Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve küllü dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl;
İzâ eveyte ilâ firâşike. “Akşam oldu uykumuz geldi, yatacağız, hemen yatıverme.”
Hemen yatıverme, Allahu Teâlâ’nın verdiği sağlık, afiyet ve çeşitli nimetlere teşekküren evvela bir abdest al, hiç olmazsa iki değil ama dört rekât namaz kıl. O’nun, âyetleri var ama herkes onu bilmez, ne bilirsen onu oku. Okumak suretiyle dört rekâtlık bir namaz kıl; “Yâ Rabbi! Sana hamdolsun ki beni bugün hayatta daim ettin, sıhhatte daim ettin, bir rahatsızlık olmadı, bir bela bir musibet olmadı benim üzerime. Sana şükrolsun! Şimdi artık yatacağım, gecemi de sen yâ Rabbi hayırlı eyle!” diyerekten yatar da;
Fa’rak’ kul yâ eyyühe’l-kâfirûne. “Evvela Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn’u oku.”
Bu sûre birçok tavsiyelerde, mesela namaz kılacağımız vakitte birçok namazlarda evvela Kul yâ eyyühe’l-kâfirûne’yi oku, sonra ikinci rekâtta Kul hüvallah’ı oku [diye tavsiye edilir,] başka sûreler nâdiren tavsiye olunmuştur, ekseriyette tavsiye olunan sûre birinci rekâtta Elham’dan sonra Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn, ikinci rekâtta Elham’dan sonra Kul hüvallahu ehad’tır. Bunun tabii birçok sebepleri var. Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn çok mânalı bir sûre.
Müslümanlıkta en çok dikkat edilecek şeylerden birisi Cenâb-ı Hakk’ın bize ve bütün insanlığa olan vasiyeti ve lekad vassayne’l-insâne ittekullâh. “Allah’tan korkun. Bütün beşeriyete Cenâb-ı Hakk’ın tavsiyesi “Allah’tan korkun!”dur.
Korku demek, Cenâb-ı Hakk’ın yasaklarından kaçmak demektir. Ben Allah’tan korkuyorum diye kendini aldatmamalıdır.
Yasaklarına bak, yasaklardan kaçıyor musun, kaçmıyor musun?
Yasaklardan kaçıyorsan demek ki korku var sende, eğer yasaklarından kaçamıyorsan korkunun olmadığına alâmettir. Her şeyin bir alâmeti var ya, korkunun da alâmeti Allahu Teâlâ’nın yasaklarından kaçmaktır.
Yasak, işte ufaklı büyüklü günah kitaplarında yazılı, bir sürü...
Onun için Allah bizi imandan ayırmasın.
Ne büyük nimet vermiş bize elhamdülillah, o iman bize yeter. Fakat iman kolay değildir ha, imanın şartları var, o şartlarına riâyetle imanı muhafaza etmek büyük bir nimettir. Mesela öldükten sonraya, öldükten sonra dirilmeye iman başta gelir. Öldükten sonra dirileceğimize iman başta gelir.
Dersin ki, ya olur mu be? Toprak olmuş, kül olmuş binlerce sene geçmiş nesi dirilecek artık bunun?
Adamın aklı hele biraz da şaşırtırlarsa büsbütün şaşırır adam.
Yoo bizim imanımız Allah’a. Bin sene değil 100 bin sene de geçse, yine Allahu Teâlâ istediği vakitte bizi diriltiverir. Nasıl ki ananın karnında hiç kimsenin alakası yokken şu güzel vücudu veren Allah celle ve alâ, senin bir müdahelen var mıydı?
Gözü ne güzel yerinde koymuş, kulağı ne güzel yerinde koymuş. Baş öyle, gövde öyle, her tarafı öyle… Bunu yapabilen kudret sahibi Allah, kimsenin oraya müdahalesi yok, görgüsü de yok da kim karışıyor oraya?
Kimsenin karıştığı yok ama o kimsenin karışmadığı ve göremediği yerde, şu güzel vücudu nasıl tanzim etmiş? Bebek olarak çıkıyor da sonra bugün dünyaya da sığmıyor, gökte de dolaşıyor işte bu insan.
İnsan günden güne tekemmül etmekte, bak bugün göklere de sığmıyor da ta aya gidiyor, bilmem nerelere gidiyor. Bu kadar kuvvet şu ufacık kafanın içerisindeki bir Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler.
Tekemmül, Allahu Teâlâ’nın insanı insandan yarattığından ileri gelir.
Onun için Cenâb-ı Hak üç şeyi kendi yed-i kudretiyle yaratmıştır; birisi insan, Adem aleyhisselam. Onu yed-i kudretiyle halk etmiştir. Binâenaleyh biz o Allah’ın yarattığı Adem’in evlatlarıyız, onun içindir ki;
Ve alleme’l-âdeme’l-esmâe küllehâ. “Bütün esmâyı Cenâb-ı Hak bu Adem’e talim etmiş öğretmiş, içine sindirmişti de melekler dediler ki;
“Bunu niye yarattın yâ Rabbi? Bak biz sana ibadet ediyoruz, hiç kusurumuz kabahatimiz de yok. Bu binâenaleyh yarın isyan da edecek, kabahat edecek kan dökecek bunlar. Bildirdiler işi, binâenaleyh buna lüzum yoktu?” demek gibi istediler de, gelin bakalım öyleyse dedi Cenâb-ı Hak, eşyayı sordu;
“Buna ne derler?” dedi.
Melek ne bilsin bunu görmemiş, her eşyanın adını Cenâb-ı Hak talim etti çünkü.
Ve alleme’l-âdeme’l-esmâe küllehâ. “Bütün esmayı Cenâb-ı Hak ona talim etmiş.
Onun için Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn’eyi.
Ne diyor?
Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn.
Her zaman bu Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn’u okudukça yahut küfre ait böyle âyetleri okudukça küfrün fenalığını, zararlarını, kötülüğünü görür, yerlerinin cehennem olduğunu görür, ondan korunmak için sakınmak için Allah’a sığınır ve emrine itaat etmek zaruretinde kalır.
Hadîs-i şerîf yazıyordum, ki ilk hadistir, Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem diyor ki,
Âtî bâbe’l-cenneti. “Ben cennetin kapısına gelirim.” Fe-esteftihu. “O cennetin kapısının açılmasını isterim.”
Talep ederim, açın kapıları derim, o bana sorar;
“Sen kimsin?”
İçeride hâzin var, bekçi var, cennetin bekçileri kapıyı kolaycacık açmazlar insana, evvela tahkik ederler.
Kimsin ki açalım?
Muhammedün. “Ben Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem’im.”
Ha der ki melek,
“Ben senden evvel kimseye bu kapıları açmamak için emrolundum, vazifemdi.”
Buyurun der kapıları açar, Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem de cennete girer. Cennete ilk girecek peygamber bizim peygamberimizdir. Halbuki Adem aleyhisselam’dan beri bir sürü peygamber gelmiş; Musa aleyhisselam, İsa aleyhisselam gelmiş, Adem aleyhisselam’ın kendisi ilk peygamber olarak fakat bunların hiç birisine ilk giriş şerefi verilmemiş. İlk giriş şerefi Cenâb-ı Peygamber’edir, ümmeti de hiçbir ümmet girmeden evvel bizim ümmet, peygamberimizin ümmeti girecek. Yani biz girmeden, diğer Musa’nın da ümmeti vardı, İsa’nın da ümmeti vardı ama onlara da giriş memnûdur; biz gireceğiz ondan sonra onlar da, o zamanda iman eden mü’minler de girecekler.
Onun için cennet denince insanın hayalinde yani öyle lâlettayin bir zevk yeri gibi gelmemeli. Lâlettayin bir zevk yeri değil, güzellerin en güzelliği, en müstesna, en bahtiyarlık saadeti, selameti orada. Oradan Hz. Allah celle ve alâ kendisini bize göstermek şerefine nail olacağız, oradan göreceğiz. Cennete girilmeyince Allahu Teâlâ’yı görmek mümkün değil. Binâenaleyh cennete girmeyi isteriz ki o Cemâl-i İlahî’yi müşahade edelim orada diyerekten. Yasin’i okuruz, esteîzübillah;
İnne eshâbe’l-cenneti. Ashâbü’l-cenneh diyerekten orada onların envâi çeşit her arzuları.
Bir evde sabah kahvaltıya gitmiştik, tabii asansörler var, güzelce bindik rahat. Dedim, bak bu dünyada bu rahatlık ne güzel ama âhirette böyle külfete de lüzum yok; düğmeye basacaksın işte bazen kalkacak, bazen kalkmayacak, bazen arabanın kendisi yok, bekleyeceksin gelsin diyerekten... Öyle iş yok, canının istediği vakitte derhal evinle beraber, sarayınla beraber istediğin yerde hazırsın. Onun için cennet çok müstesna bir yerdir.
Allah cümlemize nasip etsin inşallah.
Onun için Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn sûresini okumadan yatma, yattıktan sonra da sümme nem. “Ondan sonra uyku uyu.” Alâ hâtimetihâ fe-innehâ berâetüm mine’ş-şirki. “Bunu okumak suretiyle şirkten kendini kurtarmış olursun.”
Tirmizî’nin, İbn Hibban’ın, Hâkim’in, Beyhakî’nin rivayetleri…
Yine bir tane daha rivayet ediyorlar ki;
İzâ eveyte ilâ firâşike. “Yine yatağımıza geldik, yatacağız.” Fe-kul. “De ki.” Eûzü bi-kelimâtillahi’t-tâmmâti min ğadabihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min hemezâti’ş-şeyâtini ve eûzü bike rabbi en yahzurûn.
Bunları tabii ezberlemek ve bellemek de lazım. Çünkü Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem zamanın icaplarına göre böyle nasihatlarını temâdî ettirirlerdi.
“Yine uykuya yatmak istediğinizde bu duayı okuyun da öyle yatın.” buyurdular. Çünkü bunun sebebi;
Enne ibne’l-muğîra şekâ ilâ rasulillâhi sallalahu aleyhi veselleme’l-erâke. “Bu İbn Muğîra denilen zât Cenâb-ı Peygamber’e gelmiş; ‘Yâ Resûlullah, ben uyuyamıyorum.’ demiş.”
Uyku gelmiyor benim gözlerime, uyuyamıyorum ve birçok vesveseler, hayaletler beni rahatsız ediyor, uykudan mahrum kalıyorum, demiş.
Bi’l-leyli. “Geceleri hep böyle olduğundan bahsederekten şikayette bulunmuş da.” ve kâle. Cenâb-ı Peygamber buyurmuş, fe-zekerahû. “Bu duayı tavsiye etmişler kendilerine, “Bu duayı oku yat, o zaman ne uykusuzluktan mahrum kalırsın ne de şeytan şeyleri gelip de seni rahatsız etmezler.” demiş.
Bu bizim dua kitabımızda da yazılıdır, okumak isteyenler oradan da belleyebilirler.
Eûzü bi-kelimâtillahi’t-tâmmâti min ğadabihî ve ikâbihî ve [min] şerri ibâdihî ve min hemezâti’ş-şeyâtini ve eûzü bike rabbi en yahzurûn. Yani Cenâb-ı Hakk’ın gördüğümüz görmediğimiz birçok mahlukları vardır. O görmediğimiz mahluklardan insanlara bazen zararlar da olabilir.
Mikroplar da onların içerisine dahil değil mi?
Onları da görmüyoruz, görmediğimiz o mikroplar da, ufacık görünmeyen bir mahluk işte bazen insanların canına da okuyabiliyor.
Bu çok dikkate şayandır, gözümüzün göremediği kadar olan ufacık o mahluk koskoca insanı hatta dünyayı bugün şaşırttırıyor. Bir mikroptur; nereden geldi, nasıl oldu da koskocaman adamı yataklara düşürdü, en nihayetinde de ruhunu teslim etti, gitti. Hakkından da gelinemiyor.
E ufacık mikrop nasıl koskocaman adamı devirebilir?
İşte Allahu Teâlâ’nın kudreti… O Nemrut denilen herif de İbrahim aleyhisselam onun içerisinde ve Habeşlilerin kumandanları Mekke’ye geldiler, onlara da bir sivrisinek halk etti Cenâb-ı Hak, o kumandanın burnundan girdi, onun kafasında zınk zınk, ne yaptıysa kendisini dövdüre dövdüre rahatlanabiliyordu, başka türlü çare bulamadılar, en nihayet birisi bir tokmak patlattı gitti âhirete vesselam.
İzâ bâde’t-dayfü mahrûmen fe-hakkun ale’l-müslimîne nusratühû hattâ ye’huzû kırâhu.
Buradaki mühim bir şey. Hepimize her zaman misafir gelir, memleketimize misafir gelir.
Şimdi misafirin tabii bir dış memleketten geleni olur, bir de böyle camimize misafir olaraktan gelen garipler olur. Şimdi bu gariplerin bir hakkı var müslümanların üzerinde. Müslümanların üzerinde bir hakkı var.
Bir kitap yollamışlar bir kardeşe, o da bize hediye etti, biz de açtık şöyle arasını bir baktık, imandan bahsederken diyor ki,
Vallâhi lâ yü’min. “Mü’min olamaz adam.” Mü’min olması için, el-mü’minü men eminehü’n-nâs.
Sana sorsalar mü’min kimdir?
İşte namazını kılıyor, orucunu tutuyor, zekatını veriyor, lâ ilâhe illallah diyor, Allah diyor, müslüman budur. Bak Peygamber ne diyor sallallahu aleyhi ve sellem;
El-Mü’minü men eminehü’n-nâs. “Mü’min insanların emin olduğu bir adamdır.”
Herkesin senden emin olduğu, şerrinden emin olduysa herkes senin, sen mü’minsin.
El-Müslimü men selime’l-müslimûne min lisânihî ve yedihî. “Elinden ve dilinden mü’minler ve Müslümanlar ne zaman rahat oluyorlarsa, selamette oluyorlarsa, huzurda oluyorlarsa o zaman Müslümansın, mü’minsin. Buna kimse bir şey demez.”
Ama önüne geleni incitiyor, cebinden parasını alıyor, gırtlağını sıkıp bilmem ne yapıyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor, istediği zamanda da öldürebiliyor; isterse başını secdeden kaldırmasın, ne yapalım!
Onun için bir mü’min, garip geldiği vakitte onun yardımına koşmak Müslümanların hakkıdır. Bu misafir aç kalmayacak. Bunların hepsinin nafakası Müslümanların üzerine borç. Müslümanlar kulakların üzerine yatarlar “Bana ne!” derlerse, elbette bu hakkı Allahu Teâlâ nasıl alır, alır!
Bir tane daha okuyayım;
İzâ eveyte ilâ fırâşike. “Yine yatağına geldiğin vakitte.” Kul bismikellâhümme veda’tü cenbî.
Bak ne güzel kısacık dua!
Veda’tü cenbî tahhir lî kalbî ve tayyib kesbî vağfir zenbî.
Dört tane dua, ne dedi?
Bismikellâhümme. “Bismillah yâ Rabbi!” Veda’tü cenbî. “Şu yanımı ben yatağıma koydum, yattım.” Tahhir lî kalbî. “Yâ Rabbi! Benim kalbimi tâhir eyle, temiz eyle kalbimi, kalbim temiz olsun benim.”
Şimdi yattığım bir saat, dinleneceğim, vücudum nasıl rahatlanacaksa kalbimin de temizliğini senden isterim yâ Rabbi! Ben kalbi temiz olan insanlardan olayım, kimseye zararım olmasın, kimseyi incitmeyeyim. Onun için;
Lâ yenfe’u mâlün ve lâ benûne illâ men etallâhe bi-kalbin selîmin. İşte bu kalbi selimi istiyor; “Yâ Rabbi! Benim kalbimi tâhir et, selim bir kalp olsun, selamette bir kalp olsun; kibiri, gururu, benliği, envâi çeşit hasedi, ucubu, riyası olmasın.”
Halbuki en büyük belalardan birisi de bizim için, biz biraz tahsilimizi yükselttik miydi bir gurur istila eder bizi, bir gurur bir varlık istila eder, bundan sonra olur olmaz kimselere iltifat etmeyiz, selam vermeyiz, sözünü dinlemeyiz, birçok felaketler... Bu en büyük bir yıkımdır! O senin sevmediğin, iltifat etmediğin insan, belki indi ilahiyede senden çok muhterem ve çok sevgilidir.
Senin bildiklerin neden ibaret zaten?
Dünyanın şusundan busundan ibaret bir bilgi, buna ne mağrur oluyorsun, o zekayı sana veren Allah celle ve alâ’ya şükret ki seni mümtaz bir insan yaratmış, binâenaleyh Allahu Teâlâ’nın yarattığı mahlûklara şevkat lazım.
Onun için diyorlar ki İslâm iki şeyden ibarettir; birisi Allah’a ibadet, diğeri mahlûkuna şevkat. Allah’a kulluk, mahlûkuna şevkat... E biraz biz mağrur olduk muydu o şevkat bizim üzerimizden kalkıyor, ondan sonra bir kibir, bir benlik, bir ucup kendimizi istila ediyor, ondan sonra olur olmaz şeylere artık kulak asmıyoruz.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Onun için yatağa girdiğin vakitte de ki;
“Ya Rab! Bana selamet ver, bu bilgiyi sen verdin, varlığı da sen verdin, sıhhatı da sen verdin, şimdi ben de rahatlanıp yatıyorum, sen benim kalbimi temiz et.”
Çünkü kalbin temizliği senin elinde değil. O kalpler Allah’ındır, bütün beşerin kalbi Allahu Teâlâ’nın yedi kudretindedir. Dilediği vakitte böyle yapar, dilediği vakitte böyle yapar. Binâenaleyh;
“Yâ Rab! Benim kalbimi tâhir et, temiz et. Herkesin seveceği bir kul olayım, senin de razı olacağın bir kul olayım.”
Daha bununla beraber, ve tayyib kesbî. “Kazancımı da temiz et yâ Rabbi, tayyib et.”
Tîyb başka, halal başkadır ha! Tîyb başka, bak tayyib diyor burada.
“Kesbimi, kazancımı tayyib et yâ Rabbi”
Tayyib ne?
Kazandığınız, helalden kazandığınız paralar helaldir ama ezân-ı Muhammediye okunmuş, mesela bir misal. Ezân-ı Muhammediye okunduğu vakitte bir müşteri de gelmiş, satarız hakkımızdır ama tîyblikten çıkarız. O zaman diyecek ki;
“Kardeş! Bak ezan okundu, Allah’ın daveti var şimdi, biz oraya gitmekle mükellefiz. Ya bizimle gel veyahut da başka yere git, ben şimdi ibadete gidiyorum.”
Bu ibadetle yapılan kazanç tîybtir. Eğer, yine satarsın, namazı da sonra gelir kılarsın o da caiz, fakat tîyb olmaz, helallikte kalır. Ama burada diyor ki; “Yâ Rabbi! Benim kesbimi tîyb eyle!” diyor.
Çok dikkatli olayım kendime, helalin üstünde bir ihtimam göstereyim. Çünkü vücudumuz yediğimiz yemeğe göre hazırlanır. Helal yiyen insanlardan daima iyi şeyler sudûr eder, iyilikler sudûr eder.
E helali bırakmı, haramla geçinen kullardan?
Onlardan da hayır olmaz. Çünkü o haramlar hayırlara sevk etmez insanları, onun için kazanca çok dikkat etmek lazım.
Daha?
Vağfir zenbî. “Bir de günahlarım da var yâ Rabbi! Onların da mağfiretini senden isterim.” Diyerekten.
Hz. İbn Abbas’ın rivayetidir bu da.
İzâ bâ’astüm ileyye rasûlen. “Cenâb-ı Peygamber’e elçiler geliyor her taraftan, böyle bir elçi bana gönderirken.” Fec’alûhü hasene’l-vechi. “Güzel yüzlüsünü seçin de öyle yollayın bana.”
Dikkat edin ama, Cenâb-ı Peygamber bak ne diyor?
“Bana elçi göndereceksiniz, göndereceğiniz elçilerin arasında gelecek insanların güzel yüzlü olmasını seçin, o güzel yüzlüyü bana yollayın.”
Hasene’l-vechi hasene’l-isim. “Adı da güzel olsun ama. ”
Demirden topraktan olmasın adı, taştan buluttan olmasın, güzel isim olsun; Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin gibi güzel isimlerden olsun.
Burada demişler ki, cemaat toplandı. Eskiden böyle muvazzaf imamlar yoktu tabii, muvazzaf imamlar kim bilir ne zaman tayin edilmiş. Önüne gelen, kendisinde kabiliyet bulunan insanlar geçer namazlarını kıldırırlardı da, şimdi burada diyor ki;
“Hep sülehâdan insanlar, güzel insanlar, akıllı başlı, yaşlı başlı adamlar... Namaz kılınacak, birisinin imam olması lazım, kimin imam olması lazım? Hepsi de fakih, salih adamlar.
O zaman diyor ki.; Fe-ahsenühüm vechen. “İçlerinde güzel yüzlüsü kimse o geçsin namaza.” diyor.
Bu 15’e kadar, 15 tane kadar şart var böyle. O 15 şarttan evvelkisi yüzü güzel…
Hepsinin de yüzü güzel?
O zaman başka şeyler ararız.
Yüzü güzelden maksadımız tenâsübü endâmet sahibi olsun. Tenasübü endâme sahip olan insan.
Onun için yüzü güzellikten murad, tenâsübü endâma sahip insan olsun demektir.
Yine;
İzâ be’asallâhü’l-halâike yevme’l-kıyâmeti.
Yukarıki geçen hadisi tekid olduğu için bunu da okumayı arzu ettim.
“Yine Cenâb-ı Hak kıyamet gününde bu halkı huzurunda topladığı vakitte.” Nâdâ münâdin min tahti’l-arşi selâsete esvâti. “Arşın altından yine üç tane münâdi nida eder üç kere.”
Ne der?
Yâ ma’şera’l-muvahhidîne. “Ey muvahhidîn toplulukları, ey tevhit toplulukları, ey müslümanlar, ey ehli iman!” İnnellâhe kad afâ anküm. “Allah sizi mağfiret eyledi.” Fe’l-ya’fü ba’düküm an ba’adin. “Sizin de bazınızın bazınızda hakları vardır ya, siz de o hakları affedin.”
Yani siz de haklarınızı affedin, Allah da sizi affetti. O zaman işte herkes birbirini affedip inşallah cennete giren kulların arasına dahil edecek. Cümlemizi inşallah etsin.
Allah cümlemizin kusurlarını affetsin. Tevfikât-ı samadâniyesine mazhar eylesin. Sevdiği ve razı olduğu kulların arasına kabul buyursun inşallah.