Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdülillâhi rabbi’l-âlemîn .hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. es-Salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîn.
Emmâ ba’dü
Fe-kâle Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
إِنِّي لَأَعْرِفُ نَاسًا، مَا هُمْ أَنْبِيَاءُ وَلا شُهَدَاءُ، يَغْبِطُهُمُ الْأَنْبِيَاءُ وَالشُّهَدَاءُ بِمَنْزِلَتِهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، الَّذِينَ يُحِبُّونَ اللهَ، وَيُحَبِّبُونَهُ إِلَى خَلْقِهِ، يَأْمُرُونَهُمْ بِطَاعَةِ اللهِ. فَإِذَا أَطَاعُوا اللهَ أَحَبَّهُمُ اللهُ
İnnî le a’rifü nâsen mâhüm enbiyâü ve lâ şühedâü yağbitühümü’l-enbiyâü ve’ş-şühedâü bi-menziletihim yevme’l-kıyâmeti ellezîne yuhibbûnallâhe ve yuhabbibûnehû ilâ halkihî ye’mürûnehüm bi-tâatillâhi fe izâ etâullâhe ehabbehümüllâhü.
Hadîs-i şerîf, Ebû Said hazretlerinden rivayet olunmuş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
İnnî le a’rifü nâsen mâhüm enbiyâü ve lâ şühedâü. “Ben birtakım insanlar biliyorum, tanıyorum ki; bunlar peygamber de değiller, şehit de değiller.” Yağbitühümü’l-enbiyâü ve’ş-şühedâü bi-menziletihim yevme’l-kıyâmeti. “Ama kıyamet gününde onların makamlarından, mükâfatlarından; onlara peygamberler, şehitler bile gıpta ederler!”
Onlar kimlerdir?
Ellezîne yuhibbûnallâhe. “Onlar o kimselerdir ki; Allah’ı severler, Allah Âşıklarıdır.” Ve yuhabbibûnehû ilâ halkihî. “Ve Allah’ı da kullarına sevdirirler.” Ye’mürûnehüm bi-tâatillâhi. “Allah’a itaat etmeyi kullarına söylerler.” Fe izâ etâullâhe ehabbehümüllâhü. “Allah’a kullar itaat edince de Allah da onları sever!”
Hadîs-i şerîften anlıyoruz ki, peygamber değil. Peygamber olmak, herkesin isteğiyle de olan bir şey de değil, Allah’ın bir vergisi. Bazı kullarını peygamber yapmış, şehit; şehit de çok yüksek bir makam.
Ama peygamber ve şehit olmadığı hâlde makamı çok yüksek, herkesin gıpta ettiği insanlar vardır.
Kimler?
Ellezîne yuhibbûnallâhe. “Allah’ı sevenler.”
Bu mübarek insanların, birinci sıfatları; Allah’ı sevmeleri.
Allah’ı sevmek çok yüksek, çok derin bir duygu ve çok kuvvetli bir idrakin sonucu. Çünkü Allah’ı sevmek için; Allah’ın kudretini, sanatını, hikmetini sezebilmek lazım. Etrafına bakıp ,onu sezen Allah’ı sever, Allah’ı seveni de Allah sever. Allah, kendisini seveni; kapısından kovmaz.
Allah’ın kulları sevmesi, kulların Allah’ı sevmesi ile orantılıdır. Kullar Allah’ı seviyorlarsa Allah da kulları seviyor demektir. O bakımdan;
Bir: Allah’ı sevmek!
İkincisi:
Ve yuhabbibûnehû ilâ halkihî. “Bu adamlar, Allah’ı da kullarına sevdiriyorlar.”
Çalışma yapıyorlar, uğraşıyorlar, Allah yolunda seyahat ediyorlar, konuşuyorlar; halka Allah’ı sevdiriyorlar. Anlatıyorlar, tanıtıyorlar, öğretiyorlar; Allah’ı sevdiriyorlar.Allah’ı sevdirenler.
Allah’ı seviyorlar, bir de Allah’ı kullarına sevdiriyorlar!
Bir şey daha yapıyorlar:
Allah’ın kullarına; “Allah’a itaat edin! İbadet edin, iyi kul olun!” diyorlar.
Fe izâ etâullâhe ehabbehümüllâhü. “Onlar da söz dinleyip itaat edince, Allah da onları seviyor.”
Demek ki; bir işleri kullara Allah’ı sevdirmek, diğer işleri de kulları Allah’a sevdirmek!
Allah kulları sevsin, diye ellerinden bir şey gelmez.
“Bunları sev yâ Rabbi!..”
Sever veya sevmez!
Ama nasıl?
Allah’a itaat edin, diye itaati öğretiyorlar. İtaati yapınca da Allah onları seviyor!
Bu anlatılanlar kimlerdir?
Mürşid-i kâmillerdir, evliyâullahtır! Allah’ı seviyor, Allah âşıkları: Yunus Emre, Mevlânâ, Eşrefoğlu Rûmî, Hacı Bayrâm-ı Velî, İbrahim Hakkı-i Erzurumî, Abdulkâdir-i Geylânî, Bahaüddîn-i Nakşibend… gibi mübarekler, Allah dostları, Allah âşıkları dediğimiz kimseler.
1. Allah’ı seviyorlar.
2. Allah’ı sevdirme, çalışması yapıyorlar ve sevdiriyorlar.
Dervişler, Allah’ı sevmiyor mu, Allah âşıkları kimler, kimlerden çıkıyor?..
Hep tasavvuf erbabından, çıkıyor. Âşık-ı sâdık, mübarek, gözü yaşlı insanlar. Akılları fikirleri, şiirleri, ilahileri hep Allah sevgisi!
Bir de Allah’a itaati emrediyorlar:
“Aman Allah’a âsi olmayın, aman Allah’a itaat edin, aman emrini tutun!” diyorlar. Tabii Allah’a itaat edince de Allah, o itaat eden kulları seviyor. Böylece; Allah’a kulları sevdiriyorlar, kullara Allah’a sevdiriyorlar. Kendileri de Allah’ı seviyorlar. Önce kendileri Allah’ı seviyorlar. Sonra kullara Allah’ı sevdiriyorlar, sonra Allah’a da kulları sevdirtiyorlar! Çünkü kullara; “Allah’a itaat edin, ibadet edin!” diyorlar.
Ne güzel iş! Ne kadar hoş meslek! Ne kadar tatlı bir çalışma, ne kadar güzel bir şey!
Allah böyle olmaya, böyle işler yapmaya, bizi muvaffak eylesin.
1. Allah’ı sevmek.
2. Kulları uyarmak, Allah’ı sevdirmek.
3. Kulları Allah’ın sevdiği yola sevk edip, Allah’ın kulları sevmesini de sağlamak.
Ne güzel, çok güzel!
Bunu sizler ailenizde, babalar olarak da yapabilirsiniz. Çünkü baba diye herkes ,babasını sever. Evde çok büyük hatırı vardır. Ailenizde bunu yapabilirsiniz. En küçük çevre olarak ailede, bunu yaparsınız. Ayrıca akraba çevrenizde, hatırınız geçen insanlar arasında da yaparsınız. Ayrıca biraz daha dünya işlerinden, âhiret işlerine vakit ayırırsanız daha geniş çapta da yaparsınız.
Bugün dünyanın orasına burasına, Allah rızası için seyahat edip de Allah’ın dinine, davet edip de bu işleri gören insanlar yok mu?
Var.
Allah hepinizden razı olsun, helal hayırlı kazançlar versin; çalışıyorsunuz, para kazanıyorsunuz, iş güç sahibi oldunuz. Seviniyoruz ama, bir taraftan da işinizi hafifletmeye bakın! İşinizden vakit ayırmaya çalışın! Şu işi yapın!
Kullara, Allah sevgisini aşılama çalışmasının, en kolay yolu, aracı olmaktır. Elinden tutup götürmektir. Bir de itaati emretmek; kulları Allah’a itaat ettirmek, böylece onlara Allah’ın rızasını kazandırtmak çok önemli. Allah razı olsun, muvaffak etsin.
İkinci hadîs-i şerîf.
إِنِّي سَأَلْتُ رَبِّي أَوْلَادَ الْـمُشْرِكِينَ، فَأَعْطَانِيهِمْ خُدَّامًا لِأَهْلِ الْجَنَّةِ، لِأَنَّهُمْ لَمْ يُدْرِكُوا مَا أَدْرَكَ آبَاؤُهُمْ مِنَ الشِّرْكِ، وَلِأَنَّهُمْ فِي الْـمِيثَاقِ الْأَوَّلِ
İnnî seeltü rabbî evlâde’l-müşrikîne fe a’tânihim. Huddemen li-ehli’l-cenneti li-ennehüm lem yudrikû mâ edrake âbâühüm mine’ş-şirki ve li-ennehüm fi’l-mîsâki’l-evveli.
Hadîs-i şerîf Enes radıyallahu anh’ten, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;
“Ben duamda; ‘Rabbim! Müşriklerin evlatlarını bana bağışla yâ Rabbi!’ diye dua ettim.”
Mü’min olmayan, imana gelmeyen, müslüman olmayanların yavrularını ,bana vermesi için dua ettim, istedim. Rabbim de bana verdi.
Onlar ne olacak?
Huddemen li-ehli’l-cenneti. “Onlar cennet ehlinin hizmetinde olacaklar, hizmetine koşturacaklar, istediklerini yapmaya koşturacaklar.”
Neden? Cennete girecekler,cennet ehline hizmet eden kimseler olacaklar?
Li-ennehüm lem yudrikû mâ edrake âbâühüm mine’ş-şirki. “Çünkü onlar, babalarının bulaştığı şirk belasına bulaşmadılar.”
Daha küçük; müşrik olmadılar, puta tapmadılar. Daha küçük olduklarından, babalarının o şirk belasına bulaşmaları bunlarda yok. Onun için masumlar yani bir.
İkincisi de;
Ve li-ennehüm fi’l-mîsâki’l-evveli. “Çünkü onlar, daha ilk anlaşmanın hükümleri içindeler.”
el-Misakü’l-evvel ne demek?
“İlk anlaşma” demek.
Kullar ile Rab arasında, Allahu Teâlâ hazretleri arasında ilk anlaşma ne zaman oldu?
Ruhlar âleminde oldu. Allahu Teâlâ hazretleri bütün ruhlara hitap eyledi ki;
Elestü bi-rabbiküm? “Ben sizin Rabbiniz değil miyim, söyleyin bakayım?”
Kâlû belâ. “Olmaz olur musun, Rabbimiz’sin yâ Rabbi!” dediler.
İşte bu, o zaman ilk misak, el-Misakü’l-evvel oluyor. Daha doğmadan evvel, dünyada değilken dünyadan evvel ki hayatta, Allah’a söz vermiş oluyorlar.
Kâlû belâ dediler. Kâlû belâ’dan beri müslümanız, diyoruz.
“Ne zamandan beri müslümansın?”
“Ruhlar âleminden beri müslümanız.”
Daha o anlaşma içindeler, o anlaşmaları yürürlükte!
O anlaşmaları, ne zaman bozuluyor?
Şirke başladıkları zaman, puta tapmaya başladıkları zaman gidiyor. Anlaşmaları bozmuş oluyorlar. Demek ki Peygamber Efendimiz, o çocukları; “Bunları affet, bunları bana bağışla, bunları bana ver…” diye Allahu Teâlâ hazretlerinden dilemiş. Onlar da cennete girecekler ve cennet ehlinin hizmetine koşuşturacaklar.
Ve üçüncü hadîs-i şerîf.
إِنِّي لَأَشْفَعُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِأَكْثَرَ مِمَّا عَلَى وَجْهِ الْأَرْضِ مِنْ حَجَرٍ وَمَدَرٍ وَشَجَرٍ
İnnî le-eşfe’u yevme’l-kıyâmeti li-eksere mimmâ alâ vechi’l-ardi min hacerin ve mederin ve şecerin.
Birçok kaynaklar; mesela Begavî, İbn Şâhin, İbn Kânî’, Hulvanî, Tayâlîsî, Ahmed b. Hanbel gibi kaynaklar rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
İnnî le-eşfe’u yevme’l-kıyâmeti. “Ben kıyamet gününde, şefaat edeceğim. Li-eksere mimmâ alâ vechi’l-ardi min hacerin ve mederin. “Ben yeryüzündeki taş, toprak ve ağaçtan daha çok insana ,şefaat edeceğim.”
Peygamber Efendimiz’in şefaati olacak, şefaat edecek. Şefaatiyle, O’nun hatırına Allahu Teâlâ hazretleri ,birçok kimseyi bağışlayacak. Efendimiz’in şefaatiyle, cennete girecekler.
Rabbimiz, bizi kendisine mutî kullarından eylesin. Peygamber Efendimiz’in sevgisini, rızasını, şefaatini kazananlardan eylesin. Azaba uğramadan, gazab-ı ilâhiyeye mâruz kalmadan, cezaya çarpılmadan, mükâfatları alarak doğrudan doğruya, cennete girmeyi nasip eylesin.
إِنَّ الْـمُؤْمِنَ إِذَا خَرَجَ مِنْ قَبْرِهِ صُوِّرَ لَهُ عَمَلُهُ فِي صُورَةٍ حَسَنَةِ وَشَارَةٍ حَسَنَةٍ، فَيَقُولُ لَهُ: مَا أَنْتَ؟ فَوَاللهِ إِنِّي لَأَرَاكَ امْرَأَ الصِّدْقِ، فَيَقُولُ: أَنَا عَمَلُكَ. فَيَكُونُ لَهُ نُورًا، وَقَائِدًا إِلَى الْجَنَّةِ؛ وَإِنَّ الْكَافِرَ إِذَا خَرَجَ مِنْ قَبْرِهِ صُوِّرَ لَهُ عَمَلُهُ فِي صُورَةٍ سَيِّئَةٍ وَشَارَةٍ سَيِّئَةٍ، فَيَقُولُ: مَا أَنْتَ؟ فَوَاللهِ إِنِّي لَأَرَاكَ امْرَأَ السُّوءِ، فَيَقُولُ: أَنَا عَمَلُكَ، فَيَنْطَلِقُ بِهِ، حَتَّى يُدْخِلَهُ النَّارَ
İnne’l-mü’mine izâ harace min kabrihî suvvira lehû amelühû fî sûretin haseneti ve şâretin hasenetin fe yekûlü lehû mâ ente fevallâhi innî le erâke imrae’s-sıdki fe yekûlü ene amelüke fe yekûnü lehû nûran ve [ev] kâiden ile’l-cenneti.
Ve inne’l-kâfire izâ harece min kabrihî suvvira lehû amelühû fî sûretin seyyietin ve şâretin seyyietin fe yekûlü lehû mâ ente fe vallâhi innî le erâke imrae’s-sûi fe yekûlü ene amelüke fe yentaliku bihî hattâ yudhilehü’n-nâre.
İbn Cerîr, Katade’den mürsel olarak rivayet etmiş ki ,Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş:
İnne’l-mü’mine izâ harace min kabrihî suvvira lehû amelühû fî sûretin haseneti. “Sûr’a üfürüldükten, kıyamet kopmaya başladıktan sonra, ikinci defa Sûr’a üfürülünce, insanlar kabirden kalkacaklar. Mü’min kabirden kalktığı zaman, çıktığı zaman kabrinden; artık kıyamet koptu,insanlar mahşer yerinde toplanacaklar, Ve şâretin hasenetin. onun dünyada işlediği ameller, güzel bir suretle karşısına çıkar.” “Ve güzel bir heyetle karşısına çıkar.”
Hoş bir şekilde sevimli bir insan gibi, tatlı bir şekilde karşısına çıkar.”
Fe yekûlü lehû mâ ente. “Mü’min, karşısına insan suretinde çıkan ama güzel insan, güzel kılıklı iyi görünümlü tatlı insana sorar, der ki: Sen nesin?” Fevallâhi innî le erâke imrae’s-sıdki. “Vallahi ben seni doğru bir adam olarak görüyorum, mâ ente kimsin?” Fe yekûlü ene amelüke. “O da der ki: Ben senin dünyadaki işlediğin amellerinim.” Fe yekûnü lehû nûran Ve ona ameli nur olur, aydınlatır.”Ev kâiden ile’l-cenneti. “Yahut cennete sevk eden, kılavuzu olur.”
Hem önünü aydınlatır hem de cennete götürür.
Ve inne’l-kâfire izâ harece min kabrihî suvvira lehû amelühû fî sûretin seyyietin ve şâretin seyyietin. “Kâfire gelince o, kabrinden çıktığı zaman; ameli onun karşısında çirkin bir şekille tasvir olunur, mücessem bir şekilde görünür, kötü bir görünümde karşısına çıkar.” Fe yekûlü lehû mâ ente. “Sen nesin, kimsin?” Fe vallâhi innî le erâke imrae’s-sûi. “Ben seni, fena bir insan olarak görüyorum.” Fe yekûlü ene amelüke. “O da der ki: Ben senin dünyada işlediğin amelinim.” Fe yentaliku bihî hattâ yudhilehu’n-nâre. “Bu ameli, bu kâfiri sürür, cehenneme sokuncaya kadar götürür.”
Hadîs-i şerîflerden, çok kesin olarak biliyoruz ki; Allahu Teâlâ hazretleri bizim hayatımızdaki amellerimizi, Kur’ân-ı Kerîmlerimizi, ibadetlerimizi bizim anlayacağımız, algılayacağımız suretlere büründürüp, karşımıza çıkartıyor.
Bakıyor, güzel bir insan:
“Seni çok sevdim yahu, sen kimsin, çok tatlı bir insansın…”
“Ben senin okuduğun Tebâreke sûresiyim.”
Subhanallah!
Bakıyor, güzel bir şekilde karşısına bir insan geliyor. Tatlı, hoş, güzel görünümlü bir suretle karşısına çıkıyor:
“Yahu ben seni doğru bir insan olarak görüyorum, sıdk u sadakat sahibi bir insan olarak görüyorum, sen kimsin?”
“Ben senin amelinim.”
Ötekisi çirkin, haydut kılıklı mı artık şeytan kılıklı mı ne kılıklıysa bir kılıkla birisini görüyor:
“Sen kimsin yahu?”
“Ben senin amelinim.”
Subhanallah!
İnsanın anlayacağı bir şekil ile, amelini karşısına çıkartıyor, o şekli veriyor. Hâlbuki aslında sevap veya günahlar şeklinde belki mânevî bir şey! Dünyada işlediği iyilikler; oruçlar, haclar vs. onların sevapları, darmadağın bir şeyler ama Allah onun karşısında, onu hoşuna gideceği bir şekilde çıkartıyor.
Muhterem kardeşlerim!
Allah, bize sevdiği işleri, yapmayı nasip etsin. Ömrümüzü güzel geçirmemizi nasip etsin. Dilimizi tutmayı nasip etsin. Âzalarımıza sahip olmayı nasip etsin. Aklımızı rızasını kazanmak yolunda kullanmayı, Yoksa vaziyet çok fena! Çok fena! Allah imandan ve amel-i sâlihten bizleri ayırmasın.
إِنَّ الْـمُؤْمِنَ إِذَا أَصَابَهُ السَّقَمُ، ثمَّ أَعْفَاهُ اللهُ مِنْهُ، كَانَ كَفَّارَةً لِـمَا مَضَى مِنْ ذُنُوبِهِ، وَمَوْعِظَةً لَهُ فِيمَا يَسْتَقْبِلُ؛ وَإِنَّ الْـمُنَافِقَ إِذَا مَرِضَ ثُمَّ أُعْفِيَ كَانَ كَالْبَعِيرِ عَقَلَهُ أَهْلُهُ، ثُمَّ أَرْسَلُوهُ. فَلَمْ يَدْرِ لِمَ عَقَلُوهُ، وَلَـمْ يَدْرِ لِمَ أَرْسَلُوهُ
İnne’l-mü’mine izâ esâbehü’s-sakamü sümme a’fâhüllâhü minhü kâne keffâreten limâ medâ min zünûbihî ve mev’izaten lehû fî mâ yestekbilü ve inne’l-münâfıka izâ mariza sümme u’fîye kâne ke’l-baîri akalehû ehlühû sümme erselûhü fe lem yedri lime akalûhü ve lem yedri lime erselûhü.
Ebû Davud ve Taberânî, Âmir ed-Dâm’dan rivayet etmişler ki; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş:
İnne’l-mü’mine izâ esâbehü’s-sakamü sümme a’fâhüllâhü minhü kâne keffâreten limâ medâ min zünûbihî. “Hiç şüphe yok ki muhakkak ki; mü’min hastalık kendisine isabet edip de rahatsızlandığı, hastalandığı zaman sümme a’fâhüllâhü minhü sonra da Allah o hastalıktan, onu iyileştirdiği zaman geçirdiği hastalık, geçmişte işlediği günahlarına kefaret olur.” Ve mev’izaten lehû fî mâ yestekbilü. “Geleceği, istikbali için de bir nasihat olur.”
“Vay be! Bu sefer hastalandık, sonra Allah âfiyet verdi; ama hastalık zor. Bir de bunun ucunda arkasında iyi olmayıp da ruhu teslim etmek de olabilirdi. Şimdi paçayı kurtardık, ecelden yakayı sıyırdık ama aklımı başıma toplayayım, daha çok güzel kulluk edeyim, ibadet, taat eyleyeyim…”
Hastalık; kendisine istikbal için de böyle duygular kazandırır, nasihat, vaaz olur.
Ve inne’l-münâfıka. “Münafığa gelince, o da muhakkak ki şu durumda olur.” İzâ mariza sümme u’fîye kâne ke’l-baîri. “Hastalandığı zaman sonra kendisine âfiyet verildiği zaman deve gibidir.”
Kesb-i âfiyet eyledi, hastalıktan kurtuldu, hastaneden çıktı.
Nasıl bir deve?
Akalehû ehlühû sümme erselûhü fe lem yedri lime akalûhü. “Sahipleri bağlamışlar, sonra salıvermişler ama neden bağladıklarından da devenin haberi yok.” Ve lem yedri lime erselûhü. “Sonra onu salıveriyor ama deve neden salıverildiğinin de farkında değil.”
Niye bağladılar, niye salıverdiler, farkında değil!
Deveyi bağladılar; belki keselim dediler, kesmeyelim dediler, salıverdiler. Devenin; başına gelecekten haberi yok,salıverildiği zaman da neden kurtulduğundan haberi yok. Bağlandığı zaman niye bağlandı, salıverildiği zaman niye salındı?!..
Deve gibi yaşıyor!
Sabrederse; Allah’tan geldiğini bilir, şikâyet etmez, isyan etmezse hastalık, günahlara kefaret oluyor. Bunlar önemli!
Kimisi basıyor küfrü! Açıyor ağzını yumuyor gözünü! Ondan sonra da başlıyor şikâyete! Ziyaretçisi, ziyaret ettiğine pişman oluyor:
“Şunun hâline bak yahu, içimi kararttı. Gitmeseydim…”
Çok şikâyetlerde bulunuyor:
“Şu dünyaya geldiğim zamandan beri hiç iyi bir gün görmedim!”
Yalancı! Ne tatlı günler geçirdin de hiç şükrünü bile yapmadın, şimdi de unuttun; “Hiçbir gün görmedim…” filan diyorsun!
Şikâyet etmeyecek, sabr-ı cemîl gösterecek, Allah’a isyan etmeyecek!
Ağrıyı sızıyı gördükçe kimisi içinden galeyan ediyor, fokurdamaya başlıyor, asabı bozuluyor. Başına gelen olaydan, fakirlikten, hastalıktan dolayı, küstahlaşıp kendisini küfre götürecek laflar söyleyen insanlar çok! Öyle yetişmiş, hastalık gelince de sinirleniyor, kızıyor, sabretmiyor ve ağzına geleni söylüyor. O zaman sevap yok! Sabredecek, gelen kimselere, şikâyet etmeyecek. O zaman böyle oluyor, sevabı o zaman oluyor.
el-Fâtiha!..