Değerli kardeşlerim;
Allahu Teâlâ hazretleri Kehf suresinin sonlarında bulunan 103. âyet-i kerîmede buyuruyor ki;
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالًاۜ ﴿١٠٣﴾ اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا ﴿١٠٤﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْنًا ﴿١٠٥﴾ ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُوًا ﴿١٠٦﴾
Kul hel nünebbiüküm bi’l-ahserîne a’mâlâ. Ellezîne dalle sa’yühüm fi’l-hayâti’d-dünyâ ve hüm yahsebûne ennehüm yuhsinûne sun’â. Ülâikellezîne keferû bi-âyâti rabbihim ve likâihi fe-habitat a’mâlühüm fe-lâ nükîmü le-hüm yevme’l-kıyâmeti veznâ. Zâlike cezâühüm cehennemü bi-mâ keferû ve’t-tehazû âyâtî ve rusulî hüzüvâ. [1]
Sadakallahu rabbüne’l âlâ.
Kul. "Ey Resûlum! Muhattaplarına de ki" Seni dinleyen veyahut sana inanan veya senin karşında durup seninle mücadele eden, seninle mücadele için konuşan, inanıp da dinleyen veya mücadele için seni karşına çıkan kimselere de ki;
Hel nunebbi-ukum bil-ahserîne a’mâlâ. "Size yaptıkları işler bakımından en çok zarara ziyana uğrayanları bildireyim mi?" de onlara.
Şimdi herkes bir iş işliyor. İş yapmaya, amel derler. İş yapan insana, amele derler. Herkes bir iş yapıyor. Yapılan işlere de, a'mâl derler. A’mâl iyi iş olursa; a’mâl-i sâliha denir. Uygun, iyi iş. Kötü iş olursa; a’mâl-i seyye, kötü iş denir.
Herkes bir iş yapıyor. Tabi bir kâr bekleyerek, bir fayda umarak insanlar bir şey yapıyor, çalışıyorlar. Ziyana uğruyor bazıları. Yaptıkları işler yanlış olduğundan, hatalı olduğundan ziyana uğruyor.
Ama yaptığı iş bakımından en çok ziyana uğrayan kimdir?
"Bir iş yapıyor, ortaya bir iş koyuyor ama yaptığı işe rağmen ziyan eden ve ziyanı da en fazla olan, ziyanca en fazla olan kimdir? Sizlere bildireyim mi?" de onlara Ey Resûlüm.
Sor onlara bakalım.
"En çok ziyan eden kimdir? Sizi bildireyim mi?" diye bir sor.
Tabi ne diyecekler.
"Kimmiş? O, en çok ziyan eden kimmiş?" diyecekler.
Niye soru soruluyor?
Soru sormak, soru sorulan kimsenin dikkatini kamçılar, uyandırır. Uykusu bile olsa bir insana soru sordun mu, ona cevap vermek için şöyle bir silkinir, bir gözlerini açar. Soru insanı uyarır. Cevap vermek veya soruyu anlamak bir zihin faaliyeti. İnsanda bir uyanmaya sebep olur.
Onun için bazı şeylere dikkat etmek çekmek istendiğinde, o şeyler soru şeklinde sorulur.
Şimdi sor bakalım o insanlara "yaptıkları işlerde en çok ziyana uğrayan kimlerdir?"
Şimdi herkes meraklanacak. "Kimmiş?" diye.
Allahu Teâlâ hazretleri buyuruyor ki:
Ellezîne dalle sa’yuhum fî-lhayâti'd-dünyâ ve-hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â.
"En çok ziyan eden kimseler şu kimselerdir ki; onlar iyi işler yaptıklarını sanırlar. Halbuki say-i gayretleri, yaptıkları faaliyetler sapıktır. Dünya hayatında, dünya hayatı konusunda, başarıları konusunda, menfaatleri konusunda sarf ettikleri çabalar boşa giden insanlardır." En çok ziyan eden onlar.
Ulâike'l-lezîne keferû bi-âyâti rabbihim.
"Onlar o kimselerdir ki, rabbinin âyetlerini inkâr ederler."
Ve likâihi. Ve ahirette ba'sü ba'del-mevt olacak. Allah’ın huzuruna çıkacak insanlar. Mahkeme-i kübra olacak. İyi insanlar mevlâsını görecek cennette, ama kâfirler de Allah’ın huzuruna hesap için çıkarılacaklar. Rabbinin huzuruna herkes şu veya bu şekilde gidecek.
Huzuru ilahiye gitmeyen insan olacak mı
Olmayacak!
Hepsi gidecek.
Kâfirler niçin gidecek?
Yaptıklarının hesabı sorgusu sorulsun diye; onun için huzuru ilahiye gidecekler. Müminler de gidecekler. Müminler ayrıca cennette rablarına kavuşacaklar, rızasına erecekler, mevlâlarına kavuşacaklar. Kâfirler mahkeme-i kübra da, muhakeme edildikten sonra, cehenneme atılacaklar. Şimdi bazı insanlar bunu inkâr ediyor.
Neden?
"Şu anda olan bir şey değil, istikbale ait bir şey, inanmıyorum." diyor, inkâr ediyor. En çok ziyanda olan insanlar işte Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, kâfir olanlar, Allah’ın âyetlerine karşı çıkanlardır. Ve Allah’la kavuşacaklarını, bir gün gelip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edenlerdir.
Bunların;
Fehabitat a’mâluhum.
"Bütün amelleri boşa gitmiş olacaktır." İmansız olduklarından boşa gidecektir.
Felâ nukîmu lehum yevme-lkiyâmeti veznâ. "Onların dünyada yaptıkları iyilikler için, iyilikleri tartmak bile yapılmayacak."
Neden?
Kâfir. Hiç lüzum yok hesaplamaya. Yallah cehenneme. Onlar için ayrıca terazi, mizan, amellerin tartılması gibi bir şey dahi olmayacaktır. Şu ziyanın büyüklüğüne bak!
Hem dünyada iyi bir şey yaptıklarını sanıyorlar, ama kıymeti yok. Çünkü yaptıkları işler sapık. Allah’a inanmıyorlar, Allah’a kavuşacaklarına inanmıyorlar. Onun için ahirette onların şu iyiliği olmuş, bu iyiliği olmuş, şöyle gayreti olmuş. Onlar için terazide amellerin tartılması bile bahis konusu olmadan, doğrudan doğruya cehenneme gidecekler.
Neden?
Mümin mi, kâfir mi?
Kâfir. Atın cehenneme. Çünkü kâfir.
'Ee canım işte sağlığında bir hayır yapmış, bir hasenat yapmış. Falanca yere bağışta bulunmuş, filanca hayır kurumuna üye olmuş filan.' falan.
Atın cehenneme.
Neden?
Kâfir.
Müminler için, "mümin mi bu kullarım, tamam. Amellerini tartın bakalım. İyi ameller mi işlemiş, kötü ameller mi işlemiş. İyi amellerinin mükâfatını verin. Kötü amellerinin de cezasını çeksinler. Çünkü sözümü dinlemediler, günahları işlediler, yaptıkları kötülüklerin cezasını çeksinler."
Mü'minler cezasını çekseler bile, cezasını çektikten sonra ne yapacak?
Cennete girecek.
Kâfirler?
Girmeyecek. Kesinlikle girmeyecek. Amelleri bile tartılmadan dosdoğru cehenneme atılacak. Müminler ya doğrudan doğruya cennete girecek, ya da işledikleri kusurlar kadar cehennemde cezayı çektikten sonra tekrar cennete girecekler.
Günahkâr müminler ile kâfirler arasında çok büyük fark var.
Neden?
Çünkü müminler sonunda cennete girecek. Günahkâr olsa bile. Ama kâfir hiç girmeyecek.
Bir insan Allaha inanmıyorsa, ahirete inanmıyorsa, Allah’ın huzuruna çıkacağına inanmıyorsa en büyük ziyanda olan insan odur. Ondan daha büyük ziyan bahis konusu olamaz.
Peki insanlar bu kadar büyük tehlikeye nasıl atılıyorlar? Nasıl katlanıyorlar?
Bu kadar büyük ziyan, bu kadar büyük tehlike, ahiretlerini mahvetmek, hiçbir şey alamamak, ebedi cehennemde yanmak.
Neden böyle bir şeye insanlar saplanıyorlar?
Bir; birtakım kuruluşlar ve teşkilatlar insanlara yanlış bilgiler öğretiyor. Bir heykel yapıyor; "Bu senin Rabbin buna tap." diyor.
Peki bu heykel neydi daha önceden ?
Ağaçtı, odundu, taştı, demirdi, bronzdu. Eee sen ona bir şekil verdin; sanatkârlık yaptın. Bir heykel yaptın şimdi buna tap diyorsun.
Öyle şey olur mu?
"Canım bunlar sembol."
Olmaz!. O tapılacak bir varlık değil. Nihayet bir şey. Odunsa ateşe atarsın yanar, madense ısıtırsın erir, paslanır. Olmaz öyle şey.
Âlemlerin rabbinin varlığını, birliğini her insan, arayıp bulmakla görevlidir.
Şu kainatta bir düzen var mı?
Muazzam bir güzellik ve muazzam muhteşem bir düzen var. Ayın doğuş, batış zamanlarını hesaplayabiliyoruz, güneşin doğuş batış zamanlarını hesaplayabiliyoruz. Bir takım işleri yaptığımız zaman sonucunun ne olduğunu biliyoruz. Tohumu yere ekince bitki biteceğini biliyoruz. O bitkiden yeni tohumlar olacağını biliyoruz. İnsan evlenirse çocuğu olacağını biliyoruz.
Neden?
Muntazam da ondan. Düzen var da ondan, kanun var da ondan. Herkes kanunu kabul ediyor. Kanunlar ve düzenler olduğunu kabul ediyor. 'Tabiat kanunları' diyorlar.
İyi ama bu tabiat kanunları nasıl oluştu?
Kendi kendine kanun oluşur mu?
Kendi kendine düzen oluşur mu?
Bir sürü taş, deniz kenarında muntazam bir şekilde dizilmiş, Kul huvallâhu ehad suresini yazmışlarsa oraya, tesadüfen rüzgar esmişte Kul huvallâhu ehad yazılmış denir mi?
Neden?
Düzen var. Kul huvallâhu ehad yazıyor olmaz böyle şey der insan.
Kainatta çok muhteşem bir düzen var. Binâenaleyh bu düzeni yaratan mevlâyı herkes, Allah’ın verdiği akıl ile bilmek zorunda. Ama bilmiyorlar. Birileri başka şeyler söylüyor.
"İneğe tap." diyor.
Peki kardeşim niye ineği seçtin? Deve biraz daha uzun boylu ona tapayım. Fil daha büyük ona tapayım. Niye ineği seçtin? Arslan daha saygın bir varlık.
Bir insanı sevdin mi, 'arslan be, bizim arslanlar geliyor gidiyor' diyorsun falan.
Niye aslana değil de öküze tapıyorsun?
İneğe tapıyorsun? Sorsan söyleyemezler.
Kimisi de bazı insanlara tapıyor. Mesela Hz. İsa’ya tapıyor. İyi ama Hz. İsa’dan yüz yıl önce, iki yüz yıl önce yaşamış insanın dininin ne olması gerekirdi?
Hz. İsa yok ortada. İki yüz yıl önce adam gelmiş.
Şimdi bunun dininin ne olması gerekirdi?
Hz. İsa yok. Hz. İsa’nın dini Hz. İsa’yla başlıyor. Hz. İsa’ya tapınmak Hz. İsa ile başlıyor.
Olmaz!
Mantıklı değil.
Ama İslam diyor ki; yeri göğü yaratan, insi cinni yaratan, Hz. İsa’yı da yaratan, Muhammed'i de yaratan, Âdem'i de yaratan, İbrahim aleyhisselam’ı da yaratan, âlemlerin rabbine ibadet edeceksin.
Rabbül âlemin. "Âlemlerin rabbi." İnsanları yaratan, varlıkları yaratan, hâlik Teâlâ, halk edici Allaha ibadet edeceksin.
Bu akıl ve mantık işte. İlim ve irfan bu, doğrusu bu. Şimdi bazıları "başka şeylere tapacaksın" diyor.
Peki onlar, onları yanlış yolu sevk ediyorlar. Kabahat yanlış yola sevk edenler de değil mi ?
Evet yanlış yola sevk edenlerde çok büyük kabahat var. Ama aldananlarda sorumluluk ve kabahat var. İkisi de cehenneme gidecek. Allah bildiriyor; Kur’an’ı Kerîmde bildiriyor. Aklen ve mantıken de öyle.
Uymasın! Üstelik onların yanlış olduğunu bildiren peygamberler de gelmiş. Bu işin yanlışlığını açıklayan insanlar da gelmiş ve söylemişler.
Nuh aleyhisselam "putlara tapmayın" diye söylemiş. İbrahim aleyhisselam "putlara tapmayın" diye söylemiş. Musa aleyhisselam "firavuna tapmayın. Olmaz böyle şey, bir kişidir, insandır, tapılmaz" diye söylemiş. Peygamber Efendimiz söylüyor; "firavuna da tapmayın, aya güneşe yıldıza da tapmayın. Hz. İsa’ya da tapmayın. İnsanlara, mahlukâta, putlara, evsana, aslama tapmayın" diye söyleyenler de var. Yazılı kitaplar da var. Kanmayacak.!
Kanmışsa sorumludur. Sorumluğu olduğu için cezasını çekecek.
Hem de ceza ne?
Hiç amelleri bile tartılmadan doğrudan doğruya cehenneme gitmek.
Şimdi ben buraları geziyorum. Buralara birçok kimse, pek çok hayrat-u hasenât yapmış. Parklar bir hayır. Yeşillik... Çocuk bahçeleri bir hayır. Hastaneler, okullar her taraf hayır dolu, hayır müessesesi dolu. Bunları birileri yapmış, ismini vermişler.
İyi ama kıymeti var mı?
Kıymeti kalmıyor.
Allah'a inanmayınca kıymeti kalmıyor.
Hepsinin bir inancı var, dindar insanlar. Dindarlık yetmiyor; dindarlığın doğru olması gerekiyor. Yanlış olmaması gerekiyor.
Öküze tapmayacak, firavuna tapmayacak, başka şeye tapmayacak. Âlemlerin Rabbi Allah’a tapacak. O iman olmadığı zaman, ahireti mahvoluyor. İşte bundan büyük ziyan olmaz.
En büyük ziyanda olan insan kimmiş?
Sermayesi batan mı, kara deniz de gemileri batan mı, harmanı yanan mı, arabası çarpılan mı?
Hayır. Böyle insanları çok görüyoruz. Telafi oluyor. Telafi oluyor. Sonra bir bakıyorsun iflas etmiş bir insan sonradan zengin olabiliyor.
Asıl ziyan; ahiretteki sonsuz, bitip tükenmeyecek, ebedi hayatın mahvolması.
İyilikleri bile tartılmayacak. Sen çocuk parkı yapmışsın. Sana biraz öyle bir şey yok. İyilikleri bile tartılmayacak, cehenneme girecek. Cehenneme gitti mi bir insan, yandı mı, hiç kıymeti kalmıyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çok açık olarak beyan etmiş. Cehenneme düşmemeye gayret edin. Çünkü düştünüz mü çok fena olursunuz. Cehennemdeki zakkumun bir damlası dünyanın denizlerine damlasaydı, bu Pasifik okyanusu, Atlas okyanus, Hint okyanusu, bütün okyanuslar, denizler; zehir gibi acı olurdu diyor.
Her gün onu yiyecek, her gün onu içecek cehennemdeki kişi. Zakkum yiyecek. Her gün yanacak. Derisi yanacak, yandıktan sonra yeniden tazelenecek, yeniden tazelenecek, yeniden yanacak. Azabı tekrar tekrar çeksinler diye.
Elinizde kibriti sonuna kadar tutup da elinizin hafifçe yandığını hatırlar mısınız?
Benim bir kaç defa oldu. Karanlık yerde anahtar delini bulacağız falan derken, bazen böyle yapılıyor. Aman! Birazcık kibrit alevi yaktı diye insanın burası morarıyor kaç gün zonk zonk zonkluyor. Gece insanı uykusuz bırakıyor.
Yanacak. Vücut yanacak. Tamamen yanacak ve devamlı yanacak. Bundan büyük ziyan olmaz.
O halde bir insanın ne yapması lazım?
İnsan olarak yaratanını bilmesi, bulması lazım. Yaradan öküz değil, yaradan Buda değil, yaradan İsa değil, yaradan firavun değil, yaradan Nemrut değil!
Yaradan âlemlerin rabbi Allahu azimüşşân! Onu bulacak. Onu bulursa kurtulur, onu bulamazsa mahvolur. Dünya hayatındaki iyiliklerinin ölçümü bile yapılmaz, hesabı bile yapılmaz. Tartalım da bakalım biraz hayrı ne var?
Ne kadar hayrı olsa, işlediği haltan dolayı, bu hayrının kıymeti yok. Atın cehenneme.
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim;
Hepimizin kazanç peşinde koşuyoruz. Hepimizin dükkanı var. Hepimizin işi var. Hepimizin maaşı var. Maaşımızda bir eksiklik olsa gidip konuşuyoruz. Maaş kesilse niye kesildi diye konuşuyoruz. Herkes menfaati peşinde koşuyor.
En büyük menfaat; ahiret menfaati olduğundan dinimizin, imanımızın doğru, dürüst, sağlam, geçerli ve Allah indinde makbul olmasına çok dikkat etmemiz lazım.
Etmezsek ne olur?
Çok fena olur.!
Çok kötü bir durum olur. Sonsuz bir ziyan olur. En büyük ziyan olur. En büyük ziyan imansızlıktır. İlim de, tarih de, dinler tarihi de, akıl da, mantık da âlemleri yaratanı buluyor ve âlemleri yaratan bir yüce varlık olduğunu söylüyor. Buna 'transandantal varlık' deniliyor. Yani âşkın varlık, yüksek varlık deniliyor. Herkes biliyor bu işi.
Heykelin yaratıcı olmadığını biliyor. Nihayet bir eşya olduğunu biliyor. Sen bir evi aldığın zaman oradaki heykellerden orayı temizliyorsun. Sen başka türlü yaşıyorsun, sen müminsin, heykel kullanmıyorsun, başka türlü yaşıyorsun. Heykel olamaz, hayvanlar da olamaz, yıldız da olamaz, ay da olamaz, güneş de olamaz.
Onların hepsini yaratan âlemlerin rabbine inanacak ve ona güzel kulluk yapacak. O iman olduktan sonra insan "ben Allaha inanıyorum. Allah’ın bir tek olduğuna inanıyorum. Şu âleme bu nizamı veren, o sonsuz sanat, kudret, zeka ve akıl sahibi yüce varlığın kuluyum ben. Ona inanıyorum." diyecek ve kulluğunu ona göre yapacak. Aksi taktirde durum çok vahim olur.
O halde kendimiz imanımızı güzel, sağlam bir iman olsun diye kollamalıyız. Dikkat etmeliyiz, okumalıyız, yanlış inançlara sahip olmamalıyız. Hanımımız ve çocuklarımızın en önce imanının sağlam olmasına dikkat etmeliyiz.
Ben niye çocuklara burada iltifat ediyorum?
Niye burada çocuklara şeker dağıtıyorum?
Camiyi sevsinler, islami sevsinler, Kur’an’ı sevsinler, imanı sevsinler diye.
Çocuklarınızı kollayacaksınız. Çocuklarınız mümin olması en mühim şey. Onların mümin yetiştirememek sizler için çocuklarınıza karşı en büyük cinayet. Çocuklarınızı mahvediyorsunuz. Çocuklarınızı öldürüyorsunuz. Çocuklarınızın ahiretini mahvediyorsunuz kılınız kımıldamıyor. Böyle babalık mı olur, böyle annelik mi olur.
Nasıl olacak?
Çocuğu pırıl pırıl, mümin, tertemiz, ahlâklı, dürüst, faziletli, erdemli, kâmil, olgun bir insan olacak. Öyle olacak. Mümin olacak. Allah’ı bilecek, Allah'a güzel kulluk edecek.
Diyecek ki; Allah biliyor. Polis önemli değil, mahkeme önemli değil. Ben şu kötülüğü yapmam, Allah görüyor." diyecek. "Allah görüp dururken, ben bu haksızlığı işlemem." diyecek. Borcunu ödeyecek, borcuna sadık olacak. Vazifesini yapacak, sözünde duracak. Güzel ahlâk neyse hepsinin icabını yapacak.
Çocuk da öyle yetişecek. Çocuk senden sonra esrarkeş olursa, çocuk senden sonra dinsiz olursa, çocuk senden sonra imansız olursa, senin için de çok büyük zarar! Çok büyük ziyan! Çok büyük üzüntü! Mezarda kemiklerin sızlayacak, kemiklerin sızlayacak. Çocuk kötü olduğu için kötülük işledikçe mezarda sana bildirecekler. 'Senin çocuğun şunu yaptı şunu yaptı' diyecekler; kemiklerin sızlayacak.
Onun için evlatlarımızı iyi yetiştirmeye dikkat edelim! Çok dikkat edelim! Müessese kuralım.
Mekteplerimizin olması lazım. İslam’ı sizin de öğrenmeye ihtiyacınız var. Siz de âyetleri bilmiyorsunuz, hanımınız da bilmiyor, çocuğunuz da bilmiyor. O zaman cahilin çocuğu daha cahil oluyor. Sende çocuğunda tehlikede oluyorsunuz. Çok büyük ziyana maruz olmuş oluyorsunuz.
Camimizi kuracağız, kesesimizin ağzını açacağız. Mektebimizi kuracağız, kesemizin ağzını açacağız. Çocuklarımızı süper, olağanüstü çocuk, harika çocuk olarak yetiştirmeye gayret edeceğiz. Süpermen... Çocuklara süpermen öğretiyorlar. Elinde kılıçlar, kavgacı mavgacı. Hayır!. Çocuk harika çocuk olmalı, her şeyi bilmeli, her şeyi en güzel yapmalı, herkesin ağzı açık kalmalı, hayran kalmalı. Onu öyle yetiştirmek senin görevin, benim görevim, bizim görevimiz, yani babaların görevi.
Arkadaşlarla sohbet ediyoruz diyorlar ki: "Çocuklarımıza vakit ayıramıyoruz. Çocuklarımızı iyi terbiye edemiyoruz. Bak şunlar nasıl karşılarına aldılar, nasıl muntazam oturtuyorlar, yediriyorlar, nasıl iyi eğitiyorlar." diye söylüyorlar.
Eğitim, çocuğunuza vereceğiniz en kıymetli hediyedir. Eğitimsizlik çocuğunuza yapacağınız en büyük kötülüktür. Bazı babalar çoluk çocuğunu yetiştirmiyor onu işçi gibi görüyor. "Çalışsın yanımda, boş versin, gitmesin okula." diyor. "Ben harmana, samana gideceğim. Buğdaya, ekine gideceğim. O da çalışsın." diyor.
Çocuğuna iman bilgisini verirsen isterse çoban olsun, isterse çiftçi olsun, isterse başka şey olsun. Ama imanını vermezsen olmaz.
Onun için en mühim işimizin iman olduğunu bilelim. Saadet ve selametimizin imana bağlı olduğunu bilelim. Kendimiz tam mümin olmaya gayret edelim. Evlatlarımızı tam mümin olarak yetiştirmeye gayret edelim. Çünkü insan iman etmedi mi, dünya ve ahirette en büyük ziyana uğramış oluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bize tevfîkini refîk etsin. Yani yolumuzu göstersin.
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿٦﴾
İhdina’s-sirâta’l-müstekîm. [2]
Diyoruz, Allah’tan istiyoruz. "Ya Rabbi! Bize yolunu göster. Şu doğru yol neresi ise, sıratı müstakim neresi ise, şaşırmayalım."
İnsan mesela şehirde bir yerden bir yere giderken bilen bir kimseye diyor ki:
"Sen öne geç. Ben seni takip edeyim."
Neden?
Bir sürü kavşak var. Yanlış bir yere saptı mı kaybediyor. Kırmızı ışıkta geride takıldı mı ötekisi de onu beklemedi mi, kafile bozuluyor. Takip edenle, takip edilen kopuyor birbirinden. Yollar değişik.
Onun için Allah bize doğru yolu göstersin. Doğru yoldan ayırmasın. Doğru yolu görecek nur versin. Doğru yolu gösterecek çalışmaları da yapmamızı nasip eylesin. Allah hepinizden razı olsun.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.
Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke ente’l-alîmü’l-hakîm. Sübhâne rabbinâ rabbi’l-izzeti ammâ yesıfûn. Ve selâmün ale’l-mürselîn. Ve’l-hamdülillâhi rabbi’l-âlemîn.
El Fâtiha.
[1] Kehf 103-106
[2] Fatiha 6