Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu ‘alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn, ve şefîi’l-müznibîne ve tac-i ruûsinâ ve tabîb-i kulûbinâ habibine ve habibillah Muhammedini’l-Mustafâ sallallahu aleyhi vessellem. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîn.
Emmâ ba'dü;
Fe-kale rasûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem.
إِذَا أَحْدَثْتَ ذَنْبًا فَأَحْدِثْ عِنْدَهُ تَوْبَةً. إِنْ سِرًّا فَسِرًّا، وَإِنْ عَلَانِيَةً فَعَلَانِيَةً. الدَّيْلَمِيُّ عَنْ أَنَسٍ.
İzâ ahteste zenben fe-ahdis indehû tevbeten in sirran fe-sirran ve in ‘alâniyeten fe-‘alaniyeten.
Deylemî rahmetullahi aleyh, Enes radıyallahu anh’dan rivayet eylemiş, bu hadîs-i şerifi. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessselem buyuruyor ki;
İzâ ahteste zenben. Yanılıp da bir günah işlemişsen.
Fe-ahdis indehû tevbeten. O günahın arkasından hemen tevbeni yap, tevbe eyle.
İn sirran fe-sirran. Eğer gizli bir günah işlediysen, hemen gizli olarak tevbeni yap. Eğer aşıkâre bir suç işlediysen herkese karşı, herkesin arasında, aleni olarak. Ey cemaat! Bakın ben hatadan, yanlış tutumumdan vaz geçtim, tevbe ettim, dönüyorum diye aşikâre olarak dönüşünü, tevbeni bildir.
Çünkü tevbe günahları siler. Cenâb-ı Hak Allah bizleri çok mutlu, bahtiyar, talihli bir ümmet eylemiştir ki; bir günah işlese Müslüman, hatasını anlasa, pişmanlık duysa, tevbe etse, tevbesini affolunuyor. Bir iyiliği yapmaya niyetlense, yapamazsa sevap kazanıyor. Bir kötülüğü yapmaya niyetlense, sonradan aklına başına toplasa da, utansa, vazgeçse gene sevap kazanıyor. Çok kazançlar vermiş, Allahu Teâlâ bizlere. Çok kolaylıklar ihsan eylemiş.
Elhamdûlillah âla ni’meti’l-islâm.
İkinci hadîs-i şerîf.
إِذَا أَحْسَنَ أَحَدُكُمْ إِسْلَامَهُ، فَكُلُّ حَسَنَةٍ يَعْمَلُهَا تُكْتَبُ لَهُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا إِلَى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ، وَكُلُّ سَيِّئَةٍ يَعْمَلُها تُكْتَبُ لَهُ بِمِثْلُها، حَتَّى يَلْقَى اللهَ. حم خ م عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
İzâ ahsene ehadüküm islâmehû fe-küllü hasenetin ya’melühâ tüktebü le-hû bi-‘aşri emsâlihâ ilâ seb’ımieti dı’fin. Ve küllü seyyietin ya’melühâ tüktebü le-hû bi-mislihâ hattâ yelkallâhü.
Ahmed b. Hanbel, İmam Buhârî ve İmam Müslim rahmetullahi aleyhim ecmâin rivayet etmişler. Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan, bir güzel sağlam kaynaklardan alınma hadîs-i şerîf.
İzâ ahsene ehadüküm islâmehû. Sizden biriniz Müslümanlığını güzelleştirdi mi, sapasağlam bir müslümanlık yapmaya başladı mı,
Fe-küllü hasenetin ya’melühâ tüktebü le-hû bi-‘aşri emsâlihâ ilâ seb’ımieti dı’fin. İşlediği her iyiliğe Allah, on misli ile mükâfatlandırır. 700 misline kadar da bu artabilir.İşlediği iyilikler 700 misline kadar artabilir.
Ve küllü seyyietin ya’melühâ. Ayağı sürçüp hata edip, bilerek bilmeyerek bir günah işlemiş ise.
Tüktebü le-hû bi-mislihâ. Sadece bir günah, bir seyyie yazılır. Sadece biri yazılıyor. Ama iyilik, bire on yazılıyor, 700 e kadar. Ama kötülük, bire bir yazılıyor.
Hattâ yelkallâhü.
Allah’a kavuşuncaya kadar böyle gider bu. Müslüman oldu mu insan, İslam’a girdi de müslümanlığını güzel yaptı mı, yaptığı iyilikler bire on ya da yedi yüze kadar, yaptığı kötülükler de bire bir olarak gider. Böylece çok sevaplar biriktirebilir. Çok şeyler kazanabilir. Elhamdûlillah.
Üçüncü hadîs-i şerîf.
إِذَا اخْتَلَفَتْ عَلَيْكَ الْأَشْيَاءُ، وَكَثُرَتِ الْأَحَادِيثُ، فَإِنَّ الْـهُدَى أَنْ تَدَعَ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لَا يَرِيبُكَ. الدَّيْلَمِيُّ عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
İzâ ıhtelefet ‘aleyke’l-eşyâü ve kesürati’l-ehâdîsü fe-inne’l-hüdâ en tede’a mâ yerîbüke ilâ mâ lâ yerîbük. Veya yürîbüke ilâ mâ lâ yürîbüke.
Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumadan. Deylemî rahmetullahi aleyh rivayet eylemiş ki;
Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor;
İzâ ıhtelefet ‘aleyke’l-eşyâü. İşler sana karma karışık göründü mü, şaşırdın mı, işlerin çoğalmasından ne karar vereceğini bilemedin mi.
Ve kesürati’l-ehâdîsü. Ve sağa sola sorduğun zaman veya sormasan bile görenlerin söylediği laflar da çoğaldı mı, birisi bir şey söylüyor, ötekisi başka şey söylüyor, ötekisi daha başka şey söylüyor. Zaten karar verememiştin. Bir de çeşitli fikirler laflar. İyice kafan karıştı. Sözler çok. İhtilaflı ihtilaflı laflar, konular da kafanı karıştırdı bilemedin mi,
Fe-inne’l-hüdâ. Hidayet yolu hangisidir?
En tede’a mâ yerîbüke. Seni tereddüte sevk eden şeyi bırakmandır.
İlâ mâ lâ yürîbüke. Sana bir tereddüt vermeyen şeye gitmendir.
Yani gönlünün mutmain olduğu şeyi yapmandır, biraz şüpheli görünen şeyi bırakmandır. Şüpheliden vazgeçmendir. Hidayet budur. Böyle yaparsın. Yani kafan karıştı mı, laflar çoğaldı mı, her kafadan bir laf çıkmaya başlayıp da, bir kesin karar, doğru bilgi anlaşılamaz durumda olduğu zaman, şöyle kalbinin mutmain olduğu şeyi yaparsın. Biraz şüpheli gibi görünen şeyi bırakırsın. Oradan sevap alırsın. Yani isabet etmesen bile, sevap alırsın. Çünkü iyiyi bulmaya gayret ettin. Ve şüpheliyi bırakıp, senin için kesin olan daha güzel olduğunu sandığın şeyi yapmaya giriştin.
Onun için sevap alırsın. Böyle davranacağız, bilemediğimiz konularda. Tabii ilk önce bilinebilecek konuları, bilenlere sorup öğrenmek lazım.
Şunu yapmak haram mıdır, helal midir?
Belli ise orada şey olmaz. Ama bilinmeyen şeyler, böyle ihtilaflı şeyler, o zaman şüpheliyi bırakacaksın, kalbinin yatıştığı, uyguladığı şeyi yapmaya çalışacaksın.
Allah bize basiret ihsan etsin. Doğruyu Hakkı görüp anlayıp yapmayı nasip etsin. Tevfîkini refîk eylesin. Yolunda daim eylesin. Sevaplar kazanıp huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip eylesin.
إِذَا أَخَذَ الْـمُؤَذِّنُ فِي الْأَذَانِ وَضَعَ الرَّبُّ يَدَهُ عَلَى رَأْسِهِ. فَلَا يَزَالُ كَذٰلِكَ ، حَتَّى يَفْرُغَ مِنْ الْأَذَانِ. وَإِنَّهُ لَيُغْفَرُ لَهُ مَدَّ صَوْتِهِ. فَإِذَا فَرَغَ قَالَ الرَّبُّ: "صَدَقَ عَبْدِي، وَشَهِدْتَ شَهَادَةِ الْحَقِّ، فَأَبْشِرْ. ك وَأَبُو الشَّيْخِ وَالدَّيْلَمِيُّ عَنْ أَنَسٍ.
İzâ ehaze’l-müezzinü fi’l-ezâni vada’a’r-rabbü yedehû alâ ra’sihî. Fe-lâ yezâlü kezâlike hattâ yefruğa mine’l-ezâni. Ve innehû le-yağfiru lehû medde savtihî. Fe-iza ferağa kâle’r-rabbü sadakte abdî ve şehidte şehâdete’l-hakkı fe-ebşir.
Sadaka rasûlüllâh, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.
Peygamberimiz, efendimiz, Muhammed-i Mustafa sallallahu aleyhi vessellem. Hadîs âlimi ed- Deylemî’nin Müsnedü’l Firdevsinde, o isimli kitabında Enes radıyallahu anh’den rivayet ettiği bu hadîs-i şerifinde buyuruyor ki;
İzâ ehaze’l-müezzinü fi’l-ezâni. Müezzin, ezana başladığı zaman, Kayseri ezanı veya Samsun ezanı. Başladığı zaman.
Vada’a’r-rabbü yedehû alâ ra’sihî. Cenâb-ı Hak Teâlâ, elini müezzinin başına koyar,
Fe-lâ yezâlü kezâlike hattâ yefruğa mine’l-ezâni. Ve ezanı bitirinceye kadar, bu durum devam eder. Bu durumda kalır. Şimdi Cenâb-ı Hak elini müezzinin başına koyar. Cenâb-ı Hak, Kuran-ı Kerim de buyuruyor ki:
Buyuruyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ
Leyse ke-miślihi şey’ün. [1]
Cenâb-ı Hakk’a benzer onun gibi bir şey yoktur. Yani Cenâb-ı Hakk’a neyi benzeteceğiz. Cenâb-ı Hak ne gibidir diyeceğiz. Hiçbir şeye benzetemeyiz.
Leyse kemiślihi şey-un.
Mahlukatının hiç birine benzemez. Sıfatlarından bir tanesi Muhâlefetün Li'l-Havâdis.
Yarattıklarından farklı olduğudur. Cenâb-ı Hakk nasıl?
Peygamber efendimiz diyor ki; Cenâb-ı Hakk’ın nasıl olduğunu düşünmeye kalkmayın. Çünkü aklınız ermez. Cenâb-ı Hak’ın niceliğini, nasıl olduğunu, niteliğini anlayamazsınız. Fakat kudretini düşünün, nimetlerini düşünün, mahlukâtının ibretlerini düşünün filan. Ama Cenâb-ı Hakk’ın zatını bilemezsiniz. Yani ne gibidir diyelim. Elektrik gibidir mi diyelim. Elektrik onun yarattığı bir şey. Rüzgar gibidir mi diyelim. Rüzgar onun yarattığı bir şey. Hava gibidir mi diyelim. Su gibidir mi diyelim. Hiçbir şey diyemeyiz. Diyemeyiz çünkü onun gibidir diyecek bir şey yok. Ona benzeyen bir şey yok.
Şimdi onun gibi bir şey olmadığına göre Cenâb-ı Hak, elinin müezzinin başına koyar ne demek?
Yani eli ne demek ?
Yüzü ne demek Cenâb-ı Hakk’ın?
Bu ince bir konudur. Yani elini başına koyar demek. Böyle bir büyük zat; bir küçük çocuk güzel bir şey yaptığı zaman, aferin evladım, maşallah, ya çokta akıllıymışsın sen, aferin sana, bu yaşından hiç ümit etmiyordum. Aferin falan.
Yani elini başına koymak insanlarda neye dalalet ediyor?
Muhabbete dalalet ediyor. Sevdiğini, takdir ettiğini, beğendiğini gösteriyor.
Demek ki müezzini, Cenâb-ı Hak seviyor.
Neden?
Cenâb-ı Hakk’ın ibadetine çağırıyor müezzin. Boşuna mı bağırıyor.Ayağına çivi battı da mı bağırıyor. Allah’ın ibadetine gelin ey insanlar diyor. Söylediği sözlerin hepsi muhteşem. Allah tan başka mabut yoktur.
Niye boş şeylere tapınıyor bu müşrikler?
Ancak Allah’a ibadet etmek lazım. Muhammed onun Resûludür. İnsan Allah’a ibadet ederse felaha erer. Haydin felaha gelin, kurtuluşa gelin. Niye öyle uzak duruyorsunuz? Kendinizi kurtaracak, faydalı olan şey burada. Buraya gelin. Namaza gelin. Allah en büyüktür. Her şeyden büyüktür. Büyüklüğünü, kudretini anlayıp, size nimetini anlayıp, ikramını, ihsanını anlayıp da ona şükre gelin. Teşekküre gelin. Hamd ü senaya gelin. Secdeye ibadete gelin. Demiş oluyor. Yani ezan; çok muazzam manaları ihtiva eden, çok büyük bir ibare. Çok büyük bir davet. Eh bunu bir de müezzin yüksek bir yere çıkıyor, herkes duysun diye, görsün diye. Efendim yüksek sesiyle, bağırarak söylüyor, ilan ediyor, tebliğ yapıyor. Minareden tebliğ yapıyor.
Cenâb-ı Hakk’ın yoluna çağırıyor. Cenâb-ı Hakka ibadet’e çağırıyor. Haydin namaza gelin diyor. Onun için çok kıymetli.
Allahu Teâlâ hazretleri, mübarek bir iş yaptığı için müezzin, elini müezzinin başına koyar, ezan bitinceye kadar.
Demek ki, çok muhabbet ediyor. Çok seviyor. Ezan okuyan kulunu.
Onun için Allah rızası için ezan okumaya, müezzinlik yapmaya koşturması lazım milletin. İstanbul’da, Eskişehir’de, Kütahya’da Erzurum’da. Adam emekli olmuş. Be mübarek ne duruyorsun. Yürü. Git. Çık minareye ezanı oku, sevabı kazan. Çok sevap. Çok büyük mükâfat.
Bir de bizim Ali Rıza Hakses diye Diyanet İşleri Başkanı vardı. Eskiden Fatih müftüsüydü o. Babamda onun daveti üzerine, onun yanında, tüccardı. Onun yanında vazifeye başlamıştı. Onun yanında. Yine bir hafız komşusu vardı tüccarlardan.
Demiş ki Hafız Necati kardeşim; biz hem hafızız, hem de burada ticaretle meşgul oluyoruz. Ayıp oluyor bize. Zamanımızı böyle şeyle harcamak. Çoluk çocuğumuz bu işi bizden daha güzel yapıyor. Gel biz Diyanete gidelim Müftülüğe efendim vazife isteyelim. Biz dini vazife yapalım demiş. Allah rahmet eylesin, Hüseyin Karagözoğlu diye çok mübarek, sağlam bir âlim kişi idi. Nur içinde yatsın. Babam da peki abi demiş. Yani biraz köyümüze de yakın onların yeri. Ahbaplık da var. İstanbul da ticaretten de bir ahbaplıkları var. Olur haklısın pek ala. Müftülüğe gitmişler. Müftü bunları bir görmüş. Bakmış pırlanta. Bir tanesini hemen bir camiye imam hatip tayin etmiş. Hüseyin Karagözoğlu’nu. O zaman imam hatip kolay bulunmuyor, dini ilimleri bilen insan kolay bulunmuyor. Hem hafız. Hem de böyle eline kalemi bir aldı mı, beş dakika da on dakika da hutbe döktürürmüş. O kadar muntazam kitap gibi konuşurdu. Böyle bilgili, hafızası kuvvetli, böyle şey bir insandı. Sağlam bir insandı. Konuşması da sağlamdı. Nasılsın evladım? Bilmem ne. Yani eğmek bükmek bir şey yok. Tam çelikten yapılmış gibi bir adamdı. Gitmişler. Babam da artık, o da imam olacak. Müftü bırakmamış Ali Rıza efendi. Sen demiş yazın güzel senin ya demiş oooo ne kadar güzel. Sen demiş bana yardımcı kal demiş. Fatih Müftülüğünde kaldı. Sonra o Ali Rıza Hakses, Diyanet İşleri Başkanlığına kadar yükseldi. Diyanet İşleri Başkanı yaptılar onu. Altmışlı yıllardan sonra. Diyanet İşleri Başkanı oldu. Ben makamında da başkanlık makamında da ziyaret ettim. Ankara da o zaman İtfaiye Meydanının yanında idi diyanet işleri başkanlığı. Kocatepe cami falan yapılmamıştı. Oralarda değildi. Küçük aykırı bir bina vardı şöyle. İçerlek. Efendim Hergeleci Meydanı derler bir yer vardı. Onun biraz ilerisinde idi. Ulus’tan böyle Gençlik Parkı’na gitti mi, gençlik parkını geçince, biraz ilerde solda bir girinti yerde idi. İkinci derecede bir bina idi. Yani böyle alımlı gösterişli bir bina değildi. O diyordu ki, ben kalabalık yerlerin camilerine, en güzel sesli müezzinleri kaydırırım, oralara tayin ederim.
Neden?
Ahali, ezanının güzelliğinden hayran kalsın diye. Çünkü kalabalık. Öteki mahalle camilerine bilmem neyse öteki müezzinler ama, kalabalık yerlerin camilerine sesi makamı bilen, mesela, sabah ezanını oku. Okuyor sabah ezanını Ooo olmadı. Niye?
E sabahleyin bu makamdan okunmaz ki, diyorlar. Hoppala. Ne makamı ya. Bizim makamdan falan haberimiz yok işte. Allahu Ekber, Allahu Ekber diye bağırıyoruz. Ohooo. Sabahleyin falanca makamdan okunursa, uyku arasında mışıl mışıl uyurken, tatlı duygularla uyanırmış ta, ah vah vah edermiş te o güzel duygularla kalkarmış falan. Onun için şu makamdan okunurmuş. Öğleyin, bu makamdan okunurmuş. İkindi de bu makamdan okunurmuş. Makamlar değişiyor. Günün saatlerine göre. Çünkü sabahleyin uyku da. Nazlı nazlı yatıyor. Mışıl mışıl uyuyor. Tatlı tatlı kaldıracak onu. Hadi aslanım sen ağasın, paşasın, ibadet uykudan daha hayırlıdır, hadi şu nefsini yen, şu şeytanın bacağını çatır çutur kır, kalk bilmem ne falan. Onun için başka türlü okunuyormuş.
Birisini anlattılar. Biz Ankara’da Ulus’a gelirdik. Otobüsler Ulus’tan kalkardı, minibüsler Ulus’tan kalkardı, kuyruğa girerdik, soğukta beklerdik. Sıramız gelirdi. Minibüse binerdik. Öyle herkesin arabası marabası burada, hanımın arabası, çocuğun arabası, beyin arabası, bir tane kamyonet bir tane bilmem ne kamyon, bir tane otomobil. Şey evin arkasında iki tanesi duruyor falan. Öyle yok, öyle değildi. Kuyrukta beklerdin. On beş dakika. Soğukta. Ankara’nın ayazı bastırdı mı. Oooo. Ekim, Kasım, Aralık, Ocak, Şubat. Alimallah böyle insanın bakarken, bakışları donar, küt diye yere düşer, bakışları. O kadar. Nefesi donar. Taaa şeye geldiği sırada, minibüse bineceği sırada, tatlı sesli müezzin, Zincirli Camiinde okur mu akşam ezanını, veya yatsı ezanını. Hadi bu kadar kuyruğu bekledik ne olacak? Namaza çağırıyor müezzin. Burada da vaktimiz geldi. Çıkarsak o kadar daha bekleyeceğiz. Hadi Allah’ın rızasını kazanayım de sevap olsun der. Bir daha bekleyim ne olursa olsun. Hadi Zincirli Camiinde namaza.
Fatih camiinde bir âma müezzin vardı. Bilmiyorum hala var mı ben orda iken. Hoparlörde açık. Fatih camii de tam tepenin üstünde. Bu tarafa baktı mı Haliç’i görür, şu tarafa baktı mı Marmara’yı görür, şu tarafa baktı mı Edirne kapıyı görür, bu tarafa baktı mı Beyazıt’ı görür. Tepede. Fatih Sultan Mehmet öyle yere yapmış, camiyi. Bir ezan okur. Musiki üstâdı. Makamların alasını biliyor. Gözleri kör ama, Allah kabiliyet vermiş. Bir nefes vermiş. Sanki nefes ambarı, göğsü. Ambar bitmiyor. Bir ezanlar okur. Cuma günleri bir salât u selâmlar getirir.
Arkadaşlara dedim ki; bakın bunların kıymetini bilmiyorsunuz. Kalkın bunları teype alın. Çünkü her sabah, bir başka hüner gösteriyor müezzin. Bunlar gider sonra. Arasan da bulamazsın. Bant’a alın bunları dedim. Aldılarsa aldırlar. Almadılarsa bilmem artık ne oldu. Bizim rahmetli Muammer Dolmacı’nın da sesi çok güzeldi. Çok yanık ilahi okurdu. Bayılırdınız duysaydınız. Yahu şunu bant’a alın ilahilerini. Şeye de gitmiş. Musiki ustalarına da gitmiş, onlardan öğrenmiş ilahileri eskiden. Hadi Muammer bir ilahi oku derdi hocamız. Böyle tam musikiyi bilerek, sesi de yanık ve tatlı, ilahileri de çok bilirdi yani sayı olarak ta çok bilirdi. Alacağız, edeceğiz, he falan derken, bir sabah haber geldi ki Ankara ya girerken şoförü uyumuş. Yanda duran bir tırın, görmemişler durduğunu alacakaranlıkta, arkadan altına girmişler. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Cenaze namazını kıldırdık Isparta da. Kimler?
Türkiye’nin her yerinden, en meşhur insanlar geldi. İşte böyle, müezzin ezanı bitirinceye kadar böyle durur. Ne kadar büyük şeref. Cenâb-ı Hak elini müezzin in başına koyuyor. Ne demekse, nasıl bir halse, ne oluyorsa, ne mübarek bir durumsa öyle olur.
Ve innehû le-yağfiru lehû. Ve Allahu Teâlâ hazretleri bu müezzin i affı mağfiret eder.
Medde savtihî. Sesinin uzattığı kadar sesini. Sesi uzunluğunca mağfiret eder.
Bu ne demek?
Sesi uzunluğu kadar, mağfiret eder ne demek?
Müezzini mağfiret ediyor.
Medde savtihî. Sesinin uzatması kadar. Yani ne kadar sesi uzatırsa, ne kadar yükseltirse o kadar çok mağfiret eder mi demek?
Yoksa, sesi nereye kadar uzanıyorsa o kadar mı mağfiret eder demek?
Hani çocuğa soruyorsun. Gel bakalım buraya, küçük. Geliyor tıpış tıpış. Göster bakalım beni ne kadar seviyorsun. Şu kadar seviyorum.
Daha daha?
Şu kadar seviyorum.
Daha daha?
Şu kadar seviyorum. Ha tamam. Yani sevgi böyle ölçülmez ama işte çok sevdiğini öyle şey yapıyor.
Acaba sesinin uzandığı yere kadar mağfiret eder. Yani o kadar mı büyük mağfiret ediyor. Büyüklüğünü mü ölçmek için göstermek için söylenmiş bu söz. Yoksa sesini uzatıp devam ettikçe, numaratör çalışıyor, mağfiret devam ediyor ediyor ediyor ediyor ediyor ediyor ediyor. Ne kadar uzatırsa, o kadar mı mağfiret ediyor. Öyle mi demek. Yoksa başka hadîs-i şerîflerden biliyoruz. Sesi nereye kadar gidiyorsa, ne kadar mahlûk varsa hepsi müezzin e dua edermiş. Taşlar ağaçlar, kuşlar, böcekler, zerreler herşey. Herşey şehadet edermiş, müezzinle beraber ve müezzine dua edermiş. Dağın, taşın, kurdun, kuşun, ağacın, yaprağın, çiçeğin, böceğin duasını alıyor müezzin.
Bizim köyde bir kör Ali vardı. Bir gözü kör. Küçükken tüfek tüfeğe oynamışlar. Kör etmiş nasıl. Babayiğit adamdı. Kemikli, yapılı, kalın sesli de bir adamdı. Böyle ne derler. Tenör, bariton, bas. Kalın ses, ince ses, tiz ses, pes ses diyoruz ya. Beş kilometre uzakta bizim şey yalımız. Köyümüz tepede. Köyümüzün yalısı beş kilometre aşağıda. Köyden ezan okurdu, yalıda zeytin toplayanlar, ezanı duyarlarmış. Hoparlör yok o zaman. Hoparlör yok. Öyle koca sesliydi bende hatırlıyorum. Kolundan tutarlardı, camiye getirirlerdi. Kalın sesli bir kimseydi. İki gözü de kördü. Görmezdi. Ama öyle kalın, çok sesli. Yani sesini ne kadar duyurursa o kadar iyi. Haa vakit olmuş bak. Ezan duyuluyor. Hadi namaz kılalım. Bırakın şimdi zeytin toplamayı falan. Şu namazı kılıverelim de ondan sonra devam edelim. Namaz vaktini bildiriyor. Şimdi her şey kolaylaştı. Füf füf yapıyorsun, vuv vuv ses çıkıyor. Hafifçe bir okuyorsun, gümbür gümbür ses etrafa dağılıyor. Hoparlör çıktı.
Biz bizim mahalleye cami yaptık. Ankara’da, merkez bankası evleri mahallesi. Minarenin hoparlörünün kablolarını kesiyorlar. İkide bir. Neymiş, biz burada camii istemiyoruz. Minare istemiyoruz.
Neden?
Sabah ezan okununca, çocuklarının uykuları kaçıyormuş, sıhhatleri bozulacakmış. Uyku bölünürse. Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerini yiyiyor da Cenâb-ı hakk’ın ezanı okunurken o kadar sevdiği ezan, okutturmamaya çalışıyor.
Fe-iza ferağa. Ezanı bitirdiği zaman, müezzin.
Kâle’r-rabbü. Allahu Teâlâ hazretleri, o zaman buyurur ki;
Sadakte abdî. Ey kulum, sözlerini doğru söyledin, doğru sözler söyledin. Çünkü Allahu Ekber. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh hayyealessalaah hayyealalfelah
Yani ezanın bütün sözleri doğru. Doğru sözler söyledin, ey müezzin. Doğru sözler seslendin.
Ve şehidte şehâdete’l-hakkı fe-ebşir.
Ve hak, hakikatlere şahitlik ettin. Onu bildirdin.
Eşhedü en lâ ilâhe illallâh. Ben şahitlik ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur.
Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü. Ve Şehadet ederim ki; Muhammed onun elçisidir, resûludür. Hak şeylere, şehadet ettin der. Doğru söyledin der, Cenâb-ı Hak. Taktir eder. Takdir buyurur, kulunu.
Ondan sonra da der ki.
Fe-ebşir. Hadi sana müjde, müjdeler olsun. Cenâb-ı Hak, bir kulunu müjdelerse daha ne istiyor kul. Başkasının müjdesine mi benzer. Cenâb-ı hak diyor ki ,müjdeler olsun. Demek ki, ne mükâfatlar gelecek.
Onun için Hz. Ömer radıyallahu anh efendimiz, halife olmasaydım, halife seçilmeseydim müezzinlik yapardım demiş. Halife olduğu için imamlık yapıyor. İmam. Namazı kıldırıyor. O vazife olmasaydı, müezzinlik yapardım. Çünkü müezzinlerin sevabı çok.
Müezzinlik sırf sevap. Kemiksiz et. Lop et. Gayet güzel yağsız, kemiksiz. Tam makbul en kıymetli yeri etin, en güzel. İmamlık, imamlık sorumluluk. Doğru okuyacak, abdest i güzel olacak, kafası düzgün olacak, aklına başka bir şey getirmeyecek, Cenâb-ı hakkın huzurunda cemaati temsil ediyor, halini hareketine, adabına dikkat edecek. Bir şey oldu mu, bütün cemaatin sorumluluğu ona yüklenir. Yanlışlık yaptı mı.
İmamlık, sorumluluk demek. Ama müezzinlik; kemiksiz, yağsız, kıymetli, en pahalı yeri etin. Neresi ise artık ismini siz biliyorsunuz.
Allah, bizi hep sevaplı işleri yapmaya muvaffak etsin.
El Fâtiha.