Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. es-Salâtü ve’s-Selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve üsvetine’l-haseneti Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’d:
Fe kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Men edâfe erbeaten mine’l-müslimîne fe vâsâhüm mimmâ yuvâsî bihî ehlehû fî mat’amihim ve meşrebihim ve melbesihim kâne keıtki rakabetin.
Enes radıyallahu anh’ten Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş:
Men edâfe erbeaten mine’l-müslimîne. “Kim müslümanlardan dört tanesini evinde misafir ederse…”
Burada “evinde” sözü yok; “Dört müslümanı misafir ederse ağırlarsa, evinde veya başka bir yerde nasıl bir şekilde olursa konuklandırırsa…”
Fe vâsâhüm mimmâ yuvâsî bihî ehlehû “Ailesinden bir ferdi kayırdığı gibi, ihtiyaçlarını gördüğü gibi;
Fî mat’amihim. "Yemelerinde."
Ve meşrebihim. "Meşrubatlarında"
Ve melbesihim. "Giyimlerinde." ailesinden birisine baktığı gibi onları kayırır, gözetir, yedirir içirir, giydirirse kâne keıtki rakabetin."Bir köle âzat etmişçe sevap kazanır!”
Burada gün belirtilmiyor; “Şu kadar gün misafir etse…” denmiyor. Hatta belki bir gün bile değil de belki bir vakittir. Söylenmemiş, belirtilmemiş.
“Dört kişiyi misafir ederse bir köle âzat etmiş gibi sevap kazanır!”
Köle âzat etmek nasıl bir şey?
O devir için oldukça zor bir şey! Mesela Ebû Bekir Es-Sıddîk Efendimiz; Bilâl-i Habeşî Efendimiz’i efendisinden satın almış, âzat etmiş ama çok masraflı olmuş. Çünkü köle; kişinin maaşsız, bedava hizmetçisi demek.
Kölesi oldu mu; “Git şunu yap, git bahçeyi sula, git hurmaları topla, git çarşıdan şunu getir bunu getir…” Köle, her emri tutmak zorunda!
Köle umumiyetle harpten alınır. Öldürülmeyip hayatının bağışlanması onun için bir iyi bir durumdur. Çünkü onu öldürmeye niyet etmişti. Ama öldürmüyor, harpte yeniyor; onu öldürmüyor, onu esir alıyor. Esir alıyor, öldürmüyor; ama hizmetinde kullanıyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kölelere iyi muamele edilmesini; yediğinden yedirilmesini, giydiğinden giydirilmesini de tavsiye buyurmuş. Onları kayırıp gözetmek de zaten sevap.
Köle sonradan müslüman olabilir veya müslüman olmadan da kendi inancında kalabiliyor. Müslüman da olabiliyor. Bazen köle;
“Ben sana paramı ödesem hür olur muyum? İmzalayalım, anlaşma yapalım…” diye efendisiyle anlaşma yaparsa mesela yüz bin dirhem verecek, âzat olacak. Sanatı filan olanlar böyle yapabiliyorlar. Gidiyor, çalışıyor çabalıyor; sanatından kazandığı parayla, kendi parasını ödeyip âzatlığını kazanabiliyor.
İslâm’da bu da var. Buna mükâtebe deniliyor, “karşılıklı yazışma” anlaşma mânasına gelen bir kelime.
Bir adamın kâhyası, hizmetçisi gibi her işini yapan bir kimse. Onu âzat etmek, bayağı büyük bir fedakârlık.
Bugün neye benzer?
Bir kimseye bir arabasını veya bir evini bağışlamaya benzer!
Peygamber Efendimiz; “Dört misafir ağırlarsa o kadar sevap alacak!” diyor.
Tabii o devirde müslümanların misafir edilmeye gerçekten çok ihtiyacı vardı. Bir kere Mekke-i Mükerreme’den Medine’ye hicret etmişlerdi. Evsiz barksız, parasız pulsuz, yersiz yurtsuz; her şeylerini Mekke’de bırakmışlardı. Mekkeliler bir şey alıp getirmesine de izin vermemişlerdi. Sadece canlarını kurtarmışlardı. Onun için muhacirler, umumiyetle çok sıkıntıda olan kimselerdi. Sonradan durumlar değişti ama bir müddet bu sıkıntıyı çektiler. Onun için onların bir kısmı Âshâb-ı Suffe olarak mescitte yatıp kalkmıştır. Peygamber Efendimiz onlara İslâm’ı öğretmiştir, onlar için iyi de olmuştur. Peygamber Efendimiz’e yakın olmuşlardır. Gerçi karınları tam doymamıştır, rahatları, keyifleri tam olmamıştır ama mânevî bakımdan kârları tam olmuştur.
“Köle âzat etmiş gibi oluyor!”
Özeti; Müslümanı misafir etmek çok büyük sevap oluyor. Çünkü bir ihtiyaç karşılanmış oluyor. İslâm her türlü iyi davranışı böyle büyük mükâfatlarla mükâfatlandıran güzel bir din! İman, bunların hepsini kazandırıyor.
مَنْ أَطَاعَ اللهَ فَقَدْ ذَكَرَ اللهَ، وَإِنْ قَلَّتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَتُهُ الْقُرْآنِ، وَمَنْ عَصَى الله فَلَمْ يَذْكُرْهُ، وَإِنْ كَثُرَتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَتُهُ لِلْقُرْآنِ
Men etâallâha fekad zekerallâhe ve in kallet salâtühû ve siyâmühû ve tilâvetühû kur’âni. Ve men asallâhe fe lem yezkürhü ve in keserat selâtühû ve siyâmühû ve tilâvetühû li’l-kur’âni.
Son derece önemli bir konuda bizi ikaz edecek, uyandıracak bir hadîs-i şerîf:
“Zikrullahın çok sevabı var, şerefi, mükâfatı var…” diye âyetlerden, hadislerden söylüyoruz, naklediyoruz. Çok sevaplı!
Çok sevaplı ama zikrullahın ruhu ne?
Anası, temeli, iliği ne?
Temeli Allah’ı hatırlayıp da Allah’a itaat etmek! Zikrullah, “Allah’ı hatırlamak” demek. Tabii Allah, Allah… derken de ağzından çıkanı kulağı duyuyorsa hatırlamış oluyor.
“Tamam, Allah’ı hatırlıyorsun ama içkiyi niye içiyorsun? Hatırlıyorsun ama niye bu hırsızlığı yine yapıyorsun? Allah’ı hatırlıyorsun ama niye bu günahı işliyorsun?!..”
Günah işledi mi hatırlamıyor gibi... Hatırlayıp da işlemek daha da berbat oluyor, fena oluyor. Hatta onun için bu hadîs-i şerîf bize bunu anlatıyor, öğretiyor.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Men etâallâha fekad zekerallâhe. “Kim Allah’ın emirlerine itaat ederse Allah’ı zikretmiş gibi olur. Allah’ı zikretme sevabını alır. O zikredenlere verilen mükâfatların hepsini kazanır.”
Kur’an’a, hadise uyuyor, sözünü dinliyor.
Ve in kallet selâtühû ve siyâmühû ve tilâvetühû kur’âni. “Namaz kılması, oruç tutması, Kur’an okuması az da olsa; yine Allah’ı zikredenler zümresinden, çok sevaplar alanlardan olur.” Ve men asallâhe. “Ama kim de günahları işliyorsa itaat etmiyorsa Allah’a isyan ediyorsa fe lem yezkürhü demek ki o Allah’ı hatırlamıyor, Allah’ı zikretmemiş sayılır!” Ve in keserat selâtühû ve siyâmühû ve tilâvetühû li’l-kur’âni. “Namazı çok, orucu çok, Kur’an okuması çok olsa da!”
Umumiyetle bizim karşımızdaki insanların büyük tenkitleri nedir?
“İyi ama hacca gitmiş ama hacı babanın yaptığına bak!..” derler. Hemen bir kusurunu gördüler mi; “Sakallıya bak sakallıya…” derler. Sakallının kusuru, başkasının kusurundan on kat daha büyük gösterilir. Gazetelerde, radyolarda, sözde, sohbette hep böyle gösterilir: “Bak bak, hocaya bak hocaya, hacıya bak hacıya…” diye [söylerler].
Ben askere gittim, yüreğim parçalandı.
Askerde en uzun boyluları en öne koyuyorlar, ilkokuldaki gibi değil. İlkokulda biz en önlerdeydik. Boyumuz kısa olduğundan askerlikte en arkalara düştük. En babayiğit, boylu posluları, heybetlileri en öne koyuyorlar. Askerlik gösteriş olduğundan, düşman korksun filan diye herhalde ön sıralara onları oturtuyorlar.
Renkli, cicili bicili basın, müstehcen neşriyat bir geldi mi -daha dersler başlamamış- güvercinlerin atılan yemlere toplandığı gibi, öndekiler hooop ona çullanıyorlar! İşte o müstehcen resimlere bakıp çirkin çirkin şakalar yapıyorlar vs... O arada bir imam-hatip, Yüksek İslâm Enstitüsü mezunu filan birisi şöyle yan gözle bir baktı mı bütün sınıfın kabahati bir tarafta kalıyor! Hemen;
“Hocaya bak hocaya, bak bak, nasıl yan gözle bakıyor!..”
Kendileri on kat daha fazla bakıyor ama hoca yan gözle, gözü biraz kaysa bile dillere destan oluyor, adı göklere çıkıyor, davulla zurnayla ilan ediliyor!
İşin aslı; bir kimse Allah’a isyan ediyorsa günah işliyorsa, namazı çok olsa oruç tutması çok olsa Kur’an okuması çok olsa bile Allah’ı zikretmiyor demektir. Çünkü madem Allah’ı hatırlıyor, itaat etse ya!
Allah akıllıları çoğaltsın, ötekilere de akıllılara uymak ferasetini ihsan eylesin. Allah’a âsi olmak; deliliktir, mecnunluktur, divaneliktir. Allah o duruma kimseyi düşürmesin.
Üçüncü hadîs-i şerîf. Müjdeli!
مَنْ أُصِيبَ بِجَسَدِهِ بِقَدْرِ نِصْفِ دِيَتِهِ فَعَفَا، كُفِّرَ عَنْهُ نِصْفُ سَيِّئَاتِهِ، وَإِنْ كَانَ ثُلُثًا أَوْ رُبُعًا فَعَلَى قَدْرِ ذٰلِكَ
Men usîbe bi-cesedihî bi-kadri nısfı diyetihî fe afâ küffire anhü nısfü seyyiâtihî ve in kâne sülüsan ev rubuan fe alâ kadri zâlike.
Hadîs-i şerîfi Tahavî, Ahmed b. Hanbel, Neseî ve Beyhakî rivayet etmişler.
“Bir insan bir insanın vücudunda, bedeninde, bir yara [oluşturduysa] bir kazaya sebep olduysa; karşıdaki bir adam tabii bunun diyeti vardır. Sebebiyet olduğundan dolayı İslâm’da diyet ödemesi lazım.
Arızası yarım diyet ödenecek kadar ise... Mesela; yanlışlıkla bacağın kırılmasına sebep oldu sardılar farz edelim. Yarım diyet.
Karşı tarafa yarım diyet ödemesi lazım.
Ama bu da; “Ben affettim kardeşimi, istemeyerek oldu, hüsn-i niyetine inanıyorum.” dedi, affetti. Mesela diyet ödemesi gereken kimseyi bağışladı?..
Fe afâ küffire anhü nısfü seyyiâtihî. “Bütün günahlarının yarısı Allah tarafından bağışlanır!”
Çünkü yarım diyeti ödedi, yarım diyeti bağışladı. Onun için yarım diyeti bağışladı diye günahlarının yarısını Allah siler.
“Eğer diyet miktarı sülüs ise üçte bir diyet kadar, tam vücut kazasının üçte biri kadar ise onu öderse günahının üçte biri ödenir.”
“Rubu ise -bağışlanan miktar dörtte biri kadarsa- tam diyetin dörtte biriyse o zaman günahlarının dörtte biri.”
Ne kadar affederse o kadar günahları bağışlanır!
Burada da cezayı hak etmiş bile olsa, diyeti hak etmiş bile olsa, karşı tarafa bir iyilik olarak affeden kimseye Allah’ın mükâfat vereceğini öğrenmiş oluyoruz.
Affetmek iyidir. Affetmek; âhirette mücevherlerle yapılmış köşkleri kazanmaya sebep olacak.
Hadîs-i şerîflerden biliyoruz.
Ve’l-âfine ani’n-nâs. “İnsanları affeden kimseler çok büyük mükâfatlara nâil olacaklar!”
Onun için biz de kendimizi sabrı geniş, affı çok insanlar hâline getirmeye gayret edelim. Sabırlı olalım: Hanıma kızmayalım, çocuğa kızmayalım. Komşuya, arkadaşa kızmayalım. Yumuşak yumuşak, tatlı tatlı, sakin sakin, hilim ile halim selim muamele edelim. Affedici olalım, affetmenin sevaplarını alalım.
Allah bizi her türlü sevaplara nâil etsin. Her türlü güzel huyları kazanmayı nasip etsin, her türlü kötü huylardan korusun, temizlesin, pak eylesin.
مَا مِنْ عَبْدٍ مُسْلِمٍ يُسَلِّمُ عَلَيَّ عِنْدَ قَبْرِي، إِلَّا وَكَّلَ اللهُ بِهَا مَلَكًا يُبَلِّغُنِي، وَكُفِيَ أَمْرَ دُنْيَاهُ وَآخِرَتِهِ، وَكُنْتُ لَهُ شَهِيدًا وَشَفِيعًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ.
Mâ min abdin müslimin yüsellimü aleyye inde kabrî illâ vekelallâhü bihâ meleken yebliğunî vekefiye emra dünyâhü ve âhiretihî ve küntü lehû ve şehîden ve şefî’an yevme’l-kıyâmeti.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş olan hadîs-i şerîf, Peygamber Efendimiz’e salât ü selâm getirme ile ilgili bir müjde. Peygamber Efendimiz diyor ki;
Mâ min abdin müslimin “Müslüman hiçbir kul yoktur ki." Yüsellimü aleyye inde kabrî " Kabrimin yanında gelip bana selam verirse" Efendimiz’in kabrinin başına geçip salât ü selâm okursa;
İllâ vekelallâhü bihâ meleken. "Allah bir melek tayin eder." Yebliğunî "O selâmı bana, o melek ulaştırır!”
Vekefiye emra dünyâhü ve âhiretihî. “Allah dünyasının ve âhiretinin sorununa ve meselelerine kâfi gelir.” Ve küntü lehû ve şehîden. “Ve onun şahidi olurum. Ve şefî’an. “Şefaatçisi olurum.” Yevme’l-kıyâmeti. “Kıyamet gününde.”
Onun için Efendimiz’in kabrini ziyaret etmenin sevabını, faydasını, mükâfatını, dünya ve âhiretteki sonuçlarını gösteren bir hadîs-i şerîftir.
Müslümanlar, hacdan önce hacdan sonra Peygamber Efendimiz’i ziyarete giderler veya sırf Efendimiz’i ziyaret için civardan gelirler. Allah, o ziyaretleri cümlemize nasip eylesin.
مَا مِنْ عَبْدٍ تَصَدَّقَ بِصَدقَةٍ يَبْتَغِي بِهَا وَجْهَ اللهِ، إِلَّا قَالَ اللهُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ: «عَبْدِي، رَجَوْتَنِي وَلَنْ أُحَقِّرَكَ، حَرَّمْتُ جَسَدَكَ عَلَى النَّارِ، وَادْخُلْ مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتَ
Mâ min abdin tesaddaka bi-sadakatin yebteğî bihâ ve vechallahi illâ kâle lehû yevme’l-kıyâmeti abdî recevtenî velen uhakkirake harramtü cesedeke ale’n-nâri vedhul min eyyi ebvâbi’l-cenneti şi’te.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten, sadaka vermenin sevabıyla ilgili. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
Hiçbir kul yoktur ki; yebteğî bihâ ve vechallahi "Allah’ın rızasını ümit ederek çıkartıp da bir sadaka versin de şu sonuç olmasın, mümkün değil!” İllâ kâle lehû yevme’l-kıyâmeti “Kula Allah kıyamet gününde buyurur ki" Abdî recevtenî. "Ey kulum! Sen benden sevap, mükâfat umarak dünyada o sadakayı vermiştin. Benden ümit besledin." Ve-len uhakkirake. "Ben de seni hor, hakir ve aşağı etmem." Madem sen benim rızam için sadaka verdin, ben de seni hor, hakir eylemem. Haramtü cesedeke ale’n-nâri. "Senin vücudunu cehenneme ben haram kıldım." Seni cehenneme atmayacağım. Vedhul min eyyi ebvâbi’l-cenneti şi’te. "Cennetin hangi kapısından istersen buyur cennete gir!" der.
Allahu Teâlâ hazretleri rızasını kazanacak böyle güzel, rızasına uygun şekilde sadakalar vermeyi cümlemize nasip eylesin.
مَا مِنْ عَبْدٍ يَدْعُو لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْـمُؤْمِنَاتِ، إِلَّا رَدَّ اللهُ عَلَيْهِ عَنْ كُلِّ مُؤْمِنٍ وَمُؤْمِنَةٍ مَضَى أَوْ هُوَ كَائِنٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ بِمِثْلِ دَعَائِهِ
Mâ min abdin yed’û li’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti illâ reddallâhü aleyhi an külli mü’minin ve mü’minâtin madâ ev hüve kâinün ilâ yevmi’l-kıyâmeti bi-misli deâihî.
Enes radıyallahu anh’ten;
“Hiçbir kul yoktur ki; Allah, mü’min erkeklere ve mü’min hanımlara dua etsin de" İllâ reddallâhü aleyhi an külli mü’minin ve mü’minâtin. "Her mü’min erkek, her mü’min kadın için ona bir mükâfat bahşetmesin, iade etmesin." Hem de ‘Bütün mü’minlere…’ diye dua ettiğinden madâ "Geçmiş mü’minler için de bu mükâfata erer.” Ev-hüve kâinün. “Gelecek mü’minlerden de o mükâfatı alır." İlâ yevmi’l-kıyâmeti. "Kıyamet gününe kadar hepsinden." Bi-misli deâihî. "O mü’minlere dua ettiği gibi bütün mü’minlerden de ona mukabil, Allahu Teâlâ hazretleri dua etmişçe mükâfat ihsan eder!”
Onun için Ümmet-i Muhammed’i düşünmek, bütün mü’minleri sevmek, onlar için dua etmek!
Allahümmağfir li’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti ve’l-müslimîne ve’l-müslimâti demek, böyle bir duygu sahibi olmak çok kârlı, faydalı oluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi müslümanları seven onlara acıyan, onlara yardımcı olmaya çalışan, hayırhah, merhametli müslümanlardan eylesin o mükâfatlara nâil eylesin.
لَا تَقِيسُوا الدِّينَ، فَإِنَّ الدِّينَ لَا يُقَاسُ، وَأَوَّلُ مَنْ قَاسَ إِبْلِيسُ
Lâ takîsü’d-dîne fe-inne’d-dîne lâ yukâsü ve evvelü men kâse iblîsü.
Revâhü’d-Deylemî an Aliyyin radıyallahu anhü ve kerramallâhü vecheh.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri okunmuş olan bu hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
Lâ takîsü’d-dîne. “Kıyasla, kendi aklınızla kıyaslayarak mukayese ederek hüküm çıkartmaya çalışarak dini bozmayın!” Fe-inne’d-dîne lâ yukâsü. “Çünkü din şöyle kendi aklına göre insanın çözümleyeceği basit bir şey değildir!”
Devirler geçer, ilimler bile değişir. Kitaplar değişir, bilgiler değişir ama yeri göğü yaratan Âlemlerin Rabbi Allahu Teâlâ hazretleri, Hz. Âdem zamanından beri o zamanda, gelecekte her şeyi bildiği için dinin hükümlerini Allahu Teâlâ hazretleri verir. Kullar kendi akıllarına, mantıklarına, kendi kıyaslamalarına göre; ölçerek, benzeterek, teşbih yaparak hüküm ileri sürmeye kalkmasınlar. Din böyle oyuna gelmez! Çünkü kıyas yaparlarsa, mukayese yaparlarsa, kendi kendilerine kendi akıllarıyla hüküm çıkarmaya çalışırlarsa bir hata ettiler mi bu hatayı âhiretlerini mahvederek öderler.
Uçurumun kenarında hiç oyun olur mu?! Bir kaydımı ayağı, uçuruma bir gitti mi hayatı kayar, hayatı biter.
“Bana göre bana göre…” diyen insana ben çok kızıyorum. Bir kere babamın evinde birisi geldi:
“Bana göre bu şu şöyle…”
Baktım: Bre adam! Sen Arapça bilmezsin, dinî tahsil yapmadın! Ben kimseyi hor hakir görmek istemiyorum ama sen kim oluyorsun ki; “Bana göre böyle…” diyorsun. Başkasından duyduğunu bile doğru düzgün anlayamazsın sen!
“Bana göre bu böyle…” deyince bir canım sıkıldı. Babamın evinde olduğundan da batırıp çıkartmadım. Evimizde misafir, babamın evinde misafir. Sustum, cevap vermedim. Kız kardeşimin beyi, damat da diyor ki;
“Esad abi, bir şey söylesene! Sana göre nasıl?”
Sustum bir ses çıkartmadım, ne diyeyim?..
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Ve evvelü men kâse iblîsü.
İlk defa dinde mukayese yapan, mantık, akıl yürütmeye kalkışan kimdir?
İblis aleyhillâne!
İblis aleyhillâne ne yaptı, nasıl mukayese yaptı, nasıl akıl mantık yürüttü?
Allahu Teâlâ hazretleri Âdem aleyhisselam’ı yaratınca melekler secde ettiler. İblis aleyhillâne secde etmekten geri durdu. Allahu Teâlâ hazretleri her şeyi bildiği hâlde ona sordu:
مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ . قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Mâ menaeke entescüde limâ halaktü bi-yedeyye estekberte em künte mine’l-âlîne.
“Ey iblis! Ben ‘Secde edin!’ diye emrettim de ben sana emrettiğim hâlde sen niye secde etmedin?" Ey iblis! Söyle bakalım derdin ne, karnının ağrısı ne?
Âyette öyle demiyor da böyle Allahu Teâlâ hazretleri sorgu açtı.
O da ilk kıyası, ilk mukayeseyi ilk akıl yürütmeyi, abuk sabuk lafı söyledi.
Ene hayrun minhü. “Ben ondan daha hayırlıyım!” dedi.
İblis Âdem aleyhisselam’a bakarak diyor ki; “Ben ondan daha hayırlıyım!”
Vay be! Neye göre sen ondan daha hayırlısın?!..
Ene hayrun minhü halaktenî min nârin ve halaktehû min turâbi. “Beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın!”
Bre iblis! Nereden çıkartın ateşten yaratılanın topraktan üstün olduğunu!
Kıyas etti, kendisi bir mukayese yaptı.
“Beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın; ben daha hayırlıyım!”
Peki, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu kim söyledi sana? Onu nereden çıkartıyorsun?..
Gitti! Allah’ın emrini dinlemeyip akıl yürütmeyi ilk yapan şeytan, iblis!
Onun için dinde; “Bana göre böyle, benim aklım öyle almaz…”
Yahu senin aklın ne, senin akıl dediğin şey ne? “Höt!” desem aklın başından gider! Senin aklın ne?!..
Arafat’ta çeşmenin başına geçmiş, aynayı koymuş. Herkes ihramlı...Adam Arafat’ta vakfede; aynayı koymuş, vaziyeti ayarlamış. Yüzünü sabunlamış, cart cart tıraş oluyor!
Hâlbuki Arafat’ta ihramlı olan kimsenin saçının kılını bile kopartması yasak! Çünkü ihram hâli tevazu hâlidir, süslenme hâli değildir, ziynet hâli değildir. Baş açık, yalın ayak... Allah öyle emretmiş. Bu işin “Çünkü”sü de yok! Çünkü din; herkesin kavrayacağı bir şey değildir. Tıraş olmayacak, tırnak kesmeyecek, kıllarını yolmayacak, koku sürünmeyecek…
Koku sürünmek de yasak. Sürünürse kurban kesmesi gerekiyor!
Haccın ahkâmı öyle değil mi?
Demişler ki; “Ya sen ihramlısın, niye tıraş oluyorsun?”
“Benim aklım öyle şeye ermez!” demiş.
Bre gafil, bre cahil! Sen şeytanın yolundan gidiyorsun!
“Benim aklım öyle şeye ermez.” ne demek?
Sen o zaman hacca niye geldin, niye ihrama girdin?!..
“Benim elbiseyi çıkartmayı aklım almaz…”
Çıkartma elbiseyi, ihrama girme!
“Benim aklım Mekke’ye, tozlu topraklı yere gitmeye yatmaz.”
O zaman gelme!
Senin aklın ne?
Monte Carlo’ya mı gitmek istersin sen? Hacca gitmek istemezsin, Monte Carlo’ya mı gitmek istersin? Ne yapacaksın, kumar mı oynayacaksın? Riviera sahillerine mi gideceksin? Yoksa Haiti adasına gideceksin de kızlar senin boynuna çiçeklerden çelenk mi takacak?..
Senin “akıl” dediğin ne?
Senin nefsin! Şeytan seni kandırıyor!
“Benim aklım öyle şeye ermez.” ne demek?
Arafat’ta kaymak gibi tıraş olacak!
Din kıyasla yürütülmez!
Dinde esas nedir? Bizim dinimizde esas nedir?
Allah’ın kelamıdır.
Öyle değil mi?
Allah’ın kelamı!
Sonra Peygamber Efendimiz’in sünnetidir.
Neden?
Allah onu vazifelendirmiş, Peygamberimiz’e Kur’ân-ı Kerîm’i indirmiş. “Sen bu Kur’an’ı insanlara yirmi üç yılda öğret!” diye ona imkân vermiş, görev vermiş.
Peygamber Efendimiz görevli değil mi? Vazifeli değil mi? Âhir zaman peygamberi değil mi? Kullara Allah’ın emrini öğretmiyor mu?
Resûlullah Efendimiz’in söylemediği şeyi nasıl söylersin.
“Peygamber Efendimiz öyle demiş ama... Kur’ân-ı Kerîm şöyle demiş ama…”
“Ama”sı ne yahu?!. Dilinin altından baklayı çıkart bakalım.
Hac senenin her mevsiminde olmalıymış. İnsanlar çok kalabalık oluyormuş, her mevsimde hac olmalıymış.
Allahu Teâlâ hazretleri;
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ
el-Haccu eşhurün ma’lûmâtün. “Hacc belirli aylarda!” demiş.
Allah öyle dediği hâlde sen bütün aylara nasıl dağıtırsın?
Birçok kimse de peşinden gidiyor:
“Aman bu çok büyük alim, çok büyük alim!.. Hiç eski hocalar gibi; ‘O yasak bu yasak!’ demiyor. Her şeyi serbest bırakıyor. Çok büyük alim! Yazın sıcağında hacca gideceğime kışın serininde giderim, olur biter. Kalabalıkta gitmem, tenhada giderim…”
Lâ takîsü’d-dîne fe-inne’d-dîne lâ yukâsü. “Dini kendi mantığınızla, kıyaslamalarla yorumlamaya, uygulamaya kalkmayın. Çünkü din Allah’ın emridir. Öyle kıyas işi, akıl işi değildir!”
Neden?
Çünkü senin aklın sapıktır, çarpıktır, yamuktur. Ayna güzel dökülmezse görüntüyü bozuk gösterir. Aynanın düzgün göstermesi, düzgünlüğünün nispetindedir. Bazı aynanın karşısına geçersin, seni zayıf gösterir; bazı aynanın karşısına geçersin, şişman gösterir. Aynalarla öyle komik şeyler var ya panayırlarda vs... İçeri girenler kahkahadan bayılıyor, gülmekten kasıkları patlıyor. Çünkü aynaların [yapısından dolayı farklı görünüyor.] İşte senin aklın öyledir. Yamuksa, yamuk şey çıkar.
Bu puta tapanlar puta niye taptılar?
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ
Hâ ülâi şüfa’âünâ indallâhi. “Bu putlar bizim Allah yanında şefaatçimiz olacak!”
Bu putun ne şefaat hakkı var?
İbrahim aleyhisselam kafasına baltayı, balyozu indirdi; bunu kırdı. Gık diyemedi!
Bundan ne medet umuyorsun? Öyle mantık mı olur, öyle kıyas mı olur? Öyle saçma şey mi olur?!..
Büyüklerimiz Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmışlardır, dinin temeli Kur’ân-ı Kerîm’dir. Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılmışlardır, bu işi çok ciddi tutmuşlardır. Kendi kendine bir laf söylemekten tir tir titremişlerdir.
Adam; “Hac her mevsimde olmalı! Bana kalırsa güneş doğuncaya kadar sahur yenilmeli…”
Sen kim oluyorsun yahu? “Sana kalırsa…” ne demek?
Sana kalırsa, senin peşine takılırsa milletin hepsi cehenneme gider!
Sen kim oluyorsun?!..
Sen böyle bir tipsin ki dünyada senin benzerin yok! Şimdiye kadar hiç kimse senin dediğini demedi.
“Bu yolda tersine herkes Mersin’e giderken ben niye bu tarafa gidiyorum?” diye bir düşünsene! Girmiş bir yola, kırmızı levhayı da görmemiş. Wrong way go back, diye onu da görmemiş. Boyna bu tarafa doğru gidiyor!
Yahu bu yol gidilecek yol değil! Bu tarafa gidilecek.
“Bunlar ters gitmiş diye hepsi şaşkın! Bu arabalara bak, hepsi tersten geliyorlar!” diyor.
Sen ters geliyorsun, bre şaşkın!
Bu çok önemli! Bunu hiç unutmamak lazım!
"Allah’ın emri nedir? Peygamberin emri nedir?" diye sormak lazım. Bu hususta "Rabbimiz ne buyurmuş, Resûlullah Efendimiz ne emretmiş." diye bakmak lazım.
Öyle kendinin aklına, senin mantığına kalırsa sen küçük çocuğa;
“Ziyan yok.” dersin, donu görünecek şekilde kısa giydirirsin!
Peygamber Efendimiz diyor ki;
“Çocuğun avreti de büyüğün avreti gibidir!”
“Efendim bu elbise nereden çıkmış?..”
Allahu Teâlâ hazretleri emretmiş, örtünmeyi emretmiş. Avret mahallerini örtmeyi emretmiş.
İşi kıyasa vurdun mu şeytanın oyunu başlar. Allah korusun! Allah yolundan ayırmasın. Allah’ın hükmü, Allah’ın bilgisi, Allah’ın emri...Her şeyi güzeldir; emri de güzeldir, yasağı da güzeldir.
“Nikâh helal de zina neden haram oluyormuş?..”
Nikâh helal, zina haram!
“Alışveriş helal de niye faiz haram oluyormuş?..”
Alışveriş helal, faiz haram...
Var mı bir diyeceğin?
Böyle diyeceğiz! Çünkü Allah’ın emri bilindikten sonra git işine! Gerisi konuşmaya değmez. Ancak; “Allah sana akıl fikir versin, aklını başına topla, cehenneme gidiyorsun.” diye ikaz etmek lazım.
لَا تُكْثِرِ الْكَلَامَ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللهِ، فَإِنَّ كَثْرَةَ الْكَلَامِ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللهِ قَسْوَةُ الْقَلْبِ، وَإِنَّ أَبْعَدَ النَّاسِ مِنَ اللهِ الْقَلْبُ الْقَاسِي
Lâ tüksiri’l-kelâme bi-gayri zikrillâhi fe-inne kesrete’l-kelâmi bi-gayri zikrillâhi kasvetü’l-kalbi ve inne eb’ade’n-nâsi min allahi’l-kalbü’l-kâsî.
İbn Ömer radıyallahu anhümâ’dan -Abdullah b. Amr da olabilir, diye bir rivayet var- Tirmizî rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
Lâ tüksiri’l-kelâme bi-gayri zikrillâhi. “Allah’ın zikri olmayan lafları çok söyleme!”
Allah’ın zikri tamam. Zikret! Lâ ilâhe illallah de. Subhanallah de. Elhamdülillah de. Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed de. Allahu ekber de. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah de…
“Allah’ın zikrini söyle ama Allah’ın zikrinden gayri lafı çok söyleme, çoğaltma. Çok laf ebesi olma, çok geveze olma!”
Fe-inne kesrete’l-kelâmi bi-gayri zikrillâhi kasvetü’l-kalbi. “Çünkü Allah’ın zikrinden gayri çok konuşmak kalbin kasvetidir, karalığıdır. Kalbin karalığından, gönlün karalığındandır!”
Gönül çalışmıyor da ondan çok konuşuyor. Gönlü çalışsa zikrullahla meşgul olacak, gönlü çalışsa tefekküre dalacak, gönlü çalışsa abuk sabuk konuşmayacak, malayaniden kaçınacak.
Ve inne eb’ade’n-nâsi min allahi’l-kalbü’l-kâsî. “Çünkü Allah’tan en uzak insan kara kalptir, kasvetli kalbin sahibi olan kimsedir!”
Kalbi kasvetli oldu mu, ölü oldu mu, hasta, kararmış, taşlaşmış oldu mu; Allah’tan en uzak insan odur işte!
Onun için kasveti meydana getireceği için ne yapmak lazım?
“Zikrullahı çok et ama zikrullahtan gayri şeyle meşgul olma, çok konuşma!” diyor.
Müslümanın önemli vasıflarından biri az ve öz konuşmasıdır. Çok önemli vasfıdır ve sükût ibadettendir.
Sükût ibadettir. İşte ibadet olduğunu bilmiyoruz.
Konuşulacak yerde buyur konuş. Ama konuşulmayacak yerde dır dır vır vır konuşma!
[Mehmed Zahid Kotku] Hocamız’la meclislere, davetlere giderdik. Evin sahibi -sağ olsun- [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız’ı seviyor sayıyor. Davet etmiş, giderdik. Biraz sessizlik oldu mu;
“Yahu mübarekler, konuşsanıza!..”
Fesubhanallah!
Konuşacak olsa [Mehmed Zahid Kotku] Hocaefendi konuşur! Evliyâullah mübarek zât; alim, fâzıl kimse. Sen bekle!
“Peki konuşmazsa olur mu?”
Olur.
Evliyâullahın sükûtu insana, konuşmasından daha çok tesir eder! O konuşmadığı zaman gelen füyûzât anlayana çok daha tesirli olur.
Sen başını eğ. Mübarek bir zatın huzurunda olduğunu bil. Evliyâullah hepsinin gönlüyle oynar. Hepsinin gönlüne cevabı verir, hepsinin isteğini yerine getirir. Sorusunun cevabını verir.
“Dur bakalım, şu adam Allah’ın velî kulu mu değil mi? Gidince hiç söylemeyim de bu konuda cevap versin…”
Aldın mı cevabı?
Aldım.Tam tamına! Tam benim [aradığımı] söyledi…”
Sami Efendi'nin dervişlerinden biri Fatih Camii’nde namaz kılmış -ismi bende mahfuz- bir mühendis. Bana anlatıyor, diyor ki;
Fatih Camii’nde namazını kılmış. Arkasından cenaze namazında bir hata yapmış, şaşırmış. Ondan sonra da;
“Bugün pazar. İskenderpaşa’ya da uğrayım, mübarek Mehmet Zahid Efendi’nin de hadîs sohbetini dinleyim.” demiş.
Gelmiş; hadisten hoşlanmamış, sohbetten hoşlanmamış.
Bir kere de benim başıma geldi:
Ankara’da ben sırayla hadîs-i şerîfleri okuyorum. Rüya ile ilgili hadîs-i şerîfler geldi.
“Biz burada rüya ile uğraşmaya gelmedik!” diye birisi bir kâğıt göndermiş.
Yahu biz bir kere hadisleri sırayla okuyoruz! Senin istediğin konuyu konuşacağız, diye bir şey yok! Ama rüyanın ne olduğunu da hadisten öğren! Karşına bu sefer bu gelmiş, isteğe göre yapmıyoruz.
Sami Efendi'nin müridi hadislerden hoşlanmamış. Tat almamış, feyiz almamış. [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız laf arasında, vaazı esnasında demiş ki;
“Adam cenaze namazını doğru düzgün kılmaz, hata eder; gelir hadis dinlemeye, vaaz beğenmez!”
Hâlbuki arkada oturuyor, gelip de konuşması filan yok!
Neden?
Evliyâullah gönüllerden geçenleri Allah bildirdiği için bilir, cevabı verir.
Hadîs-i şerîf sevilmez mi? Bir hafız şurada Allah kelamı okuduğu zaman erir insan, sevilmez mi? Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfi sevilmez mi?!..
Tenkit ediyor, onun hatasını [bulmaya çalışıyor].
[Mehmed Zahid Kotku] Hocamız’la camiden çıkarken ben ve başkalarının başına çok gelmiştir. Çıkıyoruz, namaz bitti, Allah kabul etsin. Dua edildi, pabuçlar alındı, dışarı çıkılıyor. [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız önde, cemaat arkada. Camiden çıkarken dönüp; “Olur mu öyle şey!..” filan diye aklından geçenin cevabını verdiğini bilirim ben! Bana da, başkaları da söylediler.
“Nasıl düşünüyorsun, olur mu öyle şey!..”
Konuşmuyor, aklından geçiriyor. Evliyâullahın hâli böyledir. Sıradan insan, karşısındaki insanın aklından geçeni, kalbinden geçeni bilmez ama evliyâullah öyle olmuyor. Peygamber Efendimiz’in yolundan giden insanlar öyle olmuyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e bir kabileden birkaç kişi geldi. Biraz Efendimiz’i üzecek, kızdıracak sözler söylediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem celallendi:
“Siz yolda şöyle konuştunuz, şöyle dediniz şöyle dediniz şöyle dediniz…” diye hepsini sıralayıverdi!
Neden?
Allah bildirdi!
Lâ ya’lemü’l-gaybe illallah.
“Maşallah mâşaallah! İyi, dinden biraz bir cümle öğrenmişsin!..”
Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez, diye bunları inkâr ediyor!
Hadîs-i şerîf var, sen nasıl inkâr edersin?!.. Allah bildirdiğine bildiriyor. Ya rüyada gösteriyor, ya da rüyada olmadan açıkça bildiriyor. Bildirdiğine bildiriyor. A şaşkın! Allah’ın izin vermediği şeyleri tabii kimse bilmez, bildirmediğini de bilemez.
Ama Allah bazı kullara bazı şeyleri bildirmez diye de bir kural var mı?
“Bildirmeyecek, bildirmesin!..”
Yasak mı, yasaklayacak mısın?
Çıkmış Süleymaniye Camii vaaz kürsüsüne; kerameti inkâr ediyor. Dini mahvettiler!
لَا تُكْثِرْ هَمَّكَ. مَا يُقَدَّرْ يَكُنْ، وَمَا تُرْزَقْ يَأْتِكَ
Lâ tüksir hemmeke mâ yukadder yekün ve mâ türzak.
Bu hadîs-i şerîf bu kadar! İbn Mes’ûd radıyallahu anhümâ ve daha başka pek çok râvileri var, pek çok kitaplarda zikredilmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Lâ tüksir hemmeke. “Çok tasanı artırıp durma, çok kafanı yorup da üzülüp durma, tasalanma!”
Neden?
Mâ yukadder yekün. “Allah ne takdir etmişse takdir olunan olur.” Ve-mâ türzak yetike. “Allah’ın sana rızık olarak yazdığı da gelir!”
Ne tasalanıyorsun, fazla tasalanma! Allah alnına mukadderatın ne yazısını yazmışsa o olur ve Allah rızık olarak sana neyi murad etmiş, neyi nasip etmişse o gelir. Tasalanma!” diyor.
Mü’min, bu rahatlığa bir erebilse ne kadar iyi olur!
Allah bizi kaderin kadere imanını sağlam yapıp da tasalanmayan ârif müslümanlardan eylesin.
el-Fâtiha!