El-Hamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben müberaken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'dü.
Aziz ve muhterem kardeşlerim.
Allahu Teâlâ hazretleri ibadetlerimizi, namazlarımızı kabul eylesin, dualarımız; müstecap olsun. Cenâb-ı Hak istediklerimizi bizlere ihsan eylesin.
Bu hayata imtihan için geldik. Onun için yaşıyoruz. İmtihanın içindeyiz. Tabi Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmaya, gayret etmemiz lazım. Her şeyi ölçmemiz, tartmamız, adımımızı düşünerek atmamız, lazım geliyor. Onun için, ibadet ediyoruz. Namaz kılmamızın sebebi o, oruç tutmamızın sebebi o, hacca gitmemizin sebebi o. Allah emretti, emrini tutalım, sevap kazanalım, sevdiği razı olduğu kul olalım diye.
Tabi sevdiği razı olduğu kul olmak için, ilim öğrenmek lazım. Yani bilmek lazım, neleri sevdiğini, neleri yaparsak, sevap kazanacağımızı bilmemiz gerekiyor.
Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin emrettiği şeyleri yapmak olduğu için. Yani herkes bir şeyler yapıyor ama, biz de bugün hayatımızda pek çok şey yapıyoruz. Giyim, kuşam, konuşma, örf, âdet, yeme, içme birçok şeyler yapıyoruz ama hangisi doğru, hangisi yanlış diye düşünerek Allah’ın rızasını kazanalım diye hareket ettiğimiz zaman, yapmamız gereken şey çok açık seçik ortaya çıkıyor ki, Peygamber efendimizin tavsiye ettiği şeyler, en uygun şeyler.
Çünkü Allah’ın peygamberi, insanları öğretmek, eğitmek için gönderdiği, vazifeli, görevli kulu. Elbette kendisi;
Vemâ yentiku ‘ani-lhevâ. (Necm Suresi 3. Ayet).
Kendi keyfinden söylemiş değil söylediklerini, Allah’ın emirlerini, bize nakletmiş.
Onun için sohbetlerimizin, hadîs-i şerîf üzerine olması ,tasavvuf âdâbı dediğimiz şeyin de hadîs-i şerîfler olması çok güzel, çok büyük bir nimet. Yani çok ayrı bir hava. Bu çok güzel bir şey, çok. Aslında öze dönüş, asla dönüş, dinin asıl kaynağından, pınarın tertemiz çıktığı yerden, böyle suyu içmek gibi, tatlı güzel bir şey.
Çünkü daha sonra yaptığımız şeyler ne derece doğru diye; kendi kendimize soruyoruz yani bid’at olmasın, yanlış olmasın, dinde sonradan uydurma bir şey çıkartmış olmayalım diye. Biliyorsunuz İstanbul’da türbesi bulunan Peygamber efendimizi evinde bir müddet misafir etmiş bulunan Ebû Eyyüb el-Ensârî hazretleri, Abdullah İbn Ömer’in düğününe geldiği zaman radıyallahu anhuma duvara asılı bir örtü gördü. Örtüyü görünce dedi ki; bu nedir?
İşte düğün diye duvara astık dediler. Dedi ki; Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem zamanında ben böyle bir şey görmedim dedi. Bunu siz çıkartmışsınız. Böyle şey olmaz dedi. Resûlullah zamanında olmayan bir şeyi çıkartılan bir yerde, çıkartan bir yerde ben duramam dedi, kalktı. Yapma, etme, tamam, onu kaldıralım, o örtüyü kaldıralım falan dediler ama durmadı. Sahabe-i Kirâm’ın anlayışı buydu. O halde Allah, şefaatlerine erdirsin bu mübarek büyüklerimizin, ciddi âlimlerimizin. Yani bizi,
Evladım tasavvuf mu istiyorsun?
Evet.
Evladım Allah’ın sevgili kulu mu olmak istiyorsun?
Allah’ın evliyâsı mı olmak istiyorsun?
Evet.
Evladım dinin tam özüne uygun mu yaşamak istiyorsun?
Evet. Tamam. O zaman hadîs-i şerîf oku.
Bize hadîs-i şerîflerden bir kitap derlemiş, Elhamdûlillah. Şimdi bizim bunları okuduğumuz zaman, önümüze bir başka kitap koysalar deseler ki; tasavvuf adabına dair şu kitabı oku. Zaten bu, işte her şeyin özü, adabı bu, İslam’ın özü Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri. Her zaman da üstüne bastıra, bastıra da söylüyorum; hem Türkiye’de, hem dış ülkelerde, hem fakültede her zamanında söyledim.
Peygamber efendimizin sünneti; ümmeti teşkil eden bir çimento gibi. Yani dünyanın neresine giderseniz gidin, parça, parça, çakıl, kum, temel taşı, vesaire inşaat malzemesi çeşitli oluyor ya ama bunların hepsini bağlayan harç; hadîsi şerîflerdir.
Malezya’da da hadîs-i şerîfleri okuyor, aynı cins insan oluyor, Pakistan’da da okuyor aynı insan oluyor, Türkiye’de de okuyor, aynı insan oluyor. İsveç’te birisi müslüman oluyor, hadîs-i şerîfleri okuyor, aynı insan oluyor. Yani müslümanları aynı zevklere sahip, aynı şeyle yoğurulmuş zihniyetle, güzel imanla yoğurulmuş, aynı cins kardeşler haline getiriyor. Farklılıkları kaldırıyor.
Hadîs-i şerîfleri kaldırdığınız zaman, şey başlıyor. Türkiye Müslümanlığı, Arap müslümanlığı, bilmem ne müslümanlığı, bilmem ne müslümanlığı diye tipler, çeşitler başlıyor. Hakikaten de yadırgıyoruz. Mesela ben Bosnalıların bir camisine gitmiştim. Orada baktım kadınlar erkekler güzel hizmet ediyorlar. Erkeklerin arasında filan. Çok yadırgadım, onlar garipsemiyorlar. Çünkü Bosna müslümanlığı, olmaz. Bosna müslümanlığı, Kulu müslümanlığı, Ankara müslümanlığı, benim memleketim Çanakkale, Çanakkale Müslümanlığı, böyle bir şey yok.
Ne var?
Resûlullah Efendimizin sünneti olan, müslümanlık var. Ben buna sahabe müslümanlığı diyorum. Çünkü sahabeyi öğretti Peygamber efendimiz. Sahabe-i Kirâmı öğretti, yetiştirdi.
O halde asıl Müslümanlık ne?
Peygamber efendimizin yetiştirdiği insanlardan, göreceğimiz müslümanlık. Peygamber efendimizin müslümanlığı ama işte ashabını böyle yetiştirmiş. Peygamber efendimiz kendisi Peygamberdi de ashabı işte; onun yetiştirdiği yeryüzüne saçılmış cevherler, mücevherat, gökyüzündeki inciler gibi. Peygamber efendimiz, gökteki yıldızlara benzetmiş. Çünkü yıldızlara bakıp, yön tayin ederlermiş, yönünü doğru yönünü bulsun diye.
Sünneti seniyye çok önemli ve dikkat edilirse, İslam’a kastetmek isteyenler yani müslümanı zayıflatmak; işte Filistin, işte bilmem Cezayir, işte bilmem Pakistan vesaire. En başta ilk tahrip etmek istedikleri hadîs-i şerîf, ehli sünnet müslümanı.
Hadîs-i şerîflere itiraz.
Ne oluyor?
Diyor ki; burnunu kıvırıyor, tamam diyor. Sen hadîs okuyorsun ama bakalım sahîh mi diyor. Hemen ilk itiraz öyle. Tabii doğru. Ben ondan aslında gocunmuyorum. Tabi sahîh olan hadîs-i şerîfleri söylemeliyiz, anlatmalıyız, dinlemeliyiz. Şüpheli, yarım yamalak olanları şey yapmamalıyız. Ama böyle diyen insanlara; tamamen sahîh olan hadîsi şerîfleri okuduğumuz zaman da, al sana Buhârî’nin, Müslim’in, Tirmizî’nin, Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği hasen ve sahîh hadîs-i şerîf dediğiniz zaman, o zaman da yanaşmıyor. Haa, demek sen bahane arıyorsun. Yani bir itiraz yapıyorsun. Onun karşılığını gösterince, bu sefer başka bir itiraz. Yine yani senin amacın başka demek ki, o anlaşılıyor.
Evet. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem efendimizden, birinci hadîs-i şerîf. Ebû Hüreyre radıyallahu anh rivayet eylemiş. Deylemî radıyallahu anh Müsnedü'l-Firdevs isimli meşhur hadîs-i şerîf kitabına kaydetmiş.
Diyor ki Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem;
خَمْسٌ مِنَ الْعِبَادَةِ: قِلَّةُ الطُّعْمِ، وَالْقُعُودُ فِي الْـمَسَاجِدِ، وَالنَّظَرُ إِلَى الْكَعْبَةِ، وَالنَّظَرُ فِي الْـمُصْحَفِ مِنْ غَىْرِ أَنْ يَقْرَأَ، وَالنَّظَرُ فِي وَجْهِ الْعَالِمِ. الدَّيْلَمِيُّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
Hamsün mine’l-‘ıbâdeti kılletü’t-ta’âmi ve’l-ku’ûdü fi’l-mesâcidi ve’n-nazaru ile’l-ka’beti ve’n-nazaru fi’l-mushafi bi-ğayri en yekra’a ve’n-nazaru fî vechi’l-‘âlimi.
Eyvah, sonunda bize biraz fayda çıktı, inşallah kendisine yontuyor, demezsiniz.
Sadaka rasûlüllâhi fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Beş şey ibadettendir diyor, Peygamber efendimiz. Beş şey ibadettir. Geçen günde söylediğimiz gibi ibadetin en meşhuru, bizim en bildiğimiz namazdır. Namaz bir ibadet. Allahu Ekber, dört rekât, sekiz rekât, öğle namazı on rekât, teravih 33 rekât şeyleriyle beraber. Namaz. Oruç ta bir ibadet. Hac da bir ibadet. Tamam. Güzel. Zekâtta bir ibadet. Tamam. Daha başka?
Bak başka çeşitleri de var. Hatta sükutta, ibadet. Susmasını bilmiyor bazıları. Beş kuruş veriyorsun, konuşturmaya başlıyorsun. Beş bin kron versen susmuyor. Konuşmaya alışmış. Susmayı bilmiyor.
Ben, böyle dersi biraz sohbet havası içinde anlatmayı seviyorum. Çünkü onlar daha çok hatırda kalıyor. Hadîsi unutuyor da millet, anlattığımız fıkrayı unutmuyor. Şimdi ev sahibi demiş ki; öp bakalım amcanın elini, öpmüş filan. Amcası, Recai amcası yani. Bak bu bizim oğlan neleri bilir?
Hadi evladım şunu oku, bıdır, bıdır, bıdır, tamam onu okumuş. Hadi şunu yap. Bunu yap bilmem ne filan yani hünerlerini döküyor ortaya. Maksadı aferin almak, çocuğunu şey yapmak filan. Konuşuyor çocuk boyna.
Demiş nasıl?
Demiş ki; aferin, çocuğuna konuşmayı öğretmişsin, bundan sonra da susmayı öğret demiş. Hakikaten susmayı da öğretmemiz lazım. Susmakta ibadet. Susmasının, susulacak yerini bilmekte önemli.
İki şey insanı çileden çıkartır. İki şey. Bir. Susulacak yerde konuşmak. Sussana yav. Şimdi burası konuşma yeri mi? Sus. Boyna dırdır, bırbır, konuşuyor. Olmaz. Ya sus. Susulacak yerde konuşmak ,insanı kızdırır. Nidayi bey bile kızar. O kadar tatlı bir insan. Değil mi? Camide boyuna konuşsa, ne dersin? Dönersin. Susun ya dersin. İbadet oluyor. Olmaz dersin filan.
Bir. Susulacak yerde konuşmak.
Başka ne kızdırır insanı?
Konuşulacak yerde de susmak. Bir haksızlık yapılıyor. Konuşsana be mübarek. Dut mu yedin? Dut yemiş bülbül gibi susuyorsun. Konuşsana hadi. Savunsana. Ağzı var, dili yok adamın. Dilini çıkar bakalım. Yok dili. Ne oldu senin dilin? Yuttum. Dili yok, gitmiş, karnına gitmiş. Böyle şey olur mu?
Bu felsefeyle filan ilgilenen arkadaşlar kimlerse.
Lâ ibâdete ke’t-tefekküri. Tefekkür kadar kıymetli ibadet, yok buyurmuş Efendimiz. Bak tefekkür de ibadet. Başını önüne eğmiş, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî gibi, tefekkür ediyor. İbadet. İbadetlerin en kıymetlisi tefekkür.
Bazen.
Tefekkürü sâ’atin ke-ibâdeti senetin. Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadet gibi olur.
Bazen de.
Tefekkürü sâ’atin ke-ibâdeti sittîne senetin.
60 sene ibadet kadar kıymetli olur. Çünkü, insan bir tefekkür eder. Bir anlar gerçeği uyar.
Ne dedi o İsveç’li, Göteborglu müslüman olmuş olan?
Bir hafta on gün önce müslüman olmuş olan kardeş.
Niye müslüman oldun, dedim ben?
Dedi ki; Kur’an-ı Kerîm’i okudum. Anladım ki, başka çare yok, seçenek yok. Müslüman olmak lazım. Müslüman oldum. Tefekkür etti, düşündü.
Sen dedim Müslüman olunca, ailen ne yaptı?
Ailenin ortasına bomba atılmış gibi oldu, dedi.
Ne olur?
Doğru.
Ailenin ortasına şuraya bir bomba atsa biris,i ne olur?
Herkes yaralanır. Bomba düşmüş gibi oldu dedi. Ama yapıyor.
Neden yapıyor?
Düşünüyor, okuyor. Düşünüyor, başka çare yok. İslam’dan başka yol olmadığını gördüm. Başka seçenek olmadığını gördüm, Müslüman oldum dedi. Çok güzel. Düşündü. Ağır başlı bir söz söyledi. Yani kitaplara girecek, bir güzel söz söyledi o. Kamil’in kardeşinin evinde, Ömer’in evinde, herkes duydu. Çok şahane bir sözdü.
Demek ki tefekkür de çok kıymetli bir ibadetmiş. Bunu İsveçlilere doğru düzgün anlatsak, sırf bundan dolayı müslüman olurlar bazıları. Vay. Demek ki İslam, tefekküre bu kadar kıymet veriyormuş diye.
Burada da, Peygamber efendimiz beş şey ibadettendir diyor. Onları okuyacağız, bu akşam. Tabi daha önceki konuşmamızın içinde hadîs-i şerîfler, âyet-i kerîmeler geçtiği için, sadece bu hadîsi okuyacağım, bu günkü ders bitecek, bu kadar. Ama iyi dinleyin.
Beş şey. Hamsün mine’l-‘ıbâdeti. Beş şey ibadettendir. Yani sevabı vardır. Yapan sevap kazanır. Bir. Biri ben söylüyorum saymak için, burada yok. Bir kelimesi yok.
Beş şey ibadettendir.
Kılletü’t-ta’âmi. Yemeği azaltmak. Doktorlar bayılır bu söze. Yemeği azaltmak. Doktorların kendilerini ziyaret edenlere, muayeneye gelenlere ilk söylediği söz bu değil mi? Kardeşim ne bu böyle, bu kadar kilo almışsın, yağlanmışsın, kolesterolün şuraya çıkmış, trigliseridler şöyle olmuş, böyle olmuş. Oooo, hemen sen yemeği azalt. Kılletü’t-ta’âmi. Az yemek ibadetten.
Az yemekten insan ölür mü?
Ölmez. Az yemekten insan ölmez.
Nerden biliyorsun?
Sahabe-i Kirâm ,yemek bulamıyorlardı. Bir hurma ile bir gününü geçiriyordu. Bir hurma ile. Bizim yemekten sonra, ağzımızı tatlandırmak için, keyif olarak aldığımız bir hurma ile gününü geçiriyordu. Peygamber efendimiz bir orduyu gönderiyordu da, bir askeri birliği gönderiyordu da, onlara erzak olarak; on tane kamyonla ikmal ve bakım için çuvallarla gıda göndermiyordu. Bir torbanın içinde, hurma veriyordu. Komutana teslim ediyordu. Komutan da sayarak askerlere veriyordu. 15 gün, 1 ay, çölün içinde seferi yapıp, gidip geliyorlardı.
İranlılardan doktor geldi ,Medine-i Münevvere’ye tabib. İki ay kaldılar. Hiç bir kimse müracaat etmedi, hiç. Çünkü birçok hastalık çok yemekten oluyor.
Kılletü’t-ta’âmi. Yemeği azaltmak ibadettendir. Tabii oruç tutarsan, orucunda çok güzel bir ibadet olduğunu, zaten biliyoruz. Ama oruç tutmasak bile, bir insan, az yemekte ibadettendir. Çünkü az yediğin zaman, deneyin, denediğimiz bir şeydir, hepimiz biliyoruz. Az yediğimiz zaman, mide rahat oluyor, baş rahat oluyor, vücut rahat oluyor. İnsan, sabahleyin rahat kalkıyor, her şey güzel oluyor.
Çok yediği zaman, hastalık oluyor, ağrı oluyor, sızı oluyor, kilo oluyor, yağ oluyor, tansiyon oluyor, bilmem ne oluyor, bilmem ne oluyor, bir sürü sıkıntılar oluyor.
Kılletü’t-ta’âmi. Günlerce aç dururdu, Peygamber efendimiz. Açlıktan karnı ağrıdığı için, yassı taş bağlarlardı karınlarına, o sıcak tutar biraz ağrıyı bastırır diye. Eve gelirdi yiyecek bir şey var mı diye sorardı camiden? Yok Ya Resûlullah deyince. Ben de zaten oruç tutmaya meyilliydim, oruç tutmayı düşünüyordum, niyet ettim oruca derdi.
Aylarca bacasından duman çıkmazdı, aş pişmezdi, Peygamber efendimizin evinde.
Kılletü’t-ta’âmi. Az yemek bir, ibadet, sevap.
Ve’l-ku’ûdü fi’l-mesâcidi. Mescitlerde oturmak. Şey yapmıyor. Şimdi mescitlerde oturmuşuz, koltuklara oturmuşuz, yastıkları arkamıza koymuşuz, minderlere dayanmışız, rahatız, bu bile ibadet. Mescitte oturmak, ibadettir. Tabi biz şimdi burada eğer ben konuşmasam, sırf hoca efendi gelecek te namaz kılacağız diye burada beklediler ya, bizden önce arkadaşlar, biz gelmeden önce, onların oturması da ibadetti. Şimdi ben konuştuğum için ilim söylemek, ilim dinlemek o çok sevap ayrı. Ama sırf oturmak bile ibadet. Hatta bir namazdan, bir sonraki namaza kadar oturmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek çok sevap. Çok büyük mükâfaatı var.
Üçüncüsü. Ve’n-nazaru ile’l-ka’beti. Kâbe-i Müşerrefe’ye bakmak, ibadettir. Sırf bakmak, şimdi tabii hacca giden insan Kâbe-i Müşerrefe’ye gittiği zaman ziyarete, Mescid-i Harâm.
Kâbe nedir? Mescid-i Harâm nedir?
Mescid-i Harâm, kapılardan girdikten sonraki mekan. Kapalı kısımları, pervaneleri, müezzin mahfili, alt katı, üst katı, merdivenleri olan, kapılarda bekçilerin durduğu kısım, Mescid-i Harâm. Avlu, vesaire.
Kâbe, o avlunun ortasında, âyetler yazılı, siyah, atlas örtüyle kapatılmış, altın kapılı bina, Kâbe orası. Beytullah veya Kâbe ikisi aynı eşit. Beytullah da deniliyor o siyah örtülü yere, beytullah ta deniliyor, Kâbe-i Müşerrefe de deniliyor. Çünkü Kâbe, dikdörtgen şeklinde olduğundan o manaya, yani üç boyutlu olmasından dolayı, o isim herhalde olmuş olmalı. Onun adı Beytullah veya Kâbe. Etrafındaki namaz kıldığımız o yerler, tavaf ettiğimiz kısımlar orası El-Mescidi’l Harâm.
سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا … ﴿١﴾
Sübhânellezî esrâ bi-‘abdihî leylen mine’l-mescidi’l-harâmi ile’l-mescidi’l-aksâ. [1]
Kur’an-ı Kerîm’de de geçiyor bu âyet-i kerîme de. El-Mescidi’l Harâm’ ama ortasındaki bina Kâbe.
Bu Kâbe-i Müşerrefe;, yeryüzünde Allah’ın ilk Allah’a, ibadet için yapılmış, sevdiği ibadethanedir. İlk Âdem atamız zamanındandır. Ondan sonra Nuh tufanında toprak ve kumlar altında kalmış. İbrahim Aleyhisselam zamanında, oğlu İsmail’le yeniden onarılmış, temelleri çıkartılmış yapılmış. O günden bu güne kadar şey yapılmış, ahir zamana kadar da devam edecek Kâbe-i Müşerrefe.
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ ﴿٩٦﴾
İnne evvele beytin vudi’a li’n-nâsi lellezî bi-bekkete mübâraken ve hüden li’l-âlemîne. [2]
Mübarek Beytullah, Kâbe-i Müşerrefe. Buna bakmak sevaptır. Mescid-i Harâm’da otursan, namaz kılsan, Kur’an okusan, tesbih çeksen sevap. Kâbe-i Müşerrefe’nin etrafında dönsen, yani tavaf etsen.
Dönmeye ne derler?
Kâbe’nin etrafında, Kâbe-i Müşerrefe karşında olduğu zaman, sağ tarafına doğru şöyle dönmeye, yedi defa dönmeye bir tavaf derler. Tavaf ,yedi dönüşten ibaret. her dönüşe şavt derler. 7 şavttan ibaret olan takıma, yedili takıma tavaf derler, yedi dönüşlü ibadete tavaf denir. Tavaf ,çok sevap. Yani orada yapılacak işlerin, en sevaplısı tavaftır. İkincisi, namazdır. Ötekisi yani Beytullah’a karşı oturan bir insanın oraya kapılardan giren bir insanın yapacağı en sevaplı iş, tavaf etmektir. 120 sevabın 60’ı tavaf edenlere verilir.
İkincisi, namaz kılmaktır, Kâbe’ye doğru. Kılabildiğin kadar namaz kılıyorsun. Kırkı şeye gide, namaz kılanlara gider. 20’si de, 120 sevabın öteki ibadetleri yapanlara gider.
Kâbe-i Müşerrefe’ye, böyle bakmak sevaptır. Sırf bakmak. Yani namaz kılmak ayrı, tavaf etmek ayrı, onların sevapları mükâfaatları daha yüksek. Ama Kâbe’ye bakmak, sevaptır. Allah ona öyle şeref vermiş. Kâbe-i Müşerrefe’ye bakmak ,sevaptır. İbadettir. Burada ibadettir, diyor. Allahu Teâlâ hazretleri nasip etsin, görmeyenlere de.
Ve’n-nazaru fi’l-mushafi bi-ğayri en yekra’a. Okumasa bile. Okumadan, Kur’an-ı Kerim’e bakmak, Mushaf’a bakmak, o da ibadettir. Okumasa bile.
Bi-ğayri en yekra’a. Okumadan. Tabi okusa sevabı çok daha fazla, o ayrı, hem de o kadar fazla ki, elif, lam, mim dese, Elif’ine bir sevap, lam’ına bir sevap, mim’ine bir sevap. Yani Kur’an-ı Kerîm okuyan insan, sevapları kaldırır götürür.
Bizim derin bilgimiz olsa, sağlam imanımız olsa, Kur’an-ı Kerîm’i elimizden kimse ayıramaz. Böyle sımsıkı bağrımıza basarız, her fırsatta her yerde okuruz. Amma şeytan aldatıyor, gaflet bastırıyor, Kur’an-ı Kerîm’i gereğince inceleyip, okuyup, çalışamıyoruz. Kur’an-ı Kerîm’e bakmak ta, okumadan bile sevaptır.
Beşincisi. Ve’n-nazaru fî vechi’l-‘âlimi. Âlimin yüzüne bakmak ibadettir, sevaptır.
Neden?
Âlim, ilim öğretiyor, Kur’an-ı öğretiyor, hadîs-i şerîfi öğretiyor. Dinin emrini öğretiyor, Allah’ın rızasının yolunu öğretiyor, insanın cehenneme düşmemesi için, sakınacağı şeyleri öğretiyor. En önemli şeyleri öğretiyor.
Allah, âlime ve ilim öğrenen öğrenciye en büyük payeyi vermiştir. Peygamber efendimiz hadîs-i şerîflerinde kesin olarak beyan ediyor ki; İnsan ya âlim olmalı, bilmeli, öğretmeli, ya da bilmiyorsa öğrenmeli, talebe olmalı. Müteallim derler, öğrenen manasına. Üçüncüsü olmamalı. Yani âlim veya müteallimden başka bir şey olmamalı.
Yani âlim veya müteallimden başkası ne demek?
Yani ne ilim biliyor, ne de öğrenmeye kalkışıyor. Ağzıyla isterse havadaki kuşu tutsun, kıymeti yok. E çok zengin, üç tane arabası var, beş tane bilmem nesi var, köşkü var, hizmetçileri var, bilmem itibarı var, mevki var, makamı var, üç defa bakanlık yapmış, beş defa bilmem nelik yapmış, itibarlı, uluslar arası tanınmış bir kimse, kıymeti yok.
Neden?
Âlim değil. Bilmiyor, öğrenmeye de heves etmiyor, talebe de değil, kıymeti yok. Helâk olacak.
Cahilleri Allah, hem işlediği suçtan dolayı cezalandıracakmış.
Sen niye bu suçu işledin?
Bilmiyordum Ya Rabbi!
Tamam. O işlediği suçtan dolayı, bir ceza. İkincisi de cahilliğinden dolayı, bir ceza daha. Bir de cahilliğinden verecekmiş. Hani bilmemek, mazeret değil. İslam’da bilmemek mazeret değil. Bunu da aklımıza yazalım. Her yerde söyleyelim. Bilmemek mazeret değil. Ayrıca suç İslam’da. Mazeret değil, ayrıca suç. Bir de ondan ayrıca cezalandırılacak diye Peygamber sallallahu aleyhi vessellem efendimiz bildiriyor. Kamil, ona göre. Bilmemek, sadece mazeret değil. Özellikle ayrıca üstünü bastıra bastıra, altını çize çize yazın. Suç bilmemek. Öğrenecek.
Hocam bu ilimler de o kadar çok ki, yani hangi birini öğreneceğiz?
Sen bir kenarından başla bakalım, bir öğrenmeye başla.
Hoşuma gidiyor benim. Temsili bir hikaye.
Nereye gidiyorsun? diye sormuşlar karıncaya. O da demiş ki; hacca gidiyorum. İstanbul’da karıncayı görmüş. Gidiyor, bir yere doğru. Nereye gidiyorsun? diye sormuş. Hacca gidiyorum. Gülmüş adam. Ya sen bu tıpış, tıpış, bu adımlarla, ohoo, Üsküdar’ı geçeceksin, oradan yürüyeceksin, Gebze’ye varacaksın, İzmit’e varacaksın, bilmem Konya’dan, Antakya’dan şurdan, burdan, sen hacca gideceksin ha gülmüş. Böyle hacc yolu biter mi? demiş. Temsili şey diye. Karınca demek ki, tam feylesof bir karıncaymış. Demiş ki yolunda olayım da demiş. Hacca gidiyormuş. Ee bu gidişle varabilir misin hacca? Bu ayaklarla, bu adımlarla? Ben demiş yolunda olayım da. Hah bu önemli. Karınca gibi, yolunda olmak önemli.
İlim öğrenmenin yoluna girersin. Niyetin öğrenmek. Zamanla da birikir ilmin. Birikmese bile Cenâb-ı Hakk’a savunman olur. Ya Rabbi! Bilmediğimi anladım, öğrenmeye kalkıştım, ama ömrüm vefa etmedi, işte bir nokta da vefat ettim filan. Ama ilim öğrenmek lazım. Bizim de, aha bizim gibi hocaların da öğretmek için, var gücümüzle çalışmamız lazım.
Hocalar kızağa çekilmiş, yatmakla meşgul, başta ben, kimseye sözüm yok, kendime. Ondan sonra yapmamız gereken mesainin onda birini yapmıyoruz. Cemaatte rölantiye almış, vitesi boşa almış, rölantide makine patır, patır çalışıyor, bir yere gittiği filan da yok, olduğu yerde Kamil. Makine çalışıyor boyna, ha babam, de babam çalışsın ne olacak, vitese takılı değil, olduğu yerde, el fireni çekilmiş filan, ne olacak yani.
Millette öyle şey yapmış. Ne diyor bizim Kotku Cami’nin imamı? Bugün telefon etti de. O çıkmış koca cemaate bir gün. Demiş ahirette siz benim demiş, yakama yapışıp işte bu hoca bize öğretmedi dersiniz. Cuma günü, bütün cemaate. Bak demiş, burada sabahtan akşama, geceye ben öğretiyorum bak demiş, yakama yapışmayın, akşamları ders var demiş. Genci yaşlısı geliyormuş. Elhamdûlillah o da onlara öğretiyormuş. Hoca dediğin çalışacak. Cemaat dediğin de öğrenmeye kalkışacak. Bir hoca yetmezse bir hoca daha alırız. Bir hoca yetmezse, bir hoca daha getiririz.
Şimdi biz Avusturalya’da iken, meşale tutuşturmaya çalışıyoruz. Yanmıyor, üflüyoruz yanmıyor, çakıyoruz yanmıyor, ıslak odunlar, tutuşmuyor. Olmuyor, olmuyor. Allah, Allah. Bir gün bunlara dedim ki; yaşamak için ne lazım size?
Hava lazım mı?
Lazım. Havasız kalırsa havasızlıktan ölür. Tamam. Başka.
Hava olsa da su olmasa yaşayabilir misiniz?
Yaşayamaz. Çölde susuzluktan ölür. Başka.
Gıda lazım mı?
Lazım.
Güneş lazım mı?
Lazım. Aha dedim bak bunların hepsinden daha önce size hoca lazım.
Neden?
Çünkü aç, susuz, havasız kalırsanız ölürsün. İyi Müslüman isen, cennete gidersin. Dünyanın zahmetinden kurtulursun. Bitti. Ölsen bile, mümin olarak ölürsen cennete gidersin. Ama dinini öğrenmeden ölürsen, ahiretin mahvolursa, hapı yuttun.
O halde hoca, yani iyi hoca. Değil mi? İyi hoca.
İyi hoca; insana havadan, sudan, gıdadan, güneşten daha lazım. Daha öncelikle lazım.
Neden?
Öğrenecek. Yani hoca, hoca de veya öğretmen de veya üstad de. Veya en çok neden hoşlanıyorsan? Feylesof de veya bilge de. Veyahut büyük âlim de, bilgin de. Veyahut aydın de. Yani en cafcaflı, en fiyakalı, en beğendiğin, en yakışıklı söz ne ise o. Yani senin istediğin cinsten adam. Tamam. Öylesi. Ama insana havadan, sudan, her şeyden daha önde daha gerekli.
Allahu Teâlâ hazretleri, bizi cahillikten kurtarsın. Cahilliği bırakalım. Dinimizi öğrenelim. Müslümanca yaşayalım. Şu imtihanı başaralım. Dünyadaki birçok imtihanları başaramazsak bir şey olmaz. Bir daha gireriz. O meslek olmazsa, başka mesleğe gideriz. O mektep olmazsa, başka mektebe gideriz. Ama şu dünya imtihanını kaybedersek, vaziyet çok fena. Bunun başka tarafı yok. Yani kazanmaktan başka, çaremiz yok.
Allahu Teâlâ hazretleri, bu imtihanı en üstün dereceyle başarmayı cümlemize nasip etsin. Hepimizi şeytan bir şeyle oyalıyor, kafamızı çeliyor, aklımızı gönlümüzü oyalıyor, bizi kandırıyor, asıl hedeften şaşırtıyor, asıl yapmamız gereken işi yaptırmıyor da ıvır, zıvır, encik, boncukla oynattırıyor bizi. Allah önemli olan şeyi görüp, önemli olan şeyi yapıp, rızasını kazanmayı cümlemize nasip etsin. Mâlayâni boş şeylerle oyalanmaktan, bizi kurtarsın. Cahillikten kurtarsın. Öğrenelim. Öğrendiğimizi uygulayalım. Hem kendimizi geliştirelim. Hem toplumumuzu geliştirelim. Hem insanlığa faydamız olsun. Ailemize, çoluk çocuğumuza en başta olmak üzere.
El Fâtiha.