Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdülillahi rabbil alemin. Vassalatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin ve alihi vesahbihi ecmain. Vemen tebiahü bi ihsanin ila yevmiddin.
Emma ba’dü;
Fekale Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَدْخُلُ عَلَىْهِ أَخُوهُ الْـمُسْلِمُ، فَيُلْقِي لَهُ وِسَادَةً إِكْرَامًا لَهُ وَإِعْظَامًا لَهُ، إِلَّا غَفَرَ اللهُ لَهُ. ط ض عَنْ سَلْمَانَ.
Mâ min müslimin yedhulü ‘aleyhi ehûhü’l-müslimü fe-yülkî lehû visâdeten ikrâmen lehû ve i’zâmen lehû illâ ğaferallâhu lehû.
Selman radıyallahu anh’ten. Herhalde, Selmanü’l-Farisî hazretleri olmalı.
Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:
Mâ min müslimin. Hiç bir Müslüman kul yoktur ki;
Vedhulü ‘aleyhi ehûhü’l-müslimü. Ona bir Müslüman kardeşi ziyaret için geliyor da, evine giriyor da.
Fe-yülkî lehû visâdeten. O da ona bir yastık atıyor. Al şunu arkana, yaslan diye
İkrâmen lehû. İkram olarak ona, bir iyilik olarak.
Ve i’zâmen lehû. Ve onu yücelterek, büyülterek.
İllâ ğaferallâhu lehû. Allah onu muhakkak mağfiret eder. Bir yastıktan, Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine mazhar oluyor. İkramdan dolayı. Kardeşine ikram olsun diye, onu yüceltmek arzusu ile öyle yapınca; Allah onu mağfiret eder. Bu şeyler yani misafire ikram, Hz. Ali Efendimizin fütüvvetinin şanından, İslam da çok güzel adetlerden birisi. Misafire çokça ikram etmek, böyle yastık bile işte bir ikram oluyor. Buyur arkana yaslan falan diye.
İkinci hadîs-i şerîf,
İbn Abbâs radıyallahu anh’ten, Tirmizî rivayet etmiş. Ahmed b.Hanbel rivayet etmiş.
مَا مِنْ عَبْدٍ مُسْلِمٍ يَعُودُ مَرِيضًا لَمْ يَحْضُرْ أَجَلُهُ، فَيَقُولُ سَبْعَ مَرَّاتٍ: أَسْأَلُ اللهَ الْعَظِيمَ رَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ أَنْ يَشْفِيَكَ، إِلَّا عُوفِيَ. حم ت حَسَنٌ غَرِيبٌ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ.
Mâ min ‘abdin müslimin ye’ûdü merîdan lem yahdur ecelühû fe-yekûlü seb’a merrâtin es’elullâhe’l-‘azîm rabbe’l-‘arşi’l-‘azim en yeşfiyeke illâ ‘ûfiye.
Hiçbir Müslüman kul yoktur ki;
Ye’ûdü merîdan. Bir hastayı ziyaret ediyor. Hastayı ziyarete geliyor.
Lem yahdur ecelühû. Eceli gelmemiş bir hastaya. Yani artık o, öyle bir yatağa yatmış ki ordan ahirete göçecek, ölüm zamanı gelmiş, ordan ölecek. Öyle değil. Yani eceli gelmemiş bir hastaya, bir müslüman kul ziyaret ederse. Müslüman kullardan ziyaret eden hiçbir kimseyi yoktur ki böyle bir eceli gelmemiş hastayı.
Fe-yekûlü seb’a merrâtin. 7 defa hastaya diyor ki;
Es’elullâhe’l-‘azîm. Ulu Allah’tan diliyorum.
Rabbe’l-‘arşi’l-‘azim. Ulu arşın sahibi, ulu Allah’tan istiyorum.
Diliyorum ki;
En yeşfiyeke. Sana şifa versin. Rabb’ı, arş-ı azamın Rabb’ı, ulu Allah’tan sana şifa vermesini diliyorum diye 7 defa derse.
İllâ ‘ûfiye. Mutlaka şifa bulur. Müslüman, müslüman kardeşini ziyaret edip de bu duayı yaptı mı, mutlaka şifa bulur. Hemen bu duayı yazmak lazım. Hasta ziyaretine gidip, bu duayı okumak lazım. Kardeş ,geçsin diye hastalığı.
Üçüncü hadîs-i şerîf.
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُلَبِّي إِلَّا لَبَّى مَنْ عَنْ يَمِينِهِ وَشِمَالِهَ مِنْ حَجَرٍ أَوْ شَجَرٍ أَوْ مَدَرٍ، حَتَّى تَنْقَطِعَ الْأَرْضُ مِنْ هَاهُنَا وَهَاهُنَا. ت هـ طب ك هب ض وَابْنُ خُزَيْمَةَ عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ.
Mâ min müslimin yülebbî lâ lebbâ min ‘an yemînihî ve şimâlihî min hacerin ev şecerin ev mederin hattâ tenkatı’a’l-ardu min hâhünâ ve hâhünâ.
Mâ min müslimin.
Hiç bir müslüman kul yoktur ki;
Yülebbî. Lebbeyk Allahümme lebbeyk çekiyor.
Ne demek Lebbeyk Allahümme lebbeyk?
Yâ Rabbi! Sen emrettin buyur emrine geliyorum, emrini tutacağım, emret Ya Rabbi! Emret Yâ Rabbi! kat kat emrindeyim demek.
Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, inne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke leke.
Yâ Rabbi! Sen haccı emretmişsin, buralara gel diye buyurmuşsun, uzak diyarlardan kalktım senin emrini tutmak için. Çağırdın Yâ Rabbi! Buyur Yâ Rabbi! Geliyorum Yâ Rabbi! demek, lebbeykin manası bu.
Hiçbir Müslüman yoktur ki, böyle lebbeyk çeken.
Lâ lebbâ min ‘an yemînihî ve şimâlihî min hacerin ev şecerin ev mederin hattâ tenkatı’a’l-ardu min hâhünâ ve hâhünâ.
Sağından, yeryüzü bitinceye kadar ve solundan yeryüzü bitinceye kadar, şuradan ve şuradan yeryüzünün taa nihayetine kadar, hiç bir taş, hiç bir ağaç, hiç bir toprak, lebbeyk diye ona iştirak etmesin, o da lebbeyk demesin. Şimdi yani ona katılıyorlar, o lebbeyk dedi diye, onlarda katılıyorlar ama, ona lebbeyk diyorlar bu sefer. Yani sen emret, sen emret, biz sana Rabbımızın huzurunda dua edelim, sana şefaat isteyelim filan gibi. Emret ne istiyorsun bizden gibi yani.
Bu hac, çok büyük bir ibadet, biz anlamıyoruz. Cuma çok büyük bir ibadet. Heralde çok böyle hadîsleri çıkartıp çıkartıp okumamız lazım. Yani çok önemli bir ibadet. Arabaya binip, ata binip, o köyden bu köyde cuma kılınmıyor diye, öteki köye giderlerdi eskiden, cuma kılınan köye. Çok önemli bir ibadet cuma.
Bu hac son derece önemli bir ibadet ve çok kazançlı. Yani kazancının maddi olarak böyle hadîslerden ölçüsünü şu kadar söyleyelim ki, Kâbe’nin olduğu mescitte bir namaz; başka dünyanın başka yerlerinde kılınan başka mescitlerde mesela Birizbın da (Brisbane), İstanbul da, Bosna’da, Almanya’da, Frankfurt’ta, Stockholm de falan kılınan namazlara göre, Kâbe deki bir namaz, Kâbe’nin karşısındaki o mescitteki bir namaz yüz bin misli. Yüz bin.
5.000 günde kıldığımız namazlara denk kadar sevap alıyor. 5.000 gün de iki seneye yakın. Bir namaz. Kâbe de bir namaz kıldı mı, uçak paraları, otel paraları vs.vs. hepsi ödeniyor, kâra geçiyor insan.
Lebbeyk çektikçe, yeryüzündeki bütün varlıklar seviyor, ona lebbeyk diyorlar, buyur diyorlar. O Allahu Teâlâ hazretlerine buyur diyor, onlar da ona buyur diyorlar, emret diyorlar.
Emret, emrindeyiz diyorlar. Ağaçlar, taşlar, topraklar, hepsi. Yeryüzünün sonuna kadar. Bu taraftan, bu taraftan, bu taraftan, bu taraftan.
Sonra hacının, duası makbul. Keşke ben Melbourne gitseydim. Çünkü evine dönünceye kadar duası makbul. Melbourne gitseydim, Sydney’e uğrasaydım, Dubbo’ya geçseydim, ordan gelseydim. Eve gelinceye kadar yolculuk devam ediyor ya. Uzatıp uzatıp öyle gelseydim. Ordaki arkadaşlara dua etseydim. Makbul. Evine dönünceye kadar duası makbul.
Peygamber Efendimiz diyor ki; Yâ Rabbi! Hacıyı mağfiret eyle ve hacının dua ettiği kimseye mağfiret eyle. Kimlere dua etmişse. Onlarda makbul. Onlarda mağfiret oluyor. Hac kurtarıyor vaziyeti yani. İslam âlemini; büyük ölçüde kurtarıyor, bir hac. Müslümanları ve İslam âlemini iktisadi bakımdan, siyasi bakımdan, her bakımdan kurtarıyor.
Allahu Teâlâ hazretleri; ibadetleri severek, âşk ile, şevk ile, anlamını bilerek, mükâfatında bilirse insan daha başka türlü oluyor. Mesela adam farz kılınıyor, ondan sonra kalkıyor başka namaz kılmaya, fakat biraz sonra cenaze namazı kılınıyor. Cenaze namazını beklemesi lazım tesbihleri çekip. Onu beklemiyor. Cenaze namazını kaçırıyor. Halbuki o kadar sevap ki cenaze namazı kılmak. Yani kaçırdığına gidip ağlaması lazım, saçını başını yolması lazım, sakalını yolması lazım. Ya ben bu namazı kaçırdım diye. Kılmıyor. Oturuyor orda, bakıyorum. Yani ibadetlerin, sevaplarını bilmenin de çok faydası var.
Bu namazdan sonra tesbihleri çekiyoruz. Camiye geliyoruz mesela. Evde namaz kıldı adam. Kalktı, namazı kıldı, yattı.
E ne yaptın yani sen şimdi?
Camiye gelseydin 27 kat daha fazla sevap alacaktın. Az mı 27 kat. Evde kılınan namazdan camide kılınan.
Cuma namazı kılınan camide 50, evdekine göre mesela. Cemaatin kıymetini bilmesi lazım.
Sonra bu sünnetlerin sevapları, bu tesbihlerin sevapları bu Âyetü'l-Kürsî okuyoruz, namaz bittikten sonra. Adamın cennete girmesine; hayatta olması manidir diyor, yoksa cennete girer. Namazın arkasına Âyetü'l-Kürsî okuyan. Neler var. Böyle yani insan mest olur, bayılır. Yani âşk ile, şevk ile yapmak için bu şeyleri söylemek lazım.
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَعُودُ مُسْلِمًا غُدْوَةً إِلَّا صَلَّى عَلَيْهِ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ حَتَّى يُمْسِيَ، وَإِنْ عَادَهُ عَشِيَّةً إِلَّا صَلَّى عَلَيْهِ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ حَتَّى يُصْبِحَ، وَكَانَ لَهُ خَرِيفٌ فِي الْجَنَّةِ. ت وَابْنُ جَرِيْرٍ حَسَنٌ عَنْ عَلَيٍّ.
Mâ min müslimin ye’ûdü müslimen ğadveten illâ sallâ ‘aleyhi seb’ûne elfe melekin hattâ yümsiye ve in ‘âdehû ‘aşiyyeten illâ sallâ aleyhi seb’ûne elfe melekin hattâ yüsbiha ve kâne lehû harîfün fi’l-cenneti.
Vay be! Elhamdülillâh!
Hiçbir Müslüman yoktur ki, bir Müslümanı sabahleyin ziyaret ederse, hasta müslümanı, hastalanmış, beli ağrıyor mesela, ziyaret ederse.
İllâ sallâ ‘aleyhi seb’ûne elfe melekin. 70.000 melek ona salât eder, o adama.
Hattâ yümsiye. Akşamlayıncaya kadar.
Ve in ‘âdehû ‘aşiyyeten. Eğer gece ziyaret ederse, yatsı namazını kıldı, eline küçücük güzel bir buket aldı, geçmiş olsun diye geldi mesela.
Akşam ziyaret ederse, 70.000 melek sabaha kadar ona salât eder. Hz. Ali Efendimiz rivayet etmiş bunu.
Birde diyor ki, Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem:
Ve kâne lehû harîfün fi’l-cenneti. Bu adama cennete bir harîf olur. Şimdi bir harîf vardır. Harîf, arkadaş filan manasına gelir. Yani herifçioğlu filan diyoruz ya, herif diyoruz ya biz. Arapça da harîf, arkadaş manasına kullanılan bir kelime. Herife bak diyoruz. Ama mesela Denizli de falan hakaret kastı olmadan, kadına soruyorsun. Ahmet ağa evde mi diyorsun?
Yok. Bizim herif daha tarladan gelmedi diyor. Yani hakaret manasına kullanmıyor herifi. Biz şehirde herif dedik mi yani, kızdığımız bir adamı kast ediyoruz. Ama Denizli de öyle değil. Bizim adam demek istiyor yani. Benim kocam, demek istiyor. Bizim herif, daha diyor tarladan gelmedi diyor mesela. Kötü manaya kullanmıyor. Hayat arkadaşı, yani eşi. Hayatta beraber yuvayı kurmuşlar, götürüyorlar. Yuva çok önemli, çok sevap. Yuva çok bereketli, çok kıymetli.
İnsan hem evleniyor bir arkadaş kazanıyor, hem de sevap kazanıyor. Hayret edilecek bir şey. Evlilikten sevap var. Hanımıyla sohbetten, tatlı muhabbetten sevap var, büyük sevap var.
Hatta evlilik münasebetinden, sevap olduğunu Peygamber Efendimiz bildiriyor.
Diyorlar ki; Ya Resûlullah adam şehvetini dindiriyor. Yani bundan da sevap mı olur?
Elbette olur diyor, elbette olur.
Harama kuşak çözseydi, günah olmayacak mıydı?
Günah olacaktı. Harama kuşak çözmüyor, namusu ile yaşıyor, ordan sevap alıyor.
Sonra çocuk yetiştirmek, hayırlı bir çocuk, insanın en büyük sermayesi.
Çok önemli çocuk. Çocuk eğitimi. Yani çocuk, insanın en büyük sermayesi. Yani biz şimdi dükkana koşturuyoruz ya, mühim diye. Olmaz hocam diyor. Müşterilere hazırlanamıyoruz diyor. Mahcub oluyorum diyor.
En büyük sermaye evlat. Yani evlat hayırlı oldu mu yaşadı. Şimdi mesela isim vermeyelim. Çocuklarımız bizimle geliyor, namaza. Birazda biz şakayla, bilmem öpücükle, kucaklamayla, sırtını sıvazlamayla filan, şekerle mekerle, burayı tatlandırmaya çalışıyoruz. Ne kadar tatlandırmaya çalışırsak o kadar iyi.
Çünkü bu ortamda bu çocuklar, biz gittik mi ne yapacak?
18 yaşına geldi mi ne yapacak?
Şimdi yani para kazanmak için çalışmak zorunda. Bu bizim yaptığımız da yanlış bir şey değil. Herkes geçinecek. Para lazım, benzin lazım, yiyecek lazım, ekmek lazım filan bir yerden bir paranın gelmesi gerekiyor.
İşte en büyük sermaye evlat. Biz bu evlatları, hayırlı yetiştirirsek, en büyük sermaye. Ama hayırlı yetiştiremezsek, amaç o yani. Çünkü o bize emanet, onun terbiyesini Allah bize vermiş. Sen bunu yetiştir, çok önemli. Ahirette, çocuğu hafız yetiştirirse; annenin babanın başına taç giydiriliyor cennette.
Demek ki cennette, harîf oluyor. Herif, harîf, ordan açtık meseleyi. Hirfet yani bu kökten gelen bir kelime. Meslek demek. Harîfte aynı meslektaş demek. Yani aynı yolda gidiyor, yoldaş, hayat yoldaşı. Onun için kocaya harîf deniliyor. Bir mana bu. Bir mana da, yani bahçe falan bir anlama geliyor. Yani ahbaplık, dostluk edilecek yer manasına. Ya da bu 70.000 salât ü selâm; akşama kadar şey, cennette bir şahsiyet kazanıyor, belki arkadaş oluyor. Ya da cennette bir bahçe oluyor buna.
Çünkü insan Subhanallah derse, Elhamdûlillâh derse, Allahu Ekber derse, bu tesbihler cennette kendi bahçesinin çiçekleri, gülleri oluyormuş.
İbrahim aleyhisselam, Peygamber Efendimizi görmüş. Demiş ki; ümmetine benden selam söyle. Cennetteki arazileri düzdür. Yani ekini yapılmamış. Üstü lanskeykink yapılmamış. Düzdür. İşte çektiği tesbihler, okuduğu dualar cennet bahçesinin süsleri, ziynetleri oluyor. Cenâb-ı Hak böyle bir şey veriyor. Mesela tebâreke suresi kabirde yoldaş oluyor. Geliyor iyi bir güleç yüzlü, pırıl pırıl bir arkadaş olarak, selamün aleyküm diye yanına geliyor.
Ya sen kimsin ya?
Ben seni çok sevdim. Çok tatlı, sevimli bir insansın. Bur da yalnızlıktan canım sıkılıyordu. Birazda ürküyordum, korkuyordum. Sen kimsin?
Ben senin okuduğun, Tebâreke suresiyim. Allah, bana bu sureti verdi diyor. Cenâb-ı Hak yani böyle şeyleri yapıyor. Kâdir. Yani okunan Kur’an suresini ne yapıyor?
Arkadaş yapıyor.
Nasıl yapıyor?
Kendisi bilir. Arkadaş yapıyor, geliyor onunla sohbet ediyor, konuşuyor.
E bunlarda 70.000 salât ü selâm, cennette ona belki öyle arkadaş olacak yani.
O halde demek ki, hasta kardeşlerimizi ziyaret etmek önemli. Çünkü hasta mahsundur, yattığı için işlerini yapamıyordur. Bir kere gönlü hoş olur. Vay beni seven bir arkadaşım varmış diye.
İkincisi; ihtiyacı vardır. İhtiyaçlarını yapamıyordur. Hastaya mesela evinde yemek pişiremiyordur. İhtiyar, hasta olmuşlardır, evde bakacak kimseleri yoktur. Gidersin bakarsın ki perişan. Benim annem anlatırdı, rahmetli. Falanca hasta teyzeyi ziyarete gittik köyde, bir de baktım ki beyi bir tarafta hasta, evinin içi berbat, pis. Yemekleri yok. Hemen evi derlemiş, toparlamış, havalandırmış, bilmem güzel böyle bir hale getirmiş. Hemen ocağa bir kaç çeşit yemek koymuş, yapıvermiş artık. Allah razı olsun, Allah razı olsun diye diye. Çünkü ihtiyaçları var. Bakacak kimseleri yok. Ha bakacak kimse işte, evlat, hayırlı bakacak kimse oluyor. Yani evlat oldu mu, ihtiyarladığı zaman, bir kere dünyada görüyor mürüvvetini yani, evladının güzel halini. E birde tabi ahirete göçtükten sonra, evlat ne kadar hayır yaparsa babaya, o kadar sevap. Ne kadar hayır yaparsa, o kadar kabrine nur gidiyor.
Onun için en önemli işimiz, en önemli işimiz, evlatları hayırlı yetiştirmek. Ne yapıp yapıp.
Şimdi burada ben korkuyorum mesela. Allah sizden razı olsun. Beni misafir ettiniz, davet ettiniz buraya geldik. Yoksa kendi başımıza gelemezdik. Avusturalya’yı gördük, Melborn’ü [Melbourne] gördük, Sidney’i [Sydney] gördük bilmem Birizbın’a [Brisbane] yerleştik falan ama ben burda çok korkuyorum. Çocuklardan korkuyorum. Yani burda çocuklar kayabilir sapabilir, kumara, dırak dediğimiz iğne veya hapa, uyuşturucuya.
Onun için cennette harîf olurmuş. Arkadaş mı olur demek. Yoksa cennette, bir cennetin düz arazisinde, lansikeypik güzel bir bahçe haline mi geliyor, öyle mi arkadaş oluyor.
Yoksa bir güzel suret veriyor da Allah, cennette. Buna yoldaş. Canı sıkılmasın, tatlı tatlı hikayeler, şeyler, neler anlatılıyor, cennette zaman nasıl geçiyor, nasıl geçecek, neler olacaksa, cennette harîf olur diyor. Mahalle harîf demiş cennette, bir şey olur. Neyse bu müjdeli bir şey.
İkinci hadîs-i şerîf.
مَا مِنْ مُسْلِمَيْنِ يَلْتَقِيَانِ فَيَتَصَافَحَانِ، إِلَّا غُفِرَ لَهُمَا قَبْلَ أَنْ يَتَفَرَّقَا. حم د ق هـ ض ت حَسَنٌ غَرِيبٌ عَنِ الْبَرَاءِ.
Mâ min müslimeyni yeltekıyâni fe-yetesâfehâni illâ ğufira lehümâ kable en yetefarrakâ.
Kable en yetefarrakâ.
Bu ne demek?
İki Müslüman Aliyle Veli, Ahmet ile Mehmed, Hasan ile Hüseyin. İki Müslüman. İki müslüman yoktur ki, hiç iki müslüman yoktur ki; karşılaşırlar yolda, karşılaşırlar iki Müslüman.
Fe-yetesâfehâni. Birbirleriyle musâfaha yaparlar. İki Müslüman karşılaştılar ve musâfaha ederlerse.
İllâ ğufira lehümâ. Günahları mağfiret olunur.
Kable en yetefarrakâ. Ayrılmadan evvel. Daha birbirlerinden ayrılmadan, günahları affolur. O zaman musâfaha edeceğiz.
مَا مِنَ امْرَأَيْنِ مُسْلِمَيْنِ هَلَكَ بَيْنَهُمَا وَلَدَانِ أَوْ ثَلَاثَةٌ، فَاحْتَسَبَا وَصَبَرَا فَيَرَيَانِ النَّارَ أَبَدًا. حم حب ك عَنْ أَبِي ذَرٍّ.
Ma min emrayni müslimeyni heleke beynehümâ ev veledâni ev selâsetün fa’h-tesebâ ve saberâ fe-yerayâni’n-nâra ebeden.
Ebû Zer El-Gıfârî hazretlerinden. Bir karı koca; bunları bir çocuğu ölürse, iki çocuğu ölürse veya üç çocuğu ölürse. Onlarda; İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn derler.
Ne yapalım?
Allah verdi. Allah aldı derler de, sabrederlerse. Bunların, cehennem ateşi görmesi asla mümkün değil. Sabrettiklerinden dolayı. Allah bunları cennetlik eder. İki çocuğu ölmüşse veya üç çocuğu ölmüşse cennetlik oluyor.
Hatta ben bir hadîs-i şerîfte hatırlıyorum ki, bir çocuğu ölen de böyle mi ya Resûlullah?
Diye sormuşlar. Ona da evet demiş gibi hatırlıyorum. İncelemem lazım[1] ama. Yani evlatları Allah veriyor insana. Ölebiliyor bazen, hastalıktan, şundan bundan. İşte ona sabrederse, bu Allahın kaderi, ne yapalım falan derse, o zaman cehennem ateşi görmesi mümkün değil, cennetlik oluyor.
Allah, tabi kendisinin kaderine razı olduğundan dolayı seviyor. Onun için Cenâb-ı Hakk’ın kaderine rıza gösterip, sabretmeyi öğrenmek lazım.
Halbuki sabretmeyi öğrenmeli. Yani uykuya sabretmeyi, yorgunluğa sabretmeyi, çalışmaya sabretmeyi öğrenmeli biraz, babayiğit olmalı yani. Çocuklarımızı öyle yetiştirmeliyiz.
Allah yardımcımız olsun. Allah, evlatlarımızı hayırlı yetiştirmeyi nasip etsin. Onların güzel günlerini görmemizi nasip etsin. Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin.
El Fâtiha.
[1] Hatta bir başka rivayette, “Bir çocuğunu defneden kimse sabreder ve Cenâb-ı Hak’tan ecrini dilerse, o kimseye Cennet nasip olur” buyurulmaktadır (bk. Tecrid Tercemesi, IV, 313). Buhârî, bu rivayeti de dikkate almış olmalıdır ki “Bir çocuğu vefat eden, sabredip ecrini Allah’tan bekleyen Müslümanın fazileti”ni başlık yapmıştır (bk. Cenâiz 6). Yine Nesâî’deki rivayette, Hz. Peygamber ile konuşan bir kadının “Keşke, bir çocuğu öleni de sorsaydım” sözlerine yer verilmektedir. Bu da o konudaki ümidi ifade etmektedir. https://www.islamveihsan.com/kucuk-cocuklari-olen-annelerin-kazanacagi-sevap.html