Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafa Mahmûdi’l-Muhtâri’l-Emîn ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’d.
Ve an ebî hüreyrete radıyallahu anhu enne rasûlallâhi sallallahu aleyhi ve selleme kâle:
وعن أبى هريرة رضى الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: "لا ينظر الله يوم القيامة إلى من جر إزاره بطراً".((متفق عليه((
Lâ yenzurullahü yevme’l-kıyâmeti ilâ men cerra izârahû bataran.
Müttefekun aleyh.
Bu metni kısa bir hadîs-i şerîf. Ebû Hüreyre Peygamber efendimiz Ebû Hîr dermiş. Ebû Hîr radıyallahu anh’ dan rivayet olunmuş. İmam Buhârî ve İmam Müslim iki büyük hadîs âlimi -umman, derya gibi iki büyük âlim- rivayeti kitaplarına almışlar. Sahih bir hadîs-i şerîf. "Cenâb-ı Hak nazar etmez buyuruyor." Peygamber efendimiz.
Lâ yenzurullahü. "Cenâb-ı Hak nazar etmeyecek, bakmayacak."
Yevme’l-kıyâmeti. "Kıyamet gününde."
İlâ men cerra izârahû bataran. "Elbisesini kibirden, laf dinlemezlikten, kendini beğenmişlikten uzun yapıp 'sürünsün be yerlerde sürünürse' gibilerden, eteğini mahsustan uzun yapıp fiyaka babında, moda babından sürükleyerek gezinen mütekebbir insana Cenâb-ı Hak bakmayacak."
Yani nasıl bakmayacak?
Rahmet nazarıyla bakmayacak Cenâb-ı Hak. Yüzüne bakmayacak. Cenâb-ı Hak ona kızıyor, sevmiyor demek yani. Kızar, sevmez demek.
Şimdi elbiselerin İslam’a göre temiz olması lazım. Temiz olması için de bir yere sürünmemesi lazım. Halbuki bu adamların modasına göre giyindiğimiz zaman elbiselerin bir yerleri yerlere sürünüyor. Pantolon giydiğimiz zaman paçalar arka taraftan sürünüyor, hatta eskiyor, hatta çamurlanıyor. Eve geldiğimiz zaman oğuşturacağız, çıkaracağız diye uğraşıyoruz. En iyisi bilezikli golf gibi olması. O zaman sürünmüyor bir yere. Öteki türlü sürünüyor. Bir de o zamanın modasında elbisenin uzun olması, bu adam zengin, kumaşı fazla manasına geliyordu ve yerde sürünmesi böyle fiyaka alametiydi. Gelinlerin eteğini niye uzun yapıyorlar ne lüzum var, ne kadar uzun yapıyorlar eteğini. Sürün babam sürün... Bütün yerleri silip süpürüyor. Süpürgeci mi bu gelin ya. Ne oluyor yani. Ne olur doğru düzgün bir etek olsa.
Yok. Anlı-şanlı böyle olur bu gelinlik demek istiyorlar. Ne kadar uzun olursa o kadar anlı şanlı oluyor. Üç metre, beş metre, yedi metre. Arkasından çocuklar tutacak, kaldıracak bilmem ne filan. Yani onun gibi demek ki o zamanda eteğini sürümek biraz zenginlik, biraz kendini beğenmişlik, biraz fiyaka, biraz caka alameti olduğundan elbisesini fazla uzun yapıp yerde sürüyerek kibirle dolaşan insanı Cenâb-ı Hak rahmet nazarıyla yüzüne bakmaz, nazar etmez buyuruyor Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem.
Halbuki Cenâb-ı Hak rahmet etmezse mahvolur bir insan veya Resûlullahın tarif ettiği şekilde oluversin bu etek, bu giyim kuşam. Yere sürünmesin, tertemiz olsun. Yüz numarada ıslanmasın, kirlenmesin, sokakta tozlanmasın, ıslanmasın, kirlenmesin ne olur biraz kısa olsa.
Şimdi Arabistan da da böyle sünnete uygun hareket etmek isteyenler, kıyafetlerini biraz yukarı çekiyorlar. Onlar da aşırı yukarı çekiyorlar. Bir komik bir şey oluyor, baldırı çıplak takımı gibi oluyor. Bacakları böyle. Onlar da bir tip. Bunlara da bir isim veriyorlar, bunlar da bir alem.
Sakallarını da salıveriyorlar Âdem aleyhisselam resimlerindeki gibi böyle aşağı kadar göbeğe kadar kocaman. Hiç tanzim, düzenleme filan kabul etmiyorlar. Nereden çıkıyorsa oradan gidiyor sakal. Böyle düzenleme filan yok. Düzenleyene de kızıyorlar. Biz küçük sakalla gittiğimiz zaman ikaz ediyorlar bizi. Biraz uzun olmalı filan diye. Bunun mutedili bir tutam kadar uzun olması yani. Bizimkilerin hepsi gerçekten kısa burada sakalı tam o duruma uygun olan kimseyi bırakmadı Ebû Bessam. Hepimizi benzetti. Kimisi Efendimiz, bıyıkları kısaltırdı diye tamamen kazıtıyor. Buralarda hiç bıyık olmuyor, dümdüz oluyor.
Fakat bütün işlerde akıl ön planda. İlk önce düşünülen şey, akla mantığa uygunluk olması gerektiğine göre; yerde sürünmesi iyi olmadığı muhakkak. Hava yağmurluysa çamur olur, yağmursuzsa toz olur. Yerde mutlaka her şey geziyor. Kedi geziyor, köpek geziyor, kuş pisletir. Olmaması lazım. Yere sürünmemesi lazım. Makul ölçüde olması lazım. "Canım modası bu işin böyle."
Modayı falan İslam’a göre ayarla. Allah’ın rızasını kaybetmek akıl kârı değil. Şeytanın fitlemesine uyup da modayı takip edeceğim derken Cenâb-ı Hakkın yüzüne bakmadığı bir insan durumuna düşmek iyi bir şey değil.
Tüm kıyafetlerimizi ona uygun yapmaya çalışmalıyız. Bu kıyafet konusunda ana esaslardan birisi kıyafetin vücudu, mahrem yerlerini örtmesidir. Birisi bu. İkincisi korumasıdır. Soğuktan, sıcaktan, güneşten korumasıdır.
Mahrem yerlerinin görünmemesi daha önde gelen bir esastır. Asıl esas, mahrem yerlerinin görünmemesidir. Onun için bacaklarına kadar, bileklerine, bileziklerine, kollarına, bacaklarına kadar örtülü fakat vücuduna yapışık. Bu da vücudun şeklini aynen belli ettiğinden bu da uygun değil. Bir çeşit pantolanlar var. Çorap pantol neyse onu giyiyorlar, öyle geziyorlar. Bir çeşit üst şeyleri var, onu giyiyorlar. Tüm vücuda her tarafı yapışıyor. Her şeyi belli oluyor.
Nasıl olacak?
Alttaki şekilleri örtecek, şekilleri belli etmeyecek ve altı da göstermeyecek. Bir şey giymiş ama ince, belli oluyor altı görünüyor. Olmaz.
Nasıl olacak?
Altı görülmeyecek. Burada şeffaf giyinenler, ince giyinenler var. Altı görünüyor. Ama bunları şöyle elimizin kenarıyla itelim. Suud’da da öyle giyinenler var. Suud’a hacca, umreye gelen bazı kavimlerin kıyafetlerine bakıyorsun, şu bizim sarık olarak yaptığımız kumaştan kendine birşey yapmış, bunu giymiş üstüne. Başka bir şey yok. Bütün vücudunun şeyi belli oluyor. Olmaz. Altının da belli olmaması lazım.
Bu bakımdan en iyi kıyafe; baştan itibaren şöyle boyundan aşağıya bir örtü olarak vücudu örten kıyafettir. Buna saye denir veya saya denir bizim memleketin bazı bölgelerinde. Bu çeşit saye veya saya denilen kıyafet vardır; başından alır, aşağı kadar örter. İyi kıyafetlerden bir tanesi şalvardır. Çünkü şalvar boldur; hem şekli belli olmaz, hem kat kat geldiğinden altı belli olmaz, hem de vücut da sıkışık olmaz.
Böyle vücuda yapışık kıyafetlerin sıhhata zararlı olduğu, damarları bastırdığı, kan devaranını zorladığı ve tıbbi bakımdan iyi olmadığı doktorlar tarafından söyleniyor. İslam'd elleri ve ayakları bileklerinden aşağısı bütün vücutlarını örtmekle vazifelidir. Göstermemesi gerekir.
Mesela şöyle bir şey giyemez hanım. Çünkü bu kadar kısmı da göstermemesi lazım. Hanımların göstermemesi gereken kısmı bilekten başlar buralara göstermemesi lazım. Bilezikli bol bir kol olabilir, nasıl olacaksa. Yüz dediğimiz kulakların ön tarafından çeneden alnın altından burasından başka her tarafını örtmesi lazım. Boynunu göstermemesi lazım. Burasını göğsünü hiç göstermemesi lazım. Ve ayaklarının ayak bileziklerine kadar örtünmesi lazım.
Erkeklerin asıl örtünmesi farz olan bölümü; belden göbek hizasından kalçaların üst tarafından göbekten dize kadardır, dizin altına kadardır. Oradan yukarıya kısa giyimler varsa o da tesettürü yapmamış oluyor. Futbol oynayacağım, falanca şey yapacağım derken dizden yukarıya çıktı mı zaman -yirmi cm, otuz cm ne kadar çıkıyorsa- o gösterdiği kısım haram yerdir. Haram yeri göstermiş olur. Oradan yukarısını göstermemesi lazım. Tabi bu farz olan olarak örtüneceği kısımdır.
Kollar kısa olabilir. Kısa kollu bir gömlek giyse bir mahsur yoktur. Mesela bazı arkadaşların kısadır mahsur değil. Mekruh değil. Ama uzun bir kolu kıvırıp kısaltmak mekruhtur. Uzunsa uzun giyilmesi lazımdır. Ama yapılışında kısa ise gömlek üste giydiği onun mahsuru yoktur. Tesettüre dikkat etmek lazım.
Vücuda yapışık olanları uygun olmuyor. Gençler şimdi giyiyorlar ya, o vücuda yapışık kıyafetler pek uygun olmuyor. Bol olması lazım. Bir de dizle bel arası sımsıkı olunca belli olduğu için, onu üsten bir şeyin örtmesi lazım. O bakımdan ben pardesü gibi veya tunik gibi bir kıyafeti uygun görüyorum. O kısımları örtsün diye. Bazı kardeşlerimizin böyle yaptırdıkları gibi kıyafetler belden aşağı sarkmalı, dize kadar gitmeli ki, oradaki darlık, pantolondaki darlığı kapatsın, belli etmesin. Yoksa pantolon dar olduğu zaman üstü de bir şeyler örtülmediği zaman, namazda örtülü oluyor ama vücudun şekli belli olduğundan örtülü sayılmıyor. Örtülü sayılmadığı için de namazda kendisini görenin namazı bozulur.
O bakımdan özellikle biraz bol olmasına dikkat etmek gerekiyor.
İyi kıyafet bize göre iyi bir kıyafet; gömleğimizi dizimize kadar yapmaktır. Sıcak ülkeye yaptırdığımız gömleği atlet, atletin üstüne gömlek giyiyoruz dizimize kadar yapmaktır. Uygun olun budur. Onu bulmaya çalışıyoruz. Çeşitli kesimler yaptık, kendimiz uyguladık giydik filan. Öyle bir şeyler yapıp onları giymeye çalışmamız lazım.
Bir de giyim de başkasına giyimi beğendirmek için pahalı giyim, süslü giyim, cafcaflı giyim vardır. Mütekebbirane. Cenâb-ı Hak Teâlâ bunu da uygun görmüyor, sevmiyor. Mümkün olduğu kadar müslümanın, işi görecek sade bir giyim ile giyinmesi uygun olur.
İkinci hadîs-i şerîf
Ve anhü radıyallahu anhu kâle kâle rasûlullâhi sallallahu aleyhi ve sellem.
Yine Ebû Hir radıyallahu anh’den. Ebû Hüreyre diye yazıyor ama Efendimiz'in söyleyiş tarzıyla ben söylüyorum artık.
وعنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: “ثلاثة لا يكلمهم الله يوم القيامة، ولايزكيهم، ولا ينظر إليهم ، ولهم عذاب أليم: شيخ زان وملك كذاب، وعائل مستكبر” ((رواه مسلم)(
Selâsetün lâ yükellimühümüllâhü yevme’l-kıyâmeti ve lâ yüzekkîhim ve lâ yenzuru ileyhim ve lehüm azâbün elîmün: şeyhun zânin ve melikün kezzâbün ve ‘âilün müstekbirun.
Revâhu Müslim. Âil ma’nâhu el-fakîr.
İmam Müslim rahmetullahi aleyh bu hadîs-i şerîfi rivayet etmiş. Ebû Hüreyre radıyallahu anh diyor ki;
Ben Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu işittim:
Üç kişi vardır ki; Cenâb-ı Hak onlarla kıyamet gününde konuşmaz. Sevmiyor onları konuşmaz.
Ve lâ yüzekkîhim. "Onların günahlarını affetmez." Onları günahlarından temizlemez, konuşmaz.
Ve lâ yenzuru ileyhim. "Ve onların yüzlerine de bakmaz."
Kim bunlar?
Ve lehüm azâbün elîmün. "Üstelik bunlara da feci, elem verici, korkunç, müthiş bir azap uygulanacaktır."
Kim bunlar?
Şeyhun zânin. "Yaşını başını almış, zinakâr." Şeyh arapça da, saçına veya sakalına ak düşmüş yaşa gelmiş kimse demektir. Yani bir tarikatın başkanı manasında değildir. Arapça da yaşlı bir kimseye doğrudan doğruya beyefendi manasına şeyh diyebilirsin. İsterse adam doktor olsun, isterse mühendis olsun. Arapça da 'ya şeyh' demek; yaşlı zat demek. Yaşını başını almış, delikanlılık çağında değil, aklını başına toparlamış, ama zina ediyor. Zinakâr. Bunun Allah yüzüne bakmaz, kendisiyle konuşmaz, günahlarından temizlemez ve müthiş bir azaba düşer.
Bir insanın gençlikte Allaha ibadet ederek yetişmesi çok önemli. Öyle kimseler bazı meleklerden, Allah indinde daha kıymetlidir. Namaz kılarak, ibadet ederek gençliğine başlamış, yaşamış o devreyi geçirmiş. Delikanlılık, delişmenlik devresini, başında kavak yelleri estiği devreyi, buluğ devresini ibadetle geçirmiş. Bu meleklerden üstün oluyor, cennete gireceklerden oluyor ve arşı azamın gölgesine kıyamet günü gölgeleneceklerden oluyor. Çok kıymetlidir.
Onun için çocuklarımıza böyle yetişmeleri hususunda bunu öğretmemiz lazım. 'Aman kendini bu durumda yetiştir.'
Fakat evlendi. Artık uslanması lazım. Yaşı da kemâli buldu. Mutlaka uslanması lazım. Yine uslanmıyor. Ha işte o bu tehdidin içine giriyor. Artık yaşını başını almış, delikanlılık çağı da geçmiş, tecrübesizlik, cikciklik devresini atlatmış, cihanı tanıyor, evlenmiş de. Allah bunun yüzüne bakmaz, kendisiyle konuşmaz, günahlarını affetmez, azaba uğratır
İkincisi;
Ve melikün kezzâbün. "Çok yalancı bir idareci, hükümdar, melik." Onun da Allah yüzüne bakmaz, kendisiyle konuşmaz, günahlarını affetmez, müthiş bir azabada uğratır.
Üçüncüsü;
Ve âilün müstekbirun.
"Mütekkebbir, kendini beğenmiş fakir." Zaten muhtaç bir de tekebbir ediyor. Mütekebbir, kendini beğenmiş, havalı edalı. Onun da Allah yüzüne bakmaz, kendisiyle konuşmaz, günahlarını affetmez ve şiddetli azaba onu da uğratır.
Allah bizi bu durumlara düşürmesin.
Bir kere kibirlilik iyi değil. İkincisi yalancılık iyi değil. Ondan sonra yaşını başını aldığı halde uslanmamak iyi değil. Tabi gençken de yapmamak lazım. Gençken de yapması iyi değil ama, artık bunun yapmaması ile onun yapmaması bir değil. İnsaf! İkisi eşit değil. Hâla uslanmamış. Türkiye de öylelerine "bu adamı artık teneşir paklar." diyorlar. Ölünceye kadar bu huyuyla gider. Teneşirde de paklanmaz. Yıkarlar, kefene koyarlar. Teneşir paklar demek; ölür gider, bu huy kalır demek.
Üçüncü hadîs-i şerîf;
وعن سلمه بن الأكوع رضي الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: “لا يزال الرجل يذهب بنفسه حتى يكتب في الجبارين، فيصيبه ما أصابهم” ((رواه الترمذي وقال: حديث حسن.
((“يذهب بنفسه” أى: يرتفع ويتكبر)).
Ve an seletebni’l-ekva’i radıyallahu anhu kâle kâle rasûlullâhi sallallahu aleyhi ve sellem.
Lâ yezâlü’r-racülü yezhebü bi-nefsihî hattâ yüktebe fi’l-cebbârîne fe-yüsîbühû mâ esâbehüm.
Revâhü’t-tirmiziyyü ve kâle hadîsün hasenün. Yezhebü bi-nefsihî ey yertefi’u ve yetekebberu.
Bu hadis-i şerîfi, İmam Tirmizî rivayet etmiş ve hadîsi hasen buyurmuş. Seleme b. Ekva radıyallahu anh’dan rivayet olunmuş.
Peygamber efendimiz buyurmuş ki:
Lâ yezâlü’r-racülü yezhebü bi-nefsihî. "Bir kimse, kibirlilik, burun büyüklüğü yapar durur." -Çünkü bu yezhebü bi-nefsihî manasının bu manaya geldiğini aşağıda açıkladı- Terim bu, tabir yani.
Lâ yezâlü’r-racülü yezhebü bi-nefsihî. "Adam kibirlilik yapmaya devam eder durur." Kibirlilik yapar yapar, kendini beğenmişlik yapar yapar. Hatta. "nihayet."
Yüktebe fi’l-cebbârîne. "Bu adamın adını cabbarlar divanına, listesine yazarlar." Mütekebbir, kendini beğenmiş cebbâriden bir herif diye, o listeye bunu yazarlar.
Fe-yüsîbühû mâ esâbehüm. "Ve o cebbâr insanlara ne cezaları verecekse Allah, o cezaları maruz kalır."
Onun için müslümanın haddini bilmesi, mütevazi olması lazım. Kibirli, kendini beğenmiş olmaması lazım.
Allahu Teâlâ hazretleri mütevazi olanı, mahriyatkerâne, halim selim, yumuşak, alçakgönüllü olanı sever ve yükseltir. Kendini beğenmiş kasım kasım kasılan, burnunu havalara kaldıran, kimseyi beğenmeyen, herkese tepeden bakan insanları sevmez. Kibri sevmiyor.
"Ben ondan daha üstünüm."
Ne malum?
Allah seni sevmiyor onu seviyor. Sen kendini ne sanıyorsun.
"Benim param var."
Olsun para mühim değil ki! Kâfirde daha çok para var, hiç faydası olmayacak. "Benim mevkim var."
Mevkin varsa Allah sana acısın, senin sorumluluğun var. O mevkinin hesabını, Allah sana mutlaka soracak.
Zenginliği de bakmaz. Fakir bir kimseyi cennetin en yüksek yerine sokar o zengini de cehenneme atar. Paradan değil, mevkiden değil.
O halde neden böbürleniyorsun?
O adama karşı neyinle böbürleniyorsun?
Allah sana bir şey verdiyse, Allaha şükret. Allah’ın kullarını hor görme, acı, sev. -Allah’ın kimi sevdiği belli olmaz' de. Güzel bir söz yazıyor bir kitap. Bir müslüman, kendinden yaşlı insanlara bakacak. "O benden daha yaşlı. Demek ki; benden daha çok namaz kılmış, daha çok ramazan görmüş, daha çok oruç tutmuş, daha çok tesbih çekmiş. Bunların hepsinden sevap aldı aldı bunun sermayesi benden daha fazla. Bu benden daha iyi." diyecek.
Gençlere bakacak. "Ha bu genç. Bu benim kadar günah işlemedi. Daha yaşı ne? Ben bundan daha çok yaşadım. Bu genç, bunun günahı benimkinin miktarına gelmemiştir, bu benden daha iyi" diyecek.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve ssellem bir gün birisine dedi ki:
"Bu mescidde senin gözünde en yüksek dereceli, insan kim? En yüksek insan kim sence?"
Şöyle baktı mescide.
"Şu zat." dedi.
"Peki senin gözünde bu mescitte, en alçak insan kim? En aşağı, en değersiz."
Şöyle ahaliye bir baktı, birisini gösterdi. "Şu." dedi.
"Senin o beğendiğin adamdan, bu mescid dolusu insandan, daha kıymetli, bu beğenmediğin adam." dedi. Onlardan bir torba, bir yığın, bir meydan, bir mescid dolusu insan olsa, terazinin bir kefesine konsa, senin şu beğenmediğin onlardan daha kıymetlidir dedi Peygamber Efendimiz.
Neden?
Allah’ın indinde, derecesi sevgisi varsa, Allah seviyorsa, elbette en güzel şeylere sahiptir de, ondan seviyordur. Bilemezsin ki. İnsanlar bazen ses çıkartmazlar, boynu bükük dururlar, ne güzel uyguları vardır, ne güzel kullukları vardır, ne sağlam ahlâkları vardır.
Ötekisinin de ne kadar yamuk işleri vardır herkes onu bir şey sanır.
Zaten bazı insanlar, kıyamet gününde, mahşer halkına rezil rüsva olacak.
Niye?
Çıkacak hesapları ortaya. Amel defterleri açılacak. Bu adamın ne günahlar işlediği ortaya dökülünce mahşer halkı diyecek ki; "tuu... Vay be... Yazıklar olsun sana. Sen bunu da mı yaptın." Çünkü dünyada gizledi ama, ahirette gizlemek yok. Ahirette bütün günahlar çıkacak, hesaba girecek.
Onun için mütevazi olalım. Karşımızdaki insanlara değer verelim, sevelim. Allah indinde belki derecesi yüksektir diyelim. Kibirlilik yapmayalım. Kendimizi beğenmişlik yapmayalım. Garipleri, garibanları hor görüp iteleyip, kakalayalım. Mazlumun ahı çok fena olur. Mazlumun ahını almak, bedduasını almak hiç iyi değildir. Duasını almaya çalışalım. Allah razı olsun dedirtmeye çalışalım.
Ne güzel. Ömrümüzü böyle geçirelim. Herkesin duasını alalım, herkesin gönlünü hoş edelim.
Yunus Emre bu işi çok güzel anlamış.
Diyor ki;
"Ben gelmedim dava için."
Ben palavralar için gelmedim dünyaya. Filanca davayı güdüyor, atıyor, tutuyor filan. Ben buraya böyle iddialar, palavralar için gelmedim.
"Benim işim sevi için."
Benim bütün çalışmalarım, sevgi konusunda.
"Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim."
Bu dünyaya neden gelmiş?
Cenâb-ı Hakk’ın tecelligahı kalpler olduğu için, dostun evi yani kalp, Cenâb-ı Hakk’ın nazar ettiği yer. Allah’ın evi. Allah’ın evi Kabe diye biliyoruz ama gönüller de Allah’ın evi. Çünkü Cenâb-ı Hak insanın gönlüne yerleşiyor. Bir fakirin gönlüne, temizse yerleşiyor. "Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim."
Kalbe önem veriyor. Kalp kırmamaya önem veriyor. Bir insanın kalbinde, Allah sevgisi varsa, marifetullah varsa, Allah bilgisi varsa, Allahtan korku varsa, o zaman o kimse kıymetli insan oluyor. Kalbe bakıyor. Yunus Emre kalbi hoş etmeye bakıyor.
Biz de hiç öyle şeyleri düşünmüyoruz. Hatta bazen bir gülücükten karşı taraf kırılabilir. "Adam bana öyle yaptım diye güldü, bıyık altından güldü." Üzülür insan. Bir gülücüğe bile üzülür. Bazen herkes birisini ortaya alırlar alay ederler. O da üzülür, boynu bükülür. Halbuki Allah, o gülenleri sevmez. O üzülünden taraf olur. Çünkü Allah kalbi kırıkların tarafındadır. Kalbi kırılmışların tarafını tutar Allah. Kalp kıranların tarafını tutmaz.
Onun için tasavvuf; insanların gönüllerini yapmak, insanların duasını almak, insanları sevindirmek yoludur. Kalp kırmamak yoludur. Maalesef tasavvufu anlayamıyoruz. Ramazanda kavga ediyorlar, bilmem neler var...
Allah, İslam’ı doğru düzgün anlayıp, doğru düzgün müslüman olup, doğru düzgün yaşayıp, Allah’ın sevgisini kazanıp, huzuruna sevgili kul olarak varmayı nasip etsin.
El Fâtiha.