Bismillahirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l âlemin. Vessalâtü vesselâmü âlâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihî ecmaîn ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd.
Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem;
اِثْنَانِ لَا يَنْظُرُ اللهُ إِلَيْهِمَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ: قَاطِعُ الرَّحِمِ، وَجَارُ السُّوءِ
İsnâni lâ yenzurullâhu ileyhimâ yevme’l-kıyâmeti kâtı’u’r-rahimi ve câru’s-sûi.
Deylemî Enes radıyallahu anh’ten rivayet eylemiş ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş;
İsnâni. “İki insan vardır”. Lâ yenzurullâhu ileyhimâ. “Allah onlara nazar eylemez.” Yevme’l-kıyâmeti. “Kıyamet gününde Allah onlara nazar eylemez.”
Nazar etmek, bakmak demek ama Allahu Teâlâ hazretleri her şeyi görüyor, biliyor; nazar eylemez, bakmaz, yani yüzlerine bakmaz, onlara rahmet etmez, onlar Allahu Teâlâ hazretlerinin iltifatına, teveccühüne nâil olamazlar, Allah onlara iltifat buyurmaz demek.
Kimmiş bu kötü kimseler?
Kâtı’u’r-rahimi. Bir, “Akrabalık bağlarına riayet etmeyen.”
Akrabalarla bağlarını kesik tutan, koparan, akrabalara sıla-i rahim yapmayan, onlara karşı görevlerini yerine getirmeyen kimse.
İkincisi;
Ve-câru’s-sûi. “Kötü komşu.”
Kötü komşunun da yüzüne bakmayacak Allah. Allahu Teâlâ hazretleri komşuya iyilik yapmayı emrediyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuş ki;
“Allah Allah, Cebrail aleyhisselam bana o kadar geldi, o kadar çok komşu haklarından bahsetti, o kadar çok 'aman komşuya dikkat edin, riayet edin, kollayın, gözetin, iyi komşuluk yapın' diye o kadar söyledi ki, o kadar komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti ki 'galiba bu gidişle komşu, komşuya vâris olacak. Allah komşuyu, komşuya mirasçı da edecek galiba' diye öyle sandım.”
O kadar çok tavsiye buyurmuş, o kadar çok komşuluk haklarına dikkat etmesi iyi olacak müslümanın.
Tabii komşu nereden nereyedir?
Onun da ölçekleri var. Şehir çok büyükse; nereden nereye kadar benim komşum, nereden ötesi komşu sayılmaz?
Ama, epeyce uzak bir mesafeye kadar komşu sayılıyor. Onun için sadece bitişiği değil, arsası bitişik olan değil ötelerdekilere de iyi bakması lazım, kötülük yapmaması lazım.
Ve Peygamber Efendimiz ikinci hadîs-i şerîfte buyuruyor ki;
اِثْنَانِ خَيْرٌ مِنْ وَاحِدٍ، وَثَلَاثَةٌ خَيْرٌ مِنْ اثْنَيْنِ، وَأَرْبَعَةٌ خَيْرٌ مِنْ ثَلَاثَةٍ. فَعَلَيْكُمْ بِالْجَمَاعَةِ، فَإِنَّ يَدَ اللهِ عَلَى الْجَمَاعَةِ؛ وَلَمْ يَجْمَعِ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ أُمَّتِي إِلَّا عَلَى هُدًى؛ وَاعْلَمُوا أَنَّ لِكُلِّ شَاطِنٍ هَوىً فِي النَّارِ
İsnâni hayrun min vâhidin ve selâsetün hayrun min isneyni ve erba’atün hayrun min selâsetin fe-aleyküm bi’l-cema’ati fe-inne yedellâhi ale’l-cemâ’ati ve lem yecma’illahu azze ve celle ümmetî illâ âlâ hüden va’lemû enne li-külli şâtınin heven fi’n-nâri.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten bu ikinci hadîs-i şerîf. Efendimiz buyuruyor ki;
[İsnâni hayrun min vâhidin.] “İki kişi, bir kişiden daha hayırlıdır.”
Bir insan tek başına bir yerde duruyor. İki kişi bir yerde duruyorlar; iki kişi bir kişiden daha hayırlıdır, tek durmaktan iki kişi olmak daha iyidir.
Ve-selâsetün hayrun min isneyni. “Üç kişi de iki kişiden daha hayırlıdır.” Üç tane müslümanın bir arada olması daha hayırlıdır. Ve-erbaatun hayrun min selâsetin. “Dört kişi de üç kişiden hayırlıdır.”
Demek ki bu böyle gidecek. Sayı ne kadar çok olursa hayır o kadar çok olacak. Binâenaleyh müslümanların toplaşması lazım, bir araya gelmesi lazım, birlik teşkil etmesi lazım.
Fe-aleyküm bi’l-cemâ’ati. “Binâenaleyh toplanmaya, cemaate dikkat etmenizi size tavsiye ederim.” diyor Peygamber Efendimiz.
Toplu olacaksınız, dağınık olmayacaksınız, darmadağın gitmeyeceksiniz. Mümkün olduğu kadar bir arada olacaksınız, cemaati size tavsiye ederim.
Cemaati tavsiye ederimin iki mânası var. Dağınık dağınık durmayın, toplu yaşayın demek. Tek başınızda evde olmayın cemaate katılın demek.
Cemaatten kasıt ikisi de olabilir. Yani ben falanca dağda oturuyorum tek başıma, ötekisi filanca dağda oturuyor tek başına. E canım o dağda iki kişi otursanız daha iyi olur, üç kişi otursanız daha da iyi olur. Alexandra Hills’de beş kişi olsanız, dört kişiden daha iyi olur.
Ne kadar çok olursanız o kadar iyi. Binâenaleyh şehirler köylerden daha iyidir İslâm’da.
Hani aksini iddia eden mi var?
Eh mesela ben bir ara düşünüyordum ki; "köylere gitsem de köyde yaşasam." Gebze'nin Tavşancıl kasabasından arsa almaya bile niyetlendim. Hocamız engelledi. Kaç sefer teşebbüs ettiysem engelledi.
Ben orayı niye istiyordum?
"Tenhada başımı onun bunun şeyiyle meşgul etmeden kitaplarımla okurum, yazarım, çalışırım" filan diye düşünüyordum. Hocamız en sonunda bana dedi ki;
"Evladım, küçük yerlerde insanın kadrini kıymetini bilmezler. Mücevherin kıymetini kuyumcu bildiği gibi büyük şehirlerde ârif insanın, kâmil insanın kıymeti bilinir. Allâme-i cihânı getirsen bir köye koysan adam muhtarın aşağısına oturtur. Onun nazarında jandarma çavuşu reisicumhurdan üstündür. Jandarma çavuşu geldiği zaman gedikli pırpırlı, ona etmedik iltifatı bırakmaz, koyun keser, bilmem şey yapar ama allâme-i cihân gelse yüzüne bakmaz. Küçük yerlerde insanların kıymetini bilmezler evladım" dedi.
Hakikaten de ben bunu hayatımda denedim gördüm, gerçekten öyle. Gerçekten öyle! O bakımdan büyük şehirler önemli. Büyük şehirlerde doktor var, hastane var, mektep var, Kur’an kursu var, her şey var, büyük şehirde ne ararsan var. Tabii fitne fesat, eğlence, zevk sefa vesaire de var. Eh yani köydekiler de aslında günah işlemekten şehirdekilerden aşağıda kalmazlar. Onların da ne naneler yediklerini git de bir incele görürsün.
Allah iyi insanlarla bir araya getirsin.
Binâenaleyh cemaate dikkat edin, toplanmaya, toplu olmaya dikkat edin diyor.
Fe-inne yedellahi ale’l-cemâ’ati. “Çünkü Allahu Teâlâ hazretlerinin eli cemaat üzerinedir.”
Allahu âlem bu ne demek?
Allahu Teâlâ hazretleri cemaate lütfeder, bahşeder demek. Cenâb-ı Hakk’ın lütfu, ihsanı, ikramı, cemaate çok çok gider demek, mükâfat verir yani Allah.
Toplulukta hayır olur, bereket olur, tek başımıza yapamayacağımız şeyleri yaparız.
Biz Allah’a hamd ü senâlar olsun, hocamızdan tekke hayatını gördük ve ilkokuldan beri, ortaokuldan beri tekke hayatı içinde yetiştik. Bir tekkenin dervişi olmanın zevkini, sefasını, rahatını, mânevî huzurunu, kardeşlik duygusunu, ahbaplığı, edebî, ahlâkı çok güzel gördük. Başkasının bunlardan haberi yok, bilmiyor bunları.
Onun için Allah’ın ihsanı, ikramı da cemaat üzerinedir. Tek başımıza yapamayacağımız nice işleri yaptık. Mahalleler kurduk; işte Ankara’daki Özelif Sitesi. Büyük tesisler kurduk, büyük şirketler kurduk, büyük vakıflar kurduk, çok büyük işler yaptık. Daha da yapacaktık... Yine de her şey bitmiş değil. Dergiler kurduk, gazete çıkarttık, radyomuz var, televizyonumuz var. Daha derli toplu olabilseydik, kaynak bulsaydık daha iyi olurduk. Ama maalesef Türkiye’de rahat etmek için ya şarkıcı olacak adam, ya bağlama, saz üstadı olacak, saz şairi olacak, ya futbolcu olacak...Yoksa böyle al kitapları sobaya at, yak yak gitsin yani. Doktor olmuşsun, doçent olmuşsun, profesör olmuşsun, ordinaryüs olmuşsun, doktora yapmışsın, püf ne demek… Adam yardımcı doçenti, profesörden yüksek sanıyor. Kimin ne olduğundan haberi yok.
Ölür müsün öldürür müsün!..
Bunlar da bizim kendi özel dertlerimiz yani size bulaştırıyoruz.
أَثِيبُوا أَخَاكُمْ: ادْعُوا لَهُ بِالْبَرَكَةِ، فَإِنَّ الرَّجُلَ إِذَا أُكِلَ طَعَامُهُ، وَشُرِبَ شَرَابُهُ، ثُمَّ دُعِيَ لَهُ بِالْبَرَكَةِ، فَذاكَ ثَوَابُهُ مِنْهُمْ
Esîbû ehâküm üd’û lehû bi’l-bereketi fe-inne’r-racüle izâ ükile ta’âmühû ve şüribe şerâbühû sümme du’iye lehû bi’l-bereketi fe-zâke sevâbühû minhüm.
Cabir radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş, Ebû Davud rahmetullahi aleyh kitabına kaydetmiş. Peygamber Efendimiz ashabı ile -rıdvanullahi aleyhim ecmaîn- bir yere gitmişler. Benim sezinlediğime göre galiba yemek yemişler. Efendimiz onlara diyor ki;
Esîbu ehâküm. “Siz de kardeşinize, onun size yaptığı ikramın mukabelesinde bulunun, siz de onu mükâfatlandırın.”
Nasıl? Nasıl olacak yani?
Sonra onu anlatıyor; üd’û lehû bi’l-bereketi. “Ona dua edin. "Allah ona bereket versin" deyin de bereketi artsın, bereketlensin, dua edin ona.” Fe-inne’r-racüle. “Çünkü bir adam, bir müslüman.” İzâ ükile ta’âmühû. “Sofrasına birileri gelir de yemeğini yerlerse, yemeği yenirse bir adamın, sofrasında yemeği yenilirse.” Ve-şüribe şerâbühû. “Ve meşrubatı da içilirse; ayran, çorba, şerbet, şurup içilen şey neyse... Yemeği yenilir, meşrubatı içilir de.” Sümme du’iye lehû bi’l-bereketi. “Ona bereket versin Allah diye dua ediliverirse.” Fe-zâke sevâbühû minhüm. “İşte o gelen cemaatten bunun da mükâfatı budur. Kazancı, ganimeti bu dualardır”
Çünkü Allah onların duasını kabul eder. Bu ziyafeti veren, bu yemeği yediren, bu meşrubatı içiren, ikrâmâtı yapan kimseye ondan dolayı büyük sevaplar ihsan eder. Demek ki "kardeşinize siz de mükâfat verin" buyurmuş, dua etmek de bir mükâfattır.
Hatta başka bir hadîs-i şerîfte de buyuruyor ki Peygamber Efendimiz;
“Sizin bir kardeşiniz size bir hediye verirse siz de ona hediye verin. Eğer verecek hediyeniz yoksa...” Olabilir, o devirde zaten çok oluyordu. Adamın hiçbir şeyi olmuyordu; ne hurması, ne giyeceği, ne yiyeceği, ne parası, ne pulu hiçbir şeyi olmuyordu. “Ona dua edin. Çünkü o da mükâfatıdır, onun karşılığıdır.” Dua ettiğiniz zaman Allah sizin duanızı kabul eder, sizin ona vereceğinizden kat kat âlâsını Allah ona verir, o da istifade etmiş olur. Çok dua edin ki nihayet "ben onun verdiği hediyeyi karşıladım" diye içinize kanaat gelinceye kadar dua edin diye tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz.
Onun için müslüman müslüman kardeşini duadan unutmayacak. Hele evine gittiği zaman, sofrasına oturduğu zaman özellikle dua edecek ki bir ganimettir, bir fırsattır. O da, ev sahibi de ondan istifade edecek; hastaysa hastalığı geçecek, derdi varsa derdi gidecek, üzüntüsü varsa üzüntüsü feraha çevrilecek, sıkıntısı varsa sıkıntısı geçecek, fakirliği varsa Allah bereket verecek, zenginleşecek filan, o dua sayesinde.
Onun için müslüman müslümanı duasında unutmamalı. Hem de en çabuk kabul olunan dua; müslümanın müslümana yaptığı duadır. Hem de daha çabuğu, en kıymetlisi; o olmadan arkasından yapılan dua daha makbuldür. Şimdi burada kim yok?
Mesela falanca arkadaş yok. İşte "Allah ona şunu versin bunu versin" vesaire vesaire... Gıyabında yapılan dua çok makbuldür. Yüzüne karşı yapılmasında belki riya vardır, gösteriş vardır vesaire filan.
Duayı tabii sofrasına oturduğumuz zaman alenen de yaparız da asıl mümkünse arkasından, o yokken hayır duayı yapıvermek daha süratle kabul oluyor. "Şu kardeşimin bugünlerde çok büyük sıkıntısı var yâ Rabbi! Sen bunun sıkıntısını geçiriver. Yâ Rabbi! Çok büyük borcu var, yardım et ödeyiversin. Yâ Rabbi! Çoluk çocuğu var, çoluk çocuğunun derdi var, vesairesi var" filan böyle dua edelim.
Duanın size hiçbir zararı yok. İki dudak arasından ne sözler söylüyoruz, sabahtan akşama kadar neler konuşuyoruz. Bize hiçbir maliyeti yok duanın, bir zahmeti vesairesi yok. Aşağı kurtarmaz diyecek bir tarafı yok, idare etmez diyecek bir tarafı yok, bedava. Üstelik kârı var. Çünkü sen arkadaşına ne dua edersen bir melek de başucunda diyor ki;
"Amin amin amin.. Yâ Rabbi! Ona istediğini buna da ver" diyor.
Hoppala… Sen ona istiyorsun ama hem ona gidiyor hem sana geliyor. Mükâfat iki koldan geliyor. Bir ona gidiyor, bir sana geliyor çünkü sen ona dua ettin.
Onun için Ümmet-i Muhammed’e dua edelim, kardeşlerimize dua edelim, yakın arkadaşlarımıza dua edelim, sevdiğimiz, bizden dua isteyen kardeşlerimize dua edelim.
Tabii kimisi vefat etti gitti. Hayatta selamlaştığım, sarmaş dolaş muhabbet ettiğim kardeşlerimden niceleri vefat etti gitti ya, aramızdan ayrıldı gitti. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn. Nice gözleri sulana sulana "bizi de duadan unutma" diyenler şu anda kara toprağın altında, mezarın içinde.
Tabii biz de bir gün gelecek elveda diyeceğiz, biz de ecel şerbetini içeceğiz, biz de kabire gireceğiz, biz de âhirete göçeceğiz.
Allah bizi de arkamızdan dua eden hayırlı evlatlardan, arkadaşlardan, dostlardan, ihvandan mahrum etmesin.
Hocamız rahmetullahi aleyh’e bakıyorum bir bereket ki; bir dua, bir hatim, bir bilmem ne, bir bilmem ne... Neler neler neler...Her zaman ruhuna gönderiliyor.
Allah bizi de böyle ağzı dualı evlatlara, zürriyetlere, arkadaşlara sahip kimselerden eylesin.
أَتِمُّوا الصَّفَّ الْـمُقَدَّمَ، ثُمَّ الَّذِي يَلِيهِ. فَمَا كَانَ مِنْ نَقْصٍ فَلْيَكُنْ فِي الصَّفِّ الْـمُؤَخَّرِ.
Etimmu’s-saffe’l-mukaddeme sümmellezî yelîhi fe-mâ kâne min naksın fe’l-yekün fi’s-saffi’l-muahhari.
Ahmed b. Hanbel, Neseî, Ebû Dâvud, İbn Abdilberr ve diğer kaynaklarda olan bir hadîs-i şerîf.
Efendimiz namaz düzeni hakkında bilgi veriyor, bizlere talimat veriyor.
Etimmu’s-saffe’l-mukaddeme. “Öndeki safı tamamlayın, ön safta boşluk bırakmayın.” Sümmellezî yelîhi. “Ondan sonra onun arkasındaki safı tamamlayın o dolduktan sonra.” Fe-mâ kâne min naksın. “Eğer safta bir eksiklik varsa o en arkadaki safta kalsın.”
Öndeki saflar tamam olsun, dolsun ikinciye geçin, dolsun üçüncüye geçin, dolsun dördüncüye geçin.”
Peki birinci saf da doldu, ikinci safta biz hangi noktada duracağız?
Tam imamın arkasına.
Ondan sonra gelen nerede duracak?
Onun sağında, ondan sonra gelen solunda, sağında solunda, sağında solunda, o da dolacak, üçüncü safta yine imamın arkasında. Yani safa doldurmaya ortadan başlanacak, şeyden [kenarlardan] başlanmayacak.
أَجِبْ أَخَاكَ. فَإِنَّكَ مِنْهُ عَلَى اثْنَتَيْنِ: إِمَّا خَيْرٌ فَأَحَقُّ مَا شَهِدْتَهُ، وَإِمَّا غَيْرُهُ فَتَنْهَاهُ عَنْهُ، وَتَأْمُرُهُ بِالْخَيْرِ
Ecib ehâke fe-inneke minhü ale’s-neteyni immâ hayrun fe-hakkun mâ şehidtehû ve immâ ğayruhû fe-tenhâhu anhu fete’muruhû bi’l-hayri.
Ecib ehâke. “Kardeşin seni bir ziyafete, düğüne, derneğe, nişana, merasime çağırdı mı davetine git, davetine icabet eyle.” Fe-inneke minhü ale’s-neteyni. “Çünkü o davete gittiğin zaman onun karşısında iki türlü durumda olabilirsin.” İmmâ hayrun. “Ya orada hayırlı bir durumla karşılaşırsın."
Sünnet-i seniyyeye uygun, Kur’an’a uygun, Allah’ın rızasına uygun güzel bir durumla karşılaşırsın.
Fe-hakkun mâ şehidtehû. Gidip de katıldığın yerler içinde senin hakkın olan, sana uygun olan yerdir, güzel, iyi bir yere gitmiş oluyorsun işte.”
Yani orada bulunmak sana layıktır, iyi, tamam.
Ve-immâ ğayruhû. “Ya da karşılaştığın durum hak değildir, hayır değildir, doğru değildir, yanlış durumdur.” Gittiğin zaman baktın ki orada uygun olmayan şeyler var. Fe-tenhâhu anhu. “O zaman da engellersin.”
'Aa böyle olur mu kardeşim, sen müslümansın ya, nedir bu yaptığın, ayıptır günahtır, yapma böyle! Bak Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuş, sakın ha! "
Esas itibariyle Peygamber Efendimiz ashabının davete icabet etmesini istiyor.
Evet, Peygamber Efendimiz kendisi de davete icap ederdi. Davete icabet etmek önemli bir edeptir. Bir mazeret uydurup gitmemek uygun değildir. Yani uydurup gitmemek uygun değildir, hakikaten mazereti varsa ayrı. Davete gitmeli ama davette görev vardır; iyi bir durumla karşılaşırsa tamam, iyi bir davete gitmişsin, ne mutlu sana, hakkındır. Kötü bir durumla karşılaşırsan yanlışlığı düzeltmeye gayret etmelisin, doğruyu emretmelisin, emr-i mâruf nehy-i münker yapmalısın.
اِجْتَمِعُوا عَلَى طَعَامِكُمْ، وَاذْكُرُوا اسْمَ اللهِ يُبَارَكْ لَكُمْ فِيهِ
İctemi’û âlâ ta’âmiküm ve’z-kürusmellâhi aleyhi yübârekü leküm fîhi.
Bu da Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud, İbn Mâce ve diğer kaynaklarda var. Efendimiz buyuruyor ki;
İctemi’û âlâ ta’âmiküm. “Yemek yemeye toplanın, ziyafete toplanın, yemeğinize toplaşın.” Ayrı ayrı yemeyin, beraberce yeyin, bir arada yeyin. Ve’z-kürusmellâhi aleyhi. “Yediğiniz yemeğe besmele çekerek başlayın. Allah’ın ismini zikrederseniz.” Yübârekü leküm fîhi. “Taamın içine Allah tarafından bereket konulur.”
Diyelim ki on kişi var, bunlar ayrı ayrı yiyecekler, ona böldüğün zaman bir şeyi yiyecekler işte, onda birini alacaklar yiyecekler. Ama toplanıp beraber yerlerse besmele çekince bereket olur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in mucizelerindendir; on kişilik yemekten bazen 300 kişi doyar. 20 kişi filan değil, 15 kişi filan değil, yüzlerce kişi doyar.
Hendek harbinde böyle bir durum olmuştu. [Sahabilerden birisi] Peygamber Efendimiz’i çağırmıştı, baktı ki çok yoruldu. Kendisi çalışıyor Peygamber Efendimiz, kazma sallıyor, taş kırıyor filan... Ashaptan bir zât evde yemek hazırlık yaptı. Peygamber Efendimiz’e geldi dedi ki;
“Yâ Resûlallah buyur yemek yiyelim.” dedi. Peygamber Efendimiz elini silkeledi, herkese dedi ki;
“Kardeşiniz yemek hazırlamış, kalk gidelim.” dedi.
Herkese.. Hendek kazan herkese birden dedi. Halbuki ev sahibinin maksadı Resûlullah’ı aradan, kalabalıktan çekip almak, onu biraz doyurmaktı. Çünkü biraz yorgun görmüştü, herkese de yemek verecek hali yoktu. Eve geldi hanımına geldi dedi ki;
“Hapı yuttuk hanım! Dedi.
Ne oldu?
Ben Peygamber Efendimiz’e yavaşçacık, “Yemek hazırladık, buyurun yiyelim.” dedim, o da bütün topluluğa, herkese, “Haydi buyurun, kardeşiniz bizim için yemek yapmış!” dedi çağırdı. Hanım düşündü dedi ki;
“Sen kaç kişilik yemek yaptığımızı Peygamber Efendimiz’e söyledin mi?
"Söyledim. İşte aşağı yukarı şöyle bir yemek hazırladık, şu kadar kişiye yeter.” dedim.
Sekiz on kişiye, neyse yani ben rakamları şu anda söyleyemeyeceğim.
Ondan sonra Peygamber Efendimiz eve geldi, dedi ki; “Tencereyi kaldırmayın kapağını. Herkes gelsin, getirsin çanağını.”
Herkese verdi verdi verdi verdi verdi... hatta tencerede arttı bile ev sahibine. O zaman 'bilmem kaç yüz kişi saydım' diyor ev sahibi.
Allah bunu Peygamber Efendimiz’in hayatında gösterdi, sahabe-i kirâm bunu biliyor, kitaplara geçmiş, rivayet edilmiş. Topluca yenildiği, Allah’ın ismi anıldığı zaman yemek bereketleniyor, ayrı yenildiği zaman bereketi kaçıyor.
Bereket de psikolojik, kaypak bir şey değil. Yani Allah bereketi verdi mi işte on kişilik taâmla 300 kişi doyuyor. Yani bitmez...
Allah bizi sevdiği kul eylesin. Dünyada ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle kahrına gazabına uğramadan büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini her zaman her yerde refîk eylesin. Şükrü yerinde şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip takdire rıza gösterip, çünkü rıza en yüksek makamdır. Sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ ve Habîbihi’l-müctebâ ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.