el-Hamdülillahi rabbi’l-âlemîn hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ecmaîn.
Emmâ ba’dü fe-kâle Rasûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem;
اِتَّقِ اللهَ حَيْثُمَا كُنْتَ، وَأَتْبِعِ السَّيِّئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا، وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنِ.
İttekillâhe haysümâ künte ve etbi’i’s-seyyiete’l-hasenete temhuhâ ve hâlikı’n-nâse bi-hulukin hasenin.
Sadaka Rasulullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Bu sahih ve hasen hadîs-i şerîf de; Mu’az, Enes, Ebû Zerr rıdvanullahi aleyhim ecmaîn gibi sabaheden rivayet olunmuş, birçok sahih kaynaklarda var. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
İttekillâhe haysümâ künte. “Nerede olursan ol Allah'tan sakın, kork.”
Allah'ın gazabından kork, kahrına uğramaktan kork. Müslümanlığını güzel yap; dikkatli ol, haramlardan günahlardan uzak dur. Vazifelerini, ibadetlerini, taatlerini güzel yap. Takva bu.
Sonra?
Ve etbi’i’s-seyyiete’l-hasenete temhuhâ. “Bir kötülük yapmışsan, bir günah işlemişsen...”
Pişman oldun, eyvah! Ben bu hatayı niye işledim! Tuh, yine nefsim beni aldattı, yine şeytan beni kandırdı!
Ne yapacaksın?
“Bir iyilik yap arkasından.”
Ne olur?
Temhuhâ. “O kötülüğü siler, bu iyilik.”
Yapılan iyilik evvelki günahı götürür, siler. Demek ki kazâra, istemeyerek veya şeytana uyarak günah işlemiş bir insan arkasından bir iyilik yaparsa; o, onu siler, ondan kurtulur. Tabii estağfirullah, tevbe yâ Rabbi diyecek ama bir de arkasından bir iyilik yapacak ki o onu silsin. Hasene, seyyieyi siler. Hasene, “güzel iş” demek, seyyie de “çirkin iş” demek. Yapılmış çirkin bir işi, arkasından yapılan iyi bir iş siler.
İyi, o zaman bir hatamız olunca arkasından bir hasene, iyi bir iş yapalım.
Ne yapalım mesela?
Sabah namazına kalkamadın. Eyvah! Kalkması lazımdı, akşam arkadaşlarıyla sözleşti ama kalkamadı, ne yapacak?
Haydi bakalım, o gün oruca niyetlen.
Zalim nefis uykuyu mu sevdi, onun için mi kalkamadı. Saati bastırdı da camiye ondan mı gidemedi? Veyahut kalktım da hocam, evde kılıverdim. Çok yorgundum, dayanamadım evde kılıverdim.
Ha, öyle mi?
Haydi bakalım bugün oruca niyetlen. Haydi bakalım, akşama kadar da bir aç duruver de, o da onu silsin.
İşte namaz kılıvermek, bir sadaka verivermek, bir Kur’an okuyuvermek, birisine bir iyilik yapıvermek. Yani eline geçen bir fırsat ile fırsatı değerlendirip bir iyilik yapacaksın, o onu silecek. Demek ki; sadece tevbe yâ Rabbi demekle kalmayalım, yaptığımız bir çirkin işin arkasından bir güzel iş yapalım da o onu silsin götürsün.
Sonra, başka ne tavsiye buyurmuş bu hadîs-i şerîfinde Peygamber Efendimiz?
Ve hâlikı’n-nâse bi-hulukin hasenin. “Ve insanlara güzel huyla muamele eyle.”
Tatlı dilli ol, geçimli ol, yumuşak ol, sabırlı ol, şakayı kaldıran kimse ol, iyiliksever ol, adaletli ol, mülayim ol. Böyle güzel huylarla, muamele et.
Neden?
Çünkü; güzel huyun da insana,; namaz kadar, oruç kadar, zekât kadar, hacc kadar faydası var. Güzel huylu bir insan güzel huyu sayesinde sıcak günlerde sabahtan akşama oruç tutmuş, gece de kalkmış akşamdan sabaha kadar namaz kılmış insanın, kazandığı kadar sevabı alır.
Güzel huyundan. Güzel huylu, kimseyi kırmıyor, üzmüyor, kimsenin arkasından dedikodu, gıybet yapmıyor, iftira etmiyor. Kimsenin yaptığı hareketi yanlış yorumlamıyor, hayra yoruyor.
Biz küçükken bir şey görürdük, eve gelirdik biribirimizle konuşurduk;
“Ya bak falanca filancaya şöyle muamele etti.” derdik, yani ayıplardık filan. Babam, hiç aklımıza gelmeyecek bir şekilde, o suçladığımız insanı savunurdu; “Yok, o onu ondan yapmaz, onun maksadı şudur, şundan yapmıştır da ondandır.”
“Ayağının altına karpuz kabuğu koyuyor.” desek;
“Yok, o ona hürmetinden eğiliyor.” der babam.
Yani bâriz bir şekilde, hem de inanarak, böyle, “Yok, kesinlikle yapmaz, onu şundan yapmıştır.” diye çok güzel bir yorumla, yorumlardı. İhvandan birisinin aleyhine ,bir söz söyletemezdik babama. Mithat abim biraz daha samimi babamla, biraz daha böyle şey gibi konuşur;
“Ama baba ya sen de bilmem ne filan.” diye konuşur böyle bazen;
“Yok evladım, öyle değil, ben onu tanırım o iyi bir insandır, şöyledir.”
Kesinlikle kötülüğünü söylemezdi. Yani insanlar ondan yükselir; gıybet etmemek, dedikodu etmemek, kimsenin aleyhinde kötü düşünmemek, arkasından konuşmamak, tatlı olmak, sabırlı olmak...
Birisi var herkes seviyor, neden?
Şakayı kaldırır, kızmaz, kırılmaz, darılmaz, küsmez. Ohh, güleç yüzlü, herkes sever.
Nasreddin Hoca kızını evlendirmiş, gelmişler damat tarafı, kızı almış görürüyorlar, gelin alayı. Demiş ki;
“Seymen dursun!”
Tam giderken kız, durdurmuş kafileyi.
“Seymen dursun!”
Durmuşlar tabii. Kızına demiş ki;
Kızım, çok sert olup asılma, çok yavaş olup basılma.”
Çok sert olup asılma; kırarsın, devirirsin, koparırsın. Çok sert olmak iyi değil. Çok da yavaş olup basılma. Yani geçimli olmak demek, ezilmek demek değil. Ezdirmeyeceksin de kendini, tatlı bir şekilde yani eve gidip de, “Bana niye böyle yaptılar? filan ağlamayacaksın yani. Sabret, ezdirme de. Geçimli ol, anlayışlı ol, müsamahalı ol, tevazu sahibi ol. Zillete düşmeden mütevazi sahibi ol. İkisinin arasındaki farkı bilmek lazım. Tevazu başka, zillet başka.
Mesela Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Mütekebbire karşı tekebbür etmek, sadakadır.”
Aa, hiç benim bildiğim gibi değilmiş iş. Herif tekebbür ediyor, burnu havada, kapıdan içeri girdi selam vermedi, eli cebinde bilmem ne pozlar, piposunu tutmuş, sen de arkasını dönersin hiç yüzüne hiç bakmazsın filan, ondan sonra hizaya getirirsin.
Neden?
Mütekebbire tekebbür etmek, sadakadır. Öğrensin, tekebbür etmemeyi öğrensin, terbiyesiz.
Ne oluyor?
Kimseyi beğenmiyor, herkese tepeden bakıyor! Meşe ağacı kadar uzamış ondan tepeden bakıyor herkese.
Evet, “Güzel huyla muamele et.”
İnşaallah!.. İnşaallah takvalı oluruz, inşaallah bir takım hatalar yaparsak, arkasından iyilik yaparız. İnşaallah da insanlara, herkese güzel huyla muamele ederiz.
Şimdi bana çeşitli yerlerden haberler geliyor; “Yok efendim, Sydney’deki filanca kardeş falanca kardeşle şöyle. Melbourne’deki bilmem ne biriyle, Brisbane’daki şöyle, bilmem ne filan.” Uuu!.. Bakıyorum şeytan çok güzel çalışıyor, 24 saat. Seven hours in a week and twenty four hours in a day. Hiçbir tatili yok şeytanın, muazzam bir çalışma içinde. Her an hacıları da kandırıyor hoca hanımları da kandırıyor, herkesi kandırıyor. Herkesi kandırmak için harıl harıl çalışıyor, çok dikkat etmek lazım. Şeytanın oyunları çoktur, mâkul ölçülerle yaklaşır insana, mâkul gibi gösterir, hata ettirir.
İkinci hadîs-i şerîf. Peygamber Efendimiz yine buyurmuş ki;
اِتَّقِ اللهَ، وَأَقِمِ الصَّلَاةَ، وَآتِ الزَّكَاةَ، وَحُجَّ الْبَيْتَ وَاعْتَمِرْ، وَبِرَّ وَالِدَيْكَ، وَصِلْ رَحِمَكَ، وَأَقْرِ الضَّيْفَ، وَأْمُرْ بِالـْمَعْرُوفِ، وَانْهَ عَنِ الْـمُنْكَرِ، وَزُلْ مَعَ الحَقِّ حَيْثُ زَالَ.
İttekillahe ve ekımi’s-salâte ve âti’z-zekâte ve hücce’l-beyte va’temir ve berra vâlideyke ve sıl rahimeke ve ekirı’d-dayfe ve’mur bi’l-ma’rûfi ve’nhe ani’l-münkeri ve zül me’al hakkı haysü zâle.
Taberânî rivayet etmiş. Efendimiz bazı nasihatlerde bulunuyor, sayıyor;
İttekillahe. “Allah'tan kork.”
Tamam, takvâyı öğrendik; dikkatli, titiz Müslümanlığı sürdürmek; düşüne düşüne ibadet ve taatte bulunmak, haramlardan günahlardan sakınmak.
İttekillahe. “Tamam, takvâ ehli olacağız.”
Ve ekımi’s-salâte. “Namaz kıl.”
Namaz dinin direği, önemli, namazı kılacaksın.
Efendim benim kalbim temiz.
Haydi ordan! Şeytana uyma, ukalalık etme. Eğer kalp temiz olmak kâfi gelseydi Allah; Kur’ân-ı Kerîm’in nice nice âyetlerinde namaz kılın, dosdoğru olun diye emretmezdi. Peygamber Efendimiz; “Namaz dinin direğidir.” demezdi. “Namaz kılan dinini ayakta tutmuş olur, namaz kılmayan dinini yerle bir etmiş olur, yıkmış, devirmiş, berbat etmiş olur.” demezdi.
Kalbim temizmiş!
Yalancı! Bir kere sen, şeytana aldanmışsın, şeytan sana dizginleri geçirmiş, sırtına da binmiş, popona da kamçıyı şaklatıp şaklatıp seni koşturuyor oradan oraya. Sen bir de kalbim temiz diyorsun.
Namazı kılacak!
Ne zamandan beri ?
Küçüklüğünden beri kılacak. Ana baba, çocukları namaza alıştıracak ve sevdirecek.
Nasıl yapacak?
Politika, siyaset! Çikolata, şeker, balon, oyuncak… Onların hepsi çarşıda pazarda neden var?
Çoluk çocuğu hizaya getirmek için var.
“Hadi yavrum dedenin elini öp. Hadi git, ben götüreyim…”
Bacağına sarılıyor, bizim elimizi öpmeye gelmiyor. Tabii sakalımız var, kaşımız çatık. Yaşlıyız, yabancıyız filan. Ama şekeri çıkartıyorsun. Uzaktan;
“Gel yavrum, bak şeker vereceğim sana!” diyorsun. Bir duraklıyor. Ondan sonra tıpış tıpış geliyor, şekeri alıyor. Şeker yavruyu yumuşatıyor, arayı tatlandırıyor. Sen de çocuğuna böyle siyaset güt.
Mecbur olduğu bir şeyin üzerinde fazla bir şey yapacaksın ki çocuk heves edecek. Çaresine bakacağız, sevdireceğiz. Çocuk sevecek, gelecek. Biz çocuğu seveceğiz, tatlılıkla yaptıracağız.
O hâlde kusur, anne-babada, hocada, hocalarda! Kusur hocalarda! Hocalarda ki; iyi terbiye edemiyoruz, anlatamıyoruz veya sevdiremiyoruz. Allah’ın âyetlerini, hadîs-i şerîfleri,tatlı tatlı anlatıp iletemiyoruz. Bir şey var, ortada bir eksiklik var. Yetmiyor!
Bir sap sallanmıyor, bir sap langır lungur sallanıyor. Aşağıdan bir vida düşmüş. Demek ki tek vida yetmiyor.
Bundan ne ders çıkar?
Bundan şu ders çıkar: Çocuğa verdiğin eğitim yetmiyor, daha fazla eğitim vereceksin! Bir vidayla daha sıkıştıracaksın, başka çaresi yok! Uğraşacaksın, didineceksin. Kötülüğü yapmadan evvel engelleyeceksin! Çocuk kötülüğü yaptı mı hapı yuttun!
Çocuk büluğa ererse âkil bâliğ olursa, ondan sonra karı kız peşinde koşar, bara pavyona giderse kabahat kime gidiyor?
Çocuğa geliyor, çocuk kabahatli. Çocuk günaha göre cezayı yiyor.
Başka?
Ana babasına da gidiyor. Ana babasına da gidiyor, çünkü büluğa erdi de onu evlendirmedi! Onun için çok dikkat etmek gerekli.
“Allah’tan kork, namaz kıl!”
Ve âtü’z-zekâte. “Zekât ver.”
Sen paralısın, rahat yaşıyorsun. Orada fukara?
Allah kimseyi fakir duruma düşürmesin, çok zor. Buralarda pek anlaşılmıyor ama bizim ülkemizde anlaşılır. Fakirin ne çektiği anlaşılır. Afrika ülkelerine gidersen daha iyi anlaşılır.
Zekâtını vereceksin, zekât da bir ibadet!
“Parayla ibadet olur mu?..”
Olur tabii. O parayı vermek öyle zor ki!.. İnsan parayı cebinden çıkartıp da hayır sahibinin avucuna verinceye kadar kaç tane şeytan önüne geriliyor.
“Verme, aman dur, fakir kalırsın ölürsün açlıktan!..”
“Yalancı, çekil oradan! Allah bana kırk vermiş. Kırkta birini veriyorum. Otuzdokuz tanesi yanımda! Ne korkutuyorsun beni?!..”
Korkutuyor, “Verme!” diyor.
Bir de ukala tipler var:
“Okul olsaydı verirdim, cami olunca vermem…”
Amerika’da, Avrupa’da okumuş hocaların ders verdiği Ortadoğu’dan çıkmadı mı? En büyük anarşistler, polisle çatışan, askerle çatışan, asan kesen öldüren.
Ne olacak?
Bunlar harıl harıl, harıl harıl, harıl harıl çalışıyorlar. Her akşam ben buraya gelirken, kilisenin ışıkları yanmış içine insanları toplanmış görüyorum.
Her akşam, namaz olmasa biz toplanamazdık ha! Biz toplanıyoruz da, her akşam yatsıda toplanıyoruz da başka müslümanlar, namazsız müslümanlar ne yapıyor?
Hapı yutuyor; toplantı yok, ilim yok, din yok, şey yok...
Onlar her birisi toplumlarının meselelerini her akşam anlatıyorlar, yönlendiriyorlar; “Aman yakında Müslümanlar, bir arsa almış cami yapacaklarmış, hepiniz dilekçe verin itiraz edin.” Hoppp yönlendiriyor. Nasıl çalışıyorlar. Nasıl çalışıyorlar!
Ne olacak? Hani multi cultural kültür idi!? Hani İslam da, şey de senin nazarında birdi!?
Devlet ve halk ve yönetim büyük ölçüde kilisenin etkisi altında. İngiltere’de de, Almanya’da da...
Almanya’nın din devleti olduğunu biliyor musunuz?
Nereden bileceksiniz! Yaslanmışsınız duvara keyfinize bakıyorsunuz Avustralya’da!
Din devleti, kuranlar papaz. Avrupa birliğini kuranlar papaz. Konrad Adenauer papaz. Helmut Kohl -lahana demek Kohl- papaz. Katolik birliğini kurmaya çalışıyorlar. Polonya katolik olduğundan Rusya’nın elinden kurtardılar. Siyasete giriyorlar, uluslararası siyasete, bütün güçleriyle giriyorlar; mitingler, nümayişler, protestolar, kavgalar, gürültüler, Polonya’yı kopardılar mı? Almanya’nın yarısını kopardılar mı?
Kopardılar mı!?
Açıkça bağırarak söylesenize evet diye.
Evet kopardılar.
Nasıl çalışıyorlar!?
Biz, bizim elimizden alınan Suriye’yi koparabildik mi? Irak’ı alabildik mi? Bağdat eyaletimizi, Şam eyaletimizi kurtadabildik mi? Balkanlarımızı kurtarabildik mi? Oradaki müslüman kardeşlerimize yardım edebildik mi? Kırım’2ımızı kurtarabildik mi? Kafkasyamızı kurtarabildik mi?
Hiçbirşey yapamadık. Osmanlı yıkıldı, yıkıldıktan sonra parçalandı, parçalandıktan sonra hâlâ parçalanıyoruz, çatırtılar hâlâ devam ediyor. Hâlâ devam ediyor! Millet aya gidiyor, bizler yolda yaya. Herkes gider Mersin’e bizler gideriz tersine. Her yerde refah hürriyet, bizde sefalet. Her millet gelişmek için çalışıyor, ekonomisini yükseltmek için vargücüyle çalışıyor bizimkiler alçaltmak için çalışıyor. Göstergeler öyle, rakamlar öyle, yani şakası yok bu işin.
Zekat vereceğiz.
Ve hucce’l-beyt. “Beytullahı hacc ziyareti yapın.” Va’temir. “Umre yapın.”
Hacc ve umre yapın, neden?
Allah emretti diye bir kere. Kısacası Allah emrettiği için. Uzun lafın kısası, Allah'ın emri olduğundan.
Ama hikmeti nedir, Allah niye emretmiş?
O kadar güzel bir ibadet ki. Uluslararası kardeşliğin, İslâm kardeşliğinin, tahakkuku için öyle güzel bir fırsat ve vesile ki! Afrika’dan geliyor; Nijerya, Güney Afrika, Tanzanya, adını duyduğumuz duymadığımız yerlerden siyahlar geliyor. Amerika’dan geliyor, Avrupa’dan geliyor, Asya’dan geliyor, Çin’den geliyor. Çin’den müslüma geliyor, hacı geliyor. Avustralya’dan geliyor. Her yerden geliyor dünyanın müslümanları. Hem de zenginleri, hem de hacca gelirken sağlıklı sıhatli olmak şartı var. Çürük çarık olursa vekil gönderiyor, kendisi gelmiyor, gelemiyor çünkü hasta. Sağlamlar geliyor, zenginler geliyor.
Ne fırsat, ne büyük fırsat! Ne güzel fırsat, müslüman kardeşliği için! Ot gibi, ot gibi gidip, ot gibi geliyor millet! Bu ibadetin hikmetini anlayıp, ibadeti şey yapmıyor.
Hangi dinin mensupları, dünyada böyle yılda bir veya yılda bir çok genel bir toplantı. Yılın öbür aylarında da özel özel böyle bir yerde toplanıyor? Kaç tane?
İslâm hacc demiş, umre demiş toplanıyor. Ne kadar güzel.
“Bunu da yap.” diyor Peygamber Efendimiz.
Tabii biz bunları yapıyoruz, yaptık da. Namaz kıldık, zekât verdik, hacc ettik, umre yaptık. Allah'tan korkmak, tamam. Allah'tan korkmayı da haydi diyelim ki yapmaya çalışıyoruz.
Sonra?
Ve berra vâlideyke. “Ana babana, güzel evlatlık yap, iyi evlatlık yap.”
Ooo, bu da çok önemli, çok sevaplı! Anası babası veya onlardan bir tanesi sağ olana ne mutlu! Ne yapsın yapsın gönlünü alsın, duasını kazansın. Çok önemli!
Berra yeberru. Ve berra vâlideyke. “Ana babana, iyi evlatlık yap.” Ve sıl rahimeke. “Akrabanı gözet, ziyaret et.”
Ve gözet, kolla, gözet akrabanı. Akraba da önemli. Ne kadar güzel bütün tavsiyeler var.
Ve ekirı’d-dayfe. “Gelen misafiri de ağırla.”
Hoş geldin, buyur bu akşam bizim evde kalalım. Melbourne’dan geldin, Sydney’den geldin. Nasılsın iyi misin kardeşim, ihvanım, ihvanımız? Buyur, bizde kalın. Ne iyi yaptınız! Ne var ne yok Sydney’de? İyi misiniz, hoş musunuz? Buyur.
Hanım misafir geldi, güzel yemekler yap. Her zaman bana kaç günlük ekmek yemek çıkartıyorsun, bayat yemekleri şeyleri. Misafir geldi, haydi bakalım bir davran bilmem ne, misafiri ağırla.
Ve’mur bi’l-ma’rûfi ve’nhe ani’l-münkeri. “İyiliği emret, kötülükten nehyet.”
İyiliği yaptırmak için söyleyeceksin, reklamını yapacaksın ve tavsiye edeceksin.Kötülüğü de yapılmasın diye, engellemek için söyleyeceksin ve yapılmamasına da fiilen gayret edeceksin. Kötülüğü de yaptırmamaya çalışacaksın, babayiğit olacaksın. Erkeksen, babayiğit olacaksın, kadınsan, anayiğit olacaksın. Türkiye’ye gidiyor bu, bunları kadınlar da dinliyor. Hep babayiğit dersek, hoca taraf tutuyor derler. Ben taraf tutmuyorum, babayiğitler ve anayiğitler hepsinin tarafındayım ben. Babayiğitlik anayiğitlik yapacak.
Sonra, en sonuncu cümle ne?
Ve zül me’al hakkı haysü zâle. Keskin ze ile, peltek ze ile değil. Ve zül me’al hakkı. “Hakla beraber git.” Haysü zâle. “Hak nereye giderse.”
Hakkın peşine takıl, hakla beraber git. Hak neredeyse orada ol.
Şurada!
Tamam onun yanına git.
Buraya geçti!
Hop onun yanına gel.
Şuraya geldi!
Hop onun yanına...
Hakkın peşini bırakma, hakkın eteğini tut, haktan ayrılma!
Ve zül me’al hakkı haysü zâle. “Hak neredeyse, haktan yana ol.”
Birileri münakaşa ediyor, dinle;
Sen ne diyorsun?
Ben, böyle böyle böyle böyle...
Tamam.
Sen ne diyorsun?
Böyle böyle böyle böyle...
Sen haklısın.
Anan baban ne diyor?
Şöyle şöyle şöyle şöyle...
Komşu ne diyor?
Böyle böyle böyle...
Anne, baba, komşu haklı. Haklı, sen haksızsın. Sen haksızlık etmişsin, tarlasına girmişsin bir metre gasbetmişsin, köşesini almışsın. Yapma böyle!
E annen baban!
Olsun. Annesinin, babasının, akrabasının, yakınlarının, kendisinin aleyhine bile olsa...
Annesinin, babasının, akrabasının ve kendisinin aleyhinde bile olsa ne yapacak insan?
Adalet edecek, hakkı söyleyecek.
Hak burada!
Tamam, hakkın yanında...
Küçük çocuk diyor, çatır çatır konuşuyor küçük çocuk; “Amca, ama niye böyle yapıyorsun, bilmem ne?
Vay ülen vay! Haklı be çocuk!
Seni tenkid ediyor.
Aferin bacaksız be! Haklısın!
Üçüncü hadîs-i şerîfe geçelim, yoksa bu işler saatlerce sürer. Uzun bir tane var atlıyorum onu, vakit şey oldu diye kısaya geçiyorum.
اِتَّقُوا اللهَ، وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ. فَإِنَّ اللهَ يُصْلِحُ بَيْنَ الْـمُسْلِمِينَ
İttekullahe ve aslihû zâte beyniküm fe-innellâhe yüslihu beyne’l-müslimîne.
İttekullahe. “Allah'tan korkun.” Ve aslihû zâte beyniküm. “Biribirinizin arasını ıslah edin, düzeltin.”
Dargınları barıştırın, küsleri yaklaştırın, arayı düzeltin.
Fe-innellâhe yüslihu beyne’l-müslimîne. “Çünkü; Allah, müslümanların arasını ıslah ediyor, düzeltiyor, ıslah edecek.”
Cennete girerken de öyle, dargın müslümanları biribiriyleriyle barıştıracak.
Ama yâ Rabbi! Bu bana haksızlık etti.
Tamam, ben sana köşk vereceğim şuradan, sen onu affet.
Köşke bir bakacak böyle amaaaaannn! Yâ Rabbi! Bu köşkler kimin? Peygamberlerin mi, şehitlerin mi? Aman ne kadar güzel köşkler!?
Senin olabilir.
Yâ Rabbi! Benim nasıl olacak?
E sen kardeşini affedersen, senin olur bu köşk.
Affettim yâ Rabbi!..
Hoppp köşke doğru koşmaya başlayacak.
Dur kulum, nereye gidiyorsun?
E köşkü bana verdin yâ Rabbi! Köşke doğru koşuyorum, onu almaya gidiyorum.
Sen affettiğin için, bu kardeşin de cehenneme gitmekten kurtuldu. Haydi onun elinden tut da cennete beraber girin diyecek Allah.
O da tabii yapışacak elinden.
Aklı köşkte. Artık eski düşmanlık kalmadı. Öyle tutacak elinden cennete beraber girecekler.
Böyle anlatıyor da Peygamber Efendimiz diyor ki; “Allah'tan korkun! Bak Allah bile müslümanların biribirlerine dargınlıkları geçsin, araları düzelsin diye böyle yapıyor. Siz de arayı düzeltin.”
Evet, birisi ötekisine haksızlık yapmıştır, berikisi de darılmıştır ona ama, işte düzelteceksiniz. Karı kocanın arasını düzeltmek en güzeli. Komşuların arasını düzeltmek, arkadaşların, kardeşlerin arasını düzeltmek, küsleri barıştırmak çok güzel. Allah rızası için.
Birisi küs ötekisi de küs. Karşı yolda geldiler. Birisi bu tarafa doğru gidiyor, birisi bu tarafa doğru. O başını bu tarafa çeviriyor, bu da başını o tarafa çeviriyor. Biribirlerini görmeden geçip gidiyorlar.
Doğru değil. Küslüğü devam ettirdikleri zaman, Allah, affedilme günlerinde bile; “Yâ Rabbi! Bu kullarını da affet!” diye kendisinin huzuruna geldiği zaman; “Bu ikisini ayırın! Şunları ayırın, bunlar biribirleriyle düzelmedikten sonra affetmem. Önce kendi aralarında düzelsinler öyle affedeceğim.” diyor.
Hani Berat kandili filan var ya. Berat kandilinde affolunmayan kimseler arasında kimi zikrediyor Peygamber Efendimiz?
Biribirleriyle kızgın, dargın olan iki kimseyi.
Diyor ki; “Onları kenara ayırın, onları affetmeyeceğim, ötekileri affediyorum ama, onları affetmeyeceğim.” Hattâ yestalihâ. “Sulh oluncaya kadar, biribirleriyle barışıncaya kadar.”
Dargınlık yok! Hakkı söyleyeceksin, ama darılmayacaksın. Bir hata olmuşsa özür dileyeceksin, barışacaksın filan. Dargınlığı sürdürmek yok. İslamda dargınlık, küslük yok.
Hocam, işte ben barışmak için gittim de elimi uzattım, o da başını çevirdi, elini arkaya sakladı vermedi.
O zaman elini uzatan sevap alıyor, kurtuluyor vebalden, başını çevirip elini arkaya saklayan vebali o yükleniyor.
Onun için; siz düzelmek için iyilik tarafını tutun, gayret edin, elinizi uzatın, siz de vebal kalmasın.
Alla her işimizi rızasına uygun yapmayı nasip eylesin. Bizi hem dünyada hem ahirette aziz ve bahtiyar eylesin. Cümlemizi cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin.
el-Fâtiha.