Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve-li azîmi sultânih. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’tâhirîn.
Emmâ ba'dü;
Fe kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem.
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا قَامَ فِي الصَّلَاةِ، فُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الْجِنَانِ، وَكُشِفَتْ لَهُ الْحُجُبُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ رَبِّهِ، وَاسْتَقْبَلَ الْحُورَ الْعِينَ مَا لَمْ يَمْتَخِطْ، أَوْ يَتَنَخَّعْ. طب عَنْ أَبِي أُمَامَةَ.
İnne’l-abde izâ kâme fi’s-salâti fütihat le-hû ebvâbü’l-cinâni ve küşifet le-hû el-hucübü beynehû ve beyne rabbihî ve’s-takbele’l-hûra’l-‘îne mâ lem yemtehıt ev yetenahha’.
Sadaka rasûlullah fî-mâ kâle ev ke-mâ kâle.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri buyurmuşlar ki;
İnne’l-abde. "Hiç şüphe yok ki; mümin bir kul;" İzâ kâme fi’s-salâti. "Namaza kalktığı zaman." Namaza duracağı zaman. Fütihat le-hû ebvâbü’l-cinâni. "Cennetlerin kapıları onun için açılır."
Ve küşifet le-hû el-hucübü beynehû ve beyne rabbihî. "Onunla mevlâsı arasında ki perdeler kaldırılır." Biliyorsunuz yetmişbin nurdan, yetmişbin zulmetten perdesi var diye hadîs-i şerîf de okumuştuk. Cebrâil aleyhisselam diyor ki; "Ben bu perdelerden bir tanesini geçsem, yanardım, geçemem." Bu bahsedilen perdeler kaldırılıyor.
Ve’s-takbele’l-hûra’l-‘îne. "Hurilerde karşılamaya çıkarlar." Namaza duran Müslümanı karşılamaya çıkarlar.
Mâ lem yemtehıt ev yetenahha’. Mescitte "tükürmedikçe, sümkürmedikçe." Demek ki o zamanın, bilgileri, görgüleri eksik. Yeni Müslüman oluyorlar. Mescide halılı falan bir yer değil, toprak, kum, üsttü hurma dallarıyla örtülmüş, çardak gibi. Tükürme olayı olabiliyor demek ki. O sevabı kaçırtıyor. Veya sümkürme olayı oluyor. Yani yere sümkürme olayı. Mendile veya kağıda falan değil de, yeri kirletecek şeklide. Öyle yaptığı zaman ecir kaçıyor. Ama öyle yapmadığı zaman, namaza durduğunda, cennetlerin kapıları açılıyor. Rabbiyle, mevlâsıyla arasında ki perdeler kaldırılıyor, huri kızları da karşılamaya çıkıyorlar yoluna. Ama mescitte adabına uygun durmak şartıyla.
Yine bu konuya yakın hadîs-i şerîf.
إِنَّ الْعَبْدَ الْـمُسْلِمَ إِذَا تَوَضَّأَ فَأَتَمَّ وُضُوءَهُ، ثُمَّ دَخَلَ فِي صَلَاتِهِ، فَأَتَمَّ صَلَاتَهُ، خَرَجَ مِنْ صَلَاتِهِ كَمَا يَخْرُجُ مِنْ بَطْنِ أُمِّهِ مِنَ الذُّنُوبِ. ابْنُ عَسَاكِرَ عَنْ عُثْمَانَ.
İnne’l-abde’l-müslime izâ tevatta’a fe-etemme vudûehû sümme dehale fî musallâhu fe-etemme salâtehû harace min salâtihî ke-mâ yahrucu min batni ümmihî mine’z-zünûbi.
Müslüman kul abdest aldığı zaman. Fe-etemme vudûehû. "Abdestini de tamamen güzel aldığı zaman." Eksiksiz tam abdest aldığı zaman. Sümme dehale fî musallâhu. "Namaz kıldığı yere sonra girdiğinde." Fe-etemme salâtehû. "Namazınıda tam, eksiksiz kıldığı zaman." Harace min salâtihî. "Namazından çıkar." Bitirdiği zaman; es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi der namazından çıkar.
Ke-mâ yahrucu min batni ümmihî. "Annesinden doğduğu gün gibi, annesinden karnından çıktığı gün gibi, çıkar namazından." Mine’z-zünûbi. "Günahlardan böylece tertemiz temizlenmiş olarak çıkar."
Demek ki önemli olan abdesti güzel almak, namazı güzel kılmak. Bunu yaptığın zaman, o kadar sevapları alır.
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا كَانَ هَمُّهُ الدُّنْيَا وَسَدَمُهُ، أَفْشَى اللهُ ضَيْعَتَهُ، وَجَعَلَ فَقْرَهُ بَيْنَ عَيْنَيْهِ، فَلَا يُصْبِحُ إِلَّا فَقِيرًا، وَلَا يُمْسِي إِلَّا فَقِيرًا؛ وَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا كَانَتِ الْآخِرَةُ هَمَّهُ وَسَدَمَهُ، جَمَعَ اللهُ لَهُ ضَيْعَتَهُ، وَجَعَلَ غِنَاهُ فِي قَلْبِهِ، فَلَا يُصْبِحُ إِلَّا غَنيًّا، وَلَا يُمْسِي إِلَّا غَنِيًّا. هَنَّادٌ عَنْ أَنَسٍ.
İnne’l-abde izâ kâne hemmühû ed-dünyâ ve sedemühû efşallahu day’atehû ve ce’ale fakrahû beyne ayneyhi fe-lâ yusbihu illâ fakîran ve lâ yümsî illâ fakîran ve inne’l-‘abde izâ kâneti’l-âhiratü hemmehû ve sedemehû ceme’allahu le-hû day’atehû ve ce’ale ğınâü fî kalbihî fe-lâ yusbihu illâ ğaniyyen ve lâ yümsî illâ ğaniyyen.
Sohbetimizin son hadîs-i şerîfi Enes radıyallahu anh’den.
İzâ kâne hemmühû ed-dünyâ. "Eğer dünyayı arzu ederse;" Arzusu, tasası, aklı, fikri dünya olursa. Ve sedemühû. [Bu kelimeyi bilmiyorum, burada baktım, kenarında da silinmiş yazılar] Efşallahu day’atehû. "Allah onun kaybını yaygınlaştırır."
Koyunlarını kaybetmişse toplayamayacak şeklide dağılır giderler. Develerini kaybetmişse toplayamayacak şekilde dağılır giderler. İşleri darmadağın dağılır. Gayesi dünya olursa ve tasası, meramı, aklı, fikri dünya olursa, Allah onun kayıplarını daha da arttırır. Toplanamaz duruma getirir, işlerini perişan eder.
Böylece. Fe-lâ yusbihu illâ fakîran. "Fakir olarak sabahlar." Ve-lâ yümsî illâ fakîran. "Fakir olarak, fakr u zarruret ihtiyaç içinde öyle sabahlar öyle akşamlar." İnsanın gayesi dünya olunca Allah fakirliğini arttırır. Gecesi gündüzü böyle olur.
Ve inne’l-abde izâ kâneti’l-âhiratü hemmehû. "Tasası, işi, aklı, fikri ahiret olursa." Yani 'ben ahiretimi kazanacağım. Ben Rabbimin rızasını kazanacağım. Ben ahirete yararlı işler yapacağım' diye düşüncesi o olursa. Ceme’allahu le-hû day’atehû. "Allah onun kayıplarını toplayıverir." İşlerini kolaylaştırıverir.
Ve-ce’ale ğınâü fî kalbihî. "Ve günlüne zenginlik dolduruverir."
Fe-lâ yusbihu illâ ğaniyyen ve lâ yümsî illâ ğaniyyen. "Sabaha zengin olarak çıkar, akşama zengin olarak varır." Zengin olur.
Şimdi bu konuda birkaç tane hadîs-i şerîf var. Bu sayfada karşımıza bu çıktığı için biz bunu okumuş olduk.
Bir başka hadîs-i şerîfte de diyor ki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem;
"Bir insanın tasası dünya olursa, Allah onun;" İzâ kâneti’d-dünyâ hemmehû. "Allah onun işlerini darmadağın dağıtır." İki yakasını bir araya getirtmez ve işlerini rast getirmez. Kelimeleri şu anda hatırlayamadım.
Tasası ahiret olunca, Allah onun iki yakasını bir araya getirir. Kendisine derli toplu bir takım şeyleri tasvip eder. Gönlüne zenginlik verir ve dünyalıktan da nasibi, kısmeti ezelde ne idiyse o da gene gelir. Tasası dünya olanın da, bütün çırpınmasına rağmen, Cenâb-ı Hakk’ın ona takdir ettiğinden fazla bir şey gelmez. Ama tasası gayreti ahiret olanın, dünyalık, arkasından kös kös burnunu sürte sürte gelir. Mecburen gelir. Allah gönderttirir yani. Böylece maddi ve manevi bakımdan kârlı çıkar.
Dünyaya yönelen maddi ve manevi bakından zarar eder. Ahireti düşünüp, Allah’ın rızasını düşünüp onu kazanmayı çalışanda maddi ve manevi bakımdan kâr eder buyuruyor. Bu bir ilahî cilve-i rabbânîdir. Allah’ın işi böyle. Dünyalık isteyince, dünyalığı vermiyor. Ahireti isteyince ahireti veriyor.
إِنَّمَا الْحَسَدُ فِي اثْنَتَيْنِ: رَجُلٌ آتَاهُ اللهُ الْقُرْآنَ، فَقَامَ بِهِ، فَأَحَلَّ حَلَالَهُ وَحَرَّمَ حَرَامَهُ؛ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللهُ مَالًا، فَوَصَلَ مِنْهُ أَقَارِبَهُ وَرَحِمَهُ، وَعَمِلَ بِطَاعةِ اللهِ. طب عَنِ ابْنِ عَمْرٍو.
İnneme’l-hasedü fi’s-neteyni racülün âtâhullahu el-kur’âne fe-kâme bi-hî fe-ehalle halâlehû ve harrame harâmehû ve racülün âtâhullahu mâlen fe-vasale minhü ekâribehû ve rahimehû ve amile bi-tâ’atillahi.
Sadaka rasûlullah fî-mâ kâle ev ke-mâ kâle.
Abdullah İbn Amr radıyallahu anhüma’dan rivayet olunduğuna göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki:
İnneme’l-hasedü fi’s-neteyni. "Gıpta, haset ancak iki kimseye olabilir."
Bir; racülün âtâhullahu el-kur’âne. Öyle bir adama gıpta edilir, haset edilir, imrenilir ki, "Allah ona Kur’an-ı Kerîm’i vermiş."
Racülün âtâhullahu el-kur’âne. Yani Kur’an-ı Kerîm’i bilgisine nail olmuş, öğrenmiş Kur’an’ı Kerîm’i. Fe-kâme bi-hî. "Kur’an-ı Kerîm’in ahkâmına göre hareket ediyor." Kur’an’a uyuyor, Kur’an’ı uyguluyor.
Fe-ehalle halâlehû." Kur’an-ı Kerîm’in helal gösterdiği şeyleri, helal biliyor ve onları yapıyor."
Ve harrame harâmehû. "Kur’an-ı Kerîm’in haram dediği şeyleri haram kabul ediyor." İtirazı yok ve onlardan kaçınıyor. Buna gıpta edilir işte. Kur’an’ı biliyor, Kur’an’a uyuyor. Helallerini helal belliyor, Haramlarını haram belliyor; itiraz etmiyor. Cenâb-ı Hakk’ın hükmünü seviyor. Helallerini yapıyor, haramlarından kaçıyor. Bu adama gıpta edilir. Çünkü Kur’an ehli, Kur’an’a uyuyor ne mutlu!
Ve racülün. "Diğer gıpta edilecek, imrenilecek, haset edilecek insanda şu dur ki;"
Âtâhullahu mâlen. Allah mal vermiş zengin. Parası var, devesi var, koyunu var, imkanları geniş.
Fe-vasale minhü ekâribehû. "Bu malıyla, zenginliğiyle akrabalarını kolluyor." Fakir olanları, dul olanları, yetim olanları kayırıyor, ceplerine paralarını koyuyor, hediyelerini veriyor, sadakasını zekâtını veriyor. Onları memnun ediyor.
Ve rahimehû. "Yakınlarını ve aralarında mezhep bağı olan kimseleri ve eşi dostu, arkadaşlarını koruyor."
Ve amile bi-tâ’atillahi. "Ve Allah’a itaat ederek, amel-i salîh işleyerek vaktini geçiyor." Bu ikisine özenilir, imrenilir, bunlar gibi olmaya çalışılır, gayret edilir.
Biliyorsunuz haset kötü bir huydur.
Haset ne demek?
Birisindeki bir şeyi görüp özenip, kıskanmak, düşmanlık duyguları kabarmak. 'Vay be şuna bak be, neleri var, hay Allah' bilmem ne çatlamak böyle. Ondan o nimetin gitmesini istemek. Onda o nimetin olmasını istememek. 'Vay ya adamla o kadar rekabet ediyorduk, şimdi Allah birde şunu verdi bunu verdi. Hay Allah!. Eyvah!' Bilmem ne falan. İstemiyor. Sürüm sürüm sürünseydi diyor. Şimdi sürünmedi daha bak Allah şunu verdi bunu verdi diyor. Bu kötü olan haset. Bütün sevaplı amellerin sevabını da kaybettirir. Kazanılmış sevapları da yakar, kül kömür eder, yelde savutturur toz toprak gibi elden gider. Bu haset zararlı bir haset. Vermiş Allah. Tamam mübarek eylesin. Sana da verir. Bir zaman gelir belki sana da verir.
Ben şahsen kendimi hatırlıyorum, ay sonuna maaşımın yetmediği günleri. Misafir geldiği zaman utanıp, mutfakta hanımla fıs fıs konuşup, 'ya hiç ikram edecek bir şey yok evde' dediğimi hatırlıyorum Ankara’da. Gariban bir asistan üniversitede, maaşı mahdut, kirası yüksek, yol parası fazla, olmadık bir masraf çıkıverince, bütün her şey altüst oluyor. Kömür parasını toplayamıyorsun, elektrik parası geldiği zaman şaşırıyorsun, bilmem ne filan derken. 845 kuruş yevmiye düşüyordu tüm harcamalarım bir günde. Yani otuza böldüğüm zaman, kirayı verdikten sonraki maaşımı. O zamanda bir kilo et 12 lira idi. Yani 700 gram et alabilirim ancak. Ya da 250 gram et alabilirim. Çünkü ekmek alacağım, başka şey alacağım vesaire vesaire...
Ondan sonra Allahu Teâlâ hazretleri neler verdi?
Ev verdi, araba verdi. Ama Cenâb-ı Hakk verdi. Nasıl verdiğini anlayamıyorsun.
Bizim mahallede bir imam vardı. Gariban. Çocuğu sakat, öldü şimdi zavallının. Boynu bükük. Böyle durur. Mütevazı konuşur. Sonra ihvanımız oldu. İyi derviş. Gönlü zengin. Âşıkane şiirler yazar falan. Öyle bir hoca. Mahalleli beğenmedi.
"Bu ne biçim hoca. Sarığı şöyle yamuk, ağzı çarpık." Bilmem ne falan.
"Susun ya! Bu adam çok edepli bir insan. Siz bunun kıymetini bilmiyorsunuz." dedim.
Eski imam oturduğu zaman makamını doldururdu. Böyle tatlı konuşurdu, cemaatle ilgilenirdi, kendisini sevdiriyordu yakışıklıydı falan. Bu yakışıklı değil. Ama bununbda ilmi güzel. Ben "çok güzel anlatıyorsun. Birde falanca kitaptan anlatsana, cemaatin şuna da ihtiyacı var" diye bir kitap daha söyledim. Boynunu büktü; "hocam benim o kitaptan icazetim yok" dedi. İcazetsiz vaaz vermiyor. Benim bu kitaptan icazetim var, icazetnamem var. Bu kitaptan okuyorum ya size. Yani sıradan değil. Hocamız bana bunu okumak konusunda icazet verdiği için okuyorum ben. İcazet name yazılıyor, bu kitabı yazan şahıs imza ediyor, ondan sonra okuyabiliyorsun. Bu mübarek hocamıza salahiyet vermiş. Hocamız da bana salahiyet verdi. Bende ona dayanarak okuyorum.
Aa parası yok, pulu yok, caminin meşrutasında oturuyor, hasta, gariban, acıyoruz, yüreğimiz parçalanıyor. O sene hacca gitti. Birisi acımış, sevmiş, 'gel seni hacca götüreyim' demiş. Başkası hacca gidemezken zengin insanlar, bu garibana Cenâb-ı Hak nasip etti, mübarek beldelere götürttürdü birisine. Cenâb-ı Hak her şeyi veriyor. Zaten her şeyimiz O'ndan, vücudumuz O'ndan, aklımız O'ndan, her şeyimiz O'ndan, zaten çoluk çocuğumuz ondan. Her şeyi veriyor. Hepsi imtihan. Hayatta hepsi oluyor. Yani şu anda mahrumiyet yok. Ben araba sahibi oldum. Ne zaman oldum? Doktor asistanken oldum. Yani üniversiteyi bitirdim. Yedi-sekiz sene geçti, öyle araba sahibi oldum. On yaşında, eski bir sahibi oldum.
Şimdi bizim çocuklar Mehmet Ali Hoca’nın çocuğu, Ali’nin çocuğu vesaire araba sahibi oluyor. Allah daha çok versin. Haset yok. Telefonlar, cep telefonları... Allah her şeyleri var maşallah. Daha çok versin Allah’ta yolundan ayırmasın. Her şey oluyor. Haset yok. Versin Allah. Veriyor çünkü. Sana da verir, ona da verir. Verir de alır da. Zengini de fakir edebilir.
İslam'da haset yok!
Ama iki kimseye haset edilir.
Birisi; Kur’an ilmine sahip insan. Ötekisi; helal mala sahip insan. Kur’an ilmine sahip olan kimse, işte anlattığımız gibi Kur’an’ı uyguluyor. Para sahibi de onu Allah yolunda sarf ediyor ve Allah’a itaat ediyor.
إِنَّمَا الْعِلْمُ بِالتَّعَلُّمِ، وَإِنَّمَا الْحِلْمُ بِالتَّحَلُّمِ، وَمَنْ يَبْتَغِ الْخَيْرَ يُعْطَهُ، وَمَنْ يَتَّقِ الشَّرَّ يُوَقَهُ. حل قط فِي "الْأَفْرَادِ" وَالْخَطِيبُ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
İnneme’l-‘ılmü bi’t-te’allümi ve inneme’l-hılmü bi’t-tehallümi ve men yebteğı’l-hayra yu’tahû ve men yettekı’ş-şerra yûkahû.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten Hatîb-i Bağdâdî ve Dârekutnî rivayet eylemişler. Rahmetullahi aleyhimâ.
Efendimiz buyuruyor ki;
İlim, sadece gayret gösterip öğrencilik yapmakla, çalışmakla olur. Yani pattadak olmaz, birden olmaz. Çocuk cahil doğar, okursa bilgin olur. Okumazsa cahil kalır. Gayret sarf etmek lazım. İlim öğreneceğim diye uğraşmak lazım. Uğraşmadan olmaz. Geceleri uğraşacak, gündüzleri uğraşacak.
Bir hafızın hafız olması ne demek?
600 sayfayı satır satır, kelime kelime, hareke hareke ezberleyecek.
Az mı?
Vücudunu sallaya sallaya sallaya, hocasına karşı okuya okuya okuya, yanıldıkça düzelte düzelte düzelte, o hafızlığı elde edinceye kadar ne zahmet geçiyor. Bir diploma alıyor üniversiteyi bitiriyor. O diplomayı alıncaya kadar ne kadar burnundan, alnından terler akıyor damlaya damlaya. Kolay değil! Diploma kolay değil!
Ünvanlar... Bir doktor olmak, bir doçent olmak, bir profesör olmak çok zor. İmanı gevriyor insanın. Anasından emdiği süt burnunda geliyor. Heyecan heyecan heyecan... Profesörlerin karşısına çıkacaksın, beş tane profesör, cüppeleri giymişler, oturmuşlar, sana bakıyorlar. Bakalım saati ayarlayabildi mi, konuşmayı nasıl yapıyor, sesinin ayarı nasıl, tahtaya iyi anlaşılsın diye şekiller çiziyor mu, yazıyor mu, bilmem ne filan. Beğenmedik dedi mi, gidiyorsun. Lisan imtihanı, bilgi imtihanı, deneme dersi imtihanı vesaire vesaire... Ne yayınlar yazmış?
Bir yayın kolay yazılmıyor. Eline kalemi aldığın zaman, bu sayfalar kolay dolmuyor. İnsan bir mektup yazmakta zorlanıyor, zor.
İlim çalışmakla olur. Gayret edeceksin, ter dökeceksin.
Hilim. Halim selîm adam, melek gibi, lokum gibi.
Ee nasıl oluyor bu böyle?
Bu da kendisini zorlamakla oluyor. Bu da talimle oluyor. Yani bu da çalışmakla olur. İnsan pattadak âlim olmaz. Edeple, terbiyeyle, anasının babasının terbiyesiyle, kendisini tutmasıyla zamanla olur. Yani güzel huyları edinmekte talime tabidir. Halim olacak. Halim olması için, anası babası uğraşacak, aşırı taraflarını törpüleyecek, kesilecek tarafları kesecek, yanlış yerleri budayacak, çocuk halim olacak.
İyi terbiye görmüş. Maşallah. Aferin. Anası babası Allah razı olsun, nur içinde yatsın, iyi terbiye vermişler evde, aile terbiyesi almış.
Aile terbiyesi eksik olursa mektep terbiyesi yetmiyor. Temel bozuk olunca, mektep terbiyesi yeterli olmuyor. Ailedeki terbiye önemli. Çocuğun duruşundan, oturuşundan, kalkışından hayran kalıyorsun. Diyorsun ki; "aferin annesine babasına, Allah razı olsun, aile terbiyesini çocuk güzel almış, sınıfta bile fark ediyor, öteki çocuklardan fark ediyor" diyorsun.
Demek ki güzel huylarda talimle oluyor, eğitimle oluyor.
Hayvanı adam ediyorlar da aslana numara yaptırıyorlar, kuşa numara yaptırıyorlar, ata numaralar yaptırıyorlar da bu eşrefi mahlukât olan insan öğrenmez mi?
Her şeyi öğrenir. Neler yapar. Neler yapıyor zaten. Ne hünerler yapıyor. İşte o hünerleri öğrendiği gibi huyları da öğrenecek. Güzel huyları da öğrenmesi lazım.
Sabrı öğrenecek, şükrü öğrenecek. "Bak evladım elhamdûlillâh hadi bakalım şükret bu nimetlere." Şükrü öğrenecek, vefayı öğrenecek, sevgiyi öğrenecek, hürmeti saygıyı öğrenecek, arkadaşlarıyla ülfeti, muhabbeti, geçinmeyi öğrenecek. Kimsenin hakkını yememeyi öğrenecek. Öğrenecek, öğrenecek, öğrenecek… Bunların hepsi talime tâbi, eğitime tabi. Öyle onun sonunda olur. Halim selîm olmak bile talime tabi.
El hılmü bi’t-tehallümi.
Hem de innemâ diyor.
İnneme’l-hılmü bi’t-tehallümi. Halîm selim olmakta, ancak öyle davranmakla, davrana davrana, uygulamayı yapa yapa, tecrübe kazana kazana öyle olacak diyor. Çok önemli. Bu hadîs-i şerîf bu bakımdan bize çok önemli şeyler gösteriyor.
Çocuklarımızı bilgilendiriyoruz. "Evladım şu şudur, bu budur." Kelimeleri öğretiyoruz da çocuklar su gibi İngilizceyi konuşuyor, bizden güzel konuşuyor, her şeyi öğretiyoruz. Onun gibi huyları da öğreteceğiz. Çocuk huyları öğrenmezse, olmaz.
Yemeğe oturduğu zaman besmele çekecek, önünden alacak, ağzına lokmayı sağ eliyle götürecek, şapur şupur dökmeyecek, kaşığı şöyle tutacak vesaire vesaire... Yemek âdâbı. Mecma’ul âdâb’ta yemek yemenin âdâbı bölümünde kaç tane edep sıralanıyor; öğrenecek. Bunları öğretiyoruz. Kaşık şöyle tutulur, bıçak şöyle yapılır, aman âdâb-ı muâşerete aykırı olmasın. Onun gibide huyları öğreteceğiz. Öğretmiyoruz. Söylemiyoruz. E çocukta ona göre çok fena yetişiyor.
Ondan sonra da büyüdü mü?
Büyüdü.
Bıyıkları çıktı mı?
Çıktı.
Delikanlı oldu mu?
Oldu.
Sen hapı yuttun şimdi. Şimdi ona geldi sıra bakalım.
Sana nasıl evlatlık yapacak bakalım?
Durum ne olacak?
Bakalım Seni dinleyecek mi? Dinlemeyecek mi?
Sen 'evladım şöyle yap, böyle yap' diye doğrudan doğruya gidip bir şey söyleyemiyorsun. Anasına söylüyorsun. Anasına diyor ki; 'yapmıyorum yav, var mı diyeceğin' bilmem ne. Büyüdü çünkü. Çıkıp gidiyor, geç geliyor, senin istemediğin şeyi yapıyor, sigara içiyor, kötü arkadaşlar ediniyor, tahsilini yapmıyor.
"Dinlemiyor hocam."
Geç kaldın eğitiminde. Eğitimi, küçükten başlayacaktı, bebekken başlayacaktı. Ondan sonra yavaş yavaş çocuk ne olduğunu bilmeden öğrenecekti her şeyi. Bu böyle yapılmaz.
Şimdi ben böyle küçük bir kızcağızı, kaldırdı annesi, uzaktan bakıyorum. Hoca efendi geldi kalk diye. Bebek daha küçük yani 2-3 yaşında çocuk. Bir kalktı, bir beni gördü, bir başına baktı, hemen başörtüsünü aradı, başörtüsünü taktı. Ben "başı örtün" dediğim için. Hemen. Eee ona alışmış. Ona alışırsa öyle gider. Gayri ihtiyari örtünür. Bayılsa bile örtünür, bayılsa bile örtünür.
Öğretelim. Öğretmemiz lazım. Yılmayalım, çalışalım.
Bir yılda 365 gün var. Her gün bir şey öğretsek, bayağı bir şeyler öğrenir. Ama öğretmenin en güzel şekillerinden birisi bizim kendimizin aynı şeyi uygulamasıdır.
Biz kendimiz barut gibi, sinirli, kavgacı, dövücü, vurucu, kırıcı iken, çocuk sabrı nasıl öğrenecek? Sen sabırlı değilsin ki, senin şu yaptığına bak. Çocuk onu öğrenir. Hem de göz ucuyla bakar, en acayibine giden, en şaşırdığı şeyi uygular. Muhallebiyle beslenmiş ev çocuğunu, bir gün parka götürür, annesi, hatta dadısı, mürebbiyesi. Çocuk orada salıncakta bir insanla karşılaşır. Küçük mahallenin haşarı çocuğu, ona bir küfür eder. Çocuğun hiç duymadığı laf. Bu ne demek?
Eve gelir. O küfürü söyler. Tam yemekte, misafirler olduğu sırada. Bilmiyor ki çocuk onu. Onu söyler.
Neden?
Duydu, acayibine gitti, bilmediği bir kelime. Zavallı kötü olduğunu da bilmez. Anası babası kızarır, bozarır. "Ben bunu böyle öğretmedim. Nereden öğrendi bunu? Mürebbiye tuttum. Gayet güzel terbiyesi olması lazım." Çocuk parkına gitti oradan duydu. En zıttını alır, en olmadık şeyi alır.
Kurban kestiğini görüp de kardeşini keseni okumadık mı? Bak o bile hiç tahmin etmediğimiz bir şey. Hadi kurbancılık oynayalım diye bıçağını eline alıyor kardeşini kesiyor. Bilmiyor. Çocuk çünkü. Böyle şeyler olur.
En iyi eğitim çeşitlerinden birisi, kendimizin güzel olmamız. Kendimiz yamukken çocuğa doğruluğu nasıl öğreteceğiz?
Allah lütfetsin, yardımcımız olsun.
إِنَّمَا أَخَافُ عَلَيْكُمْ كُلَّ مُنَافِقٍ عَلِيمٍ، يَتَكَلَّمُ بِالْحِكْمَةِ، وَيَعْمَلُ بِالْجَوْرِ. عَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ هب عَنْ عُمَرَ.
İnnemâ ehâfü ‘aleyküm külle münâfikın alîmin yetekellemü bi’l-hıkmeti ve ya’melü bi’l-cevri.
Hazreti Ömer radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
"Ben başka bir şeyden korkmuyorum. Ey Müslümanlar! Ey Ümmetim! Sizin için başka bir şeyden korkmuyorum. Bir şeyden korkuyorum."
İnnemâ ehâfü ‘aleyküm külle münâfikın alîmin. "Çok bilgili münafıktan korkarım sizin için." Çok bilgili münafık. Yetekellemü bi’l-hıkmeti. "Konuşurken hikmetli konuşur." Hâkimane, olgun, kandırıcı, ikna edici konuşur.
Ama; ve ya’melü bi’l-cevri. "Cevr-ü cefa yapar." Zulüm yapar, yamukluk yapar. Söylerken öyle söyler, yaparken böyle yapar. Ondan korkun. Kandırır o zaman. Çünkü güzel konuşuyor, millette onu adam sanır.
Âlim. Çok iyi biliyor her şeyi.
Bilir!
Bilmek yetmiyor. Ama işleri cevr-i cefa. Öbür tarafta yaptığı işler yamuk. O aldatır işte.
Zaten bu Ümmet-i Muhammed'in sırtı yere gelmeyecek. Ahir zamanda Ümmet-i Muhammed’in düşmanları İslam kananlıyla Müslümanların arasına girip oradan kandıracaklar diye hadîs-i şerîflerde geçiyor.
Allah eğriyi, doğruyu tam anlamayı nasip etsin.
Amerika'dan birisi telefon etti. "Hocam biz sizi dinliyoruz, tanışmak istiyoruz. Amerika’ya gelecek misiniz? İnternetten sizi takip ediyoruz. Annem takip ediyor, ablam takip ediyor, çok memnunuz. Falanca adam için ne dersiniz? Ona da gittik ama, biraz yamuk gördük. Ben Resûlüm diyor. Allah’la konuşuyorum diyor."
"Ha dedim o herhalde hastası. Çünkü Peygamber Efendimiz'den sonra peygamber yok." Kandırıyor milleti. Ya da hasta. Ama delilerin bazısı çok şey olur. Deliliğini herkes kolay anlayamaz. Tımarhaneye tıkarlar, gider onun deli olduğunu anlayamaz. Sen hastanı ziyarete gittiğin zaman, sana öyle laflar söyler ki. Ya bunu buraya neden tıkmışlar. Baksana adam yazar gibi konuşuyor, hatip gibi konuşuyor dersin. Otursan yarım saat konuşsan, yarım saatten sonra cılkı çıkar. Başlar yamulmaya. Çok fena! Öyle kimselere aldanmamak lazım.
Maalesef bugün Türkiye’de millet nefsinin ve şeytanın yapmak ve yaptırmak istediği şey, 'olabilir canım mahsuru yok, yapın' diyen şahsı arayıp buluyor. Faize helal diyen, 'kalbim temiz ne olacak, benim kalbim temiz.' Allah insanın kalbine bakıyor ama, aynı zamanda o Cenâb-ı Hak hazretleri 'örtünün' diye de buyurmuş. Sen Allah’ın orada emrine karşı geliyorsun.
"Namaz kıl, camiye gel, cumaya gel" diyorsun.
"Allah affedicidir, gafûr-u rahîmdir, affeder." diyor.
Yani Allah’ın emrini tutmamaya mazeret olarak âyetlerden, hadîsten bir şey okuyor. Bilmeyen şaşırır. "Haa bak bu da âyet okuyor, biliyor" der.
"Ben küçükken amme cüzünü bitirmiştim, bende bilirim İslamı." diyor. Hakikatten bakıyorsun adam, "bende şu unvanlıyım, işte kartvizitim" bilmem ne işte. Başlıyor İslam’dan laflar söylemeye. Yanlış!
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
"Ben, sizin için böyle çok bilgili münafıktan korkarım. Hikmetli konuşur ama cevr-i cefa yapar. Kandırır sizi zarar verir."
Allahu Teâlâ hazretleri hakkı hak olarak görüp, anlayıp, onu uymayı nasip eylesin. Batılı batıl görüp, ondan korunmayı nasip etisin. Salihi, fâsıkı, münafıkı anlayacak basiret cümlemize ihsan etsin. İyi insanlarla dost ve ahbap eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ. Ve Habîbihi’l-müctebâ. Ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.