es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû aziz ve sevgili Ak radyo dinleyicileri;
Allah'ın rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Cenâb-ı Hak iki cihanda sizleri aziz ve bahtiyar eylesin.
Kura ile açılmış sayfa Râmûz el-ehâdisimizin 414. sayfasına rastladı. Birinci hadîsi şerifi okuyorum.
Enes radıyallahu anh'ten ve diğer râvilerden rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlar ki;
Men tefekkaha fî dînillâh, kefâhullâhu hemmehû ve razekahû min haysü lâ yahtesib.
Sadaka Resûlullâh, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.
Bu hadîs-i şerîf dinî bilgilerin öğrenilmesi; onları talep etmek, tahsil etmekle ilgili bir güzel müjdeyi ihtiva ediyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
Men tefakkaha fî dînillâh.
"Kim Allahu Teâlâ'nın dini konusunda fakih olursa, bilgili olursa; Allah'ın dininin özelliklerini, güzelliklerini, ahkâmını, emirlerini, yasaklarını öğrenir, inceliklerini bilir, tahsil yapar, bu bilgileri kazanır, öğrenim görürse; Allahu Teâlâ hazretleri;
Kefâhullâhu hemmehû.
"Onun üzüntülerini tasalarını, endişelerini karşılar, izale eder."
İnsanın "Acaba geçinebilecek miyim? Sonum ne olacak? Hayatta başarılı bir iş sahibi olabilecek miyim?.." gibi çeşitli tasaları olabilir. Gençlerde istikbale ait tasalar olur. Büyüklerde geçimle ilgili tasalar olur, çoluk çocuğu ile ilgili tasalar, üzüntüler olabilir. Tamam. Neleri düşünüyorsa, ne gibi tasaları, ne gibi üzüntüleri varsa Allahu Teâlâ hazretleri onları karşılar, yardımcı olur, istediklerine kifayet eder.
"Sen geçim mi istiyorsun?
Al sana geçim!
Sen rahatlık mı istiyorsun?
Al sana rahatlık!
Bolluk mu istiyorsun? İzzet, itibar, devlet, şevket… Ne istiyorsun?
Al sana istediğin şeyler!
Sıkıntıya düşmemek mi istiyorsun?
Al sana ferahlık, rahatlık, neşe, sevinç!.." diye tasalandığı konularda Allah ona kifayet eder. O tasalarında düşündüğü şeyleri, isteklerini ona verir, onları karşılar.
Ve razakahû min haysü lâ yehtesib.
"Ve Allah, dinde bilgi sahibi olmak için gayrete gelen, çalışan bu kulu ummadığı yerden rızıklandırır."
Rızık; ille yemek içmek mânasına değildir. "Rızıklandırır!" demek; her türlü ikrama erdirir, her türlü mükâfat ile taltif eder, sevindirir, her bakımdan halini hoş eder demektir.
Sevgili dinleyiciler, değerli kardeşlerim;
Bu hadîs-i şerîften anlıyoruz ki Allahu Teâlâ hazretleri Allah'ın dinini öğrenmek isteyeni seviyor, mükâfatlandırıyor. Çünkü hayatın düzeni ve âhiret saadetinin kazanılması Allah'ın dinini öğrenmekle mümkün.
İslâm sadece âhirete ait bir din midir?
Hayır!
İslâm, çarşıyı pazarı bile tanzim eder; alışverişin dürüst olmasını, yalan söylenmemesini ister. Aile hayatını bile tanzim eder; hanımın beyine karşı vazifelerini,beyin hanımına karşı vazifelerini, ödevlerini, görevlerini belirtir. Devletlerarası hukukla ilgili hükümler koyar. Anlaşmalı devletlerle durum nasıl olacak? Oradan İslâm ülkesine gelen bir gayrimüslim ne olacak? Nasıl bir hukukla ona muamele edilecek? İslâm ülkesinden gayrimüslim ülkesine gitmiş bir müslüman orada nasıl davranacak?.. Dünya ile ilgili, her konu ile ilgili bilgiler var.
Bunlar niçindir?
Cenâb-ı Hak hayatın dürüst, güzel bir şekilde, zulüm olmadan, aldatma, sömürü, istismar olmadan yürütülmesini istediği için dininde güzel şeyleri emretmiştir. Dinimizin ahkâmının hepsi güzeldir. Her konuda ahkâm vardır ya da her konuda ahkâm çıkarmaya layık, kaynak olacak durumda ön bilgiler, ana esaslar vardır. Bir müslüman o ana esaslara dayanarak, karşılaştığı yeni bir konuda "Allah'ın rızasına uygun olan hangisidir? Hangi seçeneği seçmeli, hangi yolda yürümeli, hangi işi yapmalı?" diye düşündüğü zaman yine Allah'ın rızasına uygun bir yolu bulabilir.
Dinin ilgi sahasının dışında hiç bir şey yoktur!
Hayatın her faaliyeti dinin bilgi sahasının içindedir ve her işin dinî bakımdan bir değeri vardır.
Yalancı şahitliğin bir hükmü vardır, hırsızlığın, rüşvetin bir hükmü vardır... Eğlenmenin bir hükmü vardır, boşa vakit geçirmenin, tatilin, haylazlığın, malayaninin… Her şeyin hükmü vardır. Bunların hepsinin öğrenilmesi lazım ki hayat güzel olsun, toplum mutlu olsun, insan huzurlu olsun ve âhireti de mâmur olsun. Âhirette de cehenneme düşmesin, ceza yemesin; dünyada yaptığı zulümlerden dolayı, yanlış ve haksız işlerden dolayı cezaya çarpılmasın da Allah'ın lütfuna ersin, Allah'ın cennetiyle cemâliyle müşerref olsun, ebedî saadete ersin.
Bunların bilinmesi lazım! Bunların bilinmesi için de bunların okunması, okutulması lazım! Öğretilmesi, okutulması ve öğrenilmesi ve anlaşılması lazım!
Allah'ın dinini öğrenmesi lazım!
Kim öğrenecek?
Kadın, erkek; büyük, küçük; esnaf, tüccar, memur, âmir, patron, işçi… Herkes! Yaşayan herkes Allah'ın rızasına uygun yaşamanın bilgilerini öğrenecek ve bu bilgiye göre yaşayacak. Bu onun, evrensel hakkı. İnsan hakları bunu gerektiriyor.
Ben diyar diyar dolaşan bir kardeşinizim. Dünyanın diğer ülkelerini görüyorum: Avrupalılar, Amerikalılar bizden çok daha dindar. Kiliselerine yani mâbedlerine, ibadethanelerine, din adamlarına çok daha saygılı, çok daha bağlı. Günlük ilişkileri bizden çok daha fazla...
Bizim halkımızın çoğu; yüzde doksan dokuzu müslümandır ama bayramdan bayrama camiye gelenler var, cumadan cumaya gelenler var. Tabii Avrupa'da da böyleleri vardır ama nispet olarak, yüzde oranı olarak oranlayacak olursak Avrupalılar'ın, özellikle Amerikalılar'ın hatta Avustralyalılar'ın bizden daha dindar olduğunu görürüz. Camilere giden müslüman sayısıyla İslâm'a göre hareket eden insan ve dinî kuruluşların durumu bakımından, zenginliği bakımından, imkânları bakımından, faaliyetlerinin rahatlığı, büyüklüğü, çapı bakımından incelenecek olursa; Avrupa'da, Amerika'da, Avustralya'da din çok daha geniş imkânlara sahip. Dindarlar çok daha rahat. Her türlü faaliyetlerini dinlerinin esaslarına göre yapabiliyorlar, bir şey denmiyor.
Dinin ahkâmını öğrenene Allah mükâfatlar verir.
Ne yapar?
Tasalarını, endişelerini izale eder, hâcetlerini reva eder, ihtiyaçlarını görür, istediği şeyleri ona bağışlar, ona kifâyet eder, kâfi gelir. Verir verir ve doyurur, yani doyurucu olarak verir. Ummadığı yerlerden de ayrıca başka başka maddî mânevî mükâfatlarla da rızıklandırır.
Mânevî mükâfat da bir rızıktır. Mânevî derecesinin yükselmesi, güzel bir rüya görmesi, iyi bir hâle ulaşması... İlle ekmeği ağzına alıp da onu yemesi, yutması rızık değil; birtakım mutluluk verici şeyler de birer çeşit rızıktır.
"Allah ummadığı yerden onu rızıklandırır." buyuruyor. Tabii bu hadisi şerif, tek bir hadîs-i şerîf değildir. Bu konuda yüzlerce, binlerce güzel hadîs-i şerîf vardır, âyet-i kerîme vardır. Büyüklerimizin kıymetli teşvikleri, sözleri vardır.
Dinimizi öğreneceğiz. Dinimizi öğrenmek ihtiyârî, keyfî bir şey değildir. "Bir müslüman olarak dinini isterse öğrenir, isterse cahil kalır!" diye böyle bir ihtiyârîlik yoktur. Dinini mutlaka öğrenmesi lazım! Kur'ân-ı Kerîm'i bilmesi lazım! Kur'ân-ı Kerîm'i bilmek okumasını yazmasını bilmekten başlar, içindeki ahkâmı bilmeye kadar, ahkâmın inceliklerini bilmeye kadar gider.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'i tanımaya, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerini bilmeye, hadîs-i şerîflerle çizilen hayat çerçevesini anlamaya kadar gider.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in hayat tarzı gibi, sahâbe-i kirâmın, asr-ı saadet müslümanlarının, salih insanların - selef-i sâlihînimiz diyoruz- alimlerin, fâzılların, muhaddislerin, müfessirlerin, müçtehitlerin hayat tarzlarını bilmesi lazım! Bu güzel, büyük insanların âbidevî şahsiyetlerinin yolunda gitmesi lazım! Bir müslümanın bunları öğrenmesi lazım, mecbûrî.
"Ben öğrenmek istiyorum ama zor geliyor. İşim var!"
İnsanın en mühim işi; dininin inceliklerini öğrenmesi. Bir babanın annenin de en önemli, en başta gelen görevi; çocuğuna haramı, helâli, doğruyu, eğriyi öğretmesidir:
"Evladım, aman, sakın! Canın istese de komşunun bahçesindeki elmaya elini uzatma, eriği koparma! Arkadaşının kalemini, silgisini sakın ha birisi almasın, sen de alma! Ne aldan, ne aldat! Sana ait olmayan bir şeye elini uzatma. Harama bakma evladım! Yalan söyleme, yalan söylersen Allah sevmez!.." vs. diye haramları, günahları, yanlışlıkları çocuklara tatlı tatlı öğretmek lazım.
Güzel şeyler yaptıkları zaman mükâfatlandırmak, ödüllendirmek lazım. Kötü şeyler yapmamasını sağlamak lazım. Yaptığı zaman da kaş çatıp, "Aaa, bu olmadı!" demek lazım. Çünkü madalyonun öbür yüzü de cezalandırmadır.
Ceza olmazsa kanunlar uygulanmaz. Cezasız kanun olmaz. Yaparsa mükâfat, yapmazsa ceza... Her yerde vardır, her zamanda, her ülkede, her kanun sisteminde vardır. Ceza da olacak, mükâfat da olacak!
Dinimizi öğreneceğiz. Dinimizi öğrenmenin yolları, şekilleri sonsuz derecede çeşitlidir. Bunun yaşı da yoktur, geçmesi diye de bir şey bahis konusu değildir. Beşikten mezara kadar herkes dinini öğrenecek, öğrenecek, öğrenecek! Devam edecek. Devamlı bir süreç! Kesilmeyecek.
"Öğrendim, bitti."
Öyle bir şey yok! Devamlı bir çalışma, öğrenme beşikten mezara kadar mutlu, tatlı, nurlu bir yaşam tarzı... Bilgece bilgince, bilgili, görgülü olarak yaşam hepimiz için gerekli. Bunun için çeşitli yollar var:
İmam-Hatip okulları bir yol, vaazlar, camilerdeki konuşmalar bir yol. Kitaplar, dergiler birer vasıta, birer araç gereç. versin.
Bir kardeşimizdie ahlâk üzerine kitap yazmıştı. İlk sayfada da çarpıcı olarak bunu yazmıştı; çok güzeldir, çok doğrudur:
"Efendim, bizim mahallede bir adam var, çok iyi bir adam, çok sakin bir adam, çok sessiz bir adam. Evden camiye, camiden eve; kimseye karışmaz, etliye sütlüye karışmaz. Kendi halinde melek gibi bir insan!.."
Hayır!
Bu insan özlediğimiz, gözlediğimiz, arzuladığımız insan tipi değil!
Neden?
Hiçbir şeye karışmıyor.
Hiçbir şeye karışmadan toplum yürür mü? Toplumun işlerini kim götürecek?
Bir insan hiç bir şeye karışmadan sırf kendi şahsî işleriyle uğraşıyorsa, toplumun derdiyle dertlenmiyorsa, komşusunun derdiyle dertlenmiyorsa, toplumsal çalışma yapmıyorsa ben o insanın neresini beğeneyim?
Toplumun içinde yaşıyor, toplum nimetlerinden istifade ediyor; topluma vermesi gerekeni vermiyor, toplumsal ödevlerini yapmıyor.
Benim hoşuma gidiyor: Mesela seçim olacak, seçime katılmayana ceza veriyorlar. Türkiye'de de başladı, buralarda da öyle. Adam telaşlanıyor, "Eyvah, sandığa gitmezsem 100 mark ceza verecekler!" diye gidiyor. Hoşuma gidiyor.
Neden?
Toplumsal görev, kaçamazsın, yapacaksın!
"Şunu sevdim, bunu sevmedim."
"Bir tanesini tercih et, söyle."
"Benim fikrim yok..."
Olmaz!
Bir fikrin olacak, inceleyeceksin, fikrin oluncaya kadar araştıracaksın! Toplumsal çalışmalara katılacaksın. Çevrende yanlış bir şey olduğu zaman engellemeye çalışacaksın. Birisi hırsızlık yapmaya kalkıyorsa yaptırtmayacaksın. "O tarlaya girme, çekil oradan!" diyeceksin. İyi bir insan iyi bir işi yapıyorsa, beğeniyorsan; sen de onu destekleyeceksin. "Senin iyi bir iş yaptığını görüyorum, beğeniyorum. Müsaade edersen, ben de sana yardımcı olayım." diyeceksin. Bedenen veyahut dille teşvik ederek veyahut malî yönden veya daha başka fikirlerle iyiliği destekleyeceğiz.
Emr-i ma'rûf nehy-i münker farzı nedir?
İslâm'da içtimaî bir görevdir, elbette yapacak.
Büyüklerimiz, tasavvufî neş'e ile yaşamış insanlar ne tavsiye ediyorlar? Mesela, Nakşî tasavvufî yolunda ana ölçek nedir?Hatme-i hâcegân mı, günde şu kadar zikir çekmek mi?
Hayır!
Zikir çekmek de sevap ama asıl önemli olan "hûş der dem". Her nefeste şuurlu olmak.
Ne kadar güzel! Ana esas, prensip her an şuurlu olmak, uyanık olmak, gaflette olmamak; aldığı nefesi, verdiği nefesi şuurla almak, şuurla vermek. Yaptığı işin doğru mu eğri mi olduğunu daima gözlemek. Kalbine bakmak, kalbini, gönlünü korumak.
Bakın ne kadar yüksek prensipler!
Her nefeste gafil olmamak birinci prensip. Kalbini her türlü yalan yanlış, fitne fesat duygulardan korumak, kalbinin bekçisi olmak... Ne kadar yüksek duygular, ne kadar yüksek tavsiyeler!
Halvet der encümen; topluluğun içinde iken de Cenâb-ı Hakk'ın kulu olduğunu unutmamak. Cenâb-ı Hakk'ın kendisini gördüğünü bilerek edepli, terbiyeli hareket etmek. Sanki caminin içinde veyahut ıssız, izbe ibadet yerinde, hücrede ibadet ediyormuş gibi ama toplumun içinde; halvet der encümen.
Ne kadar güzel prensipler! Bunlar anlatılmadığı için insanlar gerçekleri bilmiyorlar.
Bakıyorsunuz Afrika karmakarışık, Asya, Amerika karmakarışık... Güney Amerika bir başka türlü, Orta Amerika, Çin, Japonya bir başka türlü... İnsanlık İslâm'a muhtaç!
Onun için aziz ve sevgili kardeşlerim;
Her vesile ile, her araç ile her an hepimiz daima İslâm'ın öğrenilmesi, öğretilmesi, -nasihat ederek, tatlı şekillerle, güzel şekillerle- benimsetilmesi için çalışmak zorundayız.
Çalışılmıyor! "Çalışılmıyor" demek; hayır yapılmasına çalışılmıyor demek. Gemi su alıyor, batacak; sular boşaltılmıyor demek. Uçak alçalıyor, irtifa kaybediyor, önünde dağ var, çarpacak; tedbir alınmıyor demek. Yani İslâm için çalışmamak bu demek.
İslâm'ı sevmemek ne demek?
İslâm'ı sevmeyebilir. Hasta; eğer şuuru eksikse ilacı sevmeyebilir, ilacı almak istemeyebilir. Annesi ilacı ağzına kaşıkla verir, çocuk ağzından püskürtür. Acı olduğu için içmek istemez ama ilaç ona fayda verecek.
İğneyi kim sever? Buduna hart diye bir iğnenin saplanmasını hangi hasta ister? İrkilir, istemez ama o iğneyi alacak da ateşi düşecek, hastalığına şifa olacak. O iğneyi yapıyorlar.
Bir yerinin kesilmesine kim razı olur? Ama ameliyat masasına insanlar gidiyor -ben dahi kaç defa gittim- karnı açılıyor, kesiliyor, kanı akıtılıyor, bağırsakları dışarı çıkartılıyor. Safra kesesinden, böbreğinden taş alınıyor. By pass ameliyatı diyorlar, by pass; dolambaçlı bir yer tıkanmışsa, kestirmeden işi bağlamak demek... Öbür taraftan damar ameliyatları, işlemleri vs... Bunlar tatlı şeyler değil, acı şeyler ama yapılıyor.
Demek ki İslâm'ı sevmeyenler güzelliklerini anlamıyorlar; topluma faydasını görmüyorlar, İslâm'ın yasakladığı şeylerin topluma ne kadar zararlı olduğunu düşünmüyorlar. Amerika'da bir ara duydum. Otuzlu yıllarda içkiyi de yasaklamışlar, "İçki içilmesin!" demişler. Çünkü içki zararlı. Yasaklamışlar ama tutturamamışlar. Çünkü halk yapamamış, içkinin karşısında dayanamamış. Gene içmişler.
O bakımdan aziz ve sevgili kardeşlerim;
Birileri istese de istemese de iş düzelecek. Bir zaman gelecek, bir kısmı anlayacak.
Bir kısmı da düşmandır. Mesela, "Hırsızlık yapılmasın!" dediğiniz zaman hırsızlar düşman olur. "Sömürü olmasın!" dediğiniz zaman sömürüden köşeyi dönenler düşman olur. Tabii bu da olacak. Kötüler iyilerin düşmanıdır.
İyiler de ister istemez kötülerin hasmı oluyorlar. İyiliği söylediğiniz zaman, iyi bir şey yaptığınız zaman, "Efendim, bir şey yapmadım!" diyorsunuz ama kötülerin işini engelliyorsunuz, ayağını çelmeliyorsunuz. Kötüler de size kızıyor. Elbet kızacak! O şereftir.
O konudaki kısıtlama bir şereftir. Elbette o onu yapacak ama siz yılmayacaksınız.
Neden?
Allah, dininin ahkâmını öğrenmeyi bile bu kadar mükâfatlandırıyor; ahkâmına göre hareket edip emirlerini tutmayı, güzel işleri yapmayı kim bilir ne kadar mükâfatlandırır. Toplumun terbiyesinin böyle olması lazım!
Allah'ın âyetlerini, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in hadîs-i şerîflerini söylerken, halka hareket vermek lazım, motive etmek lazım! Halka güzel şeyleri işlemeyi aşılamak lazım!
Aşk ile, şevk ile, takvâ ve ihlâs ile candan olması lazım! Candan çalışmak lazım ki; Allahu Teâlâ hazretleri taltif eylesin, mükâfatlandırsın.
Böylece sizlere bu hadîs-i şerîf vesilesiyle birçok içtimaî görevlerimizi hatırlatmış olduk. İçtimaî ruhiyat bakımından, toplumun ruhu bakımından birçok hatalarımıza değinmiş olduk
Muhterem kardeşlerim;
İslâm'ı öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz. Bu bizim din hürriyeti hakkımız. Ord. Prof. Ali Fuad Başgil'in Din ve Lâiklik diye bir kitabı vardı, küçükken okumuştum. Allah rahmet eylesin; ordinaryus profesör, büyük hukukçu...
Din hürriyetinin kaçınılmaz sonucu dinin serbestçe öğretilmesidir. Hem de benim inancım neyse, onu istediğim gibi öğretirim. Benim inancımı karşı taraf ille düzenlemeye, budamaya, kesmeye, kendine göre şekil vermeye kalkamaz, kalkmamalı!
Nasreddin Hoca leyleği yakalamış da bakmış gagası uzun, kesmiş. Bakmış bacakları uzun, kesmiş. Bakmış bacakları uzun, kesmiş. Ondan sonra;
"İşte şimdi kuşa döndün!" demiş.
İslâm'ı kuşa döndürmek olmaz!
Şimdi bu kuş gagası, bacakları kesilince kuşa döndü mü?
Hayır! Leylek suda yaşadığı için bacaklarının uzun olması lazımdı. Suyun içinden gıdasını alması için de gagasının uzun olması lazımdı. Sen onun gagasını, bacağını kesince onun hayatını söndürdün.
İslâm'a böyle yalan yanlış; İslâm'ın ruhunu bilmeden, dinî ahkâmın esrarını düşünmeden, hikmetlerini araştırmadan gelişigüzel yasaklamalar, budamalar koymak kimsenin hakkı değil.
Dinî bilgisi olmayan insan İslâm hakkında ahkâm kesiyor, "İslâm şöyle olsun, böyle olsun!.." diyor.
Kardeşim, ömrünü bu işe vermiş vaizler var, müftüler var, alimler var... Onlardan evvel yaşamış mübarek müçtehitler var, evliyâullah var. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi büyüklerimiz var, Ebussuud Efendiler gibi ilim - irfan sahibi büyüklerimiz var... Sen onların yanında ne oluyorsun da onların sözlerine aykırı çıkış yapıyorsun?!
Bu da bir içtimaî kusur olmuş oluyor.
Herkes İslâm'ı öğrenecek.
Öğrendi de derinleşti mi ne olur?
"Allah'ın dininde bilgisini derinleştiren, alim olan kimseye Allah yardım eder, tasasının, üzüntüsünün giderilmesi için ona ne gerekiyorsa verir, hâcetini reva eder, işini görür, mükâfatlandırır. Ve onu ummadığı yerlerden, yönlerden, şekillerle rızıklandırır, mükâfatlandırır, sevindirir, maddî mânevî nimetlerine gark eder."
Tabii bir ilim için bu kadar mükâfat olursa bildiğini uygulayan için ne kadar mükâfat olacak! Onun için dinimizin öğrenilmesine, öğretilmesine ve İslâm'ın yayılmasına dikkat edelim!
Biz İslâm'ı destekleyip hızlı yayılmasında sevap payımızı almaya gayret edelim! İslâm'ı engelleyenlerden olmayalım! Bilerek bilmeyerek onlara destek olmayalım ki öyle yapan kimse Allahu Teâlâ hazretlerinin hışmına, kahrına, gazabına uğramasın!
Allahu Teâlâ hazretleri hakkı hak olarak görüp uymayı cümlemize, cümlenize nasip eylesin. Batılı batıl olarak görüp ondan korunmayı, sakınmayı nasip eylesin.
Çünkü Allah göstermezse insanlar gerçekleri göremiyor. Sanıyor ki kendisi cihanın en akıllı insanı! Fakat en aptalca işi yapıyor! Doğru sandığı işler tamamen yanlış ama karşısındakileri yanlış sanıyor. Geliş gidişli yolda yolun yanlış istikametine girmiş; kendisi ters gidiyor, bir kaza yapacak ama karşıdan gelen bütün araçları yanlış sanıyor. Hâlbuki ters yola kendisi girmiş!
Allahu Teâlâ hazretleri, kendisini bilmeyen; ne yaptığını, kime hizmet ettiğini, kimin kalesine gol attığını bilmeyen insan olmaktan herkesi korusun. Basiretli, akıllı, uslu, ilimli irfanlı, bilgili görgülü, terbiyeli, zarif, nazif, edîb, şerîf, tatlı, sevimli güzel müslümanlar olmayı hepimize; hanımlarımıza, beylerimize, çocuklarımıza, gençlerimize, yaşlılarımıza, yönetenlerimize, yönetilenlerimize, zenginlerimize, fakirlerimize, işçimize, patronumuza, sanayicimize, öğretmenimize, öğrencimize, rektörümüze, profesörümüze, talebemize ihsan eylesin.
Allahu Teâlâ hazretleri bizim işlediğimiz yanlışlardan dolayı rahmetini üzerimizden esirgemesin, almasın. Aramızdaki cahillerin yaptıklarından dolayı ülkemize umumî bir bela salmasın, cezalandırmasın. Rahmetiyle muamele eylesin. Şaşıranları kahrıyla, gazabıyla değil; lütfuyla keremiyle ıslah eylesin. Doğruyu göstersin, doğruya uydursun.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû aziz ve sevgili Akra dinleyicileri.