Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd.
Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem;
صَلَاحُ أَوَّلِ هٰذِهِ الْأُمَّةِ بِالزُّهْدِ وَالْيَقِينِ، وَيَهْلِكُ آخِرُهَا بِالْبُخْلِ وَطُولِ الْأَمَلِ. حم فِي "الزُّهْدِ" طس هب خط عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ.
Salâhu evveli hâzihi’l-ümmeti bi’z-zühdi ve’l-yakîni ve yehlekü âhiruhâ bi’l-buhli ve tûli’l-emeli.
Ahmed b. Hanbel, Tayalisi, Hatîb El-Bağdâdî, Amr b. Şuayb’dan, O'da babasından, o da dedesinden rivayet etmiş ki;
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlar:
Salâhu evveli hâzihi’l-ümmeti. "Bu ümmetin ilklerinin salâhı." Kurtuluşu, iyiliği, Allah indinde makbul insanlar olması, sevaplı, mükâfatlı, mübarek insanlar olması; bi’z-zühdi ve’l-yakîni. "Dünyaya aldırmamaları, metelik vermemeleri, ahirete rağbet etmeleri dolayısıyladır. Bu hayat-ı dünyayı istememeleri dolayısıyladır. Ve yakînleri dolayısıyladır. Yani şeksiz şüphesiz imanları olduğundan, bu dünyaya meyilleri olmadığından, ahirete rağbetleri olduğundan, salîh ümmettir. Asr-ı saadetin müslümanları, bu ümmetin ilkleri -ashablar, tâbiîn, tebe-i tâbiîn- böyle insanlardı. Dünyaya aldırmıyorlar, değer vermiyorlar, ahirete koşturuyorlardı; bir. Bir de; şeksiz, şüphesiz -tereddüt olmayan, sağlam-imanları vardı. Onların kurtuluşları, iyilikleri bundan kaynaklanıyordu.
Ve yehlekü âhiruhâ. "Bu ümmetin sonu da helâk olacak, iki huydan dolayı."
Bi’l-buhli. "Elinin sıkılığından." Cimriliğinden, pintiliğinden dolayı; bir.
Ve tûli’l-emeli. "Tûl-i emelden dolayı." Cimrilik, elinin sıkı olması, hayra hasenâta para vermemesi, malını Allah yoluna sarf etmemesi, cimrilik yapması. Tamam. Çünkü faaliyetlerin, çalışmaların, hizmetlerin hepsi para ile oluyor. Cami alacaksın para. Kurs açacaksın para. Öğretmen bulacaksın para. Öğretmeni Türkiye´den getirteceksin uçak parası. Kitap yazacaksın para. Kitap basacaksın para. Dağıtacaksın postaneden pul parası. Her şey para ile...
Bu ümmetin evveli, parayı çıkartıp şakır şakır veriyordu. 600 ağaçlık hurma bahçesini bir defada Peygamber Efendimiz'e mübareklerden bir tanesi bahşetti. Hurma, Medine'nin hayatı demek. Yani en büyük zenginlik kaynağı. Hem de bahçesi var. Ye iç yan gel, her türlü gelir tamam. 600 ağacı birden Resûlullah’a bağışladı. Kuşlar ötüyordu cıvıl cıvıl, gölgesi yeşillik gayet güzeldi. Allah yoluna bağışladı. Onlar bağışlarlardı. Çünkü çok kuvvetli imanları vardı. Bu dünyaya rağbetleri yoktu. Paraya pula önem vermiyorlardı. Bu ümmetin sonu da, cimrilikten, elinin sıkılığından, Allah yoluna parayı vermemekten helâk olacak; bir. Bir de; tûl-u emelden dolayı helâk olacak.
Bu tûl-u emel ne demek?
Tûl; uzunluk. Emel; tasarıları, hayalleri, umutları...
Bu umutlarının uzunluğu ne demek?
Emelin uzunluğu ne demek?
Sanıyorlar ki, çok yaşayacaklar, daha uzun yıllar yaşayacaklar. 'Ben daha çok yıllar yaşarım da, işte emekli olurum da, emeklilikten sonra hacca giderim de, sakal bırakırım da, çocuğumu evlendiririm de, ondan sonra bütün işlerimi gördükten sonra namaza başlarım da' Bilmem ne, bilmem ne... "Daha o senin düşündüğün zamanlara yirmi yıl var."
"Ben işte yaşarım daha gencim."
Gençler ölmüyor mu?
Tûl-u emel, umudunun çok uzaklara kadar uzayıp gitmesi, ileriye ait planlar yapıp ondan dolayı gevşemesi manasına geliyor. Çok yaşarım nasıl olsa, nasıl olsa tevbe ederim, hayırları yaparım filan diye ileriye doğru işleri geciktiriyor. Sonra yaparım, sonra yaparım.
"Ya namaza başla."
"Sonra."
"Hacca git."
"Sonra."
"Bilmem ne yap."
"Sonra."
Hepsinin temelinde bir duygu var. Ben nasıl olsa çok yaşarım. Halbuki Azrail kapısında bekliyor. Ertesi sabaha çıkmayacak, o gece ölecek.
Tanıdıklardan birisi, yatmışlar gece yatağa, sabahleyin ezan okunuyor, 'efendi kalk' demiş, kalkmıyor efendisi. 'Ya efendi kalk', kalkmıyor. 'Ya efendi kalk ya' kalkmıyor. Aa şaka mı yapıyor bilmem ne?
Yüzüne bir de bakmış ki, Ooohhh dünyasını geceden çoktan değiştirmiş. Ne sabah namazı kılması. Onun cenaze namazını kılacaklar. Hepimiz eğer yarın öleceğimizi bilsek, şimdi ki yaşantımızda başka türlü yaşarız. Veyahut iki ay ömrümüz kaldığını bilsek başka türlü yaşarız. Pek iyi ıslah oluruz. Namaza başlarız, Allah'ın sevdiği işleri yaparız. Canla başla çalışırız, fedakâr oluruz.
Peki şimdi niye yapmıyoruz?
Çünkü çok yaşayacağız.
"Kaç yaşındasın?"
"Kırk."
Eh 40 daha yaşarsam 80. 50 daha yaşarsam 90. 60 daha yaşarsam 100. Benim dedem 120 yaşına kadar yaşamış. Belki o kadar daha yaşarım. Oooh ümitleri uzayıp gidiyor. Umutları ama umuduna, umduğuna uyacak mı?
Çarşıda ki durum evdeki hesaba uyacak mı? Bakalım o kadar yaşayacak mı?
Ben bir düşünüverdim. Aaa tanıdığım nice insanlar, benden daha genç insanlar, hepsi ahirete göçmüş gitmiş. Talebem vardı, askerde öldü. Bir tanesi daha vardı, o da askerde öldü. Bir arkadaşım vardı, yurtta beraber kalmıştık, öldü. Bir arkadaşım vardı İktisat fakültesinde, çok efendi, kibar, ağır ağır konuşan bir insandı, öldü. Allah Allah! Bir tane eczacı vardı, mücahit böyle öldü. Bir tane onun azarladığı, çok bilgiç müslüman vardı, o öldü. Birer ikişer, birer ikişer etrafımızdan hepsi gidivermiş. Bir düşündüm amma çok tanıdığım gitmiş ahirete.
Azrail onları seçmiş, almış.
Halkı bostan edilmiştir
Dilediği keser ölüm
Dilediğini üzer. Üzmek; koparmak demek. Üzüntü vermek manasında değil. Üzmek; koparmak. İp üzüldü, Yani koptu. İpi üz. Yani kopart. Eski Türkçe de kopartmak manasına geliyor.
Halkı bostan edilmiştir.
Dilediğini üzer ölüm.
Bostan tarlasına giriyor, vuruyor vuruyor şöyle, ondan sonra bir de böyle yapıyor, bir de bakıyor, tamam bu olmuş, alıyor çuvala koyuyor, sepete koyuyor.
Eceli kimin gelmişse, Azrail gelip alıyor. Bu işin şakası yok, latifesi yok, dur demesi yok, tehiri yok, beklemesi yok, torpili yok, iltiması yok.
Vadesi yetti mi, Azrail gelir, "emaneti ver bakalım" der.
Ne emaneti ya?
"Allah’ın sana verdiği can emaneti ne olacak. Ver bakalım şunu."
Ben daha hazırlık yapacaktım, çocuklarımı evlendirmedim, ev aldım da taksitini ödemedim.
"Haydi bakalım. Fazla lafı bırak. Vaden yetti, ver bakalım."
Herkes bu dünya işini bitirmeden yarım bırakarak ölüyor. Kim işini tamamlamış da 'tamam artık ölebilirim, al Allah’ım canımı' demiş.
Kaç kişi var?
Herkes çalışıp dururken, hiç ummadığı bir zamanda ölüyor. İşte o tûl-u emel çok yaşayacağım sanması, hayallerinin, tasarılarının uzayıp gitmesi. 'Beş sene sonra şunu yaparım, on sene sonra bunu yaparım.'
Hava alırsın, zor yaparsın. Çünkü yaşamayacaksın.
'Pabucumu sağlam yap usta. Aman pençesini kuvvetli, iyice sağlam tarafından kes.' Bilmem ne bilmem ne. Yanındaki evliyâullahtan zat gülmüş.
Adam gittikten sonra usta "niye güldün" demiş?
"Adamın şu kadar gün ömrü kaldı. Hâlâ pabucunu sağlam yaptırmak için uğraşıyor." Pabucu ondan sonraya kalacak, o kadar yaşamayacak. Tabi bilmeyince insan yaşayacağını sanıyor. Yaşayacağını sanmak da gevşetiyor. Bizim için en tehlikeli düşüncelerden birisi tûl-u emeldir. Yaşayacağımızı sanmaktır.
Râbia El-Adeviyye ne yaparmış?
Her akşam yatarken Râbia El-Adeviyye. Evliyâullahtan büyük meşhur bir zat; kadın. Dermiş ki; "Bu gece son gecen, bu gece öleceksin. Azrail gelecek. Haydi bakalım hazırlık yap. Böyle öleceği gecede insan yatar uyur mu? Git abdest al. Namaz kıl. Tesbih çek. Kur’an oku. Yalvar yakar." Sabaha kadar ibadet edermiş.
Sabah olunca dermiş ki; "bugün son günün. Bak ölmedin ama gündüz öleceksin." Akşama kadar ibadet edermiş. Her gece öleceğini, her gündüz öleceğini düşünerek çalışırmış.
Biz de her gece ölmeyeceğimizi, her gündüz daha yaşayacağımızı düşünerek başlıyoruz. Hiç bir sabah 'ben bugün acaba ölür müyüm' diye hatırımızdan geçmiyor. Ama birileri ölüyor. Tanıdıklarımızdan, yakınlarımızdan, hiç tahmin etmediklerimizden birileri ölüp gidiyor.
Tûl-u emel çok aldatıcıdır.
Neden?
İnsanı gevşetir, tevbeyi yaptırmaz, ibadetten uzak tutar. Ondan sonra da gafil bir vaziyette vadesi, kronometre bitti mi, alarm çalmaya başladı mı, Azrail aleyhisselam gelir göğsünün üstüne oturur, canını çatır çatır çeker çıkartır vücudundan. Kesin!
Onun için biz dervişler, hocalarımız bize, rabıta-ı mevt yaptırtıyor.
Ne demek?
Ölümü düşünmek. Her gün tesbihten evvel, bu hayat fani, bir gün gelip ölüvereceğim. Belki bu gün, belki bu gece öleceğim diye, düşünüyor. Biz bunu Peygamber Efendimiz tavsiye ettiği için yapıyoruz.
Eksirû zikra’l mevti.
"Ölümü çok düşünün." buyurmuş Peygamber Efendimiz.
أَكْثِرُوا ذِكْرَ هَاذِمِ اللَّذَّاتِ " . يَعْنِي الْمَوْتَ
Eksirû zikra hâzimi’l- lezzâti ya’ni’l-mevte.
"Lezzetleri birden bire kesip yarı yolda kesiveren, ölümü hiç unutmayın." diye bildiriyor. Bir de cimrilik. Çünkü cömert, yaptığı cömertlikten mükâfat alacak. Cimri de, yapmadığı şeylerden dolayı sorgu suale uğrayacak. Cimri cehenneme yakın. Cömert cennete yakın. Cömertlik Allah’ın sevdiği huy. Cimrilik Allah’ın sevmediği huy. İşte bu ümmetin ahiri, cimrilikten ve tûl-u emelden helâk olacak. Bu ümmetin evvelinin de yüksek derecelere ermesi ve çok iyi bir ümmet olması, zühdten dolayı ve yakînden dolayı. Sağlam iman ve ahirette kıymet verip dünyaya mehil etmemelerinden dolayı.
Çok önemli ama bilmiyorum söylenince anlaşılır mı, anlayınca yapılabilir mi?
Allah bizi bu duyguları kavrayıp buna göre hayatını düzenleyenlerden, hatalarını bırakanlardan eylesin.
صَلَاةُ التَّطَوُّعِ حَيْثُ لَا يَرَاهُ مِنَ النَّاسِ أَحَدٌ مِثْلُ خَمْسَةٍ وَعِشْرِينَ صَلَاةً حَيْثُ يَرَاهُ النَّاسُ. أَبُو الشَّيْخِ عَنْ صُهَيْبٍ.
Salâtü’t-tatavvu’ı haysü lâ yerâhü mine’n-nâsi ehadün mislü hamsetin ve ‘ışrîne salâten haysü yerâhü’n-nâsü.
Bir hadîs-i şerîf bu. Bunun gibi bir iki hadîs-i şerîfi beraber okuyacağım. Çünkü hepsi mana bakımından birbirini tamamlayacak.
Salâtü’t-tatavvu’ı. "Farz olmayan sevaplı namazlar." Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı, tamam bunlar farz. Ama geceleyin kalkıp namaz kılmak, bu tatavvu. Yani bunlar sevap kazanma namazı. Kalkar kılarsan sevap kazanırsın.
Salâtü’t-tatavvu’ı haysü lâ yerâhü mine’n-nâsi ehadün. "İnsanlardan hiç kimsenin görmediği bir nafile namaz, böyle sevaplı, faziletli namaz." Mislü hamsetin ve ışrîne salâten haysü yerâhü’n-nâsü. İnsanların gördüğü namazlar gibi yirmi beş tanesine bedeldir. İnsanlar görmeyince sevabı çok oluyor. Çünkü nafile namazdır, sevaplı namazdır, gizli olması iyidir. Farz namazı olsaydı, beraber kılmak iyi olacaktı, evde kılması olmuyordu. Sevaplı olan herkesle kılmak. Ama sevaplı namazlar olunca onu kimsenin görmediği yerde kılması yirmi beş misli daha fazla sevap.
Bu bir.
صَلَاةُ الْـمَرْأَةِ وَحْدَهَا تَفْضُلُ عَلَى صَلَاتِهَا فِي الْجَمِيعِ بِخَمْسٍ وَعِشْرِينَ دَرَجَةً. حل عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
Salâtü’l-mer’eti vahdehâ tafdulü alâ salâtihâ fi’l-cemî’i bi-hamsin ve ‘ışrîne deraceten.
"Kadının tek başına kıldığı namaz, toplulukta kıldığı namazdan daha yirmi beş derece daha sevaptır." Kadın saklı kılarsa daha çok sevap alıyor.
صَلَاةُ الْجَمَاعَةِ تَفْضُلُ صَلَاةَ الْفَذِّ بِسَبْعٍ وَعِشْرِينَ دَرَجَةً. مَالِكٌ حم خ م ت د هـ ن حب عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
Salâtü’l-cemâ’ati tafdulü salâti’l-fezzi bi-seb’in ve ışrîne deraceten.
"Cemaatle kılınan namaz, evde kılınan namazdan yirmi yedi derece daha sevaplıdır." Çünkü cemaatin bereketi var. Kıymeti var! Önemi var! Müslümanların cemaat olması lazım. Sağlam cemaat olması lazım.
صَلَاةُ الْعِشَاءِ فِي جَمَاعَةٍ تَعْدِلُ بِقِيَامِ لَيْلَةٍ، وَصَلَاةُ الْفَجْرِ فِي جَمَاعَةٍ تَعْدِلُ بِقِيَامِ لَيْلَةٍ. خط عَنْ عُثْمَانَ.
Salâtü’l-‘ışâi fî cemâ’atin ta’dilü bi-kıyâmi leyletin ve salâtü’l-fecri fî cemâ’atin ta’dilü bi-kıyâmi leyletin.
"Yatsı namazını cemaatle kılmak, şurada, yani evde değil de burada kılmak, camide kılmak, bütün gece ibadet etmek kadar sevaplıdır.
Ve salâtü’l-fecri fî cemâ’atin ta’dilü bi-kıyâmi leyletin.
"Sabah namazını da gelip camide kılmak."Ta’dilü bi-kıyâmi leyletin. "Bütün gece ibadet etmek gibi sevaptır."
Gündüz demedi, gece dedi. Çünkü gece namazı daha sevaplıdır. Çünkü gece namazını kimse görmez. Yatsı namazını camide kılarsa, bütün gece uyumamış da sabaha kadar namaz kılmış gibi sevap kazanır. Sabah namazını camide kılarsa, yine bir gece sabaha kadar namaz kılmış gibi sevap kazanır. Çünkü gece namazının kıymeti çoktur. Geceleyin göğün kapıları açıktır. Teheccüd namazı kılanın mükâfatı, dua edenin duasının kabul olması hakkında çok hadîs-i şerîfler var.
Onun için yatsı namazını burada kılacağız, sabah namazını burada kılacağız.
Öğlen, ikindiyi kılmayacak mıyız?
Kılacağız ama hepiniz işe gidiyorsunuz, ondan kılamıyoruz. Yoksa durum müsait olsa, burada kılmamız lazım. Hatta benim emekli olduğumdan ve benim gibi emeklilerin her ne olursa olsun öğlen ve ikindi namazını burada kılmamız lazım. Evdekinden daha kıymetli. Ne yapıp yapıp burada bu camiyi açıp beş vakit ezan okuyup, namazı kılmamız lazım .
صَلَاةُ الرَّجُلِ وَحْدَهُ فِي سَبِيلِ اللهِ بِخَمْسٍ وَعِشْرِينَ صَلَاةً، وَصَلَاتُهُ فِي رِفْقَةٍ بِسَبْعِمِائَةِ صَلَاةٍ، وَصَلَاتُهُ فِي جَمَاعَةٍ بِتِسْعٍ وَأَرْبَعِينَ أَلْفَ صَلَاةً. الدَّيْلَمِيُّ عَنْ أَبِي أُمَامَةَ.
Salâtü’r-racüli vahdehû fî sebîlillâhi bi-hamsin ve ışrîne salâten ve salâtühû fî rafakıhî bi-seb’ı mieti salâtin ve salâtühû fî cemâ’atin bi-tis’ın ve erba’îne elfi salâten.
Ebû Ümâme radıyallahu anhden. Rakamları bildirdiği için böyle sıralıyorum. Namazların faziletlerinin kat kat fazla olmasından dolayı.
Salâtü’r-racüli vahdehû fî sebîlillâhi. "Allah yolunda cihat gitmişken, Allah yolundayken bir kişinin tek başına kıldığı bir namaz." Bi-hamsin ve ‘ışrîne salâten. "Yirmi beş defa namaz kılmış gibi sevaplıdır." Ve salâtühû fî rafakıhî. "Refikasıyla -arkadaşlarıyla, takımıyla, grubuyla- beraber kıldığı toplu namaz da."
Bi-seb’ı mieti salâtin. "Yedi yüz namaz gibidir." Cemaat yaptığı zaman. Tek başına kıldığı yirmibeş, cemaatle kıldığı yedi yüz misli.
Bu bize bir farkı gösteriyor:
Arkadaşlarıyla çadırının kenarında filan kılıverdiği namaz.
Ama; ve salâtühû fî cemâ’atin. Büyük mescitte, "cemaatle kıldığı büyük namaz" ise, onun sevabı;
Bi-tis’ın ve erba’îne elfi salâten. "Kırk dokuz bin namaz gibi sevaptır."
Buradan şunu anlıyoruz:
Bazıları diyor ki; "Hocam ben evde de cemaat yapıyorum."
"Camiye niye gelmiyorsun." diyorum?
Türkiye'de vardı bizim mahallede. Çok zeki arkadaşlar, zehir zemberek gibi arkadaşlar vardı.
"Camiye niye gelmiyorsun?"
"Ben evde cemaat yapıyorum." diyor. Tamam evde yapıyorsun ama; bak tek başına kaldığın namaz yirmibeş, arkadaşlarıyla kıldığı namaz yedi yüz, ama cemaatle kıldığı kırk dokuz bin.
Yedi yüz nerede, kırk dokuz bin nerede... 700 ün 70 misli.
İnsanın, üç beş arkadaşla çayırda, çimende, arkadaşlarıyla topluca namaz kıldığı bir cemaat namazı oluyor. Ama camide kıldığı gibi olmuyor. Yağma yok! Cami ibadet yeri. Ana camide kılmanın sevabı daha büyük.
Anladık mı şimdi?
"Ben de evde namaz kılıyorum; hanım müezzin oluyor, ben imam oluyorum, çocuklar cemaat oluyor."
İyi güzel ama, bu işin aslı bu. En iyisi camiye gelmek.
صَلَاةٌ فِي مَسْجِدِي هٰذَا خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ صَلَاةٍ فِيمَا سِوَاهُ مِنَ الْـمَسَاجِدِ إِلَّا الْـمَسْجِدَ الْحَرَامَ. ط حم ش وَابْنُ مَنِيعٍ طب حل ض وَالرُّويَانِيُّ وَابْنُ خُزَيْمَةَ عَنْ جُبَيْرٍ، ش ط حم م هـ ن عَنِ ابْنِ عُمَرَ، حم خ م ت د ن هـ حب عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، ش م ن عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، حم ع ض عَنْ سَعْدٍ الشِّيرَازِيِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ، ش عَنْ عَايِشَةَ، وَسَبْعٌ عَنْ يَحْيَى بْنِ عِمْرَانَ.
Salâtün fî mescidî hâzâ hayrun min elfi salâtin fî-mâ sivâhü mine’l-mesâcidi ille’l-mescide’l-harâme.
Peygamber Efendimiz;
"Benim bu mescidimde -Medine-i Münevvere’deki mübarek mescidi kastederek- bir namaz kılmak başka yerde kılınan bin namaz gibidir." Bin misli! Medine'de Peygamber Efendimiz'in mescidinde kılmak bin mislidir. Başka mescitlerde kılınanlara göre.
İlle’l-mescide’l-harâme. "Mekke’deki mescit hariç." diyor.
صَلَاةٌ فِي مَسْجِدِي أَفْضَلُ مِنْ أَلْفِ صَلَاةٍ فِيمَا سِوَاه إِلَّا الْـمَسْجِدَ الْحَرَامَ، وَصَلَاةٌ فِي الْـمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَفْضَلُ مِنْ مِائَةِ أَلْفِ صَلَاةٍ فِيمَا سِوَاهُ. حم هـ وَالطَّحَاوِيُّ وَالشَّاشِيُّ وَابْنُ زَنْجُويَهْ ض عَنْ جَابِرٍ.
Salâtün fî mescidî hâzâ hayrun min elfi salâtin fî-mâ sivâhü mine’l-mesâcidi ille’l-mescide’l-harâme ve salâtün fi’l-mescidi’l-harâmi efdalü min mieti elfi salâtin fî-mâ sivâhü.
[Demin ki şeyi burada tamamlıyor] Benim bu mescidimde kılınan namaz, başka yerde kılınan namazdan bin misli sevaplıdır. Mescid-i haram hariç. -Kâbe’nin etrafında kılınan namaz- O ise yüz bin namazdan daha efdaldir. Yüz bin!
İnsan helal para ile imkan buldu da, Mekke’ye kapağı attı da, orada bir namazı kılabildi mi; yüz bin. Bir namaz daha kıldı mı yüz bin. Bir namaz daha kıldı yüz bin.
Ben arkadaşlara orada söylüyorum.
"Sizin burada bir namaz kılmanız bütün uçak paralarını, masrafları, otel paralarını, hepsini karşılıyor." Kazandığınız sevap çok muazzam bir şey.
صَلَاةُ تَطَوُّعٍ أَوْ فَرِيضَةٍ بِعِمَامَةٍ تَعْدِلُ خَمْسَةً وَعِشْرِينَ صَلَاةً بِلَا عِمَامَةٍ، وَجُمُعَةٌ بِعِمَامَةٍ تَعْدِلُ سَبْعِينَ جُمُعَةً بِلَا عِمَامَةٍ. كر عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
Salâtü tatavvu’in ev farîdatin bi-ımâmetin ta’dilü hamsin ve ‘ışrîne salâten bi-lâ ımâmetin ve cumu’atün bi-ımâmetin ta’dilü seb’îne cumu’atin bi-lâ ımâmetin.
İbn Ömer radıyallahu anhden.
Bir sevaplı namaz, ya da farz namaz. Sarıkla kılınmış bir sevaplı namaz. "Sarıkla kılınan nafile veya farz namaz yirmi beş namaza bedeldir." Sarıksız kılınana göre. "Sarıkla kılınan bir cuma namazı, sarıksız kılınan yetmiş cumaya bedeldir."
Cuma'da sevap artıyor. Cumaya haşmetli sarıklı geleceğiz demek ki.
Allah bizi kat kat sevaplar kazanıp, rızasına erenlerden, cemalini görenlerden eylesin.
Bi-hürmeti esrâr-ı sûreti’l-Fâtiha.