Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-selâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ bâ’dü:
و عن أبي هريرة رضي الله عنه عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: " سبعة يظلهم الله في ظله يوم لا ظل إلا ظله: إما عادل، وشاب نشأ في عبادة الله عز وجل، ورجل قلبه معلق بالمساجد. ورجلان تحابا في الله اجتمعا عليه ، وتفرقا عليه، ورجل دعته امرأة ذات حسن وجمال، فقال: إني أخاف الله، ورجل تصدق بصدقة، فأخفاها حتى لا تعلم شماله ما تنفق يمينه، ورجل ذكر الله خاليًا ففاضت عيناه" ((متفق عليه)) .
Ve an ebî Hüreyrete radıyallahu anhu kâle kâle Resulullahi sallallahu aleyhi ve sellem:
Seb’atün yuzilluhümullahu fî zillihî yevme lâ zille illâ zılluhû imâmün âdilün ve şâbbün neşe’e fî ibâdetillahi ve raculün kalbuhû mu’allakun bi’l-mesâcidi ve raculâni tehâbbâ fillâhi icteme’â aleyhi ve teferrakâ aleyhi ve reculün de’athü imra’etün zâtü mansıbin ve cemâlin fe-kâle innî ehâfullahe ve raculün tesaddaka bi-sadakatin fe-ehfâhâ hattâ lâ ta’leme şimâluhû mâ tünfiku yemînuhû ve reculün zekerallahe hâliyen fe-fâdat aynâhu.
Sadaka rasûlüllâhi fî-mâ kâle ev kemâ kâle.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Allahu Teâlâ hazretlerinin selamı, rahmeti, bereketi, ihsânâtı, ikrâmâtı üzerinize olsun. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri, bu mübarek ayda, bu mübarek gecelerde kullarına bahşettiği nimetlerin en güzellerini sizlere bizlere nasib eylesin, ihsan eylesin.
Biliyorsunuz mübarek Ramazan ayının 20 gününü geçirdik, geriye 10 günü kaldı. Bu son 10 güne “el-aşrü’l-evâhir” adı veriliyor. Yani Ramazan’ın, son üçte biri olan son 10 günü. Kadir gecesini, bu son 10 günde aramamızı Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tavsiye buyurmuş. Kadir gecesini Allah gizlediği için, ne zaman olduğu belli değil ama Efendimiz ipucu veriyor, tavsiye ediyor son 10 günde arayın diye.
Kadir gecesini niçin arayacağız?
Çünkü; kadir gecesini ihya edebilsek, kadir gecesini ibadetle geçirebilsek kadir gecesi bin aydan daha hayırlı. Bin ay, bir sene oniki ay olduğuna göre, bini onikiye bölersek seksen küsür sene ediyor. Bir ömür ediyor. Yani bir kadir gecesini güzel geçirebilse müslüman, Allah’ın sevdiği şekil ile ibadetle, taatle, hayırla, hasenâtla, o zaman bir ömür boyu, çalışarak elde edecek gibi sevapları kazanmış olacak.
O kadir gecesi; o kadar önemli ki, daha Ramazan gelirken Peygamber Efendimiz müjdeliyor. Diyor ki, bir ay geliyor, Ramazan ayı geliyor önünüze, onun içinde bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Aman o, Ramazan ayının kıymetini bilin diyor. Ve bazı hadîs-i şerîflerde de Ramazan’ın son 10 gününde arayın diye tavsiye buyurmuş.
Kendisi de sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ramazan’ın son 10 günü geldiği zaman evinde bile kalmadan, artık evinde de yatmazdı, camiye gelirdi camide yatar kalkardı. Yani tek başına artık, hanımıyla da ayrı oluyor. Evden ayrılıyor, camide sabahlara kadar gecesini ihya ederdi. Bize de Ramazan’ın son 10 gününde sabahlara kadar, geceyi ibadetle geçirmek tavsiye olunmuştur. Ramazan’da camiye gelip, camiye girip, camide ikamet edip, geceyi gündüzü camide geçirip, itikâf eyleyip, bu geceyi kazanmak tavsiye olunmuştur.
Onun için itikâf, önemli bir sünnettir. Müslümanların yapabilenlerinin yapması lazım. Ayarlaması lazım işini gücünü buna göre, yapabilenin yapması lazım. Gündüz işi olup da yapamayanlar, akşam namazında gireceğim, ben de sabaha kadar geceyi ibadetle geçireceğim diye, gece itikâfa da niyetlenebilir.
Şimdi bu son 10 günün, ilk gecesine girmiş bulunuyoruz. Efendimiz derece derece ibadete olan bağlılığını, ibadete olan şevkini, gayretini arttıra arttıra son 10 günde, artık tamamen camide ibadet eder hâle geliyordu. Biz de bu 10 güne girdik, şu akşam ezanından itibaren bu 10 gün başladı. Onun için kıymetini bilin, gayrete gelin, fırsatları elden, boş yere kaçırmayın. Gecelerinizi ihyâ edin, oruçlarınızı güzel tutun, Ramazan’ın feyzinden, bereketinden nasibinizi, kısmetinizi elinizden kaçırmayın. Balığı yakalayıp da kocaman kıymetli güzel bir balığı, kayığa kadar çekipte yukarı çıkartırken, elinizden balık kaçmasın.
Geceyi ihya etmek; namazla, niyazla, zikirle, tesbihle, Kur’an’la olur, dua ile olur. Ama en sevaplı iş; ilim öğrenmek olduğundan, biz de her akşam olduğu gibi bu akşam da üç tane hadisi şerif okuyacağız.
Bu hadîs-i şerîflerden bir tenesi İmam Buhârî ve İmam Müslim’in rahmetullahi aleyhimâ sahihlerinde, sahih hadis kitaplarında, Sahih-i Müslim, Sahih-i Buhârî’de beraberce ittifâken alıp, kayda geçirmiş oldukları bir hadîs-i şeriftir ki; Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet olunmuştur.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki;
Seb’atün. Yedi sınıf insan vardır. Yuzillu hümullahu. Allah onları gölgelendirecek. Fî zillihî. Kendisinin,, gölgesinde. Yevme lâ zille illâ zılluhû. Kendisinin gölgesinden başka gölgenin olmadığı, insanların güneşin altında, güneşin anlında sıcakta ter döktükleri zamanda Allahu Teâlâ hazretlerinin nasib ettiği gölgede, bu yedi sınıf insanı ikram olarak gölgelendirecek.
Yani şeref tribünü gibi birşey. Nasıl stadyumlarda, yüksek rütbeli şahıslar, şeref tribününde kalıyorlar. Orası en itibarlı en güzel yer oluyor, gölgelikli oluyor filan. E işte Allah da en sevgili kullarını, mahşer yerinde her taraf çatır çatır, cayır cayır yanarken, güneş kulların tepesine yaklaştırılmışken, sıcaktan beyinleri kaynarken, terler yerin altına yetmiş arşın işlerken, dizlerine kulaklarına kadar ter içinde çırpınırken insanlar, bunlar arşın gölgesinde gölgelenen, yedi insan, yedi tip insan.
Arşın gölgesinde, Arş-ı Azam’ın gölgesinde, nurdan minberlerde oturmuşlar, pırıl pırıl da nur saçıyorlar etrafa. Mahşer halkı da bizim böyle yeryüzünden yıldızları seyrettiğimiz gibi onları seyrediyor. Onlara gıpta ediyor, bunlar kim böyle diye hayran hayran seyrediyorlar. Onlar arşın gölgesinde sefa sürüyorlar.
Çok kıymetli insanlar bunlar.
Bunlar kimler?
Bu Allah’ın gölgelendireceği insanlar, kimler?
Bir;
İmâmün âdilün. Adaletli hükümdar.
İmam ne demek, Arapça’da? Önde olan demek, önder demek.
Namazda önde olana da imam diyoruz, devletin yönetiminde de en önde olana, imam diyoruz.
İmâmu’l-müslimin, emîru’l-mü’minîn ne demek?
Müslümanların önderi demek, emiri demek, başbuğu demek, emir komuta söz kendisinde olan; son söz, imza selahiyeti kendisinde olan demek.
Âdilün. Adaletli, hakkaniyetli, kimsenin hakkını çiğnemiyor, zulüm yapmıyor, adaletle yönetim, idare ediyor.
Herkes memnun, hay Allah razı olsun diyor, kimse şikayetçi değil. Adaletli hükümdarın sevabı çoktur, mükafatı çoktur, duası müstecaptır, bedduası adamı kahreder. Adaletli hükümdarın, İslam hükümdarının kıymeti çoktur.
Onun için ilk önce, onu zikretti Peygamber Efendimiz. Bir;
İmâmün âdilün. Adaletli hükümdar, önder.
Hz. Ömer radıyallahu anh adaletiyle tanınmış, tarihten biliyoruz. O kadar adaletliymiş ki kendi işini yaparken, kendi mumunu yakarmış, devlet işini yaparken, kendi mumunu söndürür devletin mumunu yakarmış. Geceleri uyumazmış, elinde kamçı sokaklarda dolaşırmış. Evleri dinlermiş ağlayan var mı, dertli var mı? Uyumuş kalmış olan, çarşı pazar esnafının mallarını beklermiş, çalınmasın malları diye. Sorumluluk duygusuyla uyku tutmazmış kendisini. Öyle adaletli insanmış.
Başka?
Ömerü’s-sânî deniliyor, bir de Ömer İbni Abdulazîz de Emevi hükümdarı, o da çok adaletliymiş. O da Ebu Bekir Sıddîk efendimizin ve Ömer efendimizin torunlarından doğma bir mübarek. İki taraftan anadan babadan bir bereket var ki; Emevi sülalesinden olmasına rağmen, gözü tok adaletli davranmış. İşte bazı İslam hükümdarları, âdil olarak tanınmış biliniyor.
Allah bütün İslam ülkelerini, adaletli hükümdarlara sahip eylesin. Zulmetmeyen, hazineyi hortumlamayan, sefahate zevke düşmeyen, ümmetin hizmetine koşan gerçek, adaletli hükümdarları, nasib etsin. Yöneticileri, nasib etsin. Kötülerini de Müslümanların başından, Müslüman ülkelerin yönetiminden defetsin, yok etsin, mahvetsin, kahretsin, tart etsin.
Çünkü başa geçenin şerri, makamının büyüklüğü derecesinde fazla oluyor, bütün ümmeti Muhammed’e zararı oluyor.
Ve ikincisi; Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde, gölgelenecek bahtiyarlardan ikincisi.
Bu imâmün âdilün olmak, biraz yani daha biz doğru dürüst bir iş güç sahibi olmaya çalışıyoruz. İşte filan, nerde devletin başına geçmek filan. Biraz şey. Bu bize göre değil, bu sıfatı yakalamak zor. Amma;
Ve şâbbün neşe’e fî ibâdetillahi. Allah’a ibadet ederekten, yetişen genç.
Bu da arşın gölgesinde gölgelenecek. Allah’a ibadet üzere, gençliğini başlatmış geçirmiş olan kişi.
Biliyorsunuz insan yaşlandıkça, uslulaşıyor. Bir zaman sonra sakal bırakıyor, bir zaman sonra namaza başlıyor, hacca gidiyor. Gençliğini hatırlayanlar gülüyorlar diyorlar ki, biz senin gençliğini biliriz. Neydin bir zamanlar, bak ne oldun hacıefendi diyorlar, biliyorlar. Yani gençlikte delikanlılık olduğundan, başında kavak yelleri estiğinden, olmuyor da yaşlanınca yavaş yavaş aklı başına geliyor filan.
Amma bu öyle değil, bu; daha çocukluğundan yetişmesinden Allah’a ibadet ederek yetişmiş, günahlara, haramlara, flörtlere, içkilere, kumarlara, günahlara bulaşmadan yetişmiş. Bu da arşın gölgesinden gölgelenecek.
Çocuklarımızı böyle yetiştirmeye çalışalım. Aman evladım, bu sınıfa girmeye çalış. Gençliğini, şebabetini, delikanlılığını, Allah’ın rızasına uygun geçirerek ibadetle geçirerek, şu makamı kazan diye çocuklarımıza bu fikri öğretmemiz, aşılamamız uygun olur. Evladım biz yapamadık, cahilce geçirdik, fırsatı kaçırdık. Ah keşke gençlik geri gelse diyoruz ama gelmiyor, sen şimdi gençliğe yeni başlıyorsun. Gel şu bizim tecrübemizden sen istifade et, gel sen iyi bir genç ol diye, çocuklarımızı iyi yetiştirmeye gayret edelim.
Tabi biz iyi yetiştirmeye gayret ederken, şeytan da ne yapacak?
Delilik yaptırmaya çalışacak. Şeytan da kancayı takacak ona, bizim hiç istemediğimiz şeyleri söyleyecek. Sigara iç, delikanlı dediğin efe dediği sigara üfürür, savurur, fiyaka yapar. Köşe başında zincir sallar, arabaya biner kolunu kenara atar, gaza basar, araba yazlık arabaysa üstünü açar, saçlarını dalgalanarak şey yapar. İşte biraz kız arkadaş ediniyor herkes, sen de arkadaş edin, arabana al, Mc Donald's’a gidin, dondurma yiyin vesaire. Şeytan da zevkli gösterecek, tabi birtakım günahları. O da onu;
İnnemâ yed’ûhü hizbehû li-yekûnü min ashâbi’s-saîr. Cehenneme düşsünler diye, o da kendi tarafına çekmeye çalışacak.
Ne yapacağız?
Yavrucuklarımızı, şeytana kaptırmamaya çalışacağız.
Kuzucuğunu, kurdun parçalamasına razı olur musun?
Olmazsın. Kuzunu, kurt kapmasını istemezsin. Gayret edersin, çoban tutarsın, köpek tutarsın, dikkat edersin, aman kurtlar yemesin diye.
Haa, insanoğlunun kurdu şeytandır.
İnsanoğlunun kuzucuklarını, kim yer?
Kuzucuklarını da yer, koyunlarını da yer, burma boynuzlu koçlarını da yer, sığırlarını da yer, ineklerini de yer, develerini de yer, hepsini yer.
İnsanoğlunun kurdu nedir?
Şeytandır, şeytan aleyhillâne.
Neûzübillâhimineşşeytânirracîm. Şeytandan Allah’a sığınırız.
Herkesi kandırır, yaşlı insanı bile kandırır. İbadethanede ibadet eden insanı, bile kandırır. Kur’ân-ı Kerîm’de var misalleri.
Dağın başında ibadetle meşgulken, birgün şehre inmiş, birgünde şeytan onu bir kandırmış.
Önce nasıl kandırmış?
Doğrudan doğruya bu ağabeydi, kötülük yapmaya sevk edemeyeceği için önce ne yapmış?
Önce içki içirmiş.
İçki içirince ne oluyor?
Akıl gidiyor, firen bitiyor. Araba son hızla gidiyor firen yok.
Yol virajlı, virajları alamayan araba ne olur?
Uçuruma yuvarlanır.
Önce içkiyi içirtmiş, şuurunu kaçırtmış, ondan sonra günahları işletmiş, derece derece derece en sonunda da cehennemlik etmiş, bir gece de. Bütün ömrünü dağda, ibadetle geçirmiş bir ağabeydi, bir gecede mahvetmiş şeytan. O kadar korkunç bir düşmandır.
Camiden çıkan insanı avlar. Camiye giden insanı da avlar, camiye götürmemeye de çalışır ama, camiden çıkmışın da peşini bırakmaz.
Yalnız, gençleri daha çok kandırır. Genç evlendiği zaman acce şeytânuhû. Şeytanı feryadı basar.
Neden?
Aaaah…..! Feryadı basar şeytan.
Neden?
E yarı yarıya elinden kurtuldu.
Şimdi ben bunu kandıracaktım, şimdi bu evleniyor. Kolay kolay kanmaz, zor kanar, yarıya yarıya elimden kaçtı diye acce şeytânuhû. Şeytanı, feryadı basar diyor, Peygamber Efendimiz.
Onun için çocukları pek kartlaştırmamak lazım, tohuma kaçırtmamak lazım. Gençken çıtır çıtırken, pırıl pırılken evlendirmek lazım, günaha bulaştırtmamak lazım. Önemli tedbirlerden biri. Cami muhitinden, iyi muhitten ayırmamak lazım. Kötü arkadaşlarla, arkadaş ettirmemek lazım. Şahin gibi, takip etmek lazım. Her dakikasını nerde geçirdiğini aşağı yukarı bilmek lazım. Ben bunu camide bıraktım, ordan oraya beş dakikada gider, ordan öbür tarafa beş dakikada gider, 15 dakika arada boşluk olsa 15 dakikada nereye gittiğini, takip etmesi lazım. Yoksa şeytan peşinde. Herkesin peşinde ama onların daha çok peşinde.
Tabi ilim öğretirsek, biz niye müslümanız?
Biz niye camideyiz?
Biz niye oruç tutuyoruz?
Biz niye zahmetli, zorlu işleri sevap diye, neden yapıyoruz?
İmanımızdan.
Biz de çocuğumuza imanı aşılarsak; evladım bak, hayatın anlamı bu, dünyanın sonu bu, âkıbet ölüm. Ölümden sonrası hesap, hesaptan sonrası cennet veya cehannem diye, bizi iyi insan olmaya sevkeden ana duyguları kendi çocuğumuza aşılayabilirsek, kaynama aşısı veya tomurcuk aşısı veya çiçek aşısı veya kökünden kırt kırt, kırt kırt kesip, dal aşısı nasıl aşılarsan aşıla. Eğer çocuğuna İslam’ı aşılar da kendi haline bıraktığın zamanda onun müslüman olarak yaşamasını sağlayabilirsen kızını veya oğlunu iyi. Aşılayamadın mı aşı tutmadı mı şeytan onu çeker götürür. İşte esrar, işte eroin, işte eğlence, işte keyif, işte zevk, işte para, işte city’de eğlence merkezleri, türlü türlü keyifler, zevkler, tuzaklar, aldatmacalar. Aman!
İkinci kişi;
Allaha ibadet ede ede yetişen genç. Çok kıymetli. Evlatlarımızı böyle yetiştirmek amacımız olsun, gençlerimiz de böyle genç olmayı kendilerine gaye edinsinler. İkincisi bu.
Ve üçüncüsü;
Ve raculün kalbuhû mu’allakun bi’l-mesâcidi. Bir adam ki gönlü, mescide takılı kalmış, aklı fikri mescidde.
Bu ne demek?
Namazı, camiyi, cemaati seviyor demek. Sabahı camide kıldık, tamam takabbelalllah. Öğleyi camide kıldık, tamam tekabbelallah. İkindide şeytan kandırdı eyvah, neûzübillâh. Kılan camide kıldı, kılamayan evinde kıldı. Vaaz da yok. Mukabele de yok.
E ikindi de Allah’ın farz namazlarından, bir tanesi değil mi?
Niye ikindileri camiye gelmiyor?
Şeytan ikindide kandırdı, oruçlu Hacı Efendileri bile kandırdı, hocaları bile kandırdı.
Kandırır, hiç gevşemeye gelmez.
Ve raculün kalbuhû mu’allakun bi’l-mesâcidi. Aklı mescidlerde olan insan da Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde gölgelenecek.
Tık tık tık, hacı baba nereye gidiyorsun?
Mescide gidiyorum evladım, ikindi yakın. Beş dakika kaldı bak, yetişeyim ezan okunmadan filan.
E dün de gidiyordun.
Tabi dün de gideceğim, yarın da gideceğim, ömrüm oldukça gideceğim elbette. Mescidi ben seviyorum. Mescitler ;Allah’ın evleridir, mescitleri severim.
Burayı da seviyor musun hocam?
Burası da mescid oldu, burayı da sevmeye başladım.
Mescid olunca seviyorum. Mescid oldu mu nurlanıyor. Meyhane olsa kirlenir. İşte meyhane işte mescid.
Şerefü’l-mekâni bi’l-mekîni. Mekânın şerefi izzeti kıymeti, içinde oturan insanların, orada ne yaptığı ile ilgilidir.
Burada günah kumar olsaydı, burası kötü yer olurdu. Namaz kılınıyor, tamam. Burası, pırıl pırıl nurlu bir yer oldu. Gökyüzünden melekler buranın nurunu görüyorlar, biliyorlar. Burası namaz kılınıyor diye hemen biliyorlar, hemen anlıyorlar.
Mescidleri sevecek, mescitlere müdavim olacak.
Bir insan 40 vakit; günde 5 vakit olduğuna göre 40 bölü 5= 8 gün. İftitah tekbirine imam farza Allahu Ekber dediği zaman olmak şartıyla; yetişir de 40 vakit kılarsa, kaçırmadan, peş peşe mescitte namaz kılarsa, Peygamber Efendimiz cennetle müjdeliyor. Amma şeytan hepsini biliyor. Hadisleri de biliyor, ayetleri de biliyor. Yani o 40 vakti peşpeşe kılar tamamlar da cenneti kazanırlar diye bir ara kaytartır. İlle bir ayağını kaydırtır ya alışveriş merkezinde ya uykuda yatakta ya dükkânda ya topta futbol sahasında.
Adamına göre, kandırması adamına göre. Benim gibi ihtiyarı, tabi futbolda kandıramaz. Zaten beni arkamdan itseler, gitmem.
Amma genci tut bakalım, gitmeyecek mi gidecek mi?
Arkadaşlar hadi futbola dediği zaman, ötekisi de ya camide namaz kılacaktık, dediği zaman kalıyor iki arada bir derede.
Şimdi ben camiye gidip sevap mı alsam, yoksa futbola sahaya gidip de arkadaşlarla bir güzel top mu oynasam?
İki arada kalıyor, imtihan başlıyor.
Hep böyle Cenâb-ı Hak, insanı imtihan eder, hep. Kimisini geçimden yakalıyor şeytan, kimisini mevkiden makamdan, kimisini başka birşeylerden.
Ve raculün kalbuhû mu’allakun bi’l-mesâcidi. Mescitlere gönlü takılı olan insan da yani mescitleri seven, mescitlerle alakalı olan insan da arşın gölgesinde gölgelenecek. Üç.
Ve raculâni tehâbbâ fillâhi. Birbirini Allah için dost edinip, seven iki insan. İcteme’â aleyhi ve teferrakâ aleyhi. Allah için birbirlerini seviyorlar ya, buluştukları o sevgiden, ayrılmaları o sevgiyle.
Seviyorlar birbirlerini.
Sen bunu niye seviyorsun? Akraban mı? Menfaat mı var?
Hayır, o Kars’tan ben Bursa’dan. Hiç alakamız yok, akrabalığımız yok.
E nedir?
Allah için ben onu seviyorum, o kardeşim benim. O da beni seviyor. Bazen birbirimizle buluşuruz, bazen dünya işleri, işler ayırır bizi ayrılırız ama birbirimizi severek ayrılırız. Kavga yok, gürültü yok, ihtilaf yok, küsme yok. Biz Allah için, birbirimizi seviyoruz.
Hah Allah için kardeş edinmek, arkadaş edinmek insanın birbirini sevmesi çok sevaplı bir iş.
E hocam, buna da sevap olur mu?
Evet buna da sevap oluyor, çok sevap oluyor ve böyle insan da arşı alanın gölgesinde gölgeleniyor.
Tasavvuf tarikatta tarikat kardeşi oluyor.
Neden oluyor?
Ahiret yolunda, Allah’ın rızasını kazanma yoluna girdiler ya ikisi de aynı yolun yolcusu ya onu seviyor. Bu benim kardeşim ihvanım. Tamam, bu muhabbetten arşın gölgesinde gölgelenecek. Dört.
Beşincisi;
Ve reculün. Bir adam ki. De’athü imra’etün zâtü mansıbin ve cemâlin fe-kâle innî ehâfullah. Bir adam, onu, o adamı mevki makam sahibi şanlı şerefli ve güzel bir kadın çağırıyor.
Bizim konağa geliver duvardan atla, ben seni arka kapıdan içeri alırım, konakta kimse bulunmayacak, felekten bir gün çalalım beraber tamam mı?
Konu komşu görmeden, yatsıdan sonra, herkes yattıktan sonra sen arka kapıya doğru gelirsin, üç defa guguk kuşu gibi guguk guguk, guguk guguk yaparsın, ben de anlarım arka kapıyı açarım, sen de içeriye girersin buluşuruz. Ben saz çalarım sen oynarsın bilmem ne filan.
Ha, cadaloz bir karı değil, aşağılık da bir kadın değil. Zâtü mansıbin. Mevki makam sahibi, şanlı şerefli. Ve cemâlin. Güzel boylu poslu, ama adam diyor ki. İnnî ehâfullah. Yok öyle şey! Ben Allah’tan korkarım, böyle bir şey yapmaya.
Haram, böyle bir şey yapmak yok. Flört yok İslam’da, bakışmak yok, bakmak bile yasak. Mü’minlere söyle, gözlerini ötekilere bakmaktan, korusunlar. Namuslarını muhafaza etsinler. Bakmak bile yok. Öyle çağırıp gitmek oldu mu o hiç yok. İslam’da böyle şey yok.
Bu beşincisi, yani böyle şeyler oluyor. Senin başına gelmemiştir amma, çok kimsenin başına geliyor. Bir de bunları ballandıra ballandıra resimli romanlar, tarihi romanlar, anlatıyor. Romeo ve Jülyet, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şîrin, Leyla ile Mecnun.
Bunların hep romanları hikayeleri yok mu?
Kazanova’nın aşk maceraları.
Filimleri yok mu bunların?
Hepsi var.
Bunlar olağan olduğu için, Peygamber Efendimiz bu gibi durumlarda ‘Allah’tan korkarım’ demeyi, işaret buyuruyor. Öyle diyenin kendisini koruyanın, kurtulacağını işaret ediyor.
Tarihte Kur’ân-ı Kerîm’de biliyoruz ki; Yusuf aleyhisselam çok güzel bir yaratılışa sahip. Yüzü güzeldi, boyu posu güzeldi, çok güzeldi. O kadar güzeldi ki görenler, elinde elma varken, elmayı soyuyorken şaşırıp elmayı soyacak yerde parmaklarını doğruyorlardı.
Ayy!..
Ne oldu?
Tuh, ay oraya bakarken şaşkınlıktan parmaklarımı kestim.
Parmaklarını kesiyorlardı, o kadar güzel.
Ama peygamber torunu, peygamber oğlu, peygamber idi. Kerîm oğlu, kerîm oğlu, kerîm idi. Yani güzel huyluydu, yani soyluydu, yani edebli, namuslu idi. Köle diye kardeşleri onu, satmışlardı kaderin sevkiyle, Mısır’ın azizinin kölesi olmuştu. Çarşıdan onlar satın almıştı, konağa köle gelmişti, başına o haller geldi. Geldi ama hapse girerim dedi. Hapse tıkarız seni dediler kadınlar.
Dediğimizi yapmazsan hapse tıkarız.
Tıkın.
قال رب السجن أحب الي مما يدعونني اليه
Rabbi’s-sicnü ehabbü ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyhi. [1] Bu kadınların, bana yaptırmak istedikleri şeyi yapmaktansa hapse girmek, bana daha hoş gelir yarabbi hapse girmeyi tercih ederim dedi, senelerce hapiste yattı biliyor musunuz?
Yusuf aleyhisselam senelerce hapiste yattı. Arkadaşları hapisten çıktıktan sonra da bir müddet daha yattı.
بضع سنين
Bid’a sinîne. [2]
Birkaç yıl dahada yattı.
Çok hapiste yattı.
Neden yattı?
Namusundan dolayı, namusunu koruduğu için.
Ha, öyle insan da arşın gölgesinde, gölgelenecek.
Bu devirde de vardır. Çeşitli, türlü olaylar gelir, insanın başına gelebilir, kadının başına gelir, erkeğin başına gelebilir. O durumda diyecek ki, ben Allah’tan korkarım. Ben böyle şey yapmam.
Şimdi hocam gelmez, böyle şeyler olmaz.
Olmaz ama evde televizyon yok mu?
Var.
Evde televizyon olmayan birisi varsa, alnından öpeyim, omuzlarına beş tane mareşel yıldızı yapıştırayım.
Televizyon var mı?
Var, ne olacak hocam?
Ha, televizyon varsa her şey var evde.
Neden?
Televizyonda film var, televizyonda reklam var, televizyonda haber var, onların içinde de bir kere açık saçık kadın var. Çok rahat bir şekilde. Yani, ben şimdi haberleri seyrederken bakıyorum, mutlaka arasına karışıyor.
Yani en iyisi, evde televizyonunun bulunmaması ama yok öyle bir babayiğit, göremiyorum. Öyle pala bıyıklı, pazusu kuvvetli, beli kılıçlı, sırtında kalkanı, oku olan atın üstünde kahraman öyle tarihi bir şahsiyet hiç göremiyorum ben. İhtiyarladım gözlüğüm de var ama hiç göremiyorum öyle birşey. Televizyon tık, uzaktan o kadar da kolay açılıyor ki. Düğmeye bir basıyorsun açılıyor, tık tık tık düğmelere basıyorsun 1’inci kanal, 4’üncü kanal, 5’inci, 6’ıncı kanal… Bir de çanak anteni varsa, gökyüzünün bütün şer’ini melanetini topluyor televizyonun içine veriyor. Burası inter bilmem ne, burası şu burası bu. Hünâ kâhira. El-Kahire, bilmem ne.
Mısır’da her türlü çalgı çengi var, Suudi Arabistan’da yok. Suudi Arabistan’da yasak onlar.
Şimdi çareyi nasıl bulmuşlar?
Alimallah bu odanın içine zor sığan çanak antenleri, apartmanın üstüne koydular mı Mısır’ı da çekiyor, Fas’ı da çekiyor, Kazablanka’yı da çekiyor, Lübnan’ı da çekiyor o çanak antenler. Suud hükümeti, istediği kadar televizyonunda Kur’an okutsun. O Mısır’ın tarafını çevirdi mi uzaktan komuta düğmesine bastı mı hepsini Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de, Riyad’da, Cidde’de orda bile her tarafta seyrediyorlar.
Evet işte böyle namuslu, Allah’tan korkarım diyecek insan. Tamam ama televizyona da Allah’tan korkarım, demesi lazım. Televizyondan da şey yapması lazım.
Allah kurtarsın.
Çok zayıf âmin geliyor.
Köf, duyulmuyor bile, kedi miyavlar gibi. Yüksek sesle Âmin! diyemiyor kimse, hiç kimsenin niyeti yok. Ya biz ona bakıyoruz, buna bakıyoruz. İnternetti minternetti herkes birşey düşünüyor.
Allah yardımcımız olsun.
Görüyorsunuz, iyi Müslüman olmak kolay değil, zor.
Kur’an-ı kerimi bilemiyor, ezberleyemiyor.
Neden?
E televizyon var.
Çoluk çocuk vırt televizyonun başına.
Ne var?
Çizgi film var.
Öyle 4’ü 5’i, ya biz bu afacanları dünyada bir arada tutamıyorduk, zıplamadan, hoplamadan durduramıyorduk. Bu televizyon hepsini karşısında oturtturuyor, kıpırdatmıyor, bööyle bakıyorlar. Ondan sonrada ordaki o bilmem o uçan adamlar, süpermenler, bilmem neler onları, artık yapıyor. Eller ayaklar böyle hah huh tekme, tokat, dönme, bilmem ne. Bütün o televizyonda gördüğünü aynen taklit ediyor.
Çocuğu ben İslam terbiyesi ile yetiştireceğim.
İnşallah hacım, yetiştirirsin inşallah ama, bu televizyon senden önce çocuğu bir başka türlü bir yetiştiriyor ki sen çok geride kalıyorsun. Koşuyorsun koşuyorsun da yetişemiyorsun çocuğun terbiyesine, televizyon alıp götürüyor. İşin doğrusu bu. Ya televizyonu hep İslam’ı öğretecek. O zaman çocuklar, hiç televizyonun başına gelmez. O zamanda bahçede mahçede şey yapar. Ya da evde işte kendin bilmem nasıl yapacaksan nasıl yapacaksak çocukları güzel terbiye edeceğiz.
Beşinci buydu.
Altıncı;
Ve raculün tesaddaka bi-sadakatin fe-ehfâhâ hattâ lâ ta’leme şimâluhû mâ tünfiku yemînuhû. Bir adam da altıncı adam öyle bir adam ki. Tesaddaka bi-sadakatin. Bir hayır parası veriyor.
Zekât veya bağış veya bir para veriyor, hayrına Allah rızası için, ama bunu saklı veriyor. Gösteriş ile değil, alkış ile değil, ilan ile değil, sessiz sedasız, çaktırmadan veriyor, ne yaptığını anlayamıyor kimse.
O kadar gizli veriyor ki; sol eli, sağ elinin verdiğinden, haberdar olmuyor.
Bunun bile bundan haberi yok bunun ne yaptığının. Ne verdiğinden haberi olmuyor, gizli veriyor. Gizli verince Allah, sever. Gizli verince riya olmaz, gösteriş olmaz. O zaman sevabı çok olur.
Gizli sadaka veren insanı da [Allah sever].
Bu gizliyi neden veriyor?
İnsanların alkışını düşünmüyor, beğenmesini düşünmüyor Allah biliyor nasıl olsa diyor saklı veriyor. Hatta hatta verdiği insan, kimin verdiğini bile bilmesin diye, bazen öyle veriyorlar ki bilmiyor.
Eski zamanda bir hocaefendi talebe yetiştirmiş. İyi bir talebe yetiştirmiş. Seneler geçmiş, talebesi memleketine dönmüş, hoca da kendi, başka bir şehirde. Bir zaman gelmiş seyahate çıkmış hoca, o talebesinin diyarına gelmiş. Biliyor iyi bir talebeydi, iyi bir alim oldu.
Demiş ki, burada şu isimde bir şahıs var mı?
Kasabanın çarşısında pazarında sormuş, var demişler.
Var.
Demiş, onu ben ziyaret etmek istiyorum, evi nerdedir?
Evi belli ama kendisini, evde bulamazsın.
Niye?
Hapiste.
Hapse tıkıldı alim.
Niye hapse tıkıldı?
Birisine borçlanmış, borcu varmış gariban fukaracık. Vadesi geldiği halde borcu ödeyememiş alacaklısı da bastırmış hapse tıktırmış. Borçlu olduğundan, hapse girmiş.
Ya öylemi ne kadar borcu var?
Beş bin on bin neyse yani dinar. Amerikan doları bilmem ne. Neyse yani ne kadarsa.
O zaman Amerika da yok, dolar da yok, dinar var dirhem var.
O kadar parayı ödemiş.
Alacaklıyı bulmuş, sen bu adamı niye tıktırdın hapse?
E şu kadar borcu var, veremedi.
Peki al parayı.
Adamdan kâğıdı almış, kadı efendiye gitmiş, hapisten adamı çıkartmışlar amma o yola çıkmış.
Yani kendisinin borcunu, kim ödeyiverdi?
Hapisten çıkıyor adam ama, birisi senin borcunu ödedi hadi çık diyorlar. Ama kim olduğunu söylettirmemiş, yürümüş gitmiş, talebesiyle de görüşmemiş.
Çünkü minnet altında kalır, medyunu şükran olur, mahcup olur diye ödemiş geçmiş gitmiş.
Neden yapıyor?
Onun bilmesi önemli değil Allah bilsin yeter. Hayrı yapıyor, gizli gidiyor.
İnce insanlar, kibar insanlar. Karşı tarafın gönlünü, üzmek istemiyor. İyi insanlar yani büyük insanlar.
Yedincisi;
Ve reculün. Bir adam ki.
Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde, gölgelenen insanlar bunlar. Mübarek insanlar.
Zekerallahe hâliyen. Tenhada Cenâb-ı Hakk’ı zikrediyor. Lailahe illallah, Lailahe illallah, Hasbinallah, Elhamdülillah. Allah Allah, ya Hayyu ya Kayyum… Neyse zikrediyor. Hâliyen. Tenhada, hâlî boş bir yerde zikrediyor. Tek bir odada, gecede, tenha bir yerde. Herkesin arasında değil. Orda da gene gösteriş yok, tenha. Tenhada zikrediyor.
Fe-fâdat aynâhu. Gözlerinden, gözleri doluyor yaşlar şıpır şıpır yere dökülüyor.
Niye ağlıyorsun ya?
Sorsan niye ağlıyorsun?
Allah’ı zikrederken, insan neden ağlar kardeşim anlatamam ki. Bu ateş insanın içinde yoksa, söylemekle anlaşılmaz. Ağlıyorum işte.
O da arşın gölgesinde gölgelenir.
Evet, ikinci hadîs-i şerîf.
وعن عبد الله بن الشخير، رضي الله عنه ، قال: أتيت رسول الله صلى الله عليه وسلم، وهو يصلي ولجوفه أزيز كأزير المرجل من البكاء. ((حديث صحيح رواه أبو داود، والترمذي بإسناد صحيح)).
An Abdillah ibni Şıhhîr radıyallahu anh kâle eteytü Rasulallahi sallallahu aleyhi ve selleme ve hüve yüsalli ve li-cevfihî ezîzün ke-ezîzi’l-mirceli mine’l-bükâ.
Hadîsün sahîhun revâhu ebu Davud ve’t-Tirmizi fi’ş-şemâili bi-isnâdin sahihin.
İmam Ebu Davûd ve İmam Tirmizî sahih bir hadis olarak bu hadisi rivayet etmişler. Abdullah İbn Şıhhîr radıyallahu anh’ten.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına varmıştım, diyor bu zatı muhterem bu sahabî, o namaz kılıyordu. Peygamber Efendimiz namaz kılmaktaydı, tencerenin cızırtısı gibi ağlamaktan, Resulullah’ın göğsünden cızırtılar, iniltiler geliyordu, namaz kılarken.
Resulullah Efendimizin yanına vardığı zaman, ööyle ağlamaktan; tencerenin cızırtısı gibi sesler geliyordu, göğsünden Resulullah Efendimiz’in, namazdaki ağlayışından.
Üçüncü hadisi şerif.
وعن أنس، رضي الله عنه ، قال: قال رسول الله، صلى الله عليه وسلم، لأبي بن كعب، رضي الله عنه : "إن الله عز وجل أمرني أن أقرأ عليك: لم يكن الذين كفرو" قال: وسماني؟ قال: “نعم” فبكى أبي. ((متفق عليه)) .
((وفي رواية: فجعل أبي يبكى)).
An Enesin radıyallahu anh kâle kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem li-Übeyy ibni Ka’bin radıyallahu anh.
Peygamber Efendimiz, Enes radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Übey İbn Ka’b radıyallahu anh’a demiş ki;
İnnellâhe azze ve celle emeranî en akra’a aleyke lem yekunillezîne keferû. kâle semmânî kâle ne’am fe-bekâ.
Müttefekun aleyh.
İmam Buhârî ve İmam Müslim rivayet etmişler.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Übey İbn Ka’b radıyallahu anh’a demiş ki;
Aziz, pek aziz olan, pek celil olan Allahu Teâlâ hazretleri bana emretti ki, sana Lem yekunillezîne keferû [3] suresini okuyacağım.
Sana bu sureyi okumamı, Allah bana emretti dedi.
Übey İbn Ka’b da dedi ki, Peygamber Efendimiz’e; adımı söyleyerek mi emretti?
Übeyy’e oku mu dedi ya Rasulallah?
Adımı söyledi mi Cenâb-ı Hak?
Öyle mi emretti? Dedi.
Peygamber Efendimiz de evet, adını söyledi, Übeyy’e bu sureyi oku dedi.
Senin adını söyleyerek emretti, deyince Übeyy İbn Ka’b radıyallahu anh ağlamaya başladı.
Übeyy İbn Ka’b; Kur’ân-ı Kerîm’i çok iyi bilen, sahabeden, çok mübarek insanlardan bir kimse. Ensardan, fıkıhı kuvvetli, akabe beyatında bulundu.
Lem yekunillizîne keferû suresini ona ille okumasını Allah emretmiş. Ne sebeple ise artık onu araştırırız inşallah. Bakarsak bulursak, sizlere naklederiz.
Allahu Teâlâ hazretleri bizleri, sizleri, Allah’ın sevdiği, Allah’ı seven halis, has, hakiki müslümanlar eylesin.