Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn, hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Hamden kemâ yenbeğî li celâli vechihî ve li azîmi sultânih. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn ve şefîi’l-müznibîn ve eşrefü’l-mürselîn Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emmâ ba’d.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Birincisi, Allahu Teâlâ hazretleri ibadetlerinizi kabul etsin. Dualarınızı, müstecâb eylesin. Dünyada âhirette neleri istediyseniz, lütfuyla keremiyle sizleri dünya ve âhiretin hayırlarına erdirsin.
Birinci hadîs-i şerîfi,
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَكُونَ أَقْوَى النَّاسِ، فَلْيَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ
Men serrehû en yekûne akve’n-nâsi fe’l-yetevekkel ala’llâhi azze ve celle.
Bu da kısa bir hadîs-i şerîf. İbn Abbas radıyallahu anhümâ’dan. İbn Ebi’d-dünyâ rivayet etmiş.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
“Kim insanların en kavisi, en kuvvetlisi olmak istiyorsa, en kuvvetli olmayı seviyorsa, temenni ediyorsa ne yapsın?” Fe’l-yetevekkel ala’llâhi azze ve celle. “Son derece izzet ve celal sahibi olan âlemlerin Rabbi Allah’a, tevekkül etsin.”
“Allah’a tevekkül etmek” ne demek? Tevekkül etmeyi biliyor muyuz?
Bu kelimeyi duyduk ama anlamı, içimizde bize bir mana ifade ediyor mu?
Tevekkeltü ala’llâh.
“Allah’a dayanmak, işini Allah’a ısmarlamak, Allah’a güvenmek. Allah’ı kendisine-sanki- vekil edinmek. ‘Sen benim vekilim ol yâ Rabbi!’ demek.”
Tevekkül çok önemli, çok önemli bir duygu. Tevekkül, çok kuvvetli imandan olur. Allah’a inanan ve inancı kuvvetli olan insan, Allah’a tevekkül eder. Mârifetullaha eren, Allah’ı bilen insan, Allah’a tevekkül eder. Her şeyin Allah’ın elinde olduğunu bilir.
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ
Bi yedihî melekûtü küllü şey’. [1] “Her şeyin çaresi Allah’ın elinde.”
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Lehû mülkü’s-semâvâti ve’l-ard. [2] “Yerin göğün yönetimi, egemenliği Allah’ın elinde.”
اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Allâhümme fâtıre’s-semâvâti ve’l-ard . “Rızkın anahtarları O’nun elinde.”
اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
İnnemâ emrühû izâ erâde şey’en en yekûle lehû kün fe-yekûn. [3] “Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman ‘ol’ der olur.”
“Olma” derse de olmaz. Demek ki Allah her şeye kâdir.
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ve hüve alâ külli şey’in kadîr. [4] “O her şeye hakkıyla, tamamıyla kâdir.”
Bunu bilen, Allah’a tevekkül eder. Bunu bilmeyen, buna inanmayan, bunu kavramayan, bunu gönlüne yerleştirmeyen, başkasından medet umar. Sultandan medet umar, sultanın yanına yanaşır, ona dalkavukluk yapar, geçimini ondan sağlamaya çalışır. Zenginden medet umar, ağadan medet umar. Yardımı yanlış yerlerden ister, yardım da gelmez. Aksine başı dertten kurtulmaz. Ama Allah’a dayanan, Allah’a tevekkül edene, Allah yardımcı olur.
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ
Ve men yetevekkel ala’llâhi fe hüve hasbühû. [5]
Bizim Ömer Ziyaeddin Efendi, Hafız Ömer Ziyaeddin Efendi, Kur’ân-ı Kerîm’i altı buçuk saatte okurmuş, hatmedermiş. Altı buçuk saat! O kadar hızlı okuyor. Altı buçuk saat; Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîn’den kul eûzü bi rabbi’n-nâs diyor.
Ömer Ziyaeddin Efendi, altı buçuk saatte hatim indirirmiş. Hem de Buhârî-i Şerif’i ezbere bilirmiş. Buhârî-i Şerif’in de hâfızı Sahih-i Buhârî’yi ezbere biliyor. Hem de takvâ ehli bir insan; ihlaslı, takvâ ehli bir insan.
İttihat ve Terakki hükümeti, bunu İstanbul’dan sürmüş. Abdulhamid’i devirdiler; İttihat ve Terakki başa geçti. Bu da sağlam hocaefendi, dindar adam. Bunu da sürmüşler.
Nereye?
Medine-i Münevvere’ye. Yallah! Haydi, Medine-i Münevvere’ye! Sürmüşler. O zaman Medine-i Münevvere de Osmanlıya bağlı ya. Oraya sürmüşler ama parası yok, pulu yok. Hiç bir şeyi yok. Medine-i Münevvere’ye sürmüşler. Ama adam, ricâlullah, Allah’ın sevgili kulu.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ
Mine’l mü’minîne ricâlün sadakû mâ âhedu’llâh. [6]
Sıdk u sadakât sahibi bir insan. Hafız ama ha’sı gitmiş fız’ı kalmış değil. Hafız, sağlam insan. Medine-i Münevvere’de sıkıntı çekmiş. Dilenmek yok, istemek yok. Çünkü Allah var. Allah görüyor.
İbrahim aleyhisselam Allahu Teâlâ hazretlerine nasıl tevekkül etmiş? Mübarek insanlar nasıl tevekkül etmişler? Hasbünallah demişler, “Allah bize yeter.”
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
Hasbüna’llâhu ve ni’me’l-vekîl. [7]
demişler. “Ne iyi vekildir!” demişler. Aç kalmış, parası yok. Medine-i Münevvere’de.
Şimdi bu adamın hâli ne olur? Bu Hafız Ömer’in hali ne olacak?
İstanbul’dan evinden barkından sürüldü, sürgün edildi, Medine-i Münevvere’ye gitti. Medine-i Münevvere o zaman küçük, şimdiki gibi değil. Para pul yok, yoksul bir yer. Mahrumiyet yeri. Oraya gitmiş. Orada yalnız; Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek mescidi var, türbe-i saadeti var. Medînetü’l-Resûl sallallahu aleyhi ve selem.
Ne olmuş biliyor musunuz? Oğlu anlatıyor. Oğlu da profesör oldu. Oğlu da kuvvetli hafız. O kadar kuvvetli hafız ki; “Gözümü kapattım mı sayfa gözümün önüne geliyor.” diyor. O kadar kuvvetli hafız. Allah mekânlarını cennet eylesin, makamlarını yüksek eylesin, derecelerini arttırsın. İkisi de vefat etti. Oğlu da vefat etti. Ben oğlu ile tanıştım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Mısır hâkimi bilmem ne paşanın rüyasına giriyor. Rüyada Peygamber Efendimiz’i görüyor. Peygamber Efendimiz Mısır’ın hâkimi olan bu paşaya diyor ki;
İsmini bana söylemediler. Söyleyen şahıs unuttu. Ben de ismini söyleyemiyorum. Ama açarsak buluruz. Abdülhamit zamanında İttihat ve Terakki başa geçtiği zaman, Mısır’da hangi paşa vardı? Bulunur. O paşaya Peygamber Efendimiz diyor ki;
“Hafız Ömer’i himayene al!”
“Hafız Ömer kim, ya Resûlallah?” diyor.
“Şu Hafız Ömer’i himayene al!”
Uyanıyor; “Peygamber Efendimiz’i gördüm.” diye seviniyor.
“Allah Allah, hayırdır inşaallah!” Çok güzel, mutlu. Etrafındakilere anlatıyor, “Bu ne demek?” diye soruyor. Anlayamıyorlar. Peygamber Efendimiz bir daha görünüyor. Biraz da azarlıyor:
“Hafız Ömer’i himayene al!” diyor. İkinci defa rüyada görünce bu sefer korkuyor. Peygamber Efendimiz, Hafız Ömer’i mescidinde gösteriyor. “Şu Hafız Ömer’i himayene al!” diyor.
Arkadaşlarına diyor ki;
“Peygamberimiz beni azarlamaya başladı. Bu Hafız Ömer işi önemli, ne yapalım?”
“Efendim, Medine’ye gidelim bir bakalım.”
İskenderiye’den Kahire’den atlıyor, adamları ile beraber Medine-i Münevvere’ye geliyor. Rüyada gösterilen şahıs için geliyor. Medine-i Münevvere’ye Babü’s-selâm’a yaklaştıkları sırada, önde askerler, arkada askerler, böyle bir ihtişamla, saltanatla, tantanayla Türbe-i Saadet’e doğru geliyorlar.
Aksakallı, sarıklı, bastonlu bir kimse: “Hey, ne oluyorsunuz, durun! Nereye geliyorsunuz siz? Böyle saltanatla tangur tungur, paldır küldür Resûlullah’ın türbesine ziyarete gelinir mi? Edebinizi takınsanıza!” diyor.
Gelen, askerler ve Mısır hâkimi. Bastonu ile bunların karşısına çıkıyor; “Böyle gelinmez, edebinizi takının!” diye bağırıyor. Tabi herkes de şaşırıyor. “Bu neyin nesi?” diye, ne düşündüler kim bilir?
Ama Mısır’ın hâkimi olan paşa, bağıran şahsa bir bakıyor; “Hafız Ömer!” diyor. Rüyada gördüğü şahıs. Daha önceden hiç görmüş değil. Hafız Ömer ,paşayı görmüş değil, paşa Hafız Ömer’i görmüş değil. “Hafız Ömerciğim!” diyor, sarılıyor.
Ve alıyor, Mısır’a götürüyor, konak tahsis ediyor. İsterse tahsis etmesin, erkekse tahsis etmesin de göreyim. Resûlullah’ın tavsiye ettiği insan. Kendisi sokakta yatar, konağını verir. Ömer Ziyaeddin Efendi hazretlerine konak tahsis ediyor.
Niçin anlattım bunu?
Aklınızdan demin ki hadîs-i şerîfe bağlayın. “Allah’a dayanana...”
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ
Ve men yetevekkel ala’llâhi fe hüve hasbühû. [8]
İşte misal. Hafız Ömer; Allah ehli, ehlullah, Allah’ın mübarek kulu. Allah nasıl kayırıyor, kolluyor gördünüz mü? Beş parasız, Osmanlı idaresi kovdu, Medine’ye sürgün etti, mağdur etti. Ama Allah mağdur etmiyor, Allah taltif ediyor, Allah koruyor.
Ve men yetevekkel ala’llâhi fe hüve hasbühû.
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ ﴿2﴾ وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Ve men yettekı’llâhi yec’al lehû mahrecen ve yerzukhu min haysü lâ yahtesib. [9]
“Kim takvâ ehli olursa...” -Bu Ömer Ziyaeddin Efendi müttakîlerin şâhı.”
Ve men yettekı’llâh. “Kim Allah’tan korkar, çekinir, sakınırsa.” Yec’al lehû mahrecen. “Allah -onun sıkıntısından- ona bir çıkış yolu gösterir, sıkmaz. Bir kurtuluş yolu gösterir, bir kapı açar.” Ve yerzukhü. “Ve onu rızıklandırır.” Min haysü lâ yahtesib. “Umulmadık yerden, onun tahmin etmediği, onun bilmediği ummadığı yerden onu rızıklandırır.”
Allah bir insanı aziz ederse kimse zelil edemez, sürgün edemez.
Allah bir insanı sevdi mi; Allah’ın sevdiği insanı kimse tepeleyemez, zelil edemez.
Firavun ne dedi?
فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ
Feleukattıenne eydiyeküm ve ercüleküm min hılâfin ve le üsallibenneküm fî cüzûı’n-nahl. “Bana bakın, benim sözümü dinlemiyorsunuz, Musa’ya inanmaya kalkışıyorsunuz. Ben sizin kollarınızı bacaklarınızı eklem yerlerinden çaprazlamasına keserim.” (Ve le üsallibennekümm fî cüzûı’n-nahl. [10] “Hurma dallarına sizi asarım, sallandırırım!” dedi.
Hadi oradan, palavracı! Yapabildi mi? İnananlar; “Ne yaparsan yap!” dediler.
فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
İnnemâ takdî hâzihi’l-hayâti’d-dünyâ. [11] “Ne yaparsan yap. Bu dünyada yaparsın yapacağını!” dediler. “Ölmekten korkmuyoruz!” dediler.
Allah’a dayandılar mı?
Firavun’a dayanmadılar, başka bir güce dayanmadılar.
Kime dayandılar?
Hasbünallah dediler. “Allah bize yeter.” dediler. “Sen bu dünyada ne yaparsan yap!” dediler.
Tevekkülün misali mi? Misal mi? Güzel misal mi?
Tamam.
Ne oldu?
Allah, Firavun’u hor ve zelil etti. O zavallı masumları da korudu ve kurtardı. Misalleri çok.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Çok misalleri vardır:
“İnsanların en kuvvetlisi olmak istiyorsanız Allah’a tevekkül edin. Bilin ki güç kuvvet Allah’ındır. Takvâ ehli olun, Allah’a güzel kulluk edin, Allah’a tevekkül edin, Allah sizi rızıklandırır.”
Tamam mı arkadaşlar, kardeşler?
Men serrehû en yekûne akve’n-nâsi fe’l-yetevekkel ala’llâhi azze ve celle.
Tamam mı? Tamam.
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَسْتَجِيبَ اللهُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكُرَبِ، فَلْيُكْثِرِ الدُّعَاءَ فِي الرَّخَاءِ
Men serrehû en yestecîba’llâhu lehû inde’ş-şedâidi ve’l-kürebi fe’l-yüksiri’d-duâe fi’r-rehâi.
Bu da Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîf. Bu mânada başka pek çok hadîs-i şerîf var. Bu da bize bir şey öğretiyor, önemli bir şey öğretiyor. Can kulağı ile dinleyin.
Men serrehû en yestecîba’llâhu lehû inde’ş-şedaidi ve’l-kürebi. “Başına şiddetli musibetler, acılar, üzüntüler geldiği zaman, sıkıntılara uğradığı zaman, Allah’ın kendisinin imdadına yetişmesini, duasını kabul etmesini kim istiyorsa...”
Hepimiz isteriz değil mi? Duamız kabul olsun istemez miyiz? Başımız derde girdi. Amansız hastalığa duçar oldu. Filanca kanser olmuş. Doktorlar öyle diyor. Ne yapacak? Çare yok. Büyük musibet değil mi?
“Sıkıntı, şiddet, bela, musibet zamanında duasının kabul olmasını kim istiyorsa...”
Fe’l-yüksiri’d-duâe fi’r-rehâi. “Rahatlık zamanında, bolluk zamanında, sıkıntı olmadığı zamanda duasını çok yapsın.”
Başı dara geldiği zaman dua ediyor, Allah’ı hatırlıyor, geniş zamanda hiç hatırlamıyor.
Rahat zamanında millet ,günahı hatırlıyor. Yedi, karnı doydu mu? Tamam.
O zaman Hacivat ne yapıyor?
Hacivat o zaman sahneye çıkıyor diyor ki; “Ey insanlar, var mı bana yan bakan? Yar bana bir eğlence, yar bana bir eğlence!” diye bağırmaya başlıyor.
Hacivat Karagöz oyununda öyle olmuyor mu? Eğlence istemeye başlıyor. Karnı doydu mu arkadaşına diyor ki; “Gel bu akşam şehrin merkezine gidelim, bir eğlenelim.” diyor.
Neden?
Karnı tok. Karnı doyunca, rahat zamanında, bolluk zamanında, sıhhat zamanında, âfiyet zamanında ne yapıyor?
Günaha dalıyor.
Allah ceza olarak bir bela veriyor, bir hastalık veriyor, bir musibet veriyor, o zaman;
“Aman yâ Rabbi! Sen duaları kabul edicisin, benim duamı kabul et, beni bundan kurtar!” diyor.
“Ey kulum, sen edepsizlik ettin de ben sana o edepsizliğinden dolayı bu belayı verdim. Kaldırır mıyım? Bu senin cezan. Sen edepsizlik ettin de bunu ondan verdim!”
Öyle başı dara geldiği zaman, yumurta kapıya geldiği zaman, folluk arayan tavuk gibi gıd gıdak gıd gıdak gıd gıdak yer arıyor.
Öyle şey olmaz!
Nasıl olacak?
Rahatlık, zamanında, bolluk zamanında Cenâb-ı Hakk’a şükrünü yapacak, duasını yapacak, tesbihini çekecek, hayrını hasenâtını yapacak, Allah’ın iyi kulu olacak da sıkıntı zamanı geldiği zaman bela zamanı geldiği zaman, dua etti mi Allah imdadına yetişecek.
Yetişir mi?
Âmennâ ve saddaknâ. Öyle bir yetişir ki.
Birisi malını alıyormuş, hayvanına yüklüyormuş, biniyormuş ,gidiyormuş;
“Bu çöllerde böyle gidilmez. Haramiler yolunu keser. Malını alırlar, seni soyarlar. Öldürürler.” demişler.
“Ben Allah’a tevekkül ediyorum.” demiş, yola çıkmış.
Yolun birisinde bir harami önünü kesmiş. Silahı çekmiş, “Dur!” demiş. Öldürecek adamı, malını alacak, devesini alacak.
Adam demiş ki;
“İnsafın varsa; bana müsaade et, şurada bir abdest alayım, iki rekât namaz kılayım.” demiş. “Öldüreceksin anlaşıldı da ben imanla göçmek istiyorum, abdestli göçmek istiyorum. Şurada bir abdest alayım, bir namaz kılayım.” demiş. Abdest almış, namaz kılmış. Adam bunu öldürecek, kılıcı kaldırmış:
“Dur ya filan!” diye bir ses duyulmuş. İki dağın arasında vadide, sesi duymuş ama kimse yok.
Allah Allah!
Kılıcı tekrar kaldırmış, namaz kılan adamı tam öldürecek, -kıldı artık, tamam, onu öldürecek, malları alacak gidecek- “Dur ey filanca!” Gene bir bağırma, Allah Allah, yine bakmış, yine kimse yok.
“Allah Allah, bana ne oluyor?”
“Allah Allah” demiyordur da, işte biz alıştığımızdan diyoruz.
“Ne oluyor?
Yine anlayamamış. Üçüncü defa kılıcı kaldırdığı zaman, vadinin öbür tarafından bir atlı koştura koştura gelmiş, yetişmiş, bir tane kılıç vurmuş, buna devirmiş. Bunu kitaplar yazıyor.
Cenâb-ı Hak bir insanı korudu mu kimse zarar veremez.
Allah bizi sevdiği kul eylesin.Dünya ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle, kahrına gazabına uğramadan, büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan, lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini her zaman her yerde refîk eylesin. Şükr yerinde şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip takdire rıza gösterip, çünkü rıza en yüksek makamdır. Sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ. Ve Habîbihi’l-müctebâ. Ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.