Bismillâhirrahmânirrahîm
El-hamdülillahi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Es-Salâtü ve’s-Selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d:
Fe kâle Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
يُعْطَى الشَّهِيدُ سِتَّ خِصَالٍ عِنْدَ أَوَّلِ قَطْرَةٍ مِنْ دَمِهِ: يُكَفَّرُ عَنْهُ كُلُّ خَطِيئَةٍ، وَيُرَى مَقْعَدُهُ مِنَ الْجَنَّةِ، وَيُزَوَّجُ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ، وَيُؤْمَنُ مِنَ الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ، وَمِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَيُحَلَّى حُلَّةُ [حُلَّةَ] الْإِيمَانِ
Yu’ta’ş-şehîdü sitte hisâlin inde evveli katratin min demihî yükefferü anhü küllü hatîetin ve yürâ mak’adühû mine’l-cenneti ve yüzevvecü mine’l-hûrî’l-înni ve yü’menü mine’l-fezei’l-ekberi ve min azâbi’l-kabri ve yühallâ hülletü’l-îmâni.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyh’in rivayet ettiğine göre buyuruyor ki;
Yu’ta’ş-şehîdü sittü hisâlin. “Şehide altı özel lütuf verilir.”
Altı özellik verilir, özel muamele verilir.
İnde evveli katratin min demihî. “Şehit; kanının ilk damlası yere damladığı zaman, kanın ilk damlasıyla beraber altı tane özel lütfa, muameleye mazhar olur.”
Yükefferü anhü küllü hatîetin. “Bütün hataları, günahları af olur, silinip af olur.”
Ve-yürâ mak’adühû mine’l-cenneti. “Cennetteki oturacağı yeri görür.” Köşkünü vs. daha hemen kanın ilk damlasında görür.
Ve-yüzevvecü mine’l-hûrî’l-înni. “O güzel gözlü, tatlı bakışlı hûrî kızlarıyla evlendirilir.” Ve-yü’menü mine’l-fezei’l-ekberi. “En büyük korku, heyecandan emin kılınır.”
En büyük heyecan; kıyamet günündeki heyecandır.
Ve-yü’menü mine’l-fezei’l-ekberi. “En büyük heyecan, korkuların yaşanacağı, en büyük üzüntülerin çekileceği, en büyük telaşın olduğu gün o, onların hiçbirisine uğramaz.”
Ve-min azâbi’l-kabri. “Kabir azabından da emin olur, kabir azabı görmez.”
Ve-yühallâ hülletü’l-îmâni. “Ve kendisine iman kaftanı, iman elbisesi giydirilir; süslenir. İman elbisesiyle süslenir.”
Yühallâ, “süslenir, ziynetlendirilir” demek.
Hülletü’l-îmâni. “İman elbisesi -ne kadar güzel bir elbise şerefli bir elbise- ile ziynetlendirilir.”
Peygamber Efendimiz;
“Kalbinde şehitlik arzusu olmayan bir müslüman, münafıklıktan bir çeşit üzeredir!” diye buyuruyor. Bir müslüman, şehit olmayı isteyecek! “Allah yolunda canım feda olsun!..” diye isteyecek.
“Kim Allah rızası için şehit olmayı isterse -halis niyetle, samimi; sahte değil- Allah onu şehitler makamına eriştirir; evinde yatağında ölse bile!”
Bu da niyetine göre Allah’ın mükâfatlandırmasıdır. Şehit olmayı istedi, cân u gönülden istedi; olmadı. Nasip!
Ama cân u gönülden istedi!
İsteyince, yatağında ölse bile Allah onu şehitlerin derecesine ulaştırır! Çünkü ameller niyetlere göredir. Çünkü yarın sen hayırlı bir iş yapmaya niyet ettiğin zaman, ertesi gün sen o işi yapamazsan bile bugünden niyet ettin diye Allah o sevabı veriyor. Yapamadığı hâlde niyet ettiği için Allah sevap veriyor.
İslâm’ın güzelliği bu! Niyetinden dolayı insan sevap kazanıyor, icraatı olamadığı hâlde!
Bir mâni çıktı, olmadı.
“Ben yarın falanca kardeşimi Allah rızası için hastanede ziyaret edeyim, cuma günü hasta ziyaret etmek sevaptır…”
Bir misafir bastırdı gidemedi; o ziyareti yapmış gibi sevap kazanır! Çünkü ameller niyetlere göredir. Bu böyle! Onun için güzel şeyleri niyetlenmeli, planlamalı, tasarlamalı, istemeli.
“Ama olmaz!”
Olmasa Mevlâ kendisi bilir. Her şeyi takdir eden O; veren O alan O. Yaptıran O, engelleyen O!
Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.
Vardır bir sebebi!
Câfer-i Sâdık Efendimiz radıyallahu anh ve rahmetullahi aleyh şöyle dua edermiş:
Allahümme ahyinî saîden ve emitnî şehîdâ. “Yâ Rabbi! Beni senin yolunda yürüyen ehl-i saadet kullarından biri olarak yaşat, şehit olarak öldür!”
Ehl-i saadet demek; “düğünlü bayramlı, davullu zurnalı, mutlu” mânasına değil.
Saadet Arapça’da; şakâvetin karşıtıdır. Daha doğrusu şakâvet, saadetin karşıtıdır.
İnsanlar ya saiddir ya şakîdir.
Ve-minhüm şakiyyün ve saîd. Kur’ân-ı Kerîm’de böyle bildiriyor:
“İnsanların bir kısmı saiddir bir kısmı şakîdir.”
Fe emmellezîne şakû fe fi’n-nâri hâlidîne fîhâ. “Şakâvet ehli olan, şakî olanlar cehennemde ebedî kalacaklardır.”
Said olanlar da cennetlik, cennete gireceklerdir.
Demek ki said ve saadet demek; “cennetlik olmak” demek. Yani mutlu olmak demek değil.
Saadet demek; “cennetlik olmak” demek. Şakavet demek de; “cehennemlik olmak” demek. Şakâvet, “şakî olmak” demek.
Dağdaki elinde tabanca [olan] adam şakîdir, çoğulu “eşkiyâ” geliyor.
Asıl saadet, cennet ehli olmak olduğundan; asıl şakâvet de cehennem ehli olmak olduğundan said ve şakî denildiği zaman bu anlama geliyor.
“Beni said olarak yaşat yâ Rabbi!” demek; “Cennetliklerin yolunda giden, cennet ehli bir insan olarak senin rızana uygun bir insan olarak yaşat!” demek.
Emitnî şehîdâ. “Şehit olarak da öldür.” demek. Câfer-i Sâdık Efendimiz öyle dua edermiş.
İkinci hadîs-i şerîf.
يَعْقِدُ الشَّيْطَانُ عَلَى قَافِيَةِ رَأْسِ أَحَدِكُمْ إِذَا هُوَ نَامَ ثَلَاثَ عُقَدٍ، يَضْرِبُ مَكَانَ كُلِّ عُقْدَةٍ: عَلَيْكَ لَيْلٌ طَوِيلٌ فَارْقُدْ. فَإِنِ اسْتَيْقَظَ فَذَكَرَ الله انْحَلَّتْ عُقَدَةٌ، فَإِنْ تَوَضَّأَ انْحَلَّتْ عُقْدَةٌ، فَإِنْ صَلَّى انْحَلَّتْ عُقَدُهُ كُلُّهَا، فَأَصْبَحَ نَشِيطًا طَيِّبَ النَّفْسِ، وَإِلَّا أَصْبَحَ خَبِيثَ النَّفْسِ كَسْلَانَ
Ya’kidü’ş-şeytânü alâ kâfiyeti re’si ahadiküm izâ hüve nâme selâse ükadin yüdribü mekâne külli ukdetin aleyke leylün tavîlün ferkud. Fe inistaykaza fe zekerallâhe in hallet ükadetün fe in tevazzaa in hallet ukdetün fe in salle in hallet ükdedühû küllehâ fe esbaha neşîten tayyibe’n-nefsi ve illâ asbaha habîse’n-nefsi keslâne.
İmam Mâlik; Mâlikî mezhebinin imamı, aynı zamanda hadis alimi, mübarek insan, Allah şefaatlerine erdirsin. İmam Ahmed b. Hanbel, Hanbelî mezhebinin imamı, aynı zamanda hadis alimi. İmam Müslim, İmam Ebû Davud, İmam Neseî, İmam İbn Mâce, İbn Hibban rivayet etmişler; rahmetullahi aleyhim ecmaîn.
Ebû hüreyre radıyallahu anh’ten:
Demek ki kaynaklar çok kuvvetli, sahih, güzel rivayetli bir hadîs-i şerîftir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Ya’kidü’ş-şeytânü alâ kâfiyeti re’si ahadiküm izâ hüve nâme selâse ükadin. “Şeytan sizden birisinin kafasının arkasına üç tane düğüm düğümler.”
Kâfiye; “arkası” demek. Şiirin de en arkasındaki ses benzerliğine kâfiye deniliyor. Çünkü kelimenin en sonunda bir hece var, aynı ses benzerliğinden bir sanat oluyor. Ona kâfiye deniliyor, şiirin kafiyesi deniliyor.
Mesela;
A benim bahtiyârim
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim
Bahtiyârim, tahtı yârim, baktı yârim; bu kelimeler kâfiye, sesleri birbirine benziyor. Sonlardaki ses benzerliğinden dolayı onlara da kâfiye demişler.
Kâfiyeti re’si ehadiküm. “Sizden birinizin kafasının arkası” demek, “ense, ense kökü” demek, tam tokat vuracak yer.
“Şeytan oraya üç tane düğüm düğümler!”
Şeytan bu düğümleri oraya ne zaman düğümler?
İzâ hüve nâme. “Uyuduğu zaman!”
Uyuduğu zaman şeytan geliyor, kafasının arkasına üç tane düğüm düğümlüyor. Ensesini bağlıyor, ensesinden omuriliği filan geçiyor, her tarafa sinirler gidiyor geliyor, tam önemli yer orası. Orada üç tane düğüm bağlıyor, bağladı.
Ne dermiş?
Yadribu, yudribu diye harekelenmiş. Ama doğrusu bu olsa gerek. Hareke yok da okuyuşa göre değişiyor.
Yadribu mekâne külli ukdetin. “Her düğümün üzerine yazar.”
Mühür gibi yazı yazıyor.
Yadribu mekâne külli ukdetin “Her düğümün üzerine yazar.” Aleyke leylün tavîlün. “Senin gecen uzun bir gece olsun.” Ferkud. “Uyu kal, uyu dur. Gecen uzun olsun, uyu dur!” diye şeytan her şeyin üstüne böyle bir yazı yazıyor: Uyu!
Fe inistaykaza. “Eğer geceleyin uyanırsa…”
Neden uyanır?
Çatıya çam ağacından koca bir kozalak pat diye düşer, hop diye uyanır. Bizim evde öyle oluyor. Garajın üstüne kocaman çam ağacından bir şey düştü mü yüreğimiz hop ağzımıza geliyor, güp yerine iniyor.
“Ne oldu dışarda bir şey mi var?..”
Tabancayı tüfeği al, bak; hiç de bir şey yok. Bir kozalak düştü. Uyanır.
Ya da benim gibi şeker hastasıdır, şeker hastalığı sıkıştırır, kalkması icap eder, kalkar gider gelir. Şeker hastası; mecburen, gitmezse olmuyor. Ya da dönerken vs. bir şeyden üşüdü, beli açıldı filan; o zaman uyanır. Bir sebeple uyandı.
Fe zekerallâhe. “Uyanır da bir de Allah’ı zikrederse…”
Allah, lâ ilâhe illallah, eşhedü en lâ ilâhe illallah, lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bismillah, allahüekber, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh... Bunların hepsi zikir!
“Allah Allah, belim acımış hanım.”
“Allah Allah.” dedi ya, Allah’ı zikretti ya;
İn hallet ükadetün. “Eğer uyanır da Allah’ı zikrederse ukdelerden bir tanesi çözülür.”
Bağlardan, düğümlerden bir tanesi çözülür. Zikretti mi düğümlerden bir tanesi çözülür.
Zaten Peygamber Efendimiz;
“Uykudan uyandığınız zaman kelime-i şehâdet getirin, zikredin!” diye tavsiye ediyor.
Bir de onları bilen; uyanık bir müslümansa, bilgili müslümansa işte onu söyleyince bir düğüm çözülür. Kaldı iki düğüm!
Fe in tevazzaa in hallet ukdetün. “Kalkar bir de abdest alırsa bir düğüm daha çözülür.” Abdest de düğümü çözer.
Fe-in sallâ in hallet ukteduhû küllehâ. “Aldığı abdestle bir de namaz kılarsa -ki buna teheccüt namazı derler- çok sevaptır:
Hayrün mine’d-dünyâ ve mâ fî hâ.
“Geceleyin kılınan iki rekât namaz dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır!”
Dünyadaki her şeyden, Leb-i Derya villadan bile daha hayırlıdır.
Dünyadaki her şeyden, Topkapı Sarayı’ndan bile hayırlı, hazinelerden bile hayırlı, Washington Müzesi’nden bile hayırlı, British Museum’dan bile hayırlı!..
“Allah Allah! Vay be!.. Hindistan’daki, bilmem neredeki mücevherattan bilmem neden…”
İki rekât namaz!
Çok mu zor?
Değil! Zalim nefse ağır geliyor ama hiçbir şey değil!
Üçüncü bağ da çözülür! İki rekât namaz kıldı mı üçüncü bağ da çözülür!
Fe-esbaha neşîten. “Sabahleyin çakı gibi kalkar, neşeli olarak kalkar.” Şen şakrak, dipdiri kalkar. Esnemek vs. yok, öyle rahat kalkar.
Tayyibe’n-nefsi. “Hoş hâlli, huzurlu gönlü hoş bir şekilde kalkar.”
Ve illâ. “Böyle yapmazsa!”
Ensesinde o bağlar bağlı duruyor ya; üç tane düğüm, düğüm üstüne düğüm üstüne düğüm…
Şeytan üstüne;
“Gecen upuzun olsun, uyu dur!” diye yazdı.
Asbaha habîse’n-nefsi keslâne. “O vaziyette sabahlarsa pis bir nefisle kalkar, berbat bir nefisle, perişan bir şekilde kalkar.”
Keslân. “Tembel olarak kalkar.”
Uyuşuk, tembel, pis bir iç hâliyle berbat bir nefisle tembel olarak kalkar.
Onun için ne yapmak lazım?
Gece yatarken abdestli yatması lazım. Çünkü gece abdestli yatmak, yatarken abdestli yatmak; gece namazına kalkmanın ilacıdır, çaresidir. Gece abdestli yattın mı kalkabilirsin, abdestli yatmadın mı uyansan bile kalkamazsın!
Yahu hava soğuk.
Evde kalorifer vs. yoksa yakmıyorsa sobası yoksa yakmıyorsa insanın anlına soğuk yapışır. Yorganı örter, alnı uyuşur. Başından aşağı çekerse o zaman terler filan ama dışarısı soğuk…
Bir uyanır. Kalkacak ama dışarısı soğuk. Şeytan der ki;
“Ne kalkacaksın yahu?! Yat aşağı! Nasıl olsa farz değil!” der. Gece kalkmak farz değil, onu da biliyor. Aldatmak için der ki;
“Zaten farz değil ki! Ne olacak, zaten sen farzları yapsan bile yeter. Sen ne yapacaksın, boş ver, ne kalkacaksın! Hem de soğuk. Bir de terlisin, bir de kalkarsan üşütürsün; al başına belayı! Yat aşağı!..”
Yatak da bir tatlı gelir, uyku da insana bir güzel gelir ki kaldırmaz. Uyutturur veyahut insan biraz daha kabadayı ise o zaman ona der ki;
“Tamam aslanım, sen aslansın, kaplansın, biliyorum. Hava iyileşsin, birazcık daha uyu da zaten imsakın kesilmesine dört saat daha var. İki saat sonra kalkarsın, o zaman kılarsın…”
Bir uyanır ki sabah namazının vakti bile geçmiş! Bazısını da öyle kandırır! İlerde yaparsın, diye kandırır. Şeytanın kandırmacalarından bir tanesi nedir?
“İlerde yaparsın; şimdi yapma da sonra yaparsın…” diye hayrı tehir ettirmektir!
Tehirlerden bir tanesi tesvîf, ileriye atmaktır. Arapça’da tesvîf derler. Tesbih değil tesvîf.
Sevfe yef’alü. “İlerde yapacağım.”
“Hava yaparsın, senin alnını karışlarım! Yapamazsın!”
Neden?
Şeytan aldatıyor. Bir uyuttu mu sabah namazına bile kaldırmaz. Bir bakarsın; güneşin ışınları perdenin arasından yüzüne vuruyor da yakmaya başlamış da ondan uyanmışsın!
“Tüh be, hay Allah! Camiye de gidemedik.” filan ama iş işten geçti.
Allah celle celâlüh bizlere yardım eylesin. Kendisine güzel kulluk yapmaya muvaffak eylesin. Yoksa düşmanlarımız çok amansızdır, çok zalimdir, çok büyüktür! Çok zayıf noktalardan bizi yakalar. Yakayı onlardan kurtarmak çok zordur! Şeytan, insanı çok zayıf noktasından yakalar.
Nefis de çok inatçıdır. Nefis; inatçı, köprü üstünde karşı karşıya gelmiş iki inatçı keçiden daha inatçıdır. Çok inatçıdır, keyfe zevke çok düşkündür. Yaptırmamakta çok diretir. Şeytanı yenmek, o pis kokulu tekeyi, iri tekeyi yenmek kadar zordur! İnce köprünün üstünde tos atmağa kalkıyor. Al başına belayı, aşağısı uçurum!
Nefis çok zordur. Allah nefsi yenmeyi nasip etsin. Çok zorludur, zorbadır. Toslar, boynuzlar, ısırır. Zalim nefis her şeyi yapar! Nefis, müslüman olmazsa ıslah olmazsa mutmainne nefis olmazsa;
Mutmainne nefis ne demek?
“Yumuşak yumuşak esmiş, durulmuş, berraklaşmış.” demektir.
O hâle gelmezse yapamaz:
“Tüh, vah!.. Bir dahaki sefer yapacağım!..” der, yine yapamaz.
“Bu sabah kalkamadım yine, yapacağım. Dur bu sefer olmadı ama yarın olacak…”
Düşe kalka gidiyor, daha mutmainne olmamış.
Üçüncü hadîs-i şerîf.
يُغْتَسَلُ مِنْ أَرْبَعٍ: مِنَ الْجَنَابَةِ، وَيَوْمَ الْجُمُعَةِ ، وَمِنْ غَسْلِ الْـمَيِّتِ، وَالْحِجَامَةِ
Yuğteselü min erbain mine’l-cenâbeti ve yevme’l-cumuati ve men ğasli’l-meyyiti ve’l-hicâmeti.
Ahmed b. Hanbel, Hakîm ve İbn Cerîr; Ayşe validemizden ve Zübeyir radıyallahu anhümâ’dan rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Dört şeyden dolayı yıkanılır; boy abdesti, gusül abdesti alınır: Cünüplükten yıkanılır. Cuma günü yıkanılır. Peki [cuma günü] yıkanmanın faydası ne?
“Kim inanarak sevabını Allah’tan bekleyerek cuma günü yıkanırsa geçmiş haftalık günahları üç gün ziyadesiyle affolur!”
Bir hafta, üç gün daha; on günlük günahı affolunur! Yıkanılır. Bu işi yapmak lazım! Tepeden tırnağa gusül abdesti almak lazım. Demek ki cuma günü yıkanılır.
Ve-men ğasli’l-meyyiti. “Cenazeyi yıkayan da gusül abdesti alır.”
Bir kardeşi ölmüş, arkadaşı; müslüman ölmüş de o da onun cenazesini yıkıvermiş. O da Efendimiz’in tavsiye ettiği bir şey.
Yıkadıktan, bittikten sonra bir de kendisi gusül abdesti alıverecek.
Ve’l-hicâmeti. “Bir de kan aldırmışsa hacamat olmuşsa [yıkanır].”
Kan aldırtıyorlar ya hacamat olma var ya, kan aldırmak diye bir şey var.
Kan aldırmak, buna “hacamat” derler. Kan aldırmak diye bir şey vardır. Müslüman, kan aldırır. Zaman zaman bu da çok faydalı bir şeydir. Kanın fazlası gitmiş oluyor, tazelenmiş oluyor filan. Hacamat yapmak, derler.
Peygamber Efendimiz;
“Hacamat olan kimse de gusül abdesti alır.” diye buyurmuş.
Eskiden şırınga filan yoktu. Çizikle şişe tutarak çizikten kan çıkartarak alırlardı. Arabistan gibi ülkelerde kan tazyiki için, tansiyon için filan çok güzel bir çare. Kan aldırmak Efendimiz’in tavsiye ettiği bir şey.
Şimdi iğne ile alıyorlar. Hastalık bulaşmasın vs. diye tedbirler daha kuvvetli. Eskiden bir iğneyi kaynatıp kaynatıp sokarlardı. Şimdi o da kalktı. Her iğne yapıldıktan sonra atılıyor.
İşler ilerledi, öteki şeyin zararları da görüldü.
Kan aldırdığı zaman güzel sonuçlar olduğu doktorlar tarafından söyleniyor.
Allah-u Teâlâ hazretleri bize sağlıklı, âfiyetli, sıhhatli, saadetli, selametli, kuvvetli, izzetli, devletli, şevketli müslüman eylesin.
DÖRDÜNCÜ SOHBET
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdülillâhirabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fihi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. es-Salâtü ve’s-Selâmü alâ seyyidinâ Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’l-cezâ. Emmâ ba’d:
Fe kâle Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
مَنْ صَلَّى أَرْبَعِينَ يَوْمًا صَلَاةَ الْفَجْرِ وَالْعِشَاءِ الْآخِرَةِ فِي جَمَاعَةٍ، أَعْطَاهُ اللهُ بَرَاءَتَيْنِ: بَرَاءَةً مِنَ النَّارِ، وَبَرَاءَةً مِنَ النِّفَاقِ
Men sallâ erbaîne yevmen salâte’l-fecri ve’l-işâi’l-âhireti fî cemâatin a’tâhullâhu berâeteyni berâeten mine’n-nâri ve berâeten mine’n-nifâki.
Tirmizî hadîs-i şerîfi Enes radıyallahu anh’ten rivayet etmiş. “Sahih hadîs-i şerîftir.” diye buyurmuş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
Men sallâ erbaîne yevmen salâte’l-fecri ve’l-işâi’l-âhireti fî cemâatin a’tâhullâhu berâeteyni. “Kim kırk gün cemaatle namaz kılarsa cemaati kaçırmadan camide cemaatle namaz kılarsa imamın ilk Allahu ekber diye namaza duruşuna yetişmek şartıyla -öteki rekâtlara sonradan kavuşmak değil- bu zât için iki tane berat yazılır.” Berâeten mine’n-nâri. “Cehennemden âzatlık beratı.”
“Sen cehenneme girmeyeceksin, cehennemden kurtuldun. Hürsün, âzat oldun…” diye cehennemden âzatlık beratı yazılır.
Ve berâeten mine’n-nifâki. “Sen münafık değilsin, münafıklıktan âzat oldun!”
Münafıklıktan beraat ettiğine dair eline berat verilir.
Münafıklık çok kötü bir şey!
Münafıklık eğer imanda oluyorsa mü’min olmadığı hâlde mü’minmiş gibi davranıyorsa cehennemin en aşağı tabakasındadır! Çünkü hem kâfirdir hem de bir aldatmaca yapıyor. Açıkça kâfirliğini de söylemiyor, aldatıyor.
İnne’l-münâfikîna fi’d-derki’l-esfeli mine’n-nâri. “Cehennemin en aşağı tabakasına atılacaklar.”
Eğer münafıklık; amellerinde, yaşantısında, icraatında ise bu imandaki münafıklıktan daha hafifçe bir şey, biraz daha hafif. O da çok kötü bir şey!
Peygamber Efendimiz;
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler. Vaat ettiği zaman vaadinden döner. Kendisine güvenildiği zaman güveni boşuna çıkartır, hıyanet eder.”
Münafık; dönek, kaypak bir insan!
Mü’min, iyi bir insan da bu sıfatlardan bazıları kendisinde varsa; söylediği zaman yalan söylemek, sözünde durmamak, vaadini yerine getirmemek, güvenildiği zaman güveni boşa çıkartmak vs. O zaman münafıklıktan bir miktar var, bir parça var, demektir. Onun da cezası vardır.
Peygamber Efendimiz;
“Sabah ve yatsı namazlarına münafıklar gelemez. Onun için siz sabah ve yatsı namazına gelmeye gayret edin! Çünkü gelmezseniz münafıkların arasına katılırsınız, o duruma düşersiniz!” diye bildiriyor.
Demek ki biraz gevşekçe oldu da ibadetleri yamuk yapmaya başladı mı o zaman da münafıklık oluyor.
Ama bir insan kırk gün, ilk Allahu ekber’i de kaçırmadan, namaza duruş tekbirini de kaçırmadan camiye gelirse iki tane berat yazılır, diploma, lisans eline verilir: Cehennemden azatsın! Sen münafık değilsin, münafıklıktan uzaksın, berîsin, âzatsın!
Çok güzel!
Allah bizi camisiz, Cumasız, cemaatsiz bırakmasın!
Cami çok mühim bir müessese, çok kıymetli bir müessese! İnsana çok sevap kazandıran bir müessese! Cami çok faydalı bir müessese!
Allah bizi camisiz bırakmasın. Camiden de uzak bırakmasın, camiyi de ihmal ettirmesin. Camilerimizi de içindeki uygunsuz kişilerden; imamlardan, müezzinlerden dolayı tatsız tuzsuz hâle de getirmesin.
Adam camiye gidecek ama imam berbat, müezzin berbat! Hâllerini biliyor, görüyor; oraya gidemiyor.
İmam kravatlı, sinekkaydı tıraşlı; bir acayip adam! İmam mı değil mi; kahveye gider, bacak bacak üstüne atar, oyun oynar, kâğıt oynar, sigara içer…
Allah Allah! Fesubhanallah! Tevbe yâ Rabbi, tevbe tevbe! Yahu bunlar ne biçim hâller!..
Yaptığı işlere cemaat akıl mantık erdiremez.
Ondan sonra da;
“Bugün cuma günüdür: Çiçek haftası bayramı, ağaç dikme haftası, çiçek aşısı olma haftası, verem aşısının faydaları…”
Allah Allah! Burası dispanser mi ibadethane mi, ne oluyor?
Halk eğitimiymiş!
Bazı yöneticiler, bazı dernek başkanları, bazı imamlar, müezzinler camiyi böyle tatsız tuzsuz yapar, illallah dedirtir.
Cami ihlâs merkezi, iman merkezi olsun!
“Hocam bu biraz camiye dil uzatmak olmuyor mu, vicdanın nasıl elveriyor da nasıl söylüyorsun?..”
Peygamber Efendimiz’in zamanında bile Mescid-i Dırâr diye mescit vardı!
Mescid-i Dırâr ne demek?
“Müslümanlara zarar verme mescidi” demek.
Kubalı müslümanlar Kuba’da mescit kurdu; Medine’ye, Medine-i Münevvere’ye yakın. Peygamber Efendimiz orada namaz kıldı vs. Ondan sonra oranın münafıkları; dışı müslüman, içi kâfir herifler Allah’la Resûlullah’la zıtlaşmış harp etmiş bir herifi başkan olarak tekrar getirmek için bir toplum teşkil edelim diye orada ikinci bir mescit yaptılar. Kuba’da Peygamber Efendimiz’in mescidinden ayrı [ikinci bir mescit yaptılar].
“Cemaat oraya gitmesin de bizim tarafa gelsin… Sonra bir de Şam’a kaçmış olan falanca herif de başımıza geçer…”
Teşkilatlanma hazırlığı! Camiyi de araç olarak kullanacaklar!
Âyet-i kerîme indi:
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَدًاۜ لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ
Lâ teküm fîhi ebedâ le-mescidün üssise ale’t-takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi fîhi ricâlün yuhibbûne en yetetahherûne vallâhu yuhibbu’l-muttahhirîne.
Lâ teküm fîhi ebedâ. [1] “Ey Resûlüm! Sakın o heriflerin muzırlık mescidinde asla namaz kılma!”
Ebedâ; “asla” demek.
Lâ teküm fîhi ebedâ le-mescidün üssise ale’t-takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi fîhi ricâlün yuhibbûne en yetetahherûne vallâhu yuhibbu’l-muttahhirîne. “Takvâ duyguları üzerine kurulmuş olan mescit hiç şüphe yok ki içinde namaz kılmaya çok daha layıktır. O ilk mescitte kıl. O heriflerin mescidinde sakın namaz kılma!” Fîhi ricâlün yuhibbûne en yetetahherûne. “O takvâ üzerine kurulmuş olan o mescitte ne temiz insanlar var, çok temizlenmeyi seven insanlar var.”
Vallâhu yuhibbu’l-muttahhirîne. “Allah tertemiz olmayı isteyenleri sever!” diye o mescitte kılmasını, öteki mescide gitmemesini emretti.
Demek ki mescitler bile siyasetlere, dalaverelere, dalkavukluklara, münafıklıklara âlet olsun diye kurulabilmiş; o zaman bile bir çeşit muzırlıklar yapılabilmiş!
Allah bizim mescitlerimizi takvâ mescidi eylesin. Müttakîlik, ihlâs, iman-ı kâmil, ahlâk-ı cemîle mescidi eylesin. Allah’ın sevdiği mescit eylesin, rahmet nazarıyla nazar ettiği mescit eylesin. Bizi de mescitlerden bir namaz vakti bile ayrı tutmasın.
Şeytan, insanın camiye gelmesini engellemek için her türlü şeytanlığını ortaya döker. Her türlü sanatını gösterir. Yeter ki o şahıs camiye gidemesin! Ya uykusunu sevdirtir ya soğuktan korkutur, tembelleştirir ya bir iş çıkartır…
Tam namaza gideceği sırada telefon çalar:
“Yahu şimdi ben bu telefon açarsam cemaati kaçıracağım. Çok da ısrar etti, herhalde mühim bir şey…”
Açarsın, Türkiye’den telefon; yirmi dakika konuşur!
Gitti namaz!
Ali Bingöl camiye geldi, tamam.
Namaz gitti! Hadi bakalım, buyur!
Şeytan çok oyunlar oynar, çocuğu ağlatır. Nasıl yaparsa neresini kurcalıyorsa çocuk basar yaygarayı! Anası namaza durdu mu anasının namazı berbat olsun diye çocuk ağlar!
Yavrucuğum, anan yanında işte! Eteğini tut, ne istiyorsun…
Hüngür hüngür, zırıl zırıl, barıl barıl ağlar. Sümüklü salyalı gözyaşları vs.
es-Selâmü aleyküm verahmetullâh, es-Selâmü aleyküm verahmetullâh!
Kucağına [alınca] susar!
“Fesubhanallah, bu çocuğa ne oldu?”
Ne olacak: Şeytan bir yerlerini kurcaladı, bağırttı; anasının namazını berbat etti!
Şeytanın işleri çoktur!
Allah bizi şeytana mağlup düşürtmesin. Nefsin esiri etmesin. Cami sevgisini gönlümüzden çıkarttırmasın. Cami yapmak çok sevap, camiye gitmek de çok sevap; cemaatten, camiden, Cuma’dan ayırmasın.
مَنْ صَلَّى الْعَصْرَ، فَجَلَسَ يُمْلِي خَيْرًا حَتَّى يُمْسِيَ، كَانَ أَفْضَلَ مِمَّنْ أَعْتَقَ ثَمَانِيَة مِنْ وَلَدِ إِسْمَاعِيلَ
Men salle’l-asre fe celese yümlî hayran hattâ yümsiye kâne efdale mimmen a’teka semâniyâte min veledi İsmâîle.
Enes radıyallahu anh’ten Peygamber Efendimiz rivayet eylemiş ki;
Men salle’l-asre fe celese yümlî hayran “Kim ikindi namazını kılarsa namazdan sonra hayır imlâ ederek, yazdırarak, hayır ifâ ederek oturursa…”
İmlâ etmek; “bir şeyi yaptırmak” mânasına geliyor.
“Hayır yaptırarak, hayır yazdırarak hayır yaptırarak…”
Ya hoca olacak, talebe yetiştirecek; demek olabilir.
İkindide oturdu; akşam oluncaya kadar hayır yaptırıyor, hayır ifâ ediyor, hayır icrâ ediyor, hayır imlâ ediyor.
Ya “ilim öğretmek” mânasına gelir ya da artık o mânaya gelmiyorsa “Hayır hâsıl olacak bir şeylerle vaktini doldurur.” mânasına, “Hayırla vaktini doldurur.” mânasına.
Camide Kur’an okur, tesbih çeker vs.
Kâne efdale mimmen a’teka semâniyâte min veledi İsmâîle. “Caminin içinde akşama kadar ibadetle meşgul olursa İsmail aleyhisselam’ın mübarek sülalesinden, evladından sekiz tane köle, esir düşmüş insanı âzat etmek sevabından daha çok sevap alır!”
Arapların en asaletli ailesi İsmail aleyhisselam’ın soyudur. Çünkü o Hacer validemize geldi. Zemzemi Allah onlara buldurdu. Orada yerleştirdi. Sonra Cürhüm kabilesi geldi, oturdular. İsmail aleyhisselam onlardan kız aldı, çoğaldılar vs.
Arap’ın en asil kabilesi Kureyş’tir. Kureyş’in de kökü İsmail aleyhisselam’a dayanır. En kıymetli insanlar!
En kıymetli yer de Mekke’dir. En kıymetli yerde oturuyorlar. En kıymetli ibadethane de Kâbe’dir. Onun yardımıyla, hizmetiyle meşgul oluyorlar ve orada ibadet ediyorlar. Bunlar, çok kıymetli insanlar. Aynı zamanda mübarek, mübarek insanlar.
“İkindiden sonra akşama kadar oturmak, onlardan sekiz tane köle âzat etmekten daha iyi olur.”
En güzel vakitlerden birisi sabahtan güneş doğuncaya kadarki zamandır. Bu zaman, günün evveli çok sevaptır. Bir de ikindiden sonra; akşama kadar, günün bitimi çok sevaptır. Bu vakitleri ibadetle geçirmek hakkında çok hadîs-i şerîfler vardır. Çok kıymetli!
“Sabahın köründe elinin körü hoca! Yatağa girip yatmak varken ne diye bizi böyle oturtturuyorsun, bağlıyorsun?..”
مَنْ صَلَّى الْفَجْرَ فِي جَمَاعَةٍ، ثُمَّ قَعَدَ يَذْكُرُ اللهَ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ، ثُمَّ صَلَّى رَكْعَتَيْنِ، كَانَتْ لَهُ كَأَجْرِ حَجَّةٍ وَعُمْرَةٍ تَامَّةٍ تَامَّةٍ تَامَّةٍ. ت
Men salle’l-fecre fî cemâatin sümme kaade yezkürullâhe hattâ tatlua’ş-şemsü sümme sallâ rek’ateyni kânet lehû ke-ecri haccetin ve umretin tâmmetin tâmmetin tâmmetin.
Tirmizî, Enes radıyallahu anh’ten rivayet etmiş. Hasen hadîs-i şerîftir, demiş.
“Kim sabah namazını cemaatle kılarsa sonra oturup güneş doğuncaya kadar zikrullahla meşgul olur, sonra kalkıp iki rekât namaz kılarsa onun için o gün böyle yapması ona bir hac ve umre yapmak kadar sevap kazandırır!”
Hacca gitmediği hâlde beldesinde durduğu hâlde bir hac ve umre yapmış kadar sevap kazanır. Tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre!
İşte ondan dolayı sabah namazından sonra fırsat yakaladık mı, cemaati bulduk mu fırsatı değerlendiriyoruz.
Hadis okuyoruz.
“Oturup zikrullah yapalım…”
Tamam, hadis okumak da zikrullahtır. Zikrullah da yapsak olur hadis de okusak olur!
Hangisini yapalım?
Bu devirde hadis okumamız daha iyi, çünkü bilgimiz az!
Dün akşam Diyanet’in TRT International kanalından Marmara ilâhiyat fakültesi doçentlerinden Doç. Dr. Asaf Demirbaş’ın sarı kravatlı, kabak kafalı bir doçentle konuşmasını izledim, dinledim.
“İslâm şudur da, bu değildir de, müslümanlar anlayamamışlar da, yanlışmış da bilmem ne imiş de…”
Şu adam kimmiş, adını öğreneyim, diye de sabrettim. Programın sonuna kadar da dinledim.
Asaf [Demirbaş] bizim fakülteden mezun bildiğimiz bir kimse, ötekisi kim? Biri mâlum da ötekisi kim?
Dinledim dinledim, hiç… Mesnetsiz desteksiz, abur cubur, hava civa…
“İslâm çalışmayı severmiş…”
Hiç âyet hadise dayalı bir şey yok! Hep müslümana tenkit var, hep müslümanı hor görmek var! Sanki Batılı bir papaz konuşuyor da müslümanları, ulemayı, ecdadımızı hepsini kötülüyor gibi! Ecdadın her şeyi kötü! Bu kravatlılar çıkmasaydı şap gibi yanmıştık!.. Ortalığı bunlar düzeltiyorlar televizyondan! Hem de dünyayı da düzeltiyorlar, Avustralya’ya kadar seyranı mümkün oluyor. Bunları dinlemesek hapı yutacak, tembellikten sırt üstü yata yata sırtımız yara olacak; bunları dinliyoruz da kalkıyoruz biraz çalışıyoruz da vatan millet Sakarya, ortalık düzeliyor…
Bunların sayesinde! Bunlar ecdada veryansın ediyorlar. Hurafeymiş bilmem ne diye âyet olan hadis olan konuları tenkit tenkit!..
Senin hâlin ne yahu?
Fesubhanallah. İslâm’ı bir bu iyi biliyor! Ne İmam-ı Âzam, ne İmam Şâfî, ne Abdulkâdir-i Geylânî ne Nakşibend hazretleri, ne İmam Serahsî, ne İmam Tirmizî… Onlar mutaassıp, onlar yobaz; bunlar ilerici, bunlar aydın, bunların kafalarının içi -dört yüz mumluk lamba yanıyor- pırıl pırıl!
Hava bu, anlatım hava bu!
Asaf;
“Hocam, Kur’ân-ı Kerîm’de eski ümmetlerin kıssalarının anlatılması ne oluyor?” diyor.
O da bir cevap veriyor, başka bir şey daha soruyor; bir cevap veriyor… Karşılıklı paslaşa paslaşa hasta ettiler beni! Seyrederken hasta oldum! Fesubhanallah!
Âyetler var, hadisler var. Âyetler hadisler bilinmeyince İslâm anlaşılmaz! Bu heriflerinin de lafları bir çuval rubbish, götür at!
Bir şeye dayanmıyor; kendi kafasına göre karalıyor, kendi kafasına göre hedef seçiyor, düşman üretiyor, kafasına göre ona saldırıyor!..
Bir çocuğun hayalinden bir şey kurup oynaması gibi öcüler icat ediyor vs. Hiç halkımızın, ecdadımızın iyi bir tarafı yokmuş gibi; sanki bütün ilerlemeleri bunlar yapmış gibi, sanki Avrupa’da tarih sevgisi yokmuş gibi!..
“Tarihi sevmeyeceğiz, Osmanlı ne oluyormuş da bilmem neymiş de nostalji…”
Bir de onu öğrendiler: Nostalji!
Mehmet Ali, nostalji.
Nostaljiye düşmeyecekmişsin! O mâziyi sevmek hastalıkmış…
Ecdadı sevmeyeceğiz de ne yapacağız?
Bin yıllık kitap okunuyormuş, okunmazmış!..
İşte bu yüzyıllık kitap, hadîs-i şerîf. Bunun içindeki hadîs-i şerîfler de bin yıllık kitap, onlar da hadis kaynakları; niye okunmasın?!..
Ben bir bu devirde yazılmış tefsir kitaplarını okuyorum. Bir de ciddi, hadîs-i şerîfe dayalı İbn Kesîr tefsirini okuyorum.
Yahu eski alimler alimmiş, bu yeniler eskiyi bile tam nakledemiyorlar! Onu okumayınca yamuk oluyor, insanın yeniden okuduğu bilgisi bile yamuk oluyor!
Bizim bir hocamız vardı. Babası onu Türkçe tefsir okumaktan yasaklamış, men etmiş. “Arapça’sını, ana kaynağından oku!” demiş.
Çünkü naklederken düşürüyorlar. Pek çok şeyleri düşürüyorlar, değiştiriyorlar. Nakli bile doğru düzgün yapmıyorlar.
Allah celle celâlüh bizim ilmimizi irfanımızı ziyade eylesin. Bu devirde çok ihtiyacımızdan hadis okuyoruz. Yoksa okumasak biz de fıttırırız biz de sapıtırız biz de kravat takarız biz de altın yüzük takarız biz de hadîs-i şerîflerde yasak olan Peygamber Efendimiz’in “Yapmayın!” dediği şeyleri yapar, şaşırırız, sapıtır gideriz!
Sakalla takkeyle iş olmazmış…
Peki, kravatla mı olur?!..
Ben sakalı bıraktığım zaman, cübbeyi giydiğim, sarığı sardığım zaman hiç olmazsa sünnete uygun Peygamber Efendimiz’e ecdadımıza uygun bir hareket yapıyorum.
Peki sen ne yapıyorsun, senin bu hâlin ne?
Sakal yok, bıyık yok; kravat var, pantolon vs.
Sen Batılısın! Sen raydan çıkmışsın! Onu görmüyor:
“Sakalla iş olmaz…”
Peki, kravatla mı olur!
“Mâzi sevmekle iş olmaz…”
Peki, Avrupalı mâziyi sevmiyor mu? Buram buram mâzi tüttürüyor şehirlerinde, her işinde mâzi sevgisi!..
Yahya Kemal;
“Kökü mâzide olan âtîyim!” diyor.