Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîne Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
Fekale Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ لِلنَّاسِ فَلْيُخَفِّفْ، فَإِنَّ فِيهِمُ الضَّعِيفَ وَالسَّقِيمَ وَالْكَبِيرَ، وَإِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ لِنَفْسِهِ فَلْيُطَوِّلْ مَا شَاءَ
İzâ sallâ ehadüküm li’n-nâsife’l-yuhiffe fe-inne fîhimü’d-da’îfüve’s-sakîmü ve’l-kebîrü ve izâ sallâ ehadüküm li-nefsihîfe’l-yutavvil mâşâ’e.
Revâhü’l-Buhâriyyu ve Müslimü ve EbûDâvûd ve Nesei an Ebî Hüreyre radıyallahu anh.
Namaz kılmakla ilgili bir hadîs-i şerîf. Efendimiz buyuruyor ki;
İzâ sallâ ehadüküm li’n-nâsi. “Sizden biriniz insanlara namaz kıldırıyorsa; yani imamsa, öne geçmişse, söz onunsa, namazı istediği gibi kılmak onunsa.” Fe’l-yuhiff. “Hafif yapsın, namazı uzatmasın, uzun kılmasın.” Fe-inne fîhim. “Çünkü bu arkasındaki cemaatin içinde vardır.” ed-Da’îfü. “Zayıf olanı vardır.” Ve’s-sakîmü. “Hasta olanı vardır.” Ve’l-kebîru. “Yaşlı olanı vardır.”
Dermansız, güçsüz, ayakta durmaya mecali olmayan zayıfı vardır, hastası vardır, yaşlısı vardır. Onun için hafifçe kıldırsın, uzun kıldırmasın, dayanılmayacak, tahammül edilmeyecek gibi uzatmasın.
Ve iza sallâ ehadüküm li-nefsihî. “Ama sizden biriniz kendi başına namaz kılıyorsa.” Fe’l-yutavvil mâşâ’e. “İstediği kadar uzatsın.”
Peygamber Efendimiz, bir gece namazında bir secde edermiş; bir rekât yarı geceye kadar, yarı geceden sonra da öteki rekât; iki rekâtla bir geceyi geçirirmiş. Çünkü kendi başına. Ayakları şişinceye kadar namaz kılarmış. Kendi başına, kendisi bilir. Amma başkasına kıldırdığı zaman onları düşünecek. Çünkü... hatta ihtiyacı olan vardır. Yani treni kaçıracaktır, otobüs kaçacaktır, okula gidecektir, mecburiyeti vardır. Hatta daha fazla uzatırsa, abdestini tutamayacak olanı vardır. Bunların hepsi mümkün. Cemaat çünkü. O zaman hafif kıldırsın. Kendisi kılacağı zaman, namazı seviyor, istediği kadar uzatsın diyor, Efendimiz.
Demek ki cemaati düşüneceğiz, bıktırmayacağız. Cemaati bıktırmaya “tenfîr-i cemâat” derler, cemaati nefret durumuna düşürmek derler. Çok yasaklanmış olan bir şeydir İslâm’da, imamların dikkat etmesi gereken bir husustur. Cemaati kaçırttırmayacak, nefret ettirmeyecek.
Ya o adamın arkasında da namaz kılınmaz ya? Mübarek bir kılmaya başladı mı çok uzatıyor, bilmem ne filan..
Böyle şey yapmayacak, hafifçe kıldıracak, tadında bırakacak işi.
Muratpaşa Camii’nin imamı varmış, üç günde hatim indiriyorlarmış veyahut işte böyle sıkışık bir zamanda.. Cemaat içeri girdikten sonra [hoca] trak kapıyı kilitliyormuş içeriden, anahtarı cebine atıyormuş, geçiyormuş mihraba.
Yahu adam! Ne kilitliyorsun kapıyı? Ya abdesti sıkışırsa? N’apsın yani adam?
Kaçmasın.
Yani kaçarsa kaçsın, bir ihtiyacı var ki ondan çıkıyor, ne oluyorsun…
إِذَا صَلَّى الْعَبْدُ فِي الْعَلَانِيَةِ فَأَحْسَنَ، وَصَلَّى فِي السِّرِّ فَأَحْسَنَ، قَالَ اللهُ: «أَحْسَنَ عَبْدِي».
İzâsalle’l-abdüfi’l-alâniyeti fe-ahsene ve izâsallâfi’s-sırrı fe-ahsene kâlellâhu teâlâ ahsene abdî.
EbûHüreyreradıyallahuanh’ten bu kısa ikinci hadîs-i şerîf.
“Kul herkesle beraber namaz kıldığı zaman, alâniye görünen bir şekilde namaz kıldığı zaman namazı güzel kılarsa.”
Aferin önüne bakıyor, tâdil-i erkân ile kılıyor, ağır ağır tadını çıkartarak kılıyor. Tamam.
Ve sallâ fi’s-sırrı. “Hiç kimsenin görmediği, tek başına olduğu zaman kıldığı zamanda.” Fe-ahsene. “O zaman da güzel yaparsa.” Kâlellâhu teâlâ. “Allahu Teâlâ hazretleri buyurur ki.” Ahsene abdî. “Aferin kuluma, güzel yaptı.”
Amma, burada söylemiyor amma insanlarla beraber kıldığı zaman, özene bezene güzel kılar da evde kıldığı zaman, “İki takla, bir bakla, yâ rabbi sen beni günahtan sakla!” Paldır küldür, paldır küldür tavuğun yerden yem toplayışı gibi [hızlı hızlı]; semi’allahu li-men hamideh..Rabbenâ ve leke’l-hamd..Allahu ekber..Allahuekber..Allahuekber, Allahuekber Allahuekber Allahuekber..esselamu aleyküm ve rahmetullah esselamu aleyküm ve rahmetullah..Uuup! Pabucunun bir tanesi orada kalıyor, bir tanesi orada kalıyor, fırt gidiyor.
O zaman güzel kılmıyorsa riyadır, riyakârlıktır. Yalnız olduğu zaman güzel yapmıyorsa, insanların yanında güzel yapıyorsa bu kötü bir durumdur çünkü; insanlardan korkuyor, özeniyor da rabbiyle kaldığı zaman rabbinden korkmuyor, utanmıyor da özenmiyor. O iyi olmaz. Ama hem aşikâre kıldığı zaman cemaatle, halkın arasında, güzel yapar hem yalnız kaldığı zaman, kimse görmedik yerde de güzel namazını kılarsa, aferini alır. Kulum güzel yaptı, aferin diye Cenâb-ı Hak takdir eder, sever, mükâfatlandırır tabii. Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmak çok güzel.
إِذَا صَلَّى أَحَدُكُم فِي رَحْلِهِ، ثُمَّ أَدْرَكَ الْإِمَامَ وَلَمْ يُصَلِّ، فَلْيُصَلِّ مَعَهُ، فَإِنَّهَا لَهُ نَافِلَةٌ
İzâ sallâ ehadüküm fî rahilihî sümme edrake’l-imâme ve lemyüsalli fe’l-yüsallime’ahû fe-innehâ lehû nâfiletün.
“Sizden biriniz kervanda, yolda gelirken; namazı kıldı da sonra kasabaya geldiği zaman baktı ki orada cemaatle namaz kılınıyor, yetişti imama, cemaatle namaz kılmaya, ama kılmıştı yolda, ona da uysun.” O imama da Allahu ekber desin uysun. Sümme edrake’l imâme ve lem yusalli.“Namaz kılmamışken yetişmişse.” Bu ve lemyusalli’nin fâili imam. “İmam daha namaz kılmamışken camiye yetişmişse, imama yetişmişse.” Fe’l-yusalli me’ahû. “Onunla beraber de kılıversin.” N’olcak fazla mal daha iyi olur, göz çıkarmaz ki. Fe-innehâlehûnâfiletün. “Çünkü bu iki tane kıldı ama aynı namazı o onun için nafiledir.”
Bir de bizim arkadaşlardan birinin, İngiltere’deyken beraber okudukları bir arkadaşı varmış, Malezya’da rektör olmuş adam dönünce; orada tahsil gördü, Malezya’da rektör olmuş. Bizim bu arkadaş da, daha doğrusu benim talebe de, o da Malezya’ya bir vesile ile gitmişti. Arkadaşının ziyaretine gitmiş, rektör tabii, hatırlı bir arkadaşı. Oo.. Hoş geldin Mehmedim, n’aber, iyi misin, hoş musun şapur şupur filan.. Ezan okunmuş camiye gitmişler, namazı kılmışlar. Ondan sonra biraz daha geçmiş zaman, bir cemaat daha gelmiş, rektör yine gitmiş kılmış. Ondan sonra bir daha bir cemaat gelmiş, rektör bir daha kılmış.
“Yahu ne oluyor?” demiş arkadaşına, samimiyeti var..
“Ben kılmazsam bunlara şey olmaz, yani bunlara takviye oluyor, olsun demiş, ben Allah rızası için kılıyorum, çocuklar görsünler ki yani üniversitenin rektörü namaz kılıyor, profesör namaz kılıyor, şeyleri yerine gelsin diye yapıyorum.” demiş. Yani oy almak için değil. Allah rızası için şey yapıyor, talebeler ısınsın, sevsin diye yapıyor.
إِذَا صَلَّتِ الْـمَرْأَةُ خَمْسَهَا، وَصَامَتْ شَهْرَهَا، وَحَفِظَتْ فَرْجَهَا، وَأَطَاعَتْ زَوْجَهَا، قِيلَ لَهَا: ادْخُلِي الْجَنَّةَ مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتِ.
İzâ salleti’l-mer’etü hamsehâ ve sâmet şehrahâ ve hafizet fercehâ ve etâ’at zevcehâ kîle lehâ udhili’l-cennete mineyi ebvâbi’l-cenneti şi’ti.
Enes radıyallahu anh’ten müjdeli bir hadis, ama hanımlara. Dört oldu. N’apalım fazlası iyi.
İzâ salleti’l-mer’etühamsehâ. “Hatun, kadın beş vakit namazını kılarsa.”
Kılıyor, maşaallah, senin hatun benim hatun, beş vakit namazı kılıyor, tamam, güzel. Beş vakti kılarsa.
Ve sâmet şehrahâ. “Ramazan gelince de Ramazan ayını da orucunu tutuyor.” Aferim, iki. Ve hafizet fercehâ. “Namusunu da koruyor. Kocasına itaatli, bağlı, namusunu da korursa.” Ve etâ’at zevcehâ. “Zevcesine de, kocasına da dikbaşlılık yapmıyor.”
Söz dinliyor, itaat ediyor, tamam efendi diyor, itaatli bir hatun. Masal gibi bir şey ya bu!
“Ondan sonra Allahu Teâlâ hazretleri ona buyurur ki.” Kîle lehâ. “Ona denilir ki.” Yani belki bir melek söylüyor ama Allah dedirtiyor. Udhili’l-cennete. “Ey hatun cennete gir!” Min eyyi ebvâbi’l-cenneti şi’ti. “Cennetin hangi kapısından istersen gir, hepsi serbest denilir.”
Kolay. Kolay ya zor değil! Beş vakit namaz kılacak, Ramazan orucunu tutacak, namusunu koruyacak, kocasına itaat edecek. Hanımların işi kolay, cennete girmek çok kolay.İtaat ederse.
İtaat itaat…Hanımlar, beylerine itaat etsinler, deniyor da bunun sebebi; beylerin daha dindar olmasındandır.Hanımın da dindarlığını korumak,ahretini kollamakla, görevli olmasındandır.Yoksa, öyle zevçler, öyle kocalar var ki illallah!..
Hanım mübarek, hatun evliyâ, uçacak nerdeyse, gördüğü rüyaları filan anlatsam, ağzınız açık kalır, hayran kalırsınız; kocası haydut, çete, içkici, ayyaş, sarhoş... Kadıncağız da “ne yapalım bu benim kaderimmiş,Allah islah etsin “diyor.
Tabii koca iyi olmazsa, çok zor. Yani herhangi bir kimse, koca olsun baba olsun, hoca olsun patron olsun, herhangi bir kimse, Allah’ın yasak kıldığı bir şeyi, kullara emredemez, Allah’ın emrettiği bir şeyi de yasaklayamaz, hakkı yoktur. Allah’ın emrine aykırı emir, yasağına aykırı yasak, söz olmaz. Yani etâ’at zevcehâ demek “kocası müslümansa kocasına itaat edecek” demek. Ama bu devirde ,aksini çok duyuyoruz çok!
Çok evlatlar var, babası anası beş para etmez, evlat beş vakit namazlı. Hocam diyor benim annem babam, dua buyurun Allah ıslah etsin diyor. Namaz kılmazlar, açık saçıktır, namaz kılanları sevmezler, İslâm’ı sevmezler... Allahu ekber!.. Öyle anneden babadan bir evlat gelmiş evliyâ. Nasip!..
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ
Yuhricü’l-hayye mine’l-meyyiti ve yuhricü’l-meyyite mine’l-hayy. [1]
Ölüden diri çıkartıyor, kara topraktan canlı bitkiler büyüttürüyor, dirileri de öldürüyor Cenâb-ı Hak. Sübhanallah!..
Allah bizi yolunda dâim eylesin, ibadetine müdâvim eylesin, sevdiği kul eylesin, sevdiği işleri yapmayı nasip eylesin, müslüman yaşatıp huzuruna, mü’min-i kâmil olarak varıp, rıdvân-ı ekberine erip, cennetiyle cemaliyle müşerref olmayı nasip eylesin.
أَفْضَلُ الصَّدَقَةِ اللِّسَانُ. الشَّفَاعَةُ تَفُكُّ بِهَا الْأَسِيرَ، وَتَحْقِنُ بِهَا الدَّمَ، وَتَجُرُّ بِهَا الْـمَعْرُوفَ وَالْإِحْسَانَ إِلَى أَخِيكَ، وَتَدْفَعُ عَنْهُ الْكَرِيهَةَ.
Efdalu’s-sadakati el-lisânü eş-şefâ’atü tefükkübi-he’l-esîra ve tahkinü bi-he’d-deme ve tecirrubi-he’l-mârûfeve’l-ihsâne ilâ ahîke ve tedfe’u anhü’l-kerîhete.
Peygamber sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz Taberânî’nin, Harâitî’nin ve İbnü’n-Neccâr’ın Semure radıyallahu anh’ten rivayet eylediği bu hadîs-i şerîfte buyurmuş ki;
Efdalu’s-sadakati el-lisânü. “Sadakanın en üstünü, en faziletlisi, en kıymetlisi, dille yapılanıdır.”
Sadaka deyince bizim hemen aklımıza, kese, para pul gelir. Keseni açıyorsun, fakire para veriyorsun veya evine, kapına gelmiş olan dilenciye evden bir şey veriyorsun, buyur al, bu senin olsun diyorsun; o da Allah razı olsun diyor, tekabbelallah diyor filan. Bunu sanırız biz hemen, sadaka deyince aklımıza ilk önce bu gelir. Fakat Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
“Sadakanın en hayırlısı, en kıymetlisi, en faziletlisi dille yapılan iyiliktir.” Arkasından da eş-şefâ’atü diyor, bunun dille nasıl sadaka olduğunu, nasıl sadaka olabilir dille, onu anlatmak için buyuruyor ki;
eş-Şefâ’atü. “Şefaat etmektir.”
Şefaat ne demek?
Bir kimse hakkında birisine ricada bulunup onun işini görüvermesini, müşkülünü halledivermesini, hâcetini revâ etmesini istemek demek veya onun affet filan demek.
Böyle şefaat suretiyle insan neler yapabilir?
Tefükkübi-he’l-esîre. “Böyle dilinle şefaat ederek sen esiri esaret bağından kurtarırsın.”
Gidersin rica edersin esirin efendisine; ya bu çok iyi insandır, müslümandır, mütedeyyindir, ya bunu âzat ediver de azadlık sevabını kazan. N’olur işte o da sana duacı olsun ömrü boyunca. Esir, köle âzat etmek çok sevap, haydi yapıver bunu dersin esiri kurtarırsın. Dille, rica ile.
Başka?
Ve tahkinü bi-he’d-deme. “Kan dökülmesine mâni olursun, kanı kesersin, kan dökülmesini kesersin.”
Mesela kan davası oluyor veyahut birisi birisini öldürdü kısas olacak, rica edersin, araya girersin, yapmayın etmeyin dersin, bağışlayın, affedeni Allah sever dersin vesaire filan... böylece kanın heder olması, dökülmesi de engellenmiş olabilir. Köle âzat edilmiş olabilir.
Başka?
Ve tecirru bi-he’l-mârûfe ve’l-ihsâne ilâ ahîke. “Böyle dil ile iyi bir şeyi, iyi bir işin yapılmasını veya müslüman kardeşine iyi bir bağışın verilmesini sağlarsın.”
Ya bizim mahallede çok iyi bir insan var. Sen de ağasın, zenginsin. Şunun şöyle bir şeye ihtiyacı var, yapıverirsen çok sevap kazanırsın, çok dua alırsın filan..
Peki, vay..öyle mi, ben de zaten böyle bir hayır yeri arıyordum, tamam, ona hayrı yapayım filan der.
Demek ki, konuşmanın çok önemi var. Lisanın, dilin çok önemi var. Dille yapılan iyilikler ,sonuç itibariyle insanı çok sevaplara erdirir sadaka vermiş gibi. Sadaka veriyorsun adamın avucuna, bir para veriyorsun, o parayı götürüyor bir ihtiyacına harcıyor. Sen zaten bu ihtiyacı dille sağlıyorsun, görüveriyorsun. Binâenaleyh, dilimizi böyle hayırlı şeylerin oluşmasında kullanalım, yardımcı olalım. Dilimizi bu gibi konularda, bu hadîs-i şerîfte gösterilen misallere uygun yerlerde; rica etmekte, aracı olmakta, hatırlatmakta, teşvik etmekte, tavsiye etmekte kullanalım. Yapılan iyilikten dolayı sevap alırız. Bu da bir çeşit sadakadır, dille yapılan şey de bir sadakadır. O da insana, çok sevap kazandırır. İslâm’da ille insanın para harcamak yoluyla sadaka yapması diye tek bir şekil yoktur ve bu en faziletlisidir. Dille yapılan bu iyiliği oluşturmakta, dili kullanmak suretiyle yapılan sadaka en faziletlisidir.
أَفْضَلُ الشُّهَدَاءِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي الصَّفِّ الْأَوَّلِ. فَلَا يَلْفِتُونَ وُجُوهَهُمْ حَتَّى يُقْتَلُوا. أُولٰئِكَ يَتَلَبَّطُونَ فِي الْغُرَفِ الْعُلَى مِنَ الْجَنَّةِ، يَضْحَكُ إِلَيْهِمْ رَبُّكَ. فَإِذَا ضَحِكَ رَبُّكَ إِلَى عَبْدٍ فِي مَوْطِنٍ فَلَا حِسَابَ عَلَيْهِ
Efdalu’ş-şühed i’llezîne yukâtilûne fi’s-saffi’l-evveli fe-lâ yelfitûne vücûhehüm hattâ yuktelû ulâike yetelabbatûne fi’l-ğurafi’l-ulâmine’l-cenneti yedhaku ileyhim rabbüke fe-izâ dahike rabbüke ilâ abdin fî mevtının fe-lâ hisâbe aleyhi.
Ahmed b. Hanbel ve Taberânî, Naim’den veya Nuaym isimli sahabîden rivayet etmişler, radıyallahu anh. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Efdalu’ş-şühedâi.“Şehitlerin en faziletlisi, en kıymetlisi, derecesi en yüksek olanı.” Ellezîne yukâtilûne fi’s-saffi’l-evveli. “En öndeki ilk safta çarpışanlarıdır.”
En kıymetlisi onlardır. Çünkü; onlar tehlikeye en çok maruzdur, öldürülme ihtimali en yüksektir, düşmanla ilk karşılaşacak olan onlardır, arkadakiler belki düşmana bile şey yapamayabilir ama onlar hemen düşmanla karşı karşıya gelecekler. İlk safta çarpışan ve o zaman şehit olanlar, en üstün şehitlerdir. Şehitliğin en yüksek mertebesine erenlerdir.
Fe-lâ yelfitûne vücûhehüm hattâyuktelû. “Ön safta çarpışırlar da şehit düşünceye kadar da yüzlerini düşmandan çevirmezler, döndürmezler.”
Yani geri dönmezler, kaçmazlar, sebat ederler, çarpışırlar, şehit oluncaya kadar. Yüzlerini döndürmezler, adımlarını geriye atmazlar, gerilemezler.
Ülâike. “Bunlar.” Yetelabbatûne fi’l-ğurafi’l-ulâ mine’l-cenneti. “Bunlar cennette en yüksek köşklerde, köşklerin en yüksek salonlarında, odalarında keyiften, yatıp yaslanıp yuvarlanırlar.” Keyiften yan gelip yatarlar, keyfine bakarlar.
Yedhaku ileyhim rabbüke. “Ey Resûlüm! Rabbin onlara güler.”
O cennette veya şehit olurken, savaşırken Cenâb-ı Hak onlara güler.
Yani insan niçin gülüyor?
Memnun olduğu zaman, bir şeyden hoşlandığı zaman gülüyor. Rabbin, ey resûlüm veya ey dinleyen kişi, senin rabbin onlara güler diyor, Peygamber Efendimiz.
Fe-izâ dahike rabbüke ilâ abdin fî mevtınin. “Ve şunu bil ki senin rabbin, ey dinleyen kişi, bir yerde bir kula bir konudan dolayı gülüyorsa, gülmüşse.” Fe-lâ hisâbe aleyhi. “O kula hesap filan olmaz, sorgu sual olmaz.”
Çünkü rabbin sevdiği, tebessüm ettiği, güldüğü bir kuldur; ona hesap mesap olmaz. Onu doğrudan doğruya cennete sevk ederler.
أَفْضَلُ النَّاسِ عِنْدَ اللهِ إِمَامٌ عَادِلٌ، يَأْخُذُ لِلنَّاسِ مِنَ اللهِ، وَيَأْخُذُ لِلنَّاسِ بَعْضَهُمْ مِنْ بَعْضٍ
Efdalu’n-nâsi indellâh imâmün âdilün ye’huzuli’n-nâsi minellâhi ve ye’huzuli’n-nâsi ba’dahüm min ba’dın.
Bu da, EbûHüreyre radıyallahu anh’ten rivayet olunmuş bir hadîs-i şerîf. Efendimiz buyurmuş ki;
İnsanların en faziletlisi, en kıymetlisi, en üstünü kimdir?
İmâmünâdilün. “Allah indinde insanların en faziletlisi adaletli imamdır.”
Adaletli imam ne demek? Camideki imam mı?
Hayır, devletin başındaki başkan demek. ; başkan demek, önde olan demek. Devletin başında olan önder, yönetici kimse mü’min ve adaletli ise, adaletli önderin faziletinin üstüne çıkacak daha faziletli kimse yoktur.
N’apar bu adam?
Ye’huzuli’n-nâsi minellâhi. Yani, ye’huzu. “Alır.” Li’n-nâsi. “İnsanlar için.” Minellâhi. “Allah’tan.”
Yani insanlara Allah ne emretmişse, neler yapmalarını emretmişse, Allahu Teâlâ hazretlerinin emirlerini, Kur’ân-ı Kerîm’den, dinden, imandan alır öğrenir, insanlara öyle muamele eder, hükmünü öyle yürütür. Allah’ın emirlerine göre, insanları yürütür ve böylece Allah’tan insanlara rahmet ermesini ve o topluma bereket gelmesini ve o toplumun hayırlı, başarılı olmasını sağlar, toplumun saadetini sağlar. Yani Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini, topluma kazandırır. Allahuâlem, bu sözün ucu buraya gelir. Hayırlı bir önder oldu mu toplumu Kur’an’a göre, imana göre, İslâm’a göre yönetir, Allah da sever, yağmayan yağmurlar yağmaya başlar, başarılar, muzafferiyetler olur, bereket olur, hayır olur, toplum ilerler, kazanır, maddeten ve manen zengin olur. Demek ki Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini kullara getirtmeye sebep olur. Ne güzel!..
Ve ye’huzu li’n-nâsi ba’dahüm min ba’dın. “Ve insanların da haklarını, birbirlerine karşı görevlerini yapmalarını sağlar, haklarını da almasını sağlar.”
Kimseyi kimseye ezdirtmez, kimsenin hakkını çiğnettirmez, yanlış iş yaptırtmaz. Bu adam en yüksek derecelere çıkar. Böyle bir insan en yüksek derecelere çıkar.
Bu hadîs-i şerîf, bana; Eşrefoğlu Rûmî hazretlerinin Müzekki’n-Nüfus kitabındaki bir sözünü hatırlattı. Orada Eşrefoğlu Rûmî hazretleri, diyor ki;
Şeyhin vazifesi iki tanedir: Bir, Allah’a kullarını sevdirmek; iki, kullara Allah’ı sevdirmek.
Tamam, kullara Allah’ı sevdirmeyi aklımız alıyor. Tamam, Allah çok merhametlidir, çok lütufkârdır, bize bütün bu nimetleri O veriyor, bu rahmetleri yağdıran, bu meyveleri bitiren, bu nimetleri veren O, dersin; çok şükür yâ Rabbi der insanlar, sever Allah’ı. Tamam, bunu anlıyoruz. Peki her şeye kâdir olan Allah celle celaluhu yani,
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
Lâ yüs’elü ammâ yef’alu ve hüm yüs’elûne. [2]Kimseden emir almayan, kimsenin sorgusu, sual etmesi bahis konusu olmayan Allahu Teâlâ hazretlerine kulları nasıl sevdiriyor?
Yâ Rabbi! Sen bu kulları sev!
Nasıl yapıyor bu işi?
Ha, bunun açıklamasında diyor ki mübarek Eşrefoğlu Rûmî hazretleri;
Ey Allahım! Beni senden ayırma.
Beni senin cemalinden ayırma.
sözlerini söyleyen, o ilahiyi yazan, mübarek diyor ki; “Kulları Resûlullah’ın yolunda yürütür, sünnet-i seniye, Peygamber Efendimiz’in izinden, yolundan yürütür, Allah o zaman kulları sever, Allah’a kullarını öyle sevdirtir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de de geçiyor zaten;
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
Kul in küntüm tuhibbûnellâhefe’t-tebiûnî yuhbib kümullûhu. [3] “De ki ey Resûlüm o iddiacı heriflere! Siz Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun da Allah da sizi sevsin.”
Demek ki Resûlullah’a iyi tâbi olmak, ittiba etmek, tam uymak neymiş?
Allah’ın sevgisini kazanmanın vesilesiymiş.
Ne yapıyor?
Resûlullah’a insanları iyi ittiba ettiriyor, aman haa sünnete uyun, bidata kaymayın, Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuş, şöyle yapın, böyle yapın... sevaplı şeyleri öğretiyor, sünnet yolunu gösteriyor, alıştırıyor, o zaman Cenâb-ı Hak da sünnete uygun, habîb-i edîbine ittiba etmiş olan insanları seviyor.
E imâm-ı âdil de ne yapıyor, adaletli hükümdar da ne yapıyor?
İnsanlar için Allah’tan şey sağlıyor,ye’huzuli’n-nâsiminellâhi. “İnsanlar için Allah’tan alır.” diyor.
Neyi alır?
Yani böyle bir şekillerle rahmeti alır, rızayı alır, lütfu alır, ikramı alır. Çünkü onları iyi idare eder, iyi şeyler yaptırtır; oh ahâli Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine ererler.
Allah, bütün İslâm ülkelerine en iyi yöneticileri, en merhametli, işi en iyi bilen, müslümanlara en güzel şekilde yöneticilik yapan kimseleri getirtsin; kötüleri tasfiye eylesin, iyileri başa getirsin. Ümmet-i Muhammed’e de böylece dünyada da âhirette de izzet, saadet, selamet nasip olsun.
Tabii bir nokta var, hükümdarları düzeltmenin de yolu acayiptir ama yine halkın İslâm’a sarılmasından geçer çünkü;
Kemâ tekûnû yüvellâ aleyküm.“Nasıl olursanız size laik idareciler geçer başınıza.” buyurulmuştur.
O tarafı da var. Bozulursanız, dökülürseniz, ayağınız kayarsa, günahlara dalarsanız o zaman başınızdaki adamlar da ciğeri beş para etmez adamlar olur.
Neden?
Siz bozuksunuz da ondan. İyi olursanız, iyiliğinizin nispetinde Allah nasılsanız size uygun olarak idarecilerinizin de iyilerini ihsan eyler.
Demek ki bizim kişisel olarak yapacağımız şey İslâm’a sımsıkı sarılmaktır. Biz sımsıkı İslâm’a sarıldık mı yöneticileri bile düzeltiriz, duamızla bile düzeltiriz. Biz bozulduk mu yöneticiler de bozulur. Eğer bir yerde yöneticiler bozulmuşsa, halka bakın, halkta kusur vardır, eksiklik vardır, gevşeklik vardır, İslâm’ı uygulamakta tam titiz davranmıyorlardır da Allah cezayı vermiştir.
Nasreddin Hoca’ya atfederler, bir fıkra var ama benim çok hoşuma gider, her zaman da söylerim.
Hükümdar önüne geleni yakalıyormuş, söyleyin bakalım, ben zalim miyim mazlum muyum?
Adam dürüstse, yürekliyse, cesaretliyse zalimsin be diyormuş, hoop hapse.
Vay küstah, edepsiz bilmem ne...
Sen sordun, ben de doğruyu söyledim.
Yallah hapse... işkence, ceza, dayak, bilmem ne filan.
E bunu görenler; efendim sen adilsin, şöyle tatlısın, böyle iyisin bilmem ne...
Sus, dalkavuk, yalancı; bak şunu ağlattım, bunu sızlattım, bunu inlettim, nerem? Sen dalga mı geçiyorsun, seni dalkavuk seni... yine cezalandırırmış.
Nasreddin Hoca’ya getirmişler konuyu, demişler ki;
“Hocam bu adamdan kurtaramıyoruz yakamızı, sokaktan geçeni çeviriyor, soruyor ben zalim miyim mazlum muyum diye, öyle desek ceza, böyle desek ceza, ne yapsak kurtulamıyoruz.”
“Siz beni onun oradan geçirtin.” demiş.
Nasreddin Hoca’yı oradan geçirtirken hocayı da yakalamış; “Gel buraya bakalım demiş, söyle bakalım ben zalim miyim mazlum muyum?
Demiş ki; “Sen ne zalimsin ne mazlum demiş, sen Allah’ın gönderdiği bir insansın; zalim biziz ki Allah seni bize gönderdi.” demiş.
Çok doğru! Çok doğru bir söz. Yani şaka, fıkra, tamam, işin olmuş mu olmamış mı ayrı ama insanlar zalim olunca, başına zalim idareciler gelir ve başı belaya girer. Zalim milletleri, gevşek milletleri, İslâm’a uygun hareket etmeyen milletleri cezalandırmak için Allah başlarına zalimleri musallat eder. Onun için kendimizi düzelteceğiz.
Allah bizi lütfuyla keremiyle ıslah eylesin, şimdiye kadar işlediğimiz günahları da affeylesin.
Gelin beraberce bir aşk ile şevk ile tevbe ve istiğfar eyleyelim, günahlarımız afv ü mağfiret olsun da Cenâb-ı Hak bizi bundan sonra umduklarımıza nâil, korktuklarımızdan emin, iyi hallere sahip güzel bir yaşamla yaşamaya muvaffak eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ. Ve bi-hürmeti Habîbihi’l-müctebâ. Ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.