el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîne muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men-tebi‘ahu bi-ihsânin ecma‘îne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emmâ ba’dü fe-kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
أَيُّمَا مُسلِمَيْنِ الْتَقَيَا فَأَخَذَ أَحَدُهُما بِيَدِ صَاحِبِهِ، فَتَصَافَحَا وَحَمِدَا اللهَ جَمِيعًا، تَفَرَّقَا وَلَيْسَ بَيْنَهُمَا خَطِيئَةٌ. حم وَالْحَاكِمُ فِي "الْكُنَى" وَسَمُّويَهْ ض عَنِ الْبَرَاءِ.
Eyyümâ müslimeyni iltekayâ fe-ehaze ehadümâ bi-yedi sâhibihî fe-tesâfahâ ve hamidâ Allahe cemî’an teferrekâ ve leyse beynehümâ hatîetün.
Peygamber sallallahu aleyhi vessllem efendimiz bu hadîs-i şerifinde, müminlerin birbirlerini sevmesinin, birbirleri arasında muhabbet olmasının, kardeşliğin, ne kadar sevaplı olduğu bildiriyor, bize.
Buyurmuş ki:
Eyyümâ müslimeyni. Herhangi bir iki Müslüman, herhangi iki Müslüman.
İltekayâ. Karşılaşırlar.
Fe-ehaze ehadümâ bi-yedi sâhibihî. Bunlardan birisi, o karşılaştığı ötekisinin elini tutar.
Fe-tesâfahâ. Musâfaha yaparlar.
Ve hamidâ Allahe. Ve Allah’a hamd ederler. Elhamdûlillâh derler.
Cemî’an.
İkisi de, nasılsın?
İyisin misin?
Elhamdûlillâh.
Sen nasılsın?
Elhamdülillâh iyiyim.
Cemî’an. Ayrılırken bu kadarcık bir şey yaptılar ayrılırken.
Teferrekâ ve leyse beynehümâ hatîetün. Hiçbirisinin üzerinde, aralarında, bir günah kalmamış olarak, günahlardan arınmış, af olunmuş olarak birbirlerinden ayrılırlar. Bir musâfaha, bir hal hatır sorma, bir hamd etmeden, bir kısa ayak üstü muhabbetleşmeden günahları silinir.
İslam’da günahların silinme vasıtaları, sebepleri çoktur. Biz şüphesiz ki Cenâb-ı Hakk’a güzel kulluk yapamıyoruz. Çok hatalarımız, kusurlarımız var. Hem gönlümüzde, iç dünyamızda fitne, fesat, kötü duygu, kötü düşünce bunlar var. Hem zihnimizde kötülükler var, hem üzerimizde, görünmez kötülük olan kötü huylar var. Sinirlilik, tahammülsüzlük, vefasızlık, merhametsizlik vs. bunlar görünmüyor ama bunlar manevi kirler, ahlâktaki kötülükler bunlar. Bir de davranışlarımızda kusurlar var. Sabah kalkarız, hanımla bir kavga ederiz, kapışırız, işe gideriz. Komşuyla bir kapışırız. Müşteri gelir, müşteriyle bir kapışırız. Lokantaya gideriz, çarşıya gideriz, bir şey alacağız, dükkancıyla bir kapışırız. Yan bakarız, yan çakarız, yan yatarız, çamura batarız, her tarafımız kirlenir. Sabahtan akşama işimizde, dikkatli bir gözle takip edilirse bizim işimiz, çok hatalar var.
Allah her şeyimizi biliyor. Her şeyin, oturuşun, kalkışın bir hesabı var. Zerre kadar hayrın mükâfatı, deftere yazılacak, zerre kadar şerrin de cezası yazılacak, hiçbir şey eksik kalmıyor. Çok kusurluyuz. Amma Cenâb-ı Hak da Müslümanlar, kusurlardan temizlensin diye çok imkanlar bahşetmiş Müslümanlara. Çok fırsatlar var, vesileler var.
Bu vesilelerden bazıları; camide cemaatle namaz kılmak, günahları affettirir. Geçenlerde okumuştuk. Adamın birisi insafa geliyor, suçunu kabul ediyor.
Diyor ki; Ya Resûlullah! Ben bir günah işledim. Ne yapacaksan yap bana. Geliyor kendi eliyle. O sırada kamet getiriliyor, namaz kılınıyor, namazdan sonra bir şey yok, peygamber efendimiz bir şey demiyor, o zat tekrar geliyor. Ya Resûlullah! Ben bir günah işlemiştim. Şöyle şöyle yaptım demiştim, namazdan önce. Yani bana cezası bunun neyse, uygulat, sopa atacaksan meydan dayağı çektir, kırbaçlatacaksan kırbaçlat. Cezası neyse, çekmeye razıyım. Çünkü, bu dünyada ceza çekilirse, ahirette çekilmeyecek. Korkuyor ahirete kalmasın diye. Hatasını da anladığı için affını istiyor.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki; Sen demin kamet getirilirken bizimle namaz kılmadın mı?
Kıldım ya Resûlullah diyor. Silindi. Senin günahların silindi. Allahu Ekber. Camiler o kadar önemli binalar ki, yüz altmış bin dolara değil, bir milyon altı yüz bin dolara olsa yapmamız lazım. Camiye gelen kurtuluyor. Namaz kılan kurtuluyor. Çok önemli. Bir temizlenme vasıtası; camiye cemaate devam etmek. Uykusu olsa da. Ya namaza gelemiyor, uykudan dolayı ya da burada dayanamıyor. Halbuki, bu konuşmayı dinlemek de namaz kadar önemli. Çünkü Peygamber Efendimizin hadîs-i şerîfleri, okunuyor. Can kulağıyla dinlemek lazım. Bunda çok sevap var. Yan tarafa geçiyor, yatıyor.
Neden?
Dayanamıyor. Zor geliyor filan.
Şimdi abdest aldığı zaman, namaza gelecek. Evde abdest alıyor. Bismillâhirrahmânirrahîm. Ellerini yıkıyor, yüzünü yıkıyor, ağzını burnunu yıkıyor, ayaklarını yıkıyor. Yıkarken musluğunun içine damlayan, damlalarla beraber günahlar gene siliniyor. Abdest de siliyor. Bütün, yüzünü yıkarken, gözüyle işlemiş olduğu günahlar. Harama baktı bilmem şöyle yaptı böyle yaptı. Ağzını çalkalarken ağzıyla işlemiş olduğu günahlar, burnunu yıkarken burnuyla yanlış yalan, koku koklamışsa, hapı yuttun, burnuyla koku günah.
Bakıyor günaha giriyor, kokluyor günaha giriyor. Dinliyor, çalgıydı, türküydü, gıybetti,dedi- koduydu, günahlı şeyleri dinliyor; kulağıyla günaha giriyor. Uzatıyor alıyor elini, harama uzattığı zaman, eli günaha giriyor. Harama dokunduğu zaman, uzandığı zaman, eliyle günaha giriyor. Gidiyor tıpış tıpış, ya bizim kapalıçarşının girişinde bir pub var. Şöyle yaldızlı, böyle ışıklı, fıçı fıçı biralar, şaraplar, türlü türlü şeyler, ikramlı, haram, müskirat, hadi şuraya gidiyim, daha adımını o tarafa doğru atarken, ayaklarıyla günaha giriyor. Her azanın, günahı var. Haram işlendiği zaman onunla, günahı var.
Abdest alan bir insanın, abdest sularıyla beraber günahlar dökülüyor. Camiye geliyor namaz kılıyor dökülüyor. Ramazan da ıslah oluyor, tövbe ediyor, ya ben ne ettim, ne eyledim.
Bizim ev sahibi vardı Türkiye de. İçkili lokanta çalıştırırdı Aksaray’ın bir yerinde. Biz de mecbur orayı tutmuş babam, orda oturuyorduk, kiracıydık. Ramazan’da kapatırdı. Günah olduğu biliyor. Ramazan’da kapatıyor. Ramazan’da iyi Müslüman. Bayramdan sonra gene haydi aynı günahlara devam.
Ramazanda tutulan oruç, günahları sildirtiyor. Evvelki Ramazan’la bu Ramazan arasında ki günahlar siliniyor, sıfırlanıyor. Düğmeye basıyorsun ekrandaki her şey sıfırlanıyor gibi. Yeniden başlıyor. Hacca gidiyor. Daha evvel ki günahları, hepsi siliniyor.
Elhamdûllah.
Başka?
İşte bir tane de burada. Müslüman kardeşinin elinden tutuyor.
Nasılsın Alicim, Velicim?
Elhamdûllah. İyiyim.
Sen nasılsın?
İyiyim.
Sen nasılsın?
İyiyim. İşler nasıl?
Allaha çok şükür. Allah bereket versin. Rabbim, bana nice nimetler veriyor. Dünyada bu nimetlere erememiş milyonlarca insan olduğunu ben televizyonlardan biliyorum. Elhamdûllah. Peki hadi Allahaısmarladık.
Ya bir hafif hafif gidiyor bu Ali niye?
Günahları af oldu. musâfaha ettiler, günahları af oldu. Muhabbet ettiler, günahları af oldu. Muhabbeti arttıran herşey İslam’da sevap. Ziyaret, selam, musâfaha, ikram. Bunların hepsi sevap. Düşmanlığı doğuran her şey günah. Gıybet, dedikodu, ağır söz vs. Genel kural bu, umumi kaide bu. Yaptığın iş, Müslümanların arasında düşmanlığı artırıyorsa günah. İnsanlar arasında muhabbeti artırıyor, sevap, kesin, gayet kolay.
Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi diyorsun on hasene alıyorsun. Camiden içeriye giriyor Abdullah Çiftçi. es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi. Ve aleyküm selâm. İşte ve rahmetullah deyince yirmi. es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi iki bir de ben rahmetullah dedim. Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh! Otuz hasenat.
Demek ki; birbirimizi sevmemiz de bize sevap kazandırıyor. Müslüman, Müslümanı sever. Neden?
Müslüman müslümanın kardeşidir. Din kardeşidir. Sever. Sevince de sevap kazanıyor. Ahbap olunca.
Sen nerelisin?
Kayserili.
Ben nereliyim?
Çanakkaleli biz ahbap olmuşuz. Seviyor Allah.
Sen nerelisin?
Karslı.
Ben nereliyim?
Edirneli, ahbap olmuşuz.
Neden?
Dinden dolayı. Din kardeşliğinden dolayı. Allah seviyor.
أَيُّمَا عَبْدٍ جَاءَتْهُ مَوْعِظَةٌ مِنَ اللهِ فِي دِينِهِ، فَإِنَّهَا نِعْمَةٌ مِنَ اللهِ سِيقَتْ إِلَيْهِ. فَإِنْ قَبِلَهَا بِشُكْرٍ، وَإِلَّا كَانَتْ حُجَّةً مِنَ اللهِ عَلَيْهِ لِيَزْدَادَ بِهَا إِثْمًا، وَيَزْدَادَ اللهُ عَلَيْهِ بِهَا سَخَطًا. ابْنُ عَسَاكِرَ وَابْنُ النَّجَّارِ عَنْ عَطِيَّةَ بْنِ قَيْسٍ.
Eyyümâ ‘abdin câethü mev’ızatün minallâhi fî dînihî fe-innehâ ni’metün minallâhi sabakat ileyhi. Fe-in kabilehâ bi-şükrin ve illâ kânet hücceten minallâhi aleyhi li-yezdâde bi-hâ ismen ve yezdâdallahu ‘aleyhi bi-hâ sahatan.
Bu ikinci hadîs-i şerîf. İbn Asâkir, İbnü’n-Neccâr tarafından belirtilmiş,Atiyyed ibü Kays radıyallahu anh ravisi.
Eyyümâ ‘abdin. Buyuruyor ,Peygamber sallallahu aleyhi vessellem efendimiz.
Bir kul ki:
Câethü mev’ızatün minallâhi fî dînihî. Ona dininde bir bilgi, bir öğüt, bir nasihat geldi kulağına, duydu. Es’ad hoca söyledi sabah namazdan sonra, duydu. Radyoyu açtı. Cuma günü dini konuşma vardı. Duydu. Veya çarşıda bir arkadaşıyla karşılaştı, o söyledi. Duydu. Herhangi bir kul ki, ona bir öğüt gelir, dini konusunda bir bilgi gelir, “şöyle yapmak sevapmış, böyle yapmalıymış, şöyle yapmak günahmış, öyle yapmamak lazımmış”, bir bilgi geldi.
Bu nedir?
Fe-innehâ ni’metün minallâhi sabakat ileyhi. Allah’ın ona yönelttiği, koşa koşa gelen bir nimettir, bu öğüt. Ni’metün minallâhi. Allah’dan bir nimettir bu.
Fe-in kabilehâ bi-şükrin. Eğer çok şükür diye bu bilgiyi sevgiyle kabul eder, bu bilgiyi uygulamaya niyet eder, “Elhamdûlilâh, bunu da öğrendim, çok şükür derse”, ne âla. Çok iyi bir şey yapmış olur. Allah’ın verdiği nimetin şükrünü eda etmiş olur, sevap kazanmış olur.
Gelen öğüt, dinlediği nasihat, Vaaz nedir?
Ona Allah’dan bir nimettir. Bunu kabul ederse ne âla, güzel, sevap kazanmış olur, şükretmiş olur, nimetin şükrünü eda etmiş olur. Çok iyi.
Ve illâ. Kabul etmedi. Yahu herif kaç seferdir sana söylüyoruz, niye yapmıyorsun bunu? Yapmıyor. “Ya bu günah, yapma diyoruz”, yapmaya devam ediyor.” Yahu be adam, bu yaşa geldin, hacca git, şöyle yap, böyle yap, şu şu işleri yap, sevap kazan, arkandan bir duayla anılmaya vesile olsun”, yapmıyor. İyi şeyi yapmıyor, kötü şeyi bırakmıyor, dinlemiyor.
O zaman kendisinin duyduğu bu öğüt, kulağına gelen bu nasihat, bu vaaz, bu bilgi, onun için bir nimet değil. Ya ne?
Hücceten minallâhi aleyhi. Mahkeme-i kübrada, Allah tarafından onun aleyhinde kullanılacak bir aleyhte belge, suç vesikası. Ne diyecek Cenâb-ı Hak?
Sen dünyada bu öğüdü duydun da tutmadın diyecek. Li-yezdâde bi-hâ is ismen. Bununla günahı artsın diye ,bir aleyhte belge.
Ve yezdâdallahu ‘aleyhi bi-hâ sahatan. Allah bunu yapmadı diye, gazabı Allah’ın onun üzerinde ziyade olsun diye bir aleyhte belgedir bu, yapmaması.
O halde Müslüman, duyduğu bir dini emri, vaazı, nasihati uygulayacak. Sahâbe-i kirâm öyle idi. Bir ara içki yasağı daha gelmemişti. Toplum İslam’a yeni ısınıyor. Birisi imam oldu. İçki içmiş gelmiş evinde. Daha içki yasaklanmış değil. Namazda âyetleri şaşırdı, ters okudu, ters mana çıtı, herkes de üzüldü bu işe. Hz. Ömer de temenni etti ki, yani bu içki yasaklansa, sarhoş oluyor insan, namazda ne söylediğini bilmiyor diye. Allahu Teâlâ hazretleri içkinin içilmemesinin daha iyi olduğunu bildiren âyet-i kerîme indirdi. Ondan sonra bir âyet daha indi. Ondan sonra çeşitli vesilelerle, günler geçtikten sonra, uzatmak istemiyorum.
Sonunda da içki; şeytanın insanları saptırmak için kullandığı araçlardan bir araçtır. İçkiyi içmeyin ey Müslümanlar diye yasak geldi. Ama ilk başta içilmemesi daha iyi olur, içmeseniz falan tarzındaki yumuşak şeylerden dolayı, henüz kendisini toparlayamamış insanlar vardı. Evlerinde şarap küpleri vardı, tulumları vardı. Hurmayı sulandırıyorlardı, fışkırıyordu meşrubat oluyordu, içki oluyordu. Hurma, hurma likörü mü diyeceğiz,bilmem ki, meyvelerden falan yapıyorlar ya, bilmiyorum ki, elma likörü, muz likörü, bu tatlı meyveleri, üzümün suyunu sıktıktan sonra bıraktın mı şarap oluyor, fışkırıyor, küplere koyuyorlar, bekliyor, yıllandı mı, asırlandı mı.
Bilmem Fransa’nın Burgonya eyaletinin, bilem ne şarapları, dünyaca meşhur, yaldızlı şişeler içinde şeytanlar. İçtiğin zaman insanın, midesinden kafasına şeytanlar mahvediyor. Yasak. Duyan, küpleri sokaklara devirdi. Duyan, tulumları boşalttı. Yasakmış, yasaklanmış dedi. Bıraktılar yani. Nasihati duyunca uygulardı, sahâbe-i kirâm.
Kubâ’ya birisi geldi. Kubâ mescidine. Kubâ Medine’den uzakça bir yer, arabayla gidiliyor, yürüyünce gidince birkaç saatini alır insanın. Baktı ki onlar Kudüs’e doğru namaz kılıyorlar.
Dedi ki;
Ey cemaat!
Ben Resûlulallah’tan gördüm. Kıble değişti, Kâbe’ye dönülecek artık. Bir âyet geldi dedi. Kubâ’daki ahali, imam ve cemaat yer değiştirdiler, yön değiştirdiler, Kâbe’ye yöneldiler. Duyar duymaz, namazın içinde uyguladılar. Sahâbe-i kirâm böyleydi. Sahâbe-i kirâmın ahlâkı güzel. Duydu mu nasihati tutuyor. O sahâbe Müslümanlığı.
Ama zamane Müslümanlığı. İki çeşit Müslümanlık var. Sahâbe Müslümanlığı, zamane Müslümanlığı. Zamane Müslümanlığında nasihat tutmak yoktur. Şovcu gibi hoca konuşacak karşısında. Öteki de tiyatro seyreder gibi aşağıdan dinleyecek, kürsünün üstündeki hocayı, dışarı çıktıkları zaman, yak bir sigara diyecekler, o ona sigara ikram edecek, yakacaklar, çekecekler içlerine, derin bir nefes çekecekler, üfürecekler. Hoca güzel konuştu ya veya diyecekler ki ya hoca da amma aşırı konuştu ha. Olmaz böyle şey filan diyecekler. Dinlemiyor. Âyet okuyorsun, kulağına girmiyor. Hadîs okuyorsun, girmiyor.
İşte bu diyarda kiliselerin önemini, dini eğitimin önemini görüyor muyuz?
Görüyoruz.
Her mahalle de kilise var mı?
Var.
Her kilisenin kolejleri, mektepleri, eğitim müessesleri var mı?
Var.
Teşkilatları,kadroları, papazları, rahibeleri var mı?
Var.
Televizyon da programları var mı?
Var.
Konuşmaları?
Var.
Şimdi gideceğim, televizyonu açacağım haberler için, üç tane dört tane kanalda vaaz var. Hem de ne usta konuşmacılar. Salona toplanmışlar. Salonda böyle yüz hareketleri, el hareketleri, tam böyle etkilemek için ne gerekiyorsa, film gibi, şov gibi konuşmalar, herkes böyle dinliyor, koca salon dolu.
Yani bu adamlar dinlerine düşkün mü değil mi?
Bir arkadaş gitmiş bir şey söylemeye. Demiş ki; Ben çarşambaya kadar dünya işleriyle meşgul olmamaya karar verdim demiş. Easter’ları ya bunların. Paskalyaları. Dünya işi konuşmayacak. Bak nasıl dindar. Neden kapalı Cuma günü?
Niye pazartesi, salı günü kapalı?
Dini bayramları olduğu için, çok dindar, kiliseye giderler.
Yılbaşında nasıldır?
Her tarafı ağaçlarla süslenir. Yılbaşı olduğu zaman, nasıl tezahürat yaparlar? Kıbrıs elden gitse bu kadar üzülmezler, kalkmazlar. Zaten Kosova elden gitti, Balkanlar elden gitti, koca Osmanlı imparatorluğu gitti, Kafkasya gitti, Irak gitti, petroller gitti, Suudi Arabistan gitti, mukaddes beldeler gitti, millet yerinden kıpırdamıyor. Korktum ben, insanlardan korktum, ben galiba bu gezegene, uzaydan geldim galiba. Ben çok yadırgıyorum, çok garipsiyorum, hiç aklım almıyor.
Çok mu sinirleniyorum, bilmiyorum.
Her olaya gereği kadar şey ver, o kadar bitsin.
Allah ıslah etsin.
Allah’tan bir öğüt gelirse, bir nimettir. Onu şükürle karşılayacak, uygulayacak. Uygulamazsa aleyhine hüccettir. Ahirette, Mahkem-i kübra’da delil olacak, günahı artacak. Allah’ın ona gazabı artacak. Öğüdü dinlemeyene Allah gazap eder demek bu. Öğüdünü dinlememek günah demek.
Üçüncü ve sonuncu hadîs-i şerîf.
أَيُّمَا رَجُلٍ حَلَفَ عَلَى مَالِ رَجُلٍ كَاذِبًا، فَاقْتَطَعَهُ بِيَمِينِهِ، فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُ الْجَنَّةُ، وَوَجَبَتْ لَهُ النَّارُ، وَإِنْ كَانَ عُودَ أَرَاكٍ. الْبَغَوِيُّ عَنْ أَبِي أُمَامَةَ بْنِ سَهْلٍ، وَيُقَالُ: ابْنُ ثَعْلَبَةَ.
Eyyümâ racülin halefe ‘alâ mâli racülin kâziben fa’k-teta’ahû bi-yemînihî fe-kad beriet minhü’l-cennetü ve vecebet lehü’n-nâru ve in kâne ‘ûde erâkin.
Üçüncü hadîs-i şerîf. Adaletin önemi, yalancı şahitliğin, fecâati konusunda.
Diyor ki Peygamber sallallahu aleyhi vessellem efendimiz;
Her hangi bir adam ki, bir başka adamın malı üzerine yalan yere yemin etti. Vallah billah ki bu benimdir dedi.
Fa’k-teta’ahû. O yalan yeminle, o adamanın, o malını elde etti, yalan yere yeminle, yalancı şahitlikle, kendisinin olmayan o malı, yemin etti.” Bu bana babamdan, dedemden kaldı”. Diye yemin etti. Aldı malı. Tamam. Kandırdı. Hâkimi kandırdı, belediye başkanını kandırdı, emiri, komutanı kandırdı, neyse, yöneticiyi kandırdı. Mazlumun, zavallının, malını koruyamayan öteki adamın malını, dalavereyle, kendisi tarafına kaydettirdi aldı.
Abim zeytinlik aldı memlekette, yakın köylerden birisinde, denize yakın. Bilmem kaç dönüm arazi. Deniz kenarında, çok kıymetli yer. Şimdi abim aldı, parasını da verdi, tapusu da üzerinde, allem etmişler kallem etmişler, oyun etmişler, dalavere, dümen. Aradan kaç yıl geçtikten sonra, adamın mirasçıları, tekrar malı başkasına satma noktasına gelmişler, ayarlamışlar her şeyi satacaklar. İmza vs. gidecek bilmem on yedi dönüm, deniz kenarında, arsa çok kıymetli, milyarlar. Tapuda ki memur uyanık ahbap olduğundan, bizim ahbaplara haber vermiş, ulaştırmış, gidince iş düzelmiş. Bir daha satacak ve sattığı adamdan parasını alacak tabi. Halbuki mal kendisini değil. Alavere dalavere. Yani neler oluyor.
Yalan yere bir insan, mal sahibi olursa, yeminle alavereyle dalavereyle, mal sahibi olursa ne olurmuş bakalım?
Fe-kad beriet minhü’l-cennetü. Cennet, ondan beri olur.
Ne demek beri olmak?
Uzak olur. Cennete giremez. Cennet ondan sakınır, çekinir, uzak olur.
Ve vecebet lehü’n-nâru. Ve cehennem ona vacip olur, gerekli olur, cehenneme girecek bu herif. Neden? Yalan yeminle mal geçirtti üzerine.
Ne miktarda mal geçirtmişse olacak; bu cehennemlik olmak, cennetten mahrum kalmak ne miktar?
Ve in kâne ‘ûde erâkin. Eğer bir misvak dalı bile olsa.
Misvak dalı nedir biliyor musunuz?
Şöyle bir çalı vardır, onun köküdür. Bedeviler onu çıkartıyorlar, kesiyorlar, getiriyorlar, satıyorlar. Çünkü telleniyor, fırça gibi oluyor, bir de içindeki tuzlu ve antiseptik madde dolayısıyla ile diş etlerinin hastalıklarını geçiriyor, ağzı sıhhatlendiriyor, güzel kokuyla kokulandırıyor ve diş temizliği sağlanmış oluyor. O zaman da inci gibi dişler oluyor, pembe diş etleri oluyor, öyle acıma, kanama vs olmuyor, çok kıymetli bir şey. Basit, fakat çok faydalı birşey. Ama her evde var. Çölde git, misvak ağacını bul, dalını kes, al senin de misvağın olsun, kıymetli bir şey değil, bol bir şey, bedava bir şey. Yani çakıl taşı, parayla mı? Ormandaki dallar parayla mı? Hiç önemi yok onun gibi.
Eğer bir misvak dalı bile olsa, onu yalan yeminle, valla bu benim, hadi ordan derse, bazı şeyler tam ispat edilemiyor, yere misvağın düştü senin, sen misvaklandığın zaman, namaz yetmiş kat daha sevaplı diye cebinde taşıyorsun bilmem ne filan. Bir başkası aldı. Sen dedin ki; misvak benim, ver. O da valla billah bu benim, aldı cebine koydu, gitti. Tabi misvak kalem gibi traş edilebiliyor, hatta traş etmek lazım misvağı, aynen bırakmak doğru değil, şuradan çakını çekeceksin, herkesin yanında çakısı olacak, benim zevkime göre, herkesin yanında çakısı hazır olması lazım, çakısız adam olmaz, bıçak, kılıç, tabanca diyecektik ama şimdi çakıya döndü, yirmi birinci yüzyıla girdiğimiz için. Çakısı olacak tak ucunu eğri kesecek, yeni kısmıyla dişlerini öyle fırçalayacak,ondan sonra bir daha kesecek. Çünkü kullanıldıktan sonra kuruyunca, orada bir şeyler olabilir, yenilenecek, kalemin ucunu açıyorsun, yazı yazıyorsun yazıyorsun,kütleşiyor, yeniden kalemin ucunu açıyorsun. Babam çok güzel açar, Allah selamet versin. Bizim de kalem traşımız yok. Baba açar mısın? Deyince, marangozdu babam. Marangozun Türkçesi ne? Dülger. Benim babam dülgerlik yaptı. Yani ben bilirim böyle çiviler ağzında, elinde çekiç tahtaya takada takada ev yaptığını filan bilirim. Hafız Necati ama dülgerliği de var. Herkesin bir sanatı oluyor, hafızlıktan para olmuyor. Sanatı, başka şeyden kazancı. Ama hafızlığı var. Dülger.
Evet haramdan kaçınmamız lazım. Günahlardan kaçınmamız lazım. Bir hurma, bir misvak dalı bile olsa, kimsenin hakkını üstümüze geçirmememiz lazım. Yalan yere yemin edip de onun bunun malını işletmemek lazım. Millet tapular düzenleyip ,koca koca mülkleri kaçırıyorlar. Hele dul kadınların, ihtiyarların canavar gibi evlerine giriyorlar, imza attırıyorlar, vekalet alıyorlar, parmak bastırıyorlar, adamın malı gidiyor, çok yüreği yanan aileler var.
Ispartalı, çok sevdiğimiz bir arkadaş vardı. Zihnen zaman zaman bunalımlara giriyor. Bunalımlara girdiği sırada, Isparta’nın orta yerinde, çok güzel bir mülkü, ucuz bir fiyata satmış, hasta. Ailesi duyar duymaz, melek gibi aile. Müslüman, mütedeyyin bir aile, duyar duymaz perişan olmuşlar,gitmişler “ya bu hasta etme eyleme, mahkemeye de müracaat etmişler, adam demiş ben aldım, karışmam, çok ucuz bir fiyata.
Şimdi bu namaz kıldığımız şeyi, alttaki dükkanlarla şeylerle, yüz elli bine verseler, alır mısınız, Öyle yani. O kadar ucuza gitti mallar. Ötekisi hiç bana mısın demiyor. Ben onun bunun şeyini haksız yere aldım demiyor. Bir de ahireti var, bu işin. Hem Allah bu dünyada hayır ettirmez o paradan, bir hayır görmez. Kendisi cezasını, belasını çeker, inim inim inler, pişman olur, kan kusar. Hem de ahirette cennete giremez. Cehennem ona vacip olur.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi tertemiz, helal malla yaşamaya, helal rızıkla beslenmeye, muvaffak eylesin. Helal paralarla da hayır hasenât yapıp, âhirette de büyük dereceler kazanmayı nasıp eylesin.
Bi hürmeti esmâihi’l-hüsnâ ve habâbi’l mücteba, ve bi hürmeti esrâr-ı sûreti’l-Fâtiha...