Aziz ve sevgili kardeşlerim. Değerli Ak radyo dinleyenleri;
Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
Ramazan-ı şerîfin rahmetlerinden, bereketlerinden, nimetlerinden, kısmetlerinden, ikramlarından âlemlerin Rabbi, Mevlâmız sizleri büyük miktarlarda hissedar eylesin, nasipdar eylesin. Büyük nimetlere, lütuflara mazhar olun. Cenâb-ı Hak dünya ve âhiretinizi mâmur ve mesut eylesin.
Hatîb-i Bağdâdî ve Taberânî'nin Ebû Ümâme radıyallahu anh'ten rivayet ettiği bir hadisle sohbetime başlamak istiyorum. Peygamber Efendimiz umumi bir hitapla şöyle buyurmuşlar:
Yâ eyyühe'n-nâs! Aleyküm bi'l-ilmi kable en yukbeda ve kable en yurfa'. el-Âlimü ve'l-müteallimü şerîkâni fi'l-ecr ve lâ hayra fî sâiri'n-nâsi ba'd.
Umumi bir konu. Her zaman vurguladığım ve teşvikte bulunduğum bir saha bu.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
Yâ eyyühe'n-nâs! "Ey insanlar!" Aleyküm bi'l-ilm. "Size ilim öğrenmek başlıca ana amaç olsun, iş olsun; size onu tavsiye ederim. Baş vazifeniz, önemli işiniz olsun."
Aleyküm, Arapça'da bir terim. "Sizin üzerinize" demek. "Sizin üzerinize ilimle ilgilenmek, onu öğrenmek bir görev olsun." gibi bir mânası var. Peygamber Efendimiz; "İlim öğrenin." diyor; bir de şöyle buyuruyor:
Kable en yukbada. "İlim kabzolunmadan, alınmadan önce." Ve kable en yürfea. "Yeryüzünden semâya kaldırılmadan önce ilmi öğrenin!" el-Âlimü. "İlmi bilen kişi." Ve'l-müteallimü. "İlmi öğrenmeye hevesi olan talebe, öğrenci." Şerîkâni fi'l-ecr. "Sevapta, mükâfatta, Allah'ın verdiği ecirde ortaktır."
O da sevap alır, öbürü de sevap alır. Yarıya bölüşmek değil de ikisi de ecir kazanırlar. Alim öğrettiği için büyük miktarda sevap, ecir alır; öğrenci de öğrendiği için büyük sevap alır.
Lâ hayra fî sâiri'n-nâsi ba'd. "Bunlardan sonra, öteki insanlarda hiçbir hayır yoktur." diyor Peygamber Efendimiz.
O halde kendimizi, ailelerimizi, çoluk çocuğumuzu hiçbir hayır olmayan kimse durumuna düşürmeyelim.
Ne demek?
"İlimle meşgul olalım, ilim öğrenelim!" demek.
Biliyorsunuz benim mesleğim ilim yolu. Üniversite hocası olarak yaşadım, çalıştım, emekli oldum. Tabi ben okuyorum. Çok okunacak şey var, çok güzel kitaplar var ve biz maalesef, o kitaplar kütüphanemizde bulunduğu halde, onların feyzinden, içindeki bilgilerin güzelliğinden yararlanmakta biraz gevşek davranıyoruz.
Sahabe Hayatından Tablolar kitabı önümde; onu okuyorum ve hepinize bu konuşmamda onu tavsiye edeceğim. Bu kitap kütüphanenizde varsa birinci cildinden okumaya başlayın ve bu Ramazan bitmeden, her gün yirmi sayfa, otuz sayfa, kırk sayfa çoluk çocuğunuzla okuyun. Lütfen sahabe-i kirâmı tanıyın!
Sahabe Hayatından Tablolar rıdvanullahi aleyhim ecmaîn. Bir cildi de hanım sahabilerle ilgili; o da çok önemli. Bakalım Peygamber Efendimiz'in asr-ı saadetinin o mübarek evliyâları, o mübarek insanları nasıl insanlarmış?
Önce kâfir ve müşrik olanlar, sonradan nasıl olmuş da evliyâ olmuşlar, Allah'ın sevgili kulları olmuşlar?
Nasıl İslâm'a girmişler?
Nasıl çalışmışlar, İslâm'ı nasıl yaymışlar? Çok önemli görüyorum!
Kardeşlerim şimdi bana telefonla,
"İtikâfa gireceğiz, sünnettir, bu vazifeyi yapacağız. İtikâfta ne çalışma yapalım?" diye sordular.
"Bu Sahabe Hayatından Tablolar kitaplarını, üç kitabı bitirin."
Nasıl bitireceksiniz?
Gayret göstererek, çok okuyarak bitireceksiniz, hem de çoluk çocuğunuzla. Çünkü insan gözleri yaşararak okuyor ve hakiki imanın, insanı nasıl değiştirdiğini görüyor.
21. asır, tevhid asrı.
Bu nasıl olacak?
Çalışmamızla olacak! Sahabe-i kirâm gibi çalışmamızla olacak!
Nasıl sahabeden bazı şahıslar -okuduğunuz zaman göreceksiniz- azılı İslâm düşmanı iken, Kur'an düşmanı iken, Peygamber Efendimiz'in hasmı iken, ona kin tutan, onu öldürmeye çare arayan kimseler iken; nasıl olmuş da mü'min-i kâmil haline gelmişler, ashâb-ı kirâmden olmuşlar? Nasıl olmuş da cennetlik insanlar olmuşlar? Nasıl hayatlarını İslâm'a vakfetmişler; Allah yolunda mallarını, canlarını nasıl sarf etmişler?
Bunu başka türlü, başka kitaplardan öğrenmek mümkün olmuyor.
Nasıl öğreneceğiz?
Uygulamalı öğreneceğiz. Sahâbe-i kirâm nasıl uygulamışsa, hayatlarını nasıl geçirmişlerse o sahabe hayatından sahneleri görerek; çizilmiş sahneleri, kelimelerle tasvir edilmiş sahneleri, şahsiyetlerin hayatlarını, davranışlarını okuyarak anlayacağız. Bu bize çok lazım.
Yirmibirinci asırda, 2000 yılında, tevhidin yayılması için lâ ilâhe illallah'ın hâkim olması için, İslâm'ın muzaffer olması için çalışacağız. Nurunun sönmeyeceğini Allah celle celâlüh garanti etmiştir:
"Allah'ın nurunu söndürmeye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, Allah'ın nuru sönmeyecek." diye Cenâb-ı Hak teminat veriyor. O nurunun sönmemesinde görev almak önemli, sevabı kazanmak önemli! Biz çalışalım, biz sevap alalım.
Amerika'dan, Avrupa'dan, İngiltere'den, Fransa'dan, Almanya'dan, İsveç'ten bazı kimseler müslüman oluyorlar, İslâm'a hizmet ediyorlar, kardeşlerimiz oluyorlar.
Fransız bir aile; kocası doktor, hanımı doktor. Yıllık izinlerini alır almaz ilaç fabrikalarını dolaşıp bağış olarak ilaçları alıp dosdoğru Afganistan'a varmışlar. Yıllık izinlerini hastanede görev yaparak geçirmek üzere varmışlar, ilaçları dağıtmışlar, mücahitlere yardım etmişler. Bunu bana Fransa'da anlatmışlardı, ben de sohbetlerimde söylemiştim.
O diyarlarda İslâm'ın güzelliğini anlayan o kardeşlerimiz nasıl çalışıyorlar, ne kadar güzel çalışıyorlar.
İslâm için çalışacak insan eksik kalmaz; ama biz İslâm'dan mahrum kalmayalım. Şehitlerin torunları, evliyâullahın torunları; "Benim dedem şeyhti. Benim ecdadım sahabelerdendi. Ben Peygamber Efendimiz'in neslinden seyyitlerdenim." vesaire diyen kimseler şimdi çoluk çocuklarıyla İslâm'dan, imandan uzaklaşıp İslâm'a hizmet şerefini başkalarına kaptırırlarsa çok yazık olur, dedeleri üzülür.
Onun için var gücümüzle ilim öğrenmeye çalışalım. İslâm için nasıl hizmet edeceğimizi sahabe-i kirâm'dan öğrenelim. Çünkü en güzel insanlar onlar; şek şüphe yok. Efendimiz teminat vermiş, beyan etmiş; oradan biliyoruz.
Hayrun-nâsi karnî.
"İnsanların en hayırlıları, benim asrımda yaşayan insanlardır."
Sümme'llezîne yelûnehüm, sümme'llezîne yelûnehüm.
Birinci sırada ashâb-ı kirâm'dır. İkinci sırada tabiîndir, üçüncü sırada tebe-i tabiîndir. Bunların fazilet sırası böyledir. Hayatlarını öğrenmek lazım. Gözyaşlarıyla okuyun. İslâm'ın ne kadar güzel olduğunu, imanın ne kadar heyecan verici olduğunu o sahnelerden, o okuduğunuz sayfalardan siz de anlayın; aklınızı başınıza toplayın.
Çünkü bir de tehdit var; tehlike işareti, ikazı var:
Kable en yukbeda. "İlim kabz olunacak, yani ilim çekilip alınacak."
Kabz olmak ne demek?
"El koymak" demek.
İlim Cenâb-ı Hak tarafından alınacak, ilim kalmayacak.
Hadîs-i şerîfte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor ki;
"Allah ilmi verdikten sonra kulların akıllarından, gönüllerinden, kalplerinden, hafızalarından ilmi çekip almaz, kabzetmez."
İlmi kabzetmesi nasıl olur?
Velâkin yakbidü'l-ulemâ'. "Alim, fazıl, kâmil, zarif, edib, şerif kimseleri, büyük mübarek insanları alır."
O evliyâ, mübarek ulemâ-i muhakkıkîn gidince, geriye cahil insanlar kalır. Hindi gibi kabaran, davul gibi öten, içi boş, yetersiz cahil insanlar kalır.
İnsanlar dini öğrenmek için onlara soru sorarlar; "Şu nasıl olacak, bu nasıl olacak?" diye fetva sorarlar, mesele sorarlar. Akıllarına gelen veya karşılaştıkları müşküllerin, Cenâb-ı Hakk'ın rızasına göre nasıl çözümleneceğini öğrenmek isterler, sorarlar, onlardan fetva isterler.
Fe-eftev bi-gayri ilm. "Onlar da, ilim olmadan; atarak, tahminen fetva verirler."
İlim olmadığı zaman da cahilin fetvası çok kötüdür, çok tehlikelidir. Dinin tahribi öyle olur. Onlar fetva verirler.
Ne yaparlar?
Hem kendileri dalalete düşerler, hem de kendilerine soru soranları dalalete düşürürler, saptırırlar. Dindarlar böyle saptırılmış olur, din ayaklar altına düşmüş olur. Alimler gidecek, böyle bir durum olacak; o duruma gelmeden evvel ilmi öğrenin.
Ve kable en yurfea.
"İlim çekilip alınacak." Bir nimetin kadr u kıymeti bilinmedi mi Cenâb-ı Hak o nimeti kadr u kıymetini bilmeyen insanların elinden alır. Cenâb-ı Hakk'ın kânun-u ilâhîsi böyledir.
Âyet-i kerîmede de bildiriliyor:
Le-in şekertüm, le-ezîdenneküm. "Şükrederseniz şükrettiğiniz nimeti daha da arttırırım." Ve le-in kefertüm. "Eğer nimetin kadrini bilmez, nankörlük eder, kâfir olursanız münkir olursanız." "O zaman Cenâb-ı Hakk'ın azabı şiddetli olur, nimeti de alır."
Kıymeti bilinmeyen nimet elden gider.
İlim de kıymeti bilinmeyince alınacak. Çünkü insanlar artık ilme aldırmıyorlar. Neyle meşgul oluyorlar? Dünyevi şeylerle, ceplerini doldurmakla, eğlenmekle, keyifle, zevkle, sefa ile meşgul oluyorlar. İlim, iman, ihlâs, itikat olmayınca, Allah'ın azabından korkmayınca, Allah'ın lütfunun elden kaçırılmasının, ne kadar acı ve feci olduğunu bilmeyince, düşünmeyince, kâfirce, münafıkça, müşrikçe, dinsizce yaşayınca Cenâb-ı Hakk'ın azabı şiddetli olur.
Bunları insan hiç düşünmez ama bu dünya hayatı seksen yıl da olsa, yüz yıl da olsa çok kısadır, rüzgâr gibi geçer. Ecel aman vermez, Azrail yakayı bırakmaz, imtihan biter. Kişiler buradaki dünya hayatına veda edecekler. Hiç kimse ölümden kurtulmuş değil. Herkes o ecel şerbetini içecek, herkes o kapıdan geçecek. Muhakkak bu böyle.
İmtihan biter. İmtihan bittiği sırada, perdeler kalktığı zaman Firavun da; "Ben de Benî İsrâil'in inandığı Allah'ın varlığını, birliğini şimdi kabul ediyorum, inandım. Ben de müslümanlardanım." demiş ama yeis halindeki imanın kıymeti yok. Çünkü zaten Allah her şeyi gösteriyor, perdeler kalkıyor.
O bakımdan ilim kabz olmadan evvel; İslâm'ın, imanın ilmini öğrenin. Yani laf kalabalığı değil, kîl ü kâl değil, "şu şöyle dedi, bu böyle dedi" değil:
"Ben mü'min olarak yaşayacağım, Allah'ın sevgili kulu olmak istiyorum, bu nasıl olacak?"
İlim bu.
Allah'ın rızasını kazanmayı sağlarsa ilim insana fayda verir. Allah'ın rızasını kazandırmayan, Allah'ın rızasının yolunu göstermeyen, sonunda insanı cennete götürmeyen, cenneti kazandırmayan, cehenneme düşüren bilgilerin hepsi demek ki faydasız.
Gerçi İslâm'da bütün bilgiler; "Müslümanlar onları öğrensin." diye emredilmiştir, bilgi değersiz değildir. Ama bilgiyi kullanmayıp da insan imtihanı kaybederse kendisini kurtaramazsa dünyada kâfir, müşrik olarak yaşayıp da âhirete hâib ve hâsir, mahv u perişan olmuş vaziyette gider de kahr-ı ilâhîye, azab-ı ikâb-ı ilâhîye uğrarsa o zaman başarısız olmuş oluyor.
Bu duruma düşmeyin. Siz düşmeyin, çoluk çocuğunuz düşmesin, akrabanız düşmesin, vatandaşlarımız düşmesin, ırkdaşlarımız düşmesin. Benî Âdem, bütün insanlar düşmesin. Hepsi cennete gidecek olsa cennette hepsine çok bol miktarda yer var. Herkes için zaten cennette ve cehennemde yer hazırlanmış. Biz herkesin cennete gitmesini istiyoruz.
Söylüyoruz anlayan anlıyor, anlamayan anlamıyor. Hatta bazıları da bize "Bölücülük yapıyor. diyormuş. Hâşâ! Kesinlikle herkesin iyiliğini istiyoruz! Hz. İsa aleyhisselam'a sevgimiz saygımız sonsuz. Hz. İsa aleyhisselam'ın yeri, şöyle göğsümüzün sağ tarafında. Musa aleyhisselam'a sevgimiz, saygımız sonsuz; onun yeri şöyle göğsümüzün sol tarafında. Göğsümüze, bağrımıza basmışız, o mübarekler bağrımızda taht kurmuş.
İbrahim aleyhisselam'ın yeri, Nuh aleyhisselam'ın yeri, Âdem Atamız'ın yeri... Hepsinin bağrımızda tahtları var, onların hepsini seviyoruz. Onların söylediklerini söylüyoruz. Onların hayatlarında vazife gördükleri esnada insanlara söylediklerini söylüyoruz. Dikkatle dinlerseniz sözlerimizin hak olduğunu, hayır olduğunu, herkesin hayrına olduğunu anlar.
Mugalata yapıp da; "Bölücülük yapıyor, ayrımcılık yapıyor." Tabi ayırım olacak.
Bilenle bilmeyen bir olur mu? İyilik yapanla kötülük yapan bir olur mu? Hırsızla dürüst bir olur mu?
Elbette bir ayırım olacak. Ama bu ayırım, bilimsel bir ayırımdır. Kötüyü, iyiye teşvik eden bir ayırımdır, kötünün kötülüğünü engelleyen bir ayırımdır. Elbette kötünün karşısına çıkıp birilerinin onun kötü olduğunu söylemesi lazım. Yanılanlara; "Yanlış gidiyorsunuz." demesi lazım.
Burada yollara koca levhaları koyuyorlar. Geliş gidişi ayrı olan yolların çıkış yerine kırmızı levha koyuyorlar; wrong way, go back! "Buradan girme, yanlış bir istikamettir! Girersen hemen geriye git, çünkü burası çıkış yeridir. Buradan girersen ters taraftan gelenlerle çarpışırsın." diye ters yöne girmek isteyenleri ikaz ediyorlar.
Biz de ters yöne gitmek isteyenlere, wrong way "Yanlış yol!" dersek bu ayırımcılık olmaz. Go back! "Geriye dön!" dersek "İyiliğini istiyoruz." demektir. Aslında onların kurtulmasını istiyoruz. Çünkü vazifemiz o!
Aziz ve sevgili kardeşlerim;
Allahu Teâlâ hazretleri hepimize hakkı hak olarak görüp ona uymayı, batılı batıl görüp ondan sakınıp korunmayı nasip etsin.
Biliyorsunuz; sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz pek çok hadîs-i şerîflerinde Deccal'den bahsediyor. Ben bunları bazı toplantılarda bahis konusu ettim, oradaki hoca kardeşlerim de bahis konusu etsinler; Deccal ile ilgili hadîs-i şerîfleri toplasınlar!
Bütün peygamberler ümmetlerine Deccal'i anlatmışlar. Deccal gelirse sizin torunlarınız, yaşayanlar Deccal'in çıktığı zaman, Deccal'le karşılaşırlarsa sakın aldanmasınlar, kanmasınlar. Onun sözü aldatıcıdır, davranışları kandırıcıdır. Deccal'e kanmasınlar. Onun alnında, Hâzâ kâfirun yazıyordur. "Sağ gözü kördür; sadece solu görür, sağ tarafı görmez." diye sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bildiriyor.
Deccal hadislerinden çıkacak en umumi sonuç nedir?
Birçok insan yoğun bir şekilde, kesif bir şekilde, büyük çoğunlukla aldatmacalara kanacak, doğru sanacak, kapılacak. Peygamberler bunu hatırlatıyor:
"Aman! Böyle usta, mahir aldatıcılara kapılmayın, kanmayın." diye her peygamber ümmetini Deccal'den tahzir eylemiş. İkaz eyleyip korunmalarını ihtar eylemiş. Hepsi sakındırmış.
Demek ki aldatıcılık var, demek ki kandırmaca var, demek ki büyük yanılgılar var, demek ki tarihî yanılgılar var, demek ki toplumsal olarak da büyük çapta yanılgılar olabiliyor.
Çaresi ne?
İlim!
Nasıl ilim?
Kalbi nurlandıran gerçek ilim. Laf salatası, dedikodu, kîl ü kâl değil.
Her kitabı okumamak lazım.
"Kitabın yazarı o konuda salahiyetli mi?" diye, iyice emin olmadan, bilenlere sormadan her kitabı okumamak lazım.
Camide bir kitap gördüm, benim kütüphanemde olmayan bir kitap. Aldım, "okuyayım" diye sayfaları açtım; sahabe hayatını anlatan bir kitap. Aleyhinde bir şey olmasın diye ismini vermiyorum. Maksadım ticaretini baltalamak değil, kötülemesini yapmak değil. Sonra onun anlattığı konuları, yanımdaki diğer muteber ana kaynaklardan inceledim. Baktım ki isimler yanlış, olaylar yanlış; beni yanıltacak. Hemen o kitabı bıraktım, iade ettim.
Neden?
Çünkü değersiz insanların, câhil insanların, -iyi niyetli de olsa- bilgisiz insanların yazdığı kitaplar, insanı yanıltır, yanlış sonuca götürür. En alim insanların, en değerli, salahiyetli insanların yazdığı, en değerli kitapları okumak lazım.
İlim elden kaçmadan önce, kendiniz öğrenin, çoluk çocuğunuza öğretin. Yavrularınızı cehennem ateşinden koruyun. Ailelerinizi cehennem ateşinden koruyun.
Dünya üzerinde çok büyük aldatmacalar var; çok büyük seks, sefahat, afyon, esrar, milletlerin, nesillerin bozulmasına sebep olacak şeyler var. Bu işlerde büyük paralar dönüyor, sanayi haline gelmiş. Çok müstehcen şeyler var, çoluk çocuk kapılabiliyor, tutamıyorsunuz. Yavrunuz, delikanlınız, yiğidiniz, kızınız elinizden kaçıyor.
Onun için çok çalışmak lazım! Çok gayret göstermek lazım! Bunun yolunu söylüyorum:
Tevhid Yılı'ndayız. Tevhidi güzel anlamak için tevhidin insanı nasıl değiştirdiğini, imanın ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar güzel olduğunu; yolumuzun, İslâm'ın ne kadar haklı olduğunu anlamak için "Sahabe Hayatından Tablolar" kitabımızı neşr ettik, hediye ettik, kütüphanenizde duruyor. Elinize kalemi alarak, üç cildini bu Ramazan sonuna kadar bitirin. Ramazan'dan sonra da Şevval'de devam edersiniz.
Biliyorsunuz Ramazan orucu bittikten sonra, altı gün de Şevval ayı orucunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tavsiye ediyor.
"Onu da tuttuğu zaman, bütün seneyi oruç tutmuş gibi olur." diye hadîs-i şerîflerde tavsiye buyuruyor. O bakımdan Ramazan'da ilmi tamamlayamadıysanız Şevval'de tamamlarsınız.
Elbette Ramazan'daki güzel alışkanlıklarımızı, Ramazan'dan sonra devam ettirmek için alışkanlık ediniyoruz.
Ramazan'da ne alışkanlıkları edindik Hocam?
Nelere alıştık?
Oruç tutmaya alıştık. Sahura kalkmaya, teheccüd namazı kılmaya alıştık. Camilere gitmeye alıştık; yatsı namazını, sabah namazını camide kılmaya alıştık. Kur'ân-ı Kerîm'i okumaya, mukabeleye alıştık; hafızları dinlemeye alıştık.
Ne kadar güzel!
Az yemeye alıştık, ikrama alıştık, ziyâfete alıştık, davet vermeye, insanların duasını almaya alıştık.
Ramazan ne kadar bereketli, ne kadar güzel bir ay, aziz ve sevgili kardeşlerim.
Alim çok sevap kazanır. Alim şehitten de üstündür. Alimler şefaat edecek. Cennetin kapısında Cenâb-ı Hak onlara;
"Durun, burada istediklerinize şefaat edin, istediklerinizi kurtarın." diyecek.
Mü'minlerden, günahkâr olanların, günahlarının affedilip cennete girmesi için şefaat edecekler.
Alimin derecesi, şehitten de yüksek. Müteallim, yani öğrenci, öğrenme durumunda olan da sevabı alacak. Öğrenmenin yaşı yoktur. Bizim örfümüz, âdetimiz güzeldir; hocalar camilerde, kürsülerde dersleri anlatır, kitapları takip eder. Onların müdavimi yaşlı insanlar vardır. Emeklidir, ak sakallıdır, camiye bastonla gelir ama o dersleri kaçırmaz. Çünkü ilmin yaşı yok; o yaşta öğrenir, uygular.
Öğrendiğinizi uygulayın; bir! Bir de başkalarına öğretin; iki!
Önce çocuklarınıza, hanımınıza, akrabanıza, sonra derece derece yakınlarınıza öğreteceksiniz.
Her türlü imkân ve müktesebatınızla, var gücünüzle İslâm'ı korumaya çalışacaksınız. Çünkü birileri var gücüyle İslâm'ın nurunu söndürmeye çalışıyor, müslümanları mahvetmeye çalışıyor. Müslümanlara yeryüzünde hayat hakkı bile tanımıyorlar da toptan imhaya, yani "jenosit" dedikleri katliama, bir ırkı topuyla yok etme yamyamlığına girişiyorlar ve birileri de sessiz sedasız onları destekliyor. Bazı hainler, zalimler, fasıklar, facirler ve beyinsizler de o zalimlere alet oluyor.
Biz ne yapacağız?
Biz de sahabe gibi dinimizin yayıcısı, savunucusu, öğreticisi olacağız.
Allah'ın nuru sönmeyecek. Kıyamete kadar İslâm'ı tutan, İslâm'ı savunan, İslâm'a yardımcı olan, İslâm için cihat eden bir topluluk, bir zümre var olacak.
Dilerim ki Allah bizleri ve sizleri onlardan eylesin.
Hiç olmazsa üç hadîs-i şerîf okuyalım diye ikinci hadîs-i şerîfi okuyorum. Efendimiz yine umumi bir hitapla başlamış, şöyle buyuruyorlar:
Yâ eyyühe'n-nâs. "Ey insanlar!" İttehizû takva'llâhi ticâreten. "Takvâyı; titiz, temiz, hassas, dikkatli müslüman olmayı, günahlardan, haramlardan kaçınmakta çok dikkatli, iyi müslüman olmayı kendinize bir ticaret edinin, bir hal edinin!" buyuruyor.
Fe-inne hayra'z-zâdi't-takvâ. "En hayırlı mal, azık, yolda bir insana en çok yarayacak şey takvâdır."
Âhiret yolunun gıdası; peynir ekmek, süt yoğurt değildir. Ahiret yolunun gıdası; takvâdır. Âhiret yolunda sağlam yürümek için cennete ulaşabilmek için tehlikeleri aşabilmek, geçebilmek için bâdirelerden kurtulmak için herkesin takvâ ehli olması lazım, müttakî kul olması lazım. Titiz, temiz, salih, halis, dikkatli, uyanık müslüman olması lazım.
"Bunu kendinize ticaret edinin."
Ye'tîkümü'r-rizku bilâ bidâatin ve lâ ticâretin. "Mal, sermaye, dükkân, ticaret olmadan rızkınız o zaman size geliverir." buyurdu.
Sonra Peygamber Efendimiz delil olarak şu âyet-i kerîmeyi okudu:
Ve men yettakı'llâh. "Kim takvâ ehli olursa, titiz, güzel müslüman olursa." Yec'al-lehû mahracâ. "Allah onu sıkıntılardan çıkarır. Ona sıkıntılardan bir çıkış yolu yaratır."
Daraldı, çevrildi, kuşatıldı, sıkıntılar sardı, bastırdı ama Allah onu kurtaracak bir çıkış yolu yaratır.
Ve yerzukhü min haysü lâ yahtesib. "Onu hiç ummadığı, hesab etmediği yerden rızıklandırır."
Demek ki Cenâb-ı Hak seviyor, rızıklandırıyor.
"Nasıl rızıklandırır, misal verebilir misiniz?"
Verebilirim.
Benî İsrâil'i, Musa aleyhisselam'ın ümmetini, ashabını Firavun'dan kurtardı. Firavun'dan kaçtılar, denizden geçtiler, Firavun boğuldu. Çöle geldiler, muazzam bir çöl...Fırın yok, bakkal yok, kasap yok, para yok, mal yok, köy yok, şehir yok... Orası orduların, hazırlıklı zümrelerin geçemediği, durakladığı uzun büyük bir çöl...Orada Cenâb-ı Hak onlara bıldırcın eti ile kudret helvası yedirerek besledi. Bulutla ile gölgelendirip güneşten kavurmadan öbür tarafa geçirdi.
Demek ki Cenâb-ı Hak, -tarihte misalleri çok- Allah'tan korkanı rızıklandırıyor, gökten bıldırcın yağdırıyor.
Başka bir misal söyleyeyim:
Peygamber Efendimiz 300 kişilik bir askerî birliği göndermişti. Onlar da düşmanları bir yol güzergâhında bekliyorlardı. Gelirse savaşacaklar, geçirmeyecekler. Ama azık yoktu, mal yoktu; Medine'de de yoktu. Peygamber Efendimiz komutana, 300 kişinin başkanına bir torba hurma verdi. O komutan da vazife uzun, azık az, eldeki hurmalar az, sayı da fazla olduğundan –300 kişiler- hepsine günde bir hurma veriyordu.
Muhterem kardeşlerim bir günde bir hurma... Bastırarak söylüyorum ki bilin! O mübarekler nasıl cihat etmişler, anlayın. Bir hurma veriyordu. Onlar bir hurmayı hemen yiyip bitirmiyorlardı, ağızlarında çocuğun meme emdiği gibi emiyorlardı, üstüne su içiyorlardı. Bir hurma ile yetiniyorlardı, nihayet o da bitti.
Ama düşman gelmedi, vazife devam ediyor. O sırada denizden büyük bir balina balığı karaya vurmuş; Allah vurduruyor. Müsebbibü'l-esbâb olan, her türlü olayı yaratan, halkeden, rızkı gönderen Allah, balinayı kenara vurdurdu. Koca balina...
Bunlar ne yaptılar?
Balinanın başına gittiler. Taze et, kokmamış balık eti. Balinayı kendilerine azık yaptılar. Orada 300 kişi, bir ay daha kaldı. Balinanın etini kesip kesip yiyip yaşamalarına devam ettiler. Çünkü torbalarındaki hurma da bitmişti.
Balık öyle büyüktü ki -muazzam bir şey demek ki ama işte Cenâb-ı Hak nasip ediyor- gözünün çanağına, çukuruna on üç kişi sığıyordu. "Bakalım ne kadar büyük?" diye, komutan; "Girin bakalım." demiş. Büyüklüğünü ölçmek için sokmuş; balığın gözünün çukuruna on üç kişi giriyordu. Sonra kaburga kemiklerini, yani kılçıklarını çattıkları zaman, altından deve ile geçiyorlardı, koca bir kemer gibiydi. Onu bir ay yediler.
Sonra "Yâ Resülallah, düşman görünmedi, vazife bitti." diye Peygamber Efendimiz'in yanına geldiler. Peygamber Efendimiz'e olanları anlattılar. Dedi ki: "Onu Allah size rızık olarak göndermiş."
O olmasaydı orada o kimseler açlıktan ne yapacaklardı?
Cenâb-ı Hak "kulum" dedi yarattı, rızkını da vaad etti, kader sayfalarına yazdı. Balığı gönderiyor, balık etini yediriyor.
Peygamber Efendimiz "Onu size Allah göndermiş, Allah'ın hususi ikramı. Allah'ın ikramı olduğu için bize de verin, biz de tadalım." dedi, kendisi de o etten tattı.
Oralar çok sıcaktır, onu hatırlatayım. Hemen kuruyordu, pastırma gibi oluyordu. Arabistan'da da, sıcak günlerde kurban kesildiği zaman, bedevîler etleri toplarlar, taşlara sererler. Etler hiç kokuşmaz, hemen kurur. Ondan sonra o kurumuş etleri, zamanı geldikçe pastırma gibi ıslatıp kaynatıp yerler.
Cenâb-ı Hak müttakî kulları rızıklandırabiliyor. Bunun tarihten, gerçeklerden misallerini verdim. Demek ki hepimiz müttakî kul olacağız. Kimisi bana;
"Hocam! Müslüman olduğum için şu sıkıntıyı çekiyorum, bu sıkıntıyı çekiyorum; ne tavsiye edersiniz?" diye soruyor.
Takvâyı tavsiye ederim.
Neden?
Allahu Teâlâ hazretleri müttakî kulları rızıklandırıyor da ondan. Âhiret yolculuğunun en önemli sermayesi, en kıymetli sermayesi, âhiret yolculuğunda en iyi azık takvâdır da ondan. Allah müttakî kulları sever de ondan.
İnna'llâhe mea'l-müttakîn. "Allah, müttakî kulların yanında yer alır, onların safını destekler, onlardan yana olur." da ondan. Ne rızkınız geri kalır ne işiniz geri kalır.
Ve in tasbirû ve tettekû lâ yedurruküm keydühüm şey'â. Cenâb-ı Hak "savaşta bile müttakî olursa sabrederse zaferi müttakîlere, sabreden mücahitlere verir."
Onun için ey beni dinleyen sevgili kardeşlerim!
Müttakî kul olun, imanınızı korumaya dikkat edin. Allah hem rızıklandırır hem de umduklarınıza nâil eder.
Bir de bugün yine hatırlatayım:
Abdullah b. Mes'ud'u çok seviyorum, Kur'an'ı çok iyi bilen bir sahabi. Allah şefaatine erdirsin. Radıyallahu anh vefat edeceği zaman Hz. Osman ziyaretine gelmiş de;
"Hastasın, şimdiye kadar almadığın maaşları bari bu sefer al." diye teklif edince, demiş ki:
"Benim onlara ihtiyacım yok."
Zâten sağlığında almamış, şimdi de vefat ediyor, ölüm yakınken ne yapacak parayı?
Hz. Osman demiş ki;
"Senden sonra kızlarına kalır." demiş:
"Ey Emîrü'l-mü'minîn! Ben öldükten sonra kızlarımın aç, açık mı kalacağını sanıyorsun? Ben onlara Vâkıa sûresini ezberlettim. Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde buyurmuştu ki; 'Kim Vâkıa sûresini ezberler, her akşam okursa hayatında asla yokluk, sıkıntı, fakirlik çekmez.' Ben onlara onu öğrettim, onlar sıkıntı çekmezler." dedi.
Bunu da bilin! Vâkıa sûresini her akşam okuyun, ezberleyin. Cenâb-ı Hak hem maaş versin hem rızık versin hem işlerinizi rast getirsin hem de Allah'ın sevgili kulu olun.
İkinci hadîs-i şerîf de çok önemli. Hadîs-i şerîfi söyledikten sonra Efendimiz, âyet-i kerîme ile de sebebi beyan eylemiş.
Üçüncü hadîs-i şerîfi okuyarak dersimi bitirmek istiyorum.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
Yâ Enes! E mâ alimte enne min mûcibâti'l-mağfireti idhâlüke's-sürûri alâ ahîke'l-müslim, tüneffisü anhü kürbeten ve tüferricü anhü gammen ev türcî ileyhi day'aten ev takdî anhü deynen ev tühlifühû fî ehlihî.
Enes radıyallahu anh Efendimiz'in tavsiyesi olduğu için iyice hatırında tutmuş, o rivayet ediyor. İbn Ebi'd-Dünyâ kitabına kaydetmiş bu hadîs-i şerîfi.
"Ey Enes!"
E mâ alimte. "Sen hiç bilmedin mi ki bilmiş olman lazım, bil ki." Min mûcibâti'l-mağfireti. "Cenâb-ı Hakk'ın insanı afv u mağfiret eylemesinin sebeplerinden birisi; onu icap ettiren, mağfireti sağlayan, insanı Allah'ın mağfiretine mazhar edecek işlerden birisi." İdhâlüke's-sürûri alâ ahîke'l-müslim. "Mü'min kardeşinin gönlüne sevinç sokmandır, onu sevindirmendir. Mü'min kardeşinin sevinmesi, senin mağfiret olunmana sebep olur."
Mü'min kardeşlerimiz ne kadar?
Bir milyarın üstünde, bir buçuk milyar mü'min kardeşimiz var. Çevremizde, Kuzey Irak'ta, Kafkasya'da, Balkanlar'da, Kıbrıs'ta, Kırım'da, Cezayir'de, Tunus'ta, Somali'de, Afrika'da, Asya'da ve dünyanın pek çok yerinde mü'min kardeşlerimiz var. Onları sevindirmemiz lazım. Onları düşünmemiz lazım, onları desteklememiz lazım.
Afv u mağfiret istemiyor muyuz?
"Allah'ım! Beni affeyle. Şu Ramazan'da beni bağışla, hatalarımı günahlarımı mağfiret eyle! Bundan sonraki ömrümde, beni iyi kul olmaya muvaffak eyle. Huzuruna vardığım zaman yüzümü ak eyle. Cehenneme atıp ateşlere yakma; cennetine dâhil eyle, Habibin'e komşu eyle." demiyor muyuz?
Diyoruz.
İşte onun yolu; mü'min kardeşine, müslüman kardeşine sevindirici bir iş yapman.
Tüneffisü anhü kürbeten. "O bir sıkıntıdan daralmışsa ona bir nefes aldıracak bir destek yaparsın." Ev tüferricü anhü gammen. "Yahut da, bir şeye gamlanmış, kederlenmiş ise sevindirirsin, o gamını, kederini giderirsin."
"Niye üzülüyorsun? Üzülme kardeşim, tamam, ben onu halledeyim." dersin. Onun o üzüntüsünü feraha, sevince çevirirsin.
Ev türcî ileyhi day'aten. "Yahut kaybını ona buluverirsin, kaybettiği şeyi telâfi ediverirsin, gösteriverirsin. Yitiğini bulmakta ona yardımcı olursun." Ev-takdî anhü deynen. "Yahut borcunu ödeyiverirsin."
"Tamam, senin borcunu ödedim, üzülme kardeşim." dersin; sevinir.
Ev tuhlifühû fî ehlihî. "Yahut da o cihada filan gitmişse ailesinin başında reis yoksa hanım ve çocuklar yardımcısız kalmışsa gidersin, onlara yardımcı olursun."
"Sizin büyüğünüz yok, çarşıdan bir şey alınacak mı, size bir yardımım dokunabilir mi? Bir hizmetim var mı?' diye gidersin."
Bazı kardeşlerimiz bu devirde seyahat oluyor, gidiyorlar:
"Hocam! Ben gittim, geldim. Bizim eve falanca arkadaş gitmiş, filanca arkadaş gitmiş. 'Bir ihtiyaç var mı, alınacak bir şey var mı bacı?' demiş. Maşaallah! Benim yokluğumda yardımlarını esirgememişler." diyor.
Bazısı da diyor ki böylelerine de rastladım:
"Hocam! On beş gün işlerim için seyahatteydim, döndüm geldim. Hiç kimse kapımızı çalmamış. Bizim hanım ve çocuklar çok sıkıntı çekmişler." diyorlar.
Seyahate gitmek de olabilir, âhiret yolculuğu da olabilir. Adamcağız ölmüş, dul karısı kalmış, yetimler kalmış; yardımcı olmak lazım.
Siz de bu yardımları yapın. Türkiye'de var, Kafkasya'da var, Grozni'de var. Bosna'yı çoktan unuttuk, Kosova'yı unuttuk. Sanki oralarda ortalık gül gülistan mı? Kuzey Irak'ta, Somali'de, Afrika'da...Dünya'nın her yerinde o kardeşlerimize özellikle Ramazan'da iyilik yapmanın, onları sevindirmenin, onların duasını almanın sevabı çok.
Ramazan'da yapılan iyiliğin sevabı, Ramazan dışında aynı iyiliği yapsan alacağın sevabın yetmiş kat daha fazlası. Onun için zekâtlarınızı verecekseniz Ramazan çıkmadan önce verin.
Allahu Teâlâ hazretleri riyadan, gösterişten, korusun. Amellerin sevabını kaçıran veya kat kat ecir alınmasını engelleyen sebeplerden korusun, kurtarsın. Bu gibi durumlara düşürmesin.
Ramazan'ı çok güzel geçirmeyi nasip etsin, Ramazan'ın feyzinden bereketinden tam istifadeyi nasip etsin. Eski günahlarımızı tamamen silsin. Kul haklarını bizim namımıza onlara ödeyip bizi kul haklarından da kurtarsın. Çünkü onlar daha çok zor. Günahlar tevbeyle gidiyor da kul haklarını sahibi ile konuşmak lazım. Cenâb-ı Hak bizi kul haklarından da kurtarsın, günahlardan da kurtarsın.
İnsan haramlara, günahlara bulaştı ise haram lokma yediyse onlardan vücudunda hâsıl olan etlerin cehennemde yanması tehdidi var. Onlardan da kurtarsın, rahmeti deryasında onları da temizlesin. Hepimizi annemizden doğduğumuz gündeki ilk suçsuz, günahsız, tertemiz halimizdeki gibi bu Ramazan'da yeniden doğmuş gibi, tertemiz eylesin.
Bundan sonra da defter-i âmâlimizi günahlarla, isyanlarla kirletmemeyi, mülevves hale getirmemeyi nasip etsin. Sevgili kulu olmayı nasip etsin. Ömrümüz bitip de âhirete göçtüğümüz zaman sevdiği razı olduğu kul olarak varmamızı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmamızı, Peygamber Efendimiz'in komşuluğuna ermemizi, cemâlini görmemizi, selamına ermemizi nasip eylesin. Rıdvân-ı ekberine cümlemizi nâil eylesin.
Bi-hürmet-i ism-i âzâm ve bi hürmet-i nebiyyihi'l-ekrem ve bi-hürmeti şehr-i Ramazân ve bi-hürmeti şehri sıyâmi ve'l-kıyâm ve bi-hürmeti'l-ezkâr ve'l-ibâdâti ve't-taat ve bi-hürmeti esrârı sûreti'l-Fâtiha.