El-Hamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben müberaken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmâin ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'dü;
Fe-kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem.
Evvelü men yüd’a ilel cenneti yevmel kıyameh elhammadûn. Ellezîne yahmedûnallahi alel serrâi ve’d-darrâ’
Bu hadîs-i şerîf, kaynaklarda İbn Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet olunmuş kaynaklarda.
Efendimiz müjdeliyor ki, bildiriyor ki;
“Kıyamet gününde cennete ilk çağrılacak olanlar; ‘Buyurun, cennete girin.’ diye ilk çağrılacak olanlar hamd edicilerdir, Cenâb-ı Hakk’a hamd edicilerdir.”
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ
Ellezîne yünfikûne fi’s-serrâi ve’d-darrâ’. [1] “Sevinçli zamanlarında
Allah’a hamd eden, zarara uğradıkları meşakkatli, sıkıntılı zamanlarında da Allah’a hamd edenlerdir.”
“Çok şükür verdiğin nimetlere yâ Rabbi!”
Bak işte senin işin bozulmuş, şöyle olmuş, böyle olmuş, şu dert, bu dert... Elhamdûlillah...
Nimete şükredilir de Müslüman, kötü bir durumda da yine hamd eder.
Hamd ne demek?
“Övgü Allah’adır, her işi övülmeye layıktır.”
Eh, öyle takdir eylemiş.
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn. [2]
Hamd edenler... Cennete ilk önce onlar girecek.
Onun için Cenâb-ı Hakk bizi hammâdlar’an eylesin.
Hammad ne demek?
“Hamdi çok yapanlar” demek.
Hâmid olursa, -bazen isim Hâmid olur- “hamd eden” demek.
Hammad olursa “çok çok çok hamd eden, hamdi meslek edinmiş olan” demek, “artık işi gücü hamd olmuş” demek. Allah bizi hammadlar’dan eylesin.
Üçüncü hadîs-i şerîf:
أَوَّلُ مَنْ عَانَقَ إِبْرَاهِيمُ، وَكَانَ قَبْلَ السُّجُودِ يَسْجُدُ هٰذَا لِهٰذَا، وَهٰذَا لِهٰذَا؛ فَجَاءَ الْإِسْلَامُ بِالْـمُصَافَحَةِ
Evvelü men âneka İbrâhîmü ve kâne kable’s-sücûdi yescüdü hâzâ li hâzâ ve hâzâ li hâzâ fe-ceale’l-İslâmü bi’l-musâfehah.
İlk defa kardeşini kucaklayıp da selamlaşan, muânaka yapan, boynuna sarılarak selamlama âdetini ilk yapan İbrahim aleyhisselam’dır. Ondan evvel birisi ötekisiyle karşılaştığı zaman;o, ona secde ederdi, o ona secde ederdi; hürmeti öyle gösterirlerdi.
İbrahim aleyhisselam o secdeyi uygun görmemiş. İşte “canım kardeşim” diye boynuna sarılmayı ilk defa o yapmış.
Fe-ceale İslâmü bi’l-musâfahah. “İslâm da musâfahayı getirmiş.”
“es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah, nasılsın kardeşim?”
El sıkışma, musâfaha.
Ama böyle değil de böyle. Parmaklar aşağı doğru değil, yukarı doğru. Böyle tutuluyor İslâm’da. İki elle tutuluyor. Böyle değil, böyle oluyor.
İslâm’da kadınlarla musâfaha yok, Peygamber Efendimiz musâfaha etmemiş. Onun için kadınlarla musâfaha edilmiyor.
“İslâm musâfahayı getirmiştir.” diyor.
Tabi İslâm, selâmı da getirmiştir.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah, selamlaşmanın en güzeli. En güzel temenni, en güzel dilek, en güzel istek; onun dünya ve âhirette selamette olması, cennete girmesi, darü’s-selâm olan cennete girmesi.
Allahu Teâlâ hazretleri her davranışımızı da İslâm’a uygun yapmaya bizi muvaffak eylesin, İslâmî âdeti uygulamayı, İslâmî olmayan âdetleri bırakmayı nasip eylesin.
إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ خَلَقَ الدُّنْيَا مُنْذُ خَلَقَهَا، فَلَمْ يَنْظُرْ إِلَيْهَا بَعْدُ، إِلَّا مَكَانَ الْـمُتَعَبِّدِينَ مِنْهَا، وَلَيْسَ بِنَاظِرٍ إِلَيْهَا إِلَى يَوْمِ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ، وَيَأْذَنُ فِي هَلَاكِهَا مَقْتًا بِهَا، وَلَمْ يُؤْثِرْهَا عَلَى الْآخِرَةِ
İnna’llâhe azze ve celle halaka’d-dünyâ münzü halkıhâ fe lem yenzur ileyhâ ba’dü illâ bi mekane’l-müteabbidîne minhâ ve leyse bi nâzırin ileyhâ ilâ yevmi yünfehu fi’s-sûri ve ye’zenü fî helâkihâ makten bihâ ve lem yü’sirhâ ale’l-âhireh.
Bu hadîs-i şerîfi, İbn Asâkir kaydetmiş. Râvisi Ebû Hüreyre radıyallahu anh. Peygamber Efendimiz’den o duymuş, naklediyor.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
İnna’llâhe azze ve celle. “Çok azîz ve celîl olan Allahu Teâlâ hazretleri.”
Halaka’d-dünyâ. “Dünyayı yarattı.” Münzü halkıhâ. “Yarattığı zamandan beri.” Fe lem yenzur ileyhâ. “Dünyaya nazar eylemedi.”
Cenâb-ı Hakk her şeyi görücüdür.
Bimâ ta’melûne basîr.
Her şeyi görür, her şeyi bilir.
“Allah, dünyaya bakmadı.” demekten murat, “Rahmet nazarıyla, severek nazar eylemedi.” demek.
Dünyanın kıymeti yok. Allah dünyayı sevmiyor. Ba’dü. O yarattığı zamandan beri...
“Dünyayı yarattı ama Cenâb-ı Hakk dünyaya nazar eylemedi, nazar buyurmadı, teveccüh nazarıyla nazar buyurmadı.”
İllâ bi mekâne’l-müteabbidîne minhâ. “Ancak içinde âbid kullarının ibadet ettikleri mekânlar hariç.”
Allah oraları seviyor. İbadet yerlerini, kulların ibadet için toplandığı yerleri seviyor, oraya rahmet nazarıyla nazar ediyor. Ama başka bir yere sevgi gözüyle, değer vererek, rahmet nazarıyla bakıp teveccüh eylemiyor.
Ve leyse bi nâzırin ileyhâ ilâ yevmi yünfehu fi’s-sûr. “Sûr’a üfürüleceği zamana kadar da yine öyle dünyaya rahmet nazarıyla bakacak değildir.”
Sûr’a üfürülme neyin alametidir?
“Kıyametin kopması” alametidir.
İsrafil aleyhisselam sûr’a üfürdüğü zaman, kıyamet kopmaya başlayacaktır.
“Dünyanın yaratıldığı zamandan, kıyametin kopacağı zamana kadar, Allahu Teâlâ hazretleri dünyaya, teveccüh nazarıyla nazar eylememiştir. Dünyanın kıymeti olmadığından, sevimli bir tarafı olmadığından, değeri olmadığından... Ama ibadet yerleri müstesna; oraları seviyor. Mekke, Mescid-i Haram, Kâbe-i Müşerrefe, Medine-i Münevvere, Kuds-ü Şerîf, Mescid-i Aksâ, mescitler, ibadet yerleri hariç.”
Tabi kendisine ibadet edilen yerler, putlara ibadet edilen yerler değil.
Ye’zenü fî helâkihâ makten bihâ. “Ona olan kızgınlığından dolayı, onun helâkine de izin verecektir.”
Cenâb-ı Hakk dünyayı sevmediğinden, kıyamet kopup da dünyanın mahvolmasına da izin verecektir. Çünkü bu dünya, kulları Cenâb-ı Hakk’ın yolundan alıkoyuyor, aldatıyor, saptırıyor. Dünyayı seviyorlar, Allah’ın yoluna gitmiyorlar, dünyalık için birbirlerine zulmediyorlar, dünyalık için savaş ediyorlar, dünyalık için kalp kırıyorlar, neler yapıyorlar…
Onun için kızgınlığından, gazabından dolayı; helâkını da emredecek, “Helâk olsun bu dünya! Helâk edin, ey meleklerim!” diyecek ve kıyamet kopacak, dünya helâk olacak.
Ve lem yû’sirhâ ale’l-âhireh. “Ve Allah dünyayı âhirete, âhiretin yanında, karşısında değer vererek tercih de etmedi.”
Hiçbir zaman tercih etmedi ve etmeyecek. Dünyanın bir değeri yok. Dünyanın Allah indinde bir hoş tarafı yok.
O halde ne oluyor?
Mü’min olan, dünyaya aldanmaz. Mü’min olan, dünyaya kapılıp âhireti unutmaz. Mü’min olan dünyayı tercih edip âhiretini mahvetmez. Mü’min olan hubb u dünyaya kapılıp, hubb u sivâya kapılıp, Allah sevgisinden mahrum kalmaz.
Mü’min olan; kalbine dünya sevgisini doldurup da kendisini, Allah’ın kızdığı bir kul durumuna düşürmez. Dünyaya karşı zühd sahibi olur, metelik vermez, aldırmaz. “Dünya geçici. Ne kıymeti var?” der, zühd sahibi olur. İbadetine bakar, âhiretini kazanmaya bakar, Allah’ın rızasını kazanmaya bakar.
Malı vermek gerekiyorsa Allah yolunda verir. Canı vermek gerekiyorsa; Cenâb-ı Hakk’ın uğrunda fî sebîlillah canını feda eder, hayatına son verecek bir işe seve seve koyulur.
Allahu Teâlâ hazretleri bu gerçeği iyi anlayıp da buradayken âhireti kazanmayı bizlere nasip eylesin. Tabi kolay değil. Çünkü dünya süslüdür, dünya süslenmiştir, dünya bir tuzaktır; tuzağı bilmeyenler düşerler.
Dünya, aldatıcı bir tuzaktır ve başarılı bir baştan çıkarıcıdır. Çünkü Hz. Âdem atamızın zamanından bu zamana kadar nice insanları baştan çıkartmayı başarmıştır.
Hatta Hz. Âdem’in oğulları bile birbirleri ile kavga etmişlerdir. Birisi ötekisini öldürmüştür, katil olmuştur.
Onun için bu acayip gerçeği, ilk başta çok şaşırtıcı olan gerçeği iyi anlamamız lazım. Bunu sahabe-i kirâm anlamıştır, selef-i sâlihînimiz anlamıştır, hakiki ârif kullar anlamıştır.
Anlamayan; “Hadi ya, olur mu öyle şey? Ben bu dünyaya bir defa geldim. Benim burada ne kadar mümkünse; o kadar zevk etmem, sefa sürmem lazım.” der, “Şu ölümlü dünyada vur patlasın çal oynasın.” der, “Ölmeden evvel ne yaparsam yapayım.” diye düşünür.
Bu da bir hayat görüşü, bu da bir felsefe. Böyle düşünenler de var. “Ye iç, yan gel, keyfine bak” diyenler var. “İçkiyi getir; çalsın sazlar oynasın kızlar” diyenler var.
Yok değil; bunlar da gerçek. Onları da ondan vazgeçiremiyorsun.
“Bırak içkiyi!”
Bırakamıyor.
“Gitme, şu kadının peşine!”
Bırakamıyor.
“Yapma şu işi, kumarı bırak.”
Bırakamıyor.
Onların da zevki var, onların da bir çeşit zevki var ve aldanıyorlar. Birçok insan bu zevklere takılıyor ve kendisini yenemiyor, kendisinin ona olan meylini yenemiyor.
Bazısı da inanmadığı için; “hadi ya!” diyor, “İnsan öldükten sonra dirilir mi?”
Eline kemiği almış, Peygamber Efendimiz’in karşısına geçmiş, kemiği ufalamış:
“Bu kemik böyle kum olduktan sonra mı Allah bu kemiği diriltecek?” diyor.
Böyle inkâr edenler de var. Bu devirde de öyle.
Amma işin doğrusu, bu dâr-ı dünya, bir fâni dünyadır. Bu dünyaya değer vermeye değmez. Gözünü aç, Allah’ın rızasını kazanmaya çalış, âhiretine hazırlan, cenneti elinden kaçırma.
Doğrusu budur ama çok kimse cenneti kaçırıyor, çok kimse güle oynaya cehenneme gidiyor.
Allah bizi, çoluk çocuğumuzu ve sevdiklerimizi şaşırtmasın, şaşıranları doğru yola sevk eylesin, tevfîkini refik eylesin, hidayet ihsan eylesin.
Allah’ın sevmediği bir şey bu ama insanlar seviyorlar. Çünkü dünya boyalı boyalı, aldatıyor.. Dünyayı eski şairler bir koca karıya benzetmişler.
Neden?
Köhne dünya da ondan. Kaç bin seneden beri… Yaşlı dünya…
Amma öyle bir boya çalmış ki yüzüne; pudraları sürmüş, üstüne allıkları sürmüş, gözünün etrafını kalemlerle boyamış, kaşlarını boyamış, kirpiklerini kıvırmış, saçlarını taramış, giyinmiş, donanmış; uzaktan bakan bebek gibi görüyor, "Aman şunun güzelliğine bak..." peşine takılıyor. "Koca karı bu! Düşme bunun peşine! Kaç bin yıllık bu… Sen bunun boyalı olduğuna bakma; bu bir yüzünü yıkadı mı, boyaları gitti mi altından Fettan, hilekâr, aldatıcı, boyalı, vefasız bir koca karı .
Çünkü vefasız; aldatıyor, ona gönül verenleri bırakıyor, başkasını aldatıyor, kendisine bağlıyor, onu da bırakıyor.
Kime yâr oldu bu fâni dünya? Bu köhne dünya şimdiye kadar kime yâr olmuş?
Hiç kimseye yâr olmamış; yoldan çıkartmış, aldatmış, ondan sonra yüzüstü bırakıp gitmiş. "Ben senin için her türlü fedakârlığı yaptım, peşinden geldim." Hiç aldırdığı yok. Firavunlar, Nemrudlar, Karunlar...
Karun ki hazinelerinin kapılarının anahtarlarını bir grup insan taşırmış, bir insan taşıyamazmış. Hazineleri bak; ne oldu?
ḣasefnâ bihi vebidârihi-l-arda. [3]
Onu da, sarayını da Cenâb-ı Hak yerin dibine geçirdi.
Koca saray yerin dibine geçer mi?
Öyle bir geçer ki...
İşte Gölcük; deniz kenarında askerî masrafla yapılmış betonarme bina nasıl göçtü Apartmanlar? Nasıl suyun altına geçti? Suyun altında, nasıl resimlerini görüyoruz? Şu sokak bu sokak diyor, levha suyun altında... Ne sokağı... Nasıl geçti yerin altına?
Lût kavmini Cenâb-ı Hak, nasıl helâk etti?
Olur.
Dünya hiç kimseye de vefa göstermemiştir, herkesi de aldatmıştır, hâlâ da aldatıyor; hem de ihtiyar, amma boyalı olduğu için uzaktan bakan onu güzel, genç sanıyor. Genç değil, ihtiyar, buruşuk, köhne; amma aldatıyor.
İkinci hadîs-i şerîf:
İnna'llâhe azze ve celle kâle: "Çok aziz ve pek celil olan Allahu Teâlâ hazretleri buyurdu ki." diyor Peygamber Efendimiz.
İnnâ enzelne'l-mâle li-ikâmi's-salâti ve îtâi'z-zekâti. "Ben Azîmüşşan malı yeryüzüne namazlar kılınsın, zekâtlar verilsin diye indirdim."
"İnsanlara malı ondan verdim. Dinî görevler yapılsın diye verdim. Amma insanlar böyle yapmıyorlar, malı yerine sarf etmiyorlar."
Velev kâne li'bni Âdeme vâdin. "Eğer şu âdemoğlu için bir vadi olsaydı..."
Le-ehabbe en yekûne lehû sânin. "İkinci bir vadisi olmasını isterdi."
Velev kâne lehû vâdiyâni. "İki vadisi olsaydı..."
Le-ehabbe en yekûne 's-sâliseti. "Bunlara üçüncü bir vadinin eklenmesini isterdi, temenni ederdi."
Ve lâ yemleu cevfe'bni Âdeme ille't-turâbu. "Bu âdemoğlunun gözünü, içini, karnını topraktan başka bir şey doyuramaz, dolduramaz."
Çünkü bir vadisi olsa öteki vadiyi ister, iki tane vadisi olsa üçüncüyü ister.
Başka bir hadîs-i şerîfe göre de; "Bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi dolusu altın ister." diye geçiyor.
Bir vadiyi düşünün; akıp giden bir geniş nehir, etrafı yeşillikleriyle, yamaçlarıyla uçsuz bucaksız uzayıp gidiyor. Arazi de demek olur.
Lev kâne li'bni Âdeme vâdiyâni min zehebin. Altın ile dolu, iki vadisi olsa…"
Lebteğâ ileyhime's-sâlise. "Üçüncüyü biriktirmeye uğraşır."
"Ve âdemoğlunun gözünü, gönlünü, -cevfe'bni Âdem, cevf "iç" demek- içini…" İlle't-turâb. "Ancak toprak doldurur."
Gözünü ancak, toprak doldurur. Gözü başka türlü doymaz. Ne kadar gelse, "daha gelsin" der.
Sümme yetûbu'llâhu alâ men tâbe. "Allah, dilediğine teveccüh buyurur. Allahu Teâlâ hazretleri dilediğine; tevbe nasip eyler, onu iyi kul eder."
Yoksa ötekiler; maldan mülkten uğraşırken vadeleri yeter, ömürleri biter, Azrail gelir canını alır, götürür. Tevbe nasip olmaz. "O vadi senin bu vadi benim... Kazanacağım da kazanacağım da kazanacağım… Biriktireceğim de biriktireceğim de biriktireceğim… Altınlarımı odalara dolduracağım, anahtarlarını adamlarım taşıyacak..." derken yerin dibine batar.
Ne yapmak lazım?
Aldanmamak lazım. Görevleri yapmak lazım.
Allahu Teâlâ hazretleri bu malı insanlara, ibadet için ihsan etmiş. Namazı kılsınlar, zekâtı versinler, hayrı hasenâtı yapsınlar, Allah'a iyi kul olsunlar diye bu mal bir vasıtadır. Oyalayıcı bir oyuncak. Akıllı olan onu Allah yoluna sarf eder, akıllı olmayan biriktirmeye kalkar.
Mal da yalan, mülk de yalan.
İster apartman olsun, ister tarla olsun, ister para olsun, ister altın gümüş olsun; hepsi yalan. Amma insanları oyalıyor. Hadi var biraz da sen oyalan…
Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.
Yunus Emre kısaca söyleyivermiş. Mal da yalan mülk de yalan. Yalan dünya…
Evliyâullah ilahilerde az mı söylemiş; "Yalan dünyasın, yalan dünyasın, evliyâullahı alan dünyasın..." diye.
Parayı Allah vermişse "Ben bu parayla ne vazife yapmalıyım?
Âhiretime yarar neler yapabilirim?" diye insanın onu yapmaya çalışması lazım.
Malla ne yapılır?
Malla sadaka verilir. Fakirlerin duası alınır. Açlar doyurulur. Çıplaklar giydirilir. Yetimler gözetilir. Dullar gözetilir. Mektepler yapılır. Camiler yapılır. Kur'an öğretecek yerler, dâru'l-Kur'anlar yapılır. Cihat yapılır. Mal; İslâm'ın yayılması uğruna harcanır, sarf edilir, silah alınır, asker tutulur, ordu kurulur, İslâm korunur. Bunlara para sarf edilmediği zaman İslâm zayıf kalır, düşmanlar gelir, İslâm ülkelerini istila ederler, müslümanları esir ederler, kadınları kızları perişan ederler, evleri barkları yıkarlar, adamlara işkence ederler, iğdiş ederler, hadım ederler, kulağını keserler, burnunu keserler, her şeyi yaparlar. Çünkü insafı yok, imanı yok.
Allahu Teâlâ hazretleri, hayırlı helal mal versin. Malla yapılacak vazifeleri göstersin. Gereken görevleri yapmayı nasip etsin. Rızasını kazanmayı, sevapları almayı nasip etsin. Vefatımızdan sonra da sevap kazanacak eserleri arkada bırakmayı nasip etsin. Hayır duayla, anılmamızı nasip eylesin. Cennetiyle cemâliyle, cümlemizi müşerref eylesin.
Allah bizi gaflet uykusundan uyandırsın, malımızla canımızla İslâm’a güzel hizmet etmeyi nasip eylesin. Cennetiyle cemaliyle cümlenizi müşerref eylesin. Fırsatı kaçırtmasın, şeytana aldananlardan etmesin, allı pullu dünyaya kananlardan,o kocakarının peşine takılanlardan, ondan vefa umanlardan eylemesin.
Allah; ahirete güzel hazırlanıp,imtihanı başarmayı comlemize nasip eylesin.
el Fatiha.