Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben müberaken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahûbi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
Fekale Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Fa’lemûeyyühe’l-ihvân fe-inne efdale’l-hadîsi kitâbullah ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem. Ve şerre’l-umûri muhdesâtuhâ ve külle muhdesetin bid’atün ve külle bid’atin dalâletün ve külle dalâletin ve sâhibehâ fi’n-nâr. Ve bi’s-senedi’l-muttasılı ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selemle ennehû kâl:
وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، إِنَّ الْعَبْدَ لَيَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَلَهُ حَسَنَاتٌ أَمْثَالُ الْجِبَالِ الرَّوَاسِيِّ، يَظُنُّ أَنَّهُ سَيَدْخُلُ بِهَا الْجَنَّةَ، فَلَا تَزَالُ مَظْلِمَتُهُ تَأْتِيهِ، حَتَّى مَا يَبْقَى لَهُ حَسَنَةٌ، وَحَتَّى يُجْعَلَ عَلَيْهِ أَمْثَالُ الْجِبَالِ الرَّوَاسِيِّ، وَيُؤْمَرُ بِهِ إِلَى النَّارِ.
Ve’llezî nefsu Muhammedin bi-yedihîinne’l-abde le-ye’tîyevme’l-kıyâmeti ve lehû hasenâtün mislü’l-cibâli revâsî yezunnü ennehû se-yedhulü’l-cennete ve lâ tezâlü mazlimetühû te’tîhi hattâ mâyebkâlehû hasenetün ve hattâ yüc’ale aleyhi emsâlü’l-cibâli’r-revâsî ve yü’meru bihî ile'n-nâr.
Câbir radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş. [1]
Peygamber Efendimiz yine yemin ederek şöyle buyuruyor:
Ve’llezînefsîbi-yedihî. “Canım, nefsim elinde olan, Allah’a and olsun ki yemin ederim ki bir kul, kıyamet gününde hesap yerine, yüce, yalçın dağlar gibi,onlar emsali sevaplarla gelir ve sanır ki; bu yaptığı amellerle, sevaplı işlerle ,cennete girecek.”
Hesap mahalline gelir, fakat...
Fe-lâ-tezâlü mazlimetühû te’tîhi. “Muhtelif insanlara zulmetmiştir, haklarını yemiştir, çeşitli kusurlar işlemiştir, günahlar işlemiştir.”
Orası Mahkeme-i Kübrâdır, haksızlıkların telafi edildiği yerdir. Haksızlık ettiği, zulmettiği, hakkını çiğnediği, hakkını vermediği kimseler, orada onun haklarını sevap olarak alırlar. Onun sevabından alırlar, alırlar, alırlar…
Hattâ lâ yeb kâle hû hasenetün. “Kendisinin bir tek hasenesi kalmayıncaya kadar elindeki bu yalçın dağlar gibi, karlı dağlar gibi sevaplar gider.”
Kendisine bir tek hasene kalmayacak şekilde sevapları; o zulmettiği, gadrettiği, haksızlığa uğrattığı insanlar tarafından hak olarak alınır ve kendisinin üzerine yine yalçın, karlı dağlar misali günahlar kalır.
Neden?
Çünkü sevaplar bitince, eğer hak sahipleri daha bitmemişse; gelip “Yâ Rabbi! Bu kulun bana zulmetmişti, hakkımı isterim.” diye dava ettikleri zaman; sevabı kalmayınca, hak isteyen kulun, günahını ona verirler, bunun negatifliği artar yani kar etmiş olur.Bunun negatifliği azalır,pasife döner bütçesi. Bu sefer gittikçe, gittikçe zarara uğrar… İşlemediği günahların veballeri onun üstüne yüklenir, dağlar gibi günahla baş başa kalır ve sonunda, ve yü’meru bihî ile'n -nâr, “Cehenneme atılması emrolunur.” Sürüklenip götürülüp cehenneme atılır.
Muhterem kardeşlerim!
Kul hakkı çok önemlidir. Bir insanın kazancının helal olması, fevkalade mühimdir. Herhangi bir kimsenin hakkını yememek, bir kimseye zulmetmemek, haksızlık etmemek, gadretmemek hayatın en önemli işlerinden biridir. İnsan hacı, hoca, müezzin, imam, derviş olabilir; hak yemişse bu duruma gelebilir. Allah saklasın, âhiretin müflisi, fukarası durumuna düşebilir. O bakımdan hepimizin kazancımıza çok dikkat etmemiz gerekiyor. Muamelatımıza çok dikkat etmemiz, zulüm ve gadir cinsinden işlere hiç yanaşmamamız gerekiyor, haksız iş yapmamak gerekiyor, son derece titiz olmak gerekiyor. Bundan sonra bu kul hakkı, zulum ve gadir meselesine çok dikkat edelim.
Madem hacılık bize nasib oldu bu sene. Haccı yaptık, bayramın son günü. Bundan sonra kul hakkı meselesine, zulüm ve kul hakkı meselesine çok dikkat edelim.…..
Müslüman zulmeder mi?
Öyle bir eder ki hanımına, çocuğuna, komşusuna, camide cemaate zulmeder. Camidedir, cami cemaatidir, arkadaşına zulmeder. İnsan cahil oldu mu gafil oldu mu şeytan aldatır, çok zulümler yaptırır, çok haksızlıklar yaptırır. Onun için aman Rabbimiz yardımcımız olsun. Her çeşit zulümden, haksızlıktan, gadirden, haksız mal mülk ve menfaat iktisabından son derece kaçınmalıyız. Lokmamızın helal olmasına dikkat etmeliyiz. Muamelatımızın İslâmca olmasına, müslümanca olmasına çok dikkat etmeliyiz. Adı hoca, sakalın var, adım hacı, hacca gitmişsin ama komşular yaka silkiyor, seninle iş yapanlar sana itimat etmiyor. Çok fena! Bu durum fevkalade fena bir durumdur.
Burada bir kardeşimiz iş yapmaya gelmiş; fakat daha muamelelerin başında hemen ilk anlaşmayı bozmuş, haksız bir şey istemiş.
Onlar da hemen yazıhaneden kalkmışlar, gitmişler. “Daha ilk başta, verdiği sözü çiğneyip, haksız bir şey istiyor; bundan hayır gelmez.” demişler, çıkmışlar gitmişler. İnsan muamelesiyle insandır; muamele çok önemli.
Karınıza karşı kocalığı, nasıl yapıyorsunuz, çocuğunuza karşı babalığı nasıl yapıyorsunuz, komşulara karşı komşuluğu nasıl yapıyorsunuz, Allah’a karşı kulluğunuzu nasıl yapıyorsunuz? Bunların hepsi son derece önemlidir. Davranışları düzelmeyince, ahlakî olmayınca Allah’ın rızasına uygun olmayınca, istediği kadar oruç tutsun, namaz kılsın, öteki taraftan yapılan zulümler, gadirler onu ahrette fecî duruma düşürür. Onun için müslümanın muamelesi mutlaka asil olacak. Sözü senet olacak, verdiği sözü yerine getirecek.
Bu arada; “Rahmete ermesine vesile olsun, Allah cümle geçmişlerimize rahmet etsin.” diye çok sevdiğim bir amcayı da burada zikretmek istiyorum. “Bahtiyar amca” diye Arnavut asıllı bir baba dostu amcamız vardı. Allah mekânını cennet etsin. Çok candan dua ediyorum, kendisini çok seviyorum. Fatih’te üç katlı bir evi vardı. Ben evi hatırlıyorum. Bu evi satılığa çıkarmış, satmak istemiş ve kırk iki bin liraya birisiyle anlaşmışlar. Ertesi gün evi satacağını anlayan bir başka müşteri gelmiş:
“Bahtiyar amca, sen evi satıyormuşsun.”
“Evet” demiş, “Sattım.”
“Kaça sattın?”
“Kırk iki bin liraya sattım.”
“Ben sana altmış beş bin lira vereyim. Kapora aldın mı?”
“Almadım.”
“Tapuda işlemleri tamamladın mı?”
“Tamamlamadım.”
“Ben sana altmış beş bin lira vereyim, bana sat. Çok ucuza vermişsin. Ben daha fazlasını vermeye razıyım.”
Bahtiyar amca doğrulmuş yerinden, bir kızmış.
“Sen benim lafımı duymadın galiba. Ben ‘evi sattım’ diyorum, sen hâlâ bana başka teklifte bulunuyorsun.” diye bir sertlenmiş.
Sertlenecek bir insan da değildir, halim selim bir insandır ama dürüstlüğe bak; gözü, yüzde elli zamlı fiyatı görmüyor.
Neden?
Sözü senet, müslüman, muamelesi sağlam adam.
Muhterem kardeşlerim!
Böyle olmamız lazım, dürüst olmamız lazım, sözün senet olması lazım.
Bizim kardeşlerimiz burada bir apartman dairesi tutmak istemiş. Adamla konuşmuşlar, diyelim ki binaya yıllık yüz yirmi bin lira kira teklif etmişler. O da düşünmüş ki önümüzdeki sene İranlılar gelir, onlar daha çok para sahibi, onlara daireleri daha büyük kârla veririm. Bunlara ret cevabı vermiş. Fazla fiyat istemiş, ilk konuşulan fiyattan farklı fiyat istemiş ve vermemiş. Sonra İranlıların gelmeyeceği anlaşılınca, bu sefer kendisi haber göndermiş. Bizim yönetici kardeşlerimize, seksen bin teklif etmiş.Kendileri önceden yüz yirmi bin teklif etmişti, kabul etmedi, şimdi “Seksen bin teklif edin.” demiş. Üç aşağı beş yukarı konuşmuşlar ama bizim kardeşlerimiz yine eskisinden biraz daha aza anlaşmışlar. Muamele sağlam olacak, söz senet olacak, kaypaklık olmayacak, dürüstlük olacak; İslâm öyle.
İstanbul’da bir kardeşimiz anlattı, muhtelif vaazlarda da söyledim.. Samsun, Ordu veya Giresun taraflarından bir kardeşimiz. Manifaturacı dükkanları var, büyük. Babası manifaturacı dükkânına gelmiş. Masanın üstünde kâğıtlar görmüş;
“Bunlar ne böyle?” diye sormuş.
Oğlu da; “Senet, baba.” demiş.
Yaşlı hacı baba, dükkânı oğlu idare ediyor.
“Senet! Vah vah vah, Allah Allah, aman yâ Rabbi! Eûzübillâhimineşşeytânirracîm, Allah’a sığınırım. Zaman bu kadar bozuldu mu? Demek ki müslümanın lafına itimat yok da işler senetle mi yapılır hâle geldi? Vay başıma gelenler!” diye senet alınmasına hayret etmiş.
Şimdi senet alınıyor da senet boş çıkıyor. Protesto oluyor, borçlu yine vermiyor.
Adamın biri üç yıl önce beş adet koltuk takımı almış. Ankara’dan getirmiş, Erzincan’daki dükkânına koymuş. Senetleri tıkır tıkır imzalamış, sonra ödememiş. Protesto olmuş, yine ödememiş. Sonradan mahkemede; “Ödeyeceğim tamam, ama şu anda elimde para yok.” demiş, üç sene geriye attırmış. Üç senede de ilk verdiği fiyatı ödüyor. Büyük haksızlık tabi.
Muhterem kardeşlerim!
İnsan dürüst olacak, verdiği sözü tutacak.
Bu hadîs-i şerîfte görüyorsunuz; insan namaz kılabilir, oruç tutabilir, çok sevaplı işler yapabilir; bu sevapları yalçın yüce dağlar gibi olabilir ama eriyebilir, onun yerine günahlar gelebilir; onun için muamelemiz sağlam olacak.
Benim arkadaşlarımda en beğendiğim taraf “Yalan yanlış bir şey söylemeyin.” diye kendilerine tembih ettim.
İnsan söz verdi mi sözünde durmalı, yerine getirmeli, muamelesi dürüst olmalı, ister senet olsun ister olmasın, bir söz kâfi.
Mirasta; yatakta vefat eden şahıs vasiyet etmiş, ölmüş gitmiş. “Canım keyfimize göre bölüşelim.” Ama o söyledi ya bir vasiyeti var ya o vasiyeti tutması lazım. Senet! Anlaşma olsun veya olmasın, söz senettir, ona göre hareket etmeye çalışmalı. Allah cümlemize dürüstlük nasip eylesin.
Bir başka hadîs-i şerîf:
وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لَا يُسْلِمُ عَبْدٌ حَتَّى يُسْلِمَ قَلْبُهُ، وَلَا يُؤْمِنُ حَتَّى يَأْمَنَ جَارُهُ بَوَائِقَهُ. قِيلَ: وَمَا بَوَائِقُهُ؟ قَالَ: غَشْمُهُ وَظُلْمُهُ.
Ve’llezî nefsîbi-yedihî lâ yüslimü abdün hattâ yüslime kalbühû ve lâ yü’minü hattâ ye’menecârühû bevâika hûkîle ve mâbevâi kuh kâle ğaşmühû ve zulmühû. [2]
İbn Mesud radıyallâhu anhüma’dan Hara’itî rahmetullahi aleyh rivayet eylemiş. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
Ve’llezînefsîbi-yedihî. “Şu nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki and olsun ki.”
Lâ yüslimü abdün hattâ yüslime kalbühû. “Kul, kalbi müslüman olmadıkça hakiki müslüman olmaz.”
Kalbi müslüman olacak. Kalbi fitne, fesat, münkir durumda olmayacak.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyruluyor:
yü’meru bihî ile'n
Kâleti’l-a’râbüâmennâ. “Bedeviler dediler ki biz iman ettik.”
Kul lemtü’minû. “Ey Resûlum! Onlara de ki siz daha inanmadınız.”
Lemtü’minû. “Daha iman etmediniz.”
Ve lâkin kûlûeslemnâ. “‘Teslim olduk, inşallah rayına girdik, yörüngeye oturduk, müracaat ettik.’ deyin.”
Ve lemmâ yedhuli’l-îmânü fî kulûbiküm. “İman henüz daha kalbinize yerleşmedi.”
İmanın kalbe yerleşmesi çok önemli bir hâdise; kimisinin Müslümanlığı dilinde kalır. Eşhedü en lâ ilâhe illalah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh diyorlar da öyle cahilce laflar, öyle küfre düşmeyi gerektiren acayip sözler söylüyorlar ki akıllara durgunluk gelir. Kalbi iman edecek. Kalbi iman etti mi o zaman insan gerçek müslüman oluyor.
Ve lâ yü’minü hattâye’mene cârühû bevâikahû. “Mü’min-i kâmil olmaz, hakkıyla iman etmiş olmaz, komşusu bevaikından emniyette ve rahatta, telaşsız bir durumda olmadıkça.”
“Bevâikâhû ne demek?” diye sormuşlar.
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
Ğaşmühû ve zulmühû. “Şerri, gadri ve zulmü.”
“Komşusu şerrinden, zulmünden, gadrinden emin değilse, o kimse iyi müslüman değildir.”
Emin olacak, kapıyı açık bırakabilecek, gözü arkada kalmayacak. “Benim komşum dürüst bir insandır.” diyecek, anahtarı ona verebilecek. “Anahtarı verdim mi bu kapıyı açar, her tarafı karıştırır.” demeyecek.
“Komşusu kendisinin şerrinden, gadrinden, zulmünden emin olmadıkça, bir kimse gerçek iman ile iman etmiş olmaz.” buyruluyor.
İşte bugünkü hadîs-i şerîflerde gördüğünüz; “iman” denilen şey çok daha derin bir şey, basit bir şey değil. İnsanın kalbine yerleşmesi, duygularına hâkim olması, her şeyi o imanın gereğine göre yapacak hâle gelmesi lazım.Kur’an şöyle buyurmuş, tamam; Allah şöyle emretmiş, tamam; Allah şunu yasaklamış, tamam; itiraz yolu aramayacak.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi hakiki imana sahip eylesin. Böyle yamukluklardan, zulümlerden, kalbinin fesad olmasından, iç ve dışın aynı olmamasından, bu gibi kusurlardan Rabbimiz cümlemizi baîd ve berî eylesin, pak eylesin. Üzerimizde ne kadar kötü duygular, huylar, haller varsa, yalan yanlış kötü sıfatlar varsa; mübarek beldeler hürmetine, hac ve umre hürmetine, Resûl-i Edîb’i hürmetine,esmâ-i hüsnâsı hürmetine, ism-i âzamı hürmetine, kendisiyle dua edildiği zaman duanın reddedilmediği ismi hürmetine Rabbimiz bizi onlardan pak eylesin. Her işi dürüst olan, herkesin kendisine emniyet ve güven duyduğu, muamelesi dürüst ve sağlam bir kimse haline gelmeyi nasib eylesin.Hiçbir saatimizi boş geçirmeden daima sevap kazanacak, hayırlarla meşgul olacak şekilde geçirmeyi cümlemize nasib eylesin.
Bi-hürmeti esrar-ı sûreti’l Fatiha.
[1] Deylemî, el-Firdevs, IV, 364, r. 7050; Ali el-Muttakî, Kenzu'l-ummâl, III, 506, r. 7644.
[2] Ahmed b. Hanbel, I, 387, r. 3672; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 182, r. 7301; Beyhakî, Şuabu'l-îmân, VII, 366, r. 5136; Ali el-Muttakî, Kenzu'l-ummâl, IX, 56, r. 24924; EbûNuaym, Hilyetü'l-evliyâ, IV, 166; Harâitî, Mesâviü'l-ahlâk, I, 178, r. 375.