eder, katılırsa...
Hangi konuda?
Haklı bir konuda değil! Fî gayri hakka...
Livâ, sancak mânasına da geliyor. Akade de akdetmek, bağlamak demek. "Kim bir bayrağı açarsa, bir konuda bayrak açıp da bir işi başlatır, bir işe girişirse..."
Ama hangi konuda?..
Fî gayri hakka. "Haksız bir konuda..."
O zaman ne olur?
Bu, mücrim olur. Haksız bir iş yapan, bir birliğe katılan ya da haksız bir konuda kendisi bayrak açıp, başkaldırıp hareket eden kimse mücrim olur; bu bir!
Haklı olursa... Haklı bir konuda önderlik etmek sevaptır. Haklı yolda arkasından gelenlerin hepsinin sevabını alır. Haklı konuda, haklı bir taifeye, zümreye, gruba iltihak edip onu kuvvetlendirmek, onlarla beraber hakkı yapmaya çalışmak sevap... Onlar sevap ama fî gayri hakka, "hak olmayan bir konuda" böyle yaparsa, bayrak açarsa, böyle bir zümreye katılırsa...
2. Ev akka vâlideyhi. "Yahut da anne babasına, ebeveynine isyan eder, âsî olursa."
Herhalde birincisi bir siyasî isyan gibi, ikincisi de ailevî isyan gibi oluyor. Anne babasına âsî olan çocuğa Allah çok büyük cezalar, belalar veriyor. Anne baba çok muhteremdir. Annesinin hakkı, babasının hakkı son derece büyüktür. Anne hakkı daha büyüktür... Onlara riayet etmesi, elini öpmesi, işini görmesi, emrini tutması, sözüne uyması, gönlünü hoş etmeye çalışması lazım!
Bir şartla, bir istisna ile!.. Anne baba çocuklara doğruyu söylüyorsa... Eğriyi söylüyorsa, eğriyi tatbik etmesini zorluyorsa, istiyorsa; o zaman olmaz! O zaman hiç kimseye itaat olmaz. Yani:
Lâ tâate li'l-mahlûki fî ma'sıyeti'l-Hâlık.
"Allah'a isyan etmek, günah işlemek, Allah'ın emirlerine karşı gelmek durumları olduğu zaman, hiçbir kimsenin sözünü dinlemek olmaz!"
Babasının da, kocasının da, başka kimsenin de sözünü dinlemez.
Çünkü isyanı veya günahı emrediyor. Mesela diyor ki; "Al şu içkiyi, iç bakalım!" veya "Al şu tabancayı, filanca kimseyi vur! Ben senin babanım, emrediyorum!"
Bizim memlekette kan davası filan çok oluyor. Sorumlu değil, büluğ çağına ermemiş diye tabancayı küçük çocuğa veriyorlar, "Hadi bakalım! Git, falanca amcayı öldür. Çünkü o bizim aileden falancayı öldürmüştü." diyorlar.
Emredilen şey günah... O zaman tutmak gerekmiyor. Babası da söylese, başka bir kimse de söylese, günah işlenmez! Çünkü Allah "işlemeyin" demiş. Allah'ın sözünün karşısına, zıddına başka bir kimsenin söz söylemeye hakkı yoktur. Söylerse de onu kimsenin dinlemesi doğru olmaz. O zaman Allah der ki;
"Ben bir şeyi buyurdum, kulum dinlemedi. Karşıdaki herif bir şey söyledi, onu dinledi!"
Cenâb-ı Hak gazap eder. Böyle bir duruma -kendisinin dinlenmemesine, günahı tavsiye edenin dinlenmesine- razı gelmez. Onun için anne babasına âsî olan da mücrim, cürüm işlemiş olur. Bayrak açan veya böyle bir haksız işi yapmaya toplanmış bir gruba katılan kimse de, aynı duruma gelir.
3. Ev meşâ mea zâlimin li-yensurehû. "Yahut da yardım etmek kasdıyla, bir zalimin yanında yer alan, onunla beraber gezen, tozan, yürüyen kimse de mücrim olur."
Zalim ne demek?
Hakkı yapmayan, haksızlık yapan, zulüm işleyen kimse demek... Başkandır, reistir, çete başkanıdır, mafya başkanıdır, zalimdir... Yol kesiyor, hırsızlık yapıyor, ötekiler de çetenin üyesi, onlara yardımcı oluyor. Daha büyük, daha geniş çapta ya da daha küçük çapta düşünelim. Bir zalime yardım etmek için onun yanında yürüyen kimse de cürüm işlemiş olur.
O halde bu cürüm işleyenlerin durumu ne olacak?
Fe-kad ecrame. "Böyle yapanların hepsi mücrim olmuş olur." Yekûlullâhu teâlâ. "Allahu Teâlâ da Kur'ân-ı Kerîm'inde bir âyet-i kerîmede buyuruyor ya..." İnnâ mine'l-mücrimîne müntekimûne. "Ben Azîmü'ş-şân, mücrimlerden intikam alacağım, intikam alıcıyım!"
Cemî sîgasıyla azamet ifade etmek için, "Biz mücrimlerden intikam alıcıyız." buyruluyor. Arapça ifade, azamet sîgası çoğulla, Türkçe'de tekille olur. "Ben azamet sahibi, izzet ve celâl sahibi, âlemlerin Rabbi, Mevlânız; mücrimlerden intikam alıcıyım, alacağım!"
İsm-i fâil sîgası, isim cümlesinde haber olarak gelince istikbal mânası ifade ediyor. Âhirette alacak veyahut zulümden bir müddet sonra alacak. Ya yakında, ya uzak bir zamanda... Ya elif'li olarak, medli elif'li olarak, uzak bir zamanda; ya da acilen, ayn'lı olarak, acele olarak...
Ya birden alır; zalimi, mücrimi kısa bir zaman sonra hemen tepeler. Ya da biraz mühlet geçer filan... Cenâb-ı Mevlâ unutmaz, kul yaptığı cürmü unutur. Başına birden bir bela gelir, neden olduğunu anlayamaz. Halbuki o işlediği cürümden dolayıdır.
Allah mücrimlerden intikam alıcıdır. Onun için mücrim durumuna düşmemek, zalimi desteklememek, ana babaya âsî olmamak haksız bir konuda bayrak açmamak, haksız bir iş yapmamak, haksız iş yapanlara katılmamak lazım!..
Üçüncü hadîs-i şerîf:
Selâsün men fealehünne sikaten billâhi ve'htisâben kâne hakkan alallâhi teâlâ en yuînehû ve en yubârike lehû. "Üç şey vardır ki kim bunları Allah'a güvenerek, dayanarak, sevabını Allah'tan umarak, bekleyerek yaparsa, Allahu Teâlâ hazretlerinin ona yardım etmesi muhakkak olur, vacip olur, gerçekten olur ve ona o işi mübarek ve bereketli kılar."
Bu üç güzel şey neymiş:
1. Men fealehünne sikaten billâhi ve'htisâben kâne hakkan alallâhi teâlâ en yuînehu ve en yubârike lehû. "Kim bir kölenin köleliğini kaldırmak, onu kölelikten kurtarmak için gayrete gelirse, çalışırsa..."
Neden yapıyor bunu?
Sikaten billâhi. "Allah'a dayanarak, güvenerek, sevabını Allah'tan bekleyerek..."
"Şu fakir, zayıf, esir Müslüman esaretten kurtulsun. Kendisinin gücü yetmiyor, şunu kurtarayım." diye esaretten kurtarmaya, Allah rızasını düşünerek, sevabını Allah'tan bekleyerek ve Allah'a dayanarak koşturursa... "Allahu Teâlâ hazretlerinin ona yardım etmesi ve bu işi ona mübarek kılması vacip olur. Muhakkak Allah ona yardım eder ve bereketler ihsan eder."
Bu, bir!
Bu devirde kölelik azaldı, şekil değiştirdi. Ama zaman zaman da oluyor. Harplerde öbür tarafa esir düşüyor. Oradan kurtulması için beri tarafın çalışması gerekiyor. Harp darp de dünyada eksik olmuyor. Bakıyorsunuz Orta Amerika'da, bakıyorsunuz Balkanlar'da, bakıyorsunuz Kafkaslarda, bakıyorsunuz Asya'nın şurasında burasında, Afrika'nın ortasında Kongo'da vs. derken harpler her yerde olabiliyor.
Mesela Vietnam savaşları oldu, bitti. Vietnam'da Müslüman olduğunu ben hiç bilmiyordum. Meğer oralarda Müslümanlar varmış. Vietnam'da, daha başka yerlerde, oralardaki ülkelerde çok Müslümanlar varmış, haberimiz yok. Dünyadaki Müslümanlar ne durumdadır, nerededir? Harp olduğu zaman orada Müslüman olduğunu bilseydik, "Acaba Müslümanlar ne oluyor? Ne haldeler?" diye biraz daha gayret ederdik. Nice nice olaylar görüyorsunuz. Arnavut Müslümanların, Kosova'dakilerin, Makedonya'dakilerin, Balkanlar'daki Müslümanların acı durumları... Görüyorsunuz...
Demek ki köleyi kurtarmaya çalışmak, böyle bir durumda olan Müslümana yardımcı olmak çok faydalı, çok hayırlı bir iş oluyor.
2. Ve men tezevvece sikaten billâhi ve'htisâben kâne hakkan alallâhi en yuînehû ve en yubârike lehû. "Kim Allah'a güvenerek, sevabını, mükâfatını Allah'tan bekleyerek evlenirse... O kula yardım etmek, ona bu hususu mübarek, bereketli, hayırlı kılmak Allah'ın üzerine vacip olur."
Yani, "Allah muhakkak ona yardımcı olur ve muhakkak ona bu konuda nice nice hayırlar, bereketler ihsan eder."
Müslüman evliliği neden yapıyormuş, Peygamber Efendimiz'in bu hadîs-i şerîfinden anlayalım. Biz biliyoruz zaten de, herkes anlasın.
Men tezevvece sikaten billâhi. "Allah'a dayanarak evleniyor."
Neden?
"Acaba geçinebilir miyim, geçinemez miyim?" "Yok, bu maaşla yuva geçindirilmez, evlenmeyeyim." demek yok. Allah'a dayanacak, güvenecek.
Ve'htisâben. "Ve sevabını Allah'tan bekleyecek."
Evlilik sevap mıdır hocam?
Evet, çok sevaptır. Evlilik kendisi çok sevaptır, evlilik ilişkileri de sevaptır. Evli insanın ibadetlerinin sevabı kat kat fazladır. Evlilik insanın dininin yarısını kurtaran çok önemli bir iştir. Kim bunu, "Madem böyle sevaplıymış." diye Allah'a güvenerek, sevabını umarak yaparsa; Allah ona yardımcı olur ve ona bereketler ihsan eder. Evliliği, yuvası hayırlı ve bereketli olur.
3. Ve men ahyâ arzan meyyiteten sikaten billâhi ve'htisâben kâne hakkan alallâhi en yuînehû ve en yubârike lehû.
Efendimiz, aynı cümleyi tekrar tekrar söylüyor ki üzerinde durulduğu için... Kesin olarak zihinlere nakşolsun, iyice hatırda kalsın diye...
"Kim bir işlenmemiş ölü araziyi yani sahipsiz, işlenmemiş, boş araziyi alır, çevirir, işler, ihyâ ederse..."
Öyle arazinin ihyâsı nasıl olur?
Bitki; sebze veya meyve, çiçek veya ağaç dikerek... O zaman bitki arzı yani toprağı, tarlayı canlandırmış olur.
"Kim böyle bir canlandırma yaparsa..."
Ne sebeple?
"Allah'a güvenerek ve sevabını Allah'tan bekleyerek... O zaman Allahu Teâlâ hazretleri ona yardımcı olur ve ona bereket ihsan eder."
Sadece bu konuda mı yardımcı olur ve bereket ihsan eder?
Hayır. Öyle bir şey denmiyor. Geniş... Böyle yapan bir insana Allah hayırları fetheder, yardımcı olur, bereketler bahşeder, ihsan eder.
Şimdi her yerin sahibi var; ya hazine arazisi ya kişinin mülkü oluyor. Kendi bildiğine göre gidip de bir yeri evirip çevirip, orada bir şey yapmak olmuyor. Müsaadeli oluyor. Ama eski devirde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in söylediği zamanda durum tam böyle değildi. Arazi boştu. Gidip boş bir yeri çevirdiği zaman, kimse bir şey demezdi. Orasını ihyâ ettiği zaman, o arazi onun olurdu.
Mesela kendi ülkemizi, Trakya'mızı, Anadolu'muzu düşünelim. Nice ağaçsız, işlenmemiş yerler var. Bunları işlersek, bunların işlenmesi için çalışırsak... Mesela Harran ovasına bent yapıldı (baraj demeyelim), nehirlerin üzerine bentler yapıldı. Oradan arklar -kanal demeyelim- açıldı, oralara sular gitti, nice nice bereketler geldi.
Kullanılmayan, uçsuz bucaksız ovalara.
"Kullanamıyoruz hocam! Ne yapalım, su yok ki! Ne yapalım, uçsuz bucaksız dümdüz yer!" filan denilen kısımlar şimdi hem kıymetlendi, hem de dış ülkelerin gözü de oralarda...
"Aman bu bereketli ova... Bir oyun etsek de bizim elimize geçse de... Bilmem şu kadar mahsul alınıyor... Yılda bir defa, iki defa, üç defa topraktan mahsul alınabiliyor. Bereket fışkırıyor, güneş var." diyorlar.
20-30 metre aşağıya kadar toprak... Dünyanın başka bir yerinde pek görülen bir şey değil. Biraz kazdın mı altından hemen taş çıkar, bitki aşağıya doğru büyüyemez. Bitmez, tükenmez bir nimet. Anadolu'nun başka yerleri de var.
Sonra anadan babadan insanlara kalmış araziler var. Bakmıyorlar, değerlendirmiyorlar.
Allah, yaşıyorsa selamet versin, öldüyse garîk-ı rahmet eylesin; bizim çok değerli bir hâkim dostumuz vardı. Kendisi hâkim yani mahkemede suçluyu, davacıyı dinliyor, hüküm veriyor, meşgul insan. Ama mütedeyyin. Hem de ehl-i tarîk idi, derviş. O, çok çalışkan bir kimseydi.
"Hocam, ben filanca kasabadayken, şehirdeyken evimin önünde beş metre boyunda, şu kadar enli küçücük bir bahçe vardı. Halka çalışınca neler olur göstermek için oraya domates, fasulye vs. sebze ektim. Derken oradan ne kadar mahsul aldık." diye anlatıyordu. Allah lütfuna erdirsin.
Pekiyi, bir hâkim bey toprakla uğraşınca ne olur?
Sabahtan akşama kadar dosyalarla, ifadelerle, takır tukur kâtibin daktilo sesleriyle yorulmuş olan zihni; toprakla, çiçekle, bitkiyle uğraşınca açık havada açılır. Bedenî yorgunluk, zihnî yorgunluğun dinlenmesine de yardımcı olur.
Ayrıca toprakla uğraşmak, kazmak vs. vücudun yani masada oturmaktan tembelleşmiş vücudun çalışmasına da sebep olur. Nereden baksan güzel... Bir de insanın kendi ektiği, küçücük de olsa bahçesinden kendi mahsulü... "Şu domates benim! Bu fasulye bizim topladığımız yemek! Aman ne kadar güzel!" İnsanın hoşuna gidiyor.
Arzı, bir toprak parçasını ihyâ etmek derken bunlar da olabilir.
Çok boş vakit geçiriyoruz. Kahvelerde vakit geçiyor, sigara dumanları arasında sıhhatler bozuluyor. Halbuki bahçede çalışsa, o da faydalı bir şey. Avustralyalılar işten geldiler mi hemen soyunuyorlar, atletle; ayaklarına kısa bir şey giyiyorlar, çim kesme makinesini ya da çapayı ellerine alıyorlar, bahçesinin çimlerini tıraşlıyorlar. Güzelce, yemyeşil, her taraf çimen... Bitkileri, yabanî otları ayıklıyorlar filan...
Genişçe bir arazi gördüm. Adam kendisi, genç bir adam... Dikkatimi çekti. Bir makine tarzında sürme makinesi var. Herhalde motorla bir şey dönüyor. Bu da sadece arkasından saplarından tutuyor, toprağı sürüyor. İlk defa gördüm. Yani önünden hayvan çekmeden, traktör çekmeden elle sevk edilen toprak kazma makinesi... Çok güzel bahçe yapmış. Muntazam, sıra sıra bitkileri, sebzeleri dikmiş. Uzaktan baktık, hayran kaldık. Hoş bir sahneydi.
Demek ki arzı ihyâ etmek yani toprağı canlandırmak, bitki dikmek de sevaptır. Bir insan bitki dikti mi, o bitki yaşadıkça Allah ona sevap verir. Ağaç dikti mi sevap verir. O ağacın gölgesinden, odunundan, meyvesinden, yaprağından istifade edildikçe sevap olur. Onun için bu gibi çalışmalara yönelmeliyiz. Kahvede durmaktansa, boş vakit geçirmektense bu gibi çalışmalarla faydalı bir şeyler yapmalıyız.
Allahu Teâlâ hazretleri ömrümüzü, hayırlı, bereketli geçirmeyi nasip eylesin. Her işimizi Allah'ın rızasına uygun yapmaya muvaffak eylesin. Peygamber Efendimiz'in dostu olmayı, dostluğunu kazanmayı nasip etsin; düşmanı olmaktan cümlemizi korusun.
Zalime yardım etmemeyi, ana babaya âsî olmamayı, haksız bir şey için bayrak açmamayı, haksız kimselerin arasına katılmamayı nasip eylesin.
Dinimizin inceliklerini öğrenmeyi, Kur'ân-ı Kerîm yolunda, sünnet-i seniyye-i nebeviyye yolunda yürümeyi nasip eylesin. Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin. Hem dünyada hem âhirette aziz ve bahtiyar eylesin.
Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.