Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl:
İzâ asbahte fe-kul allâhümme ente rabbî lâ şerike leke. Asbahnâ ve asbaha’l-mülkü lilâhi lâ şerike lehu. Selâse merratin ve izâ emseyte fe-kul: misle zâlike fe-innehünne yükeffirne mâ beynehünne.
İbnü’s-sünnî ve İbnü’n-neccâr Selman radıyallahu anh’ten.
İnsan uykuya yatarken, uykudan kalktığı vakitte, sabaha dahil olduğu vakitte bunları birer şükür, birer hamd lazım. İnsan ölü misalidir, yattık uyuduk, kalkmayabiliriz, uyanamayız. Uyanırsak bazı hastalıklarla dertlerle karşılaşabiliriz de.
Onun için sabaha sağlam olarak elhamdülillah kalktığımız vakitte, hemen işin başına yahut ekmeğin başına oturmamalı. Abdestini alır insan, namazcağızını kılar ve Peygamberimizin öğrettiği bu dualardan da birer parça okur. Hepsinin hakkından gelmek bizim için mümkün değildir. Fakat işte mümkün olanını kitaplarımıza yazdık.
Şimdi burada diyor ki Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem;
“Siz sabaha dahil olduğunuz vakit de hemen işinizin başına koşmayın. Bu kalkışın şükrünü ifa edin, deyiniz ki.” Allâhümme ente rabbî. “Elhamdülillah sen benim rabbimsin yâ Rab.”
Rabb, mürebbi, yetiştiren, kemale ulaştıran, her şeyin kendisine lazım olan kuvvet ve kudretini veren.
Ufacık bir sinek, ufacık bir mikrop, gözümüzle göremediğimiz halde, onları da yetiştiren Allah. Bu şeyler de yaşamaya çalışıyor. İnsanın da kemâle gelişine kadar çok zaman lazım. Bu kemâle geliş bittikten sonra yine kemalin sonu olmaz.
Kemâlin sonu olmaz. Bir şey tamam olur, biter, “Ha bu oldu.” ama kemal?
Kemâle hudut yok. Binâenaleyh insanın kemâli müşküldür. Müşkül olunca kısmet dahilinde.
Allâhümme ente rabbî. “Evvela senin hâlıkını bil ve ona de ki, ‘Sen benim rabbimsin. Ben senin verdiğin kuvvet ve kudret sayesinde elhamdülillah müslümanığı da öğrendim. Öğrettirdin bana ve müslümancasına yattım elhamdülillah kaldırdın beni sağ olarak, afiyet üzerine dertsiz, kedersiz olaraktan.’” Lâ şerîke leke. “Sen birsin, Senin hiçbir ortağın yoktur, yardımcın yoktur, soracağın istişare edeceğin kimsen yoktur. Bütün kuvvet, kudret senin yedindendir.” Asbahnâ. “Biz de elhamdülillah sabaha dahiliz. Uyandık, sıhhat afiyetimiz yerinde.” Ve asbaha’l-mülkü lilâhi lâ şerike lehu. “Bizimle beraber bu mülkün sahibi de sensin rabbi’l-alemin. Onlar da böyle sabahladılar.” Lâ şerike lehû selâse merratin. “Üç defa bunu tekrarla.”
Asbahnâ ve asbaha’l-mülkü lilâhi lâ şerike lehu.
“Bunu öğren ve de. Dedikten sonra.” Ve izâ emseyte. “Akşam oldu tabi.”
Sabah bitti akşam geldi. Akşam üstü de bunu tekrarla. Esbehnâ yerine emseynâ diyecek. “Yâ Rabbi! Bizi akşama dahil ettin, sıhhat afiyet verdin, günümüzü geçirdik iman ile, İslâm ile elhamdülillah.”
Şimdi akşam oldu aydınlıklar gitti, karanlıklar geldi. E bu mülkün sahibi sensin. Senin şerîkin, nazîrin yoktur. Kudretin sayesinde hepsi böyle oluyor.
“Bunu böyle sabah akşam derse.” Fe-innehünne yükeffirne mâ beynehünne.
Sabahtan akşama kadar hatadan da sâlim değiliz bazı kusurlar yapmışızdır.
“İşte bu iki duanın arasında bu kusurlar erir gider.”
Erir gider, onun için bunları öğrenmeye gayret etmek lazımdır.
İze’stahabe racülâni. “İki kişi sohbet ettiler.”
Sohbet ettiler, görüşüyorlar, konuşuyorlar, muhabbet ettiler, derken ayrıldılar.
Racülâni müslimâni. “İkisi de müslüman kişiler.” Fe-hâle beynehümâ şecarun ev mederun ev hacerun. “Aralarına bir ağaç geldi, yahut bir kum yığını geldi, yahut bir dere parçası geldi birbirini göremediler.”
Derken karşılaştılar yine. O ağaçtan geçtiler karşıya geçtiler, kumu geçtiler.
Fe’l-yüsellim ehadühümâ ale’l-âhari. “Şimdi yine birbirlerine selam versinler.”
“Hani biz evvelce selam verdik, ayrıldık. E şimdi ne olacak?” deme. Yine selamı ver.
Ve yetebâzelu’s-selâme. “Selamı bollaştırın. Bollaştırın, çok verin.”
Niçin?
Parasız pulsuz bir dua: “Allah seni selamette kılsın, afiyetti kılsın, dertsiz belasız kılsın. Cenab-ı Hak nasıl afâtlardan salim, sen de böyle selametli olasın.”
Selametin mânası çok geniş. Çok geniş yani aylarca selametin mânası hakkında söz söylense bitmez. Kur’ân-ı Azimüşşân selamlarla dolu. Binâenaleyh siz de o selamı bol bol verin.
Günaydın bir mâna ifade etmez. Selamı da yok, günün aydın olsun. Pek güzel. Ama Allah'ın selâmı ismullahtandır, esmâ-i hüsnadandır. Onun ismini anaraktan, “Yâ Rab! Esselamu Aleyküm.”
Nasıl camilerin kapılarına da yazılır.
Cennete girerken de; Esselamu aleyküm fedhulühâ hâlidîn diye girilecek.
Onun için selamı ne kadar bol ederseniz her bir selamda 10, 20, 30, 40, 50, 100 sevaplar var.
Beyhakî Ebü’d-Derdâ hazretlerinden rivayet ediyor.
İzâ etâka’l-ğulâmü. Çocuk yetişiyor, o yetiştiği vakitte ona, “Hadi oğlum sen de oruç tutacaksın beraber bakalım.” dedik.
İzâ etâka’l-ğulâmü sıyâme selâseti eyyâmin. “Üç gün oruç tutabilirse bu çocuk birbiri üzerine.”
Üç gün tutarsa, mütetâbiâtin. Birbiri arkasına, bitişik; bir başında bir ortasında bir sonunda değil. Bir, iki, üçüncü günleri oruç tutabilirse;
Fe-kad vecebe aleyhi savmu şehri ramadâne. “Ona Ramazan ayında tutmak vacip olur.”
Üç gün tutabildi mi ona artık Ramazan ayında tutmak vacip olur demiş.
Burada çocuğun şeklini de tarif ederken, diş değiştirmesi var ya çocuklarda. Çocukluk dişleri gidip büyüklük dişleri geldi. Artık çocuğun güce yetiştiği oradan anlaşılırmış.
Şimdi bakınız yine Cenâb-ı Peygamber bize buyuruyor;
İza’dtacea ehadüküm alâ cenbihi’l-eymâni. “Uykumuz geldi, sağ tarafımıza yattık.”
Yattıktan sonra hemen uyumaya bakma!
Sümme kâle allâhümme innî eslemtü nefsî ileyke. “De ki: Yâ Rabbi! Ben şimdi bu nefsimi, canımı sana teslim ediyorum.”
Uykum gelecek uyuyacağım gidecek, kendimden haberim olmayacak. Teslim ettim sana.
Ve veccehtü vechî ileyke. “Kastım sensin.”
Dinleneyim, rahatlayım, vücudum kuvvet kesilsin, sabahleyin kalkınca da yine senin emirlerini yapayım yâ Rabbi.
Ve elce’tü zahrî ileyke. “Arkamı da başkasına değil sana dayadım.”
Hani insanlar birbirlerinden destek alırlar da, “Benim filan ağam var, o varken bana bir şey olmaz.” derler. Yoo, ancak Allah'a dayan. Dayanacaksan Allah'a dayan.
Ve fevvadtü emrî ileyke. “Ya Rabbim! Bütün işlerimi sana terk ettim.”
Bütün işlerimi sana terk ettim. Senin himayene girdim ben. Senin kuvvetinin altına girdim. Sen kabul et beni sen himaye eyle. Sen muhafaza et ben işlerimi sana devrettim.
Lâ melcee minke illâ ileyke. “Başkasına dayanacak ne var ki!”
Hep dayandıklarımız çürüktür. Hep dayandıklarımız fanidir, bunlar nasıl bırakıp gitti iseler biz bu fani olanlara dayanacağımızdan bakî olan Allah'a dayanmak elbette daha evlâ. Faniye ne kadar dayansan o birgün ölecek sen de onunla beraber gideceksin, kıymeti yok. Ama Allah'a dayanırsan Allah seni hiç ihmal etmez, daim muhafaza eder.
Lâ melcee minke illâ ileyke. Bizim öğrendiğimiz duaların içerisinde çeşitli dualar var. Bu kısasını söylemiş.
Ûminü bi-kitâbike. “Yâ Rab! Ben senin gönderdiğin kitaba iman ettim.”
Kur'ân-ı Azîmüşşân’a imanım var.
Ve bi-rasûlike. “Senin gönderdiğin resûle de iman ediyorum.”
Kitabına da iman ettim, resûle de iman ettim. Şimdi sana dayanaraktan ve bütün işlerimi sana bırakaraktan senin rızanı da kastederekten uykuya yatıyorum.
Fe-in mâte min leyletihi. “Eh, ecel geldi öldü.” Dehale’l-cennete.
Kısa bir duadır ama bak ne kadar mühim bir şey.
Ravileri Tirmizi, Ebû Yâlâ, Taberanî ve Ziyâ el-Makdisî hazretleri Râfi hazretlerinden rivayet etmişler.
İza’dturirtüm ileyhâ.
Bir yere gittik yemek pişireceğiz, kabımız yok. Bir müracaat ettik kabını aldık, bir tencere ver bize dedik hemen ateşin üzerine oturtturma.
Fe’ğsilûhâ bi’l-mâi. “Evvela onu güzelce bir yıka.”
Onun onun yıkamasına itibar etme, sen onu güzelce yıka.
Bi’l-mâi. “Suyla.” Ve’tbuhû fîhâ. “Ondan sonra pişireceğini onda pişir.”
İşte insanlar bugün hep yemeğe çok önem vermişlerdir. Öğlen yemeğimiz geçmesin diye herkes öğlen üstü karınlarını doyurmak için aşçı dükkanlarına dolarlar.
Zaten bir öğünün insana kafi olduğunu bugün herkes teslim etmiştir. Ya sabahleyin ya akşam üstü karnını güzelce doyurunca öğle yemeğine ihtiyaç kalmaz. Onu bir iki lokma ile, bir simitle, bir pastacıkla atlatabilirsin. Hatta simite bile ihtiyaç yok.
Onun için muztar, yani ihtiyarlık, rahatsızlık dolayısıyla, takatsizlik nispeti ile yemek ihtiyacı olursa bu şekilde yiyin.
İzâ edalle ehadüküm şey’en. “Sizin biriniz bir şeyinizi kaybetti.”
Atını kaybetti, malını kaybetti, etti.
Ev erâde ehadüküm ğavsen. “Yahut bir yardım istiyor.”
Bir şeysini kaybetti yahut bir yardıma ihtiyacı var.
Ve hüve bi-ardin leyse bihâ enîsün. “Halbuki kendisi bir çöldedir ki, bir çöl ki kendisine yardım edecek kimse yok.”
Kendisine yardım edecek kimse yok, muztar kalmış, aciz bir halde. Böyle bir yerde bulunduğunuz vakitte gerek kaybınızı gerek imdat istediğiniz vakitte deyiniz ki;
Fe’l-yekul: yâ ibâdallâhi “Bağır böyle, ‘Ey Allah'ın kulları!’ de.”
Ama kimse yok ki ortada, çöl bu?
“Sen de bunu!”
Eğîsûnî yâ ibâdallâhi eînûnî. “Yüksek bir sesle, ‘Ey Allah'ın kulları!’ Yetişin benim imdadıma.”
Eğîsûnî yâ ibâdallâhi eînûnî de, iki defa üç defa böyle bağır. Ha bak!
Fe-innallâhe ibâden. “Çünkü Allah'ın öyle kulları vardır ki görülmez ve bilinmez öyle kulları vardır ki.” Lâ yerâhüm. “Sen onları görmezsin.”
Sen böyle deyince onlar senin imdadına yetişir.
İzâ a’tallâhu ehadeküm hayran.
Bak, hayran diyor. Hayrın tevili mal.
“Cenâb-ı Hak sizin birinize bir mal verdi.”
Kazandınız yahut ummadığınız taraflardan geldi elinize bir mal. Hayran tabiriyle, hayır tabiriyle.
Ve innehu li-hubbi’l- hayri le-şedîd.
Li-hubbi’l-hayri. “Mala şiddetli hırsı var insanın.”
Burada hayır, mal. O mala hırsından dolayı, burada da sana böyle bir hayır verildiği vakitte yani bir mal verildiği vakitte.
Fe’l-yebde’ bi-nefsihi. “Evvela kendin o maldan istifade et.”
Verilen maldan kendin istifade et. Ye, ne yapacaksan yap.
Ve ehli beytihi. “Çoluğuna çocuğuna yedir.”
Sonra mümkün olursa başkalarına da yedirirsin. Ama evvela kendine, sonra ehline, sonra da başkalarına da verebilirsin.
Ahmed b. Hanbel'in, Müslim'in ve Taberanî’nin Hz. Câbir b. Semüre’den rivayeti.
İzâ ü’tıye ehadükümü’r-rayhâne.
Bazı kokular ikram ederler bizlere ya.
İzâ ü’tıye ehadükümü’r-rayhâne. “Bu kokular size ikram olunduğu vakitte.” Fe-lâ yeruddehu. “Ben istemem deme. Kokuyu reddetme.” Fe-innehu harace mine’l-cenneti. “O kokular cennetten gelmiştir.”
Yani teşbihen kokunun aslı ordan gelmedir. İnsan aldı mı bazı adam sevmez, dokunuyor kalbime der, bir şey der. Halbuki onu terk etmemek lazım.
İzâ a’yâ ehadüküm.
Ekseriyetle kara yollarında yürüyen insanlar bir müddet yürüdükten sonra bir ağırlık gelir kendilerine, yorgunluk gelir.
“Bu yorgunluk geldiği vakitte.” Fe’l-yühervil. “O zaman süratle şöyle bir hacda yaptığımız gibi bir koşuş yapsın.”
Yarım koşuş yani bütün koşuş değil de şöyle hoplayıp filan biraz koşsun.
Fe-innehu yüzhibü’l-a'yâ. “Bu, ondaki o yorgunluğu giderir.”
Bundan sonra yeniden bir kuvvet gelir kendisine. Yeniden yürümeye başlar.
İzâ efâde ehadükümü’mraeten. “Bir hayvan satın aldık.”
Araba da bunun içerisine dahil olur zannedersem.
Fe’l-ye’hüz bi-nâsiyetihâ. “Onun alnından yapışsın.”
Hayvansa saçından,
Ve’l-yed’u bi’l-beraketi. “Ona hayırlı dua et bereketle dua et.”
İnekse mesela sütünü bol et de, bir zarar yapmasın, tepmesin, süsmesin. Bereketle dua et.
Ve’l-yekul. “De ki.” Allâhümme innî es’elüke min hayrihâ. “Yâ Rab! Ben bu hayvanın hayırlı şeylerini senden isterim.”
Sütü bol olsun yağı bol olsun şusu bol olsun. Kimseye eziyet etmesin.
Ve hayri mâ cübilet aleyhi. “Bunun cibilliyetindeki bütün hayırları senden isterim.”
Gerek insandan gerek hayvandan bunun hayırlarını bana ihsan et.
Bunun hayrını ver yâ Rabbi! Kötülükleri kendinde kalsın yahut bunun kötülüklerini sen ört, at bundan, o kötülükler çıkmasın dışarıya. Kendinde kalsın.
Ve eûzü bi-ke min şerrihâ ve şerri mâ cübilet aleyhi. “Bunun şerrinden de sana sığınırım yâ Rabbi!”
Hayvan insan ne olursa olsun, bu insanda var o cibiliyetler çünkü.
İnsanın kemali ancak nefsinin ıslahı ile olur. Nefsin ıslahı da mümkün değildir, insan ölmedikçe. Yani ölmedikçe nefsin elinden kurtulamaz insan. Onun kemale ulaşması da çok nadir kimselere nasip olur. Onun için birbirimize kusur buluruz. Bu ayıp şey.
Kemâlât ancak Allah'a mahsustur. Allah'tan gayrı hepimiz noksanız Veli de olsa onun da noksanlığı vardır. Kemale ulaşmakla onun artık bütün kusurları bitmiş değildir yani. Bütün kusurları bitmiş, kusursuz bir Allah'tır yani.
Onun için Cenâb-ı Peygambere de;
İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ. Li yağfira lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhara ve yütimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ , bütün günahları mağfiret olunduğu halde yine de ve’stağfiru buyrulmuş ona. “İstiğfar et!” Peygamberden daha büyük insan olmaz ya. Ona bile istiğfarı Cenâb-ı Hak emrediyor. Binâenaleyh biz de istiğfarla şeyiz.
Binâenaleyh insanda iyilik de vardır kötülük de vardır. İyiliğini isteriz kötülükten de ona sığınırız. Yâ Rabbi! Sen bunun kötülüklerini bize ulaştırma. Kötülüğü kendinde kalsın, şöyle olsun böyle olsun, isteriz.
Ve in kâne beîran. “Deve aldık.”
Fe’l-ye’hüz bi-zirveti senâmihi.
Onun da ortasında, belinin ortasında yüksek yeri var ya, senam diyorlar oraya.
“Orasından tutsun böylece dua etsin.”
“Yâ Rabbi! Bu devenin hayrını isterim şerrinden de sana sığınırım.
Allah inşallah hayırlarını nasip eder şerlerinden de bizi muhafaza eder.
Allah kusurlarımızı affetsin. Cümlemize tevkifatı samadaniyesine mazhar buyursun. Sevdiği ve razı olduğu kullarının arasına cümlemizi kabul etsin.
Lillahi’l-Fâtiha.