El-HamdülillâhiRabbi'l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Muhterem kardeşlerim!
Çok iyi biliyorsunuz ki; AllahuTeâlâ hazretleri bize ve âlemlere rahmet olarak, Muhammed-i Mustafa,Peygamberimiz Ebu’l-Kâsım,Habîbullah Efendimiz’i gönderdi. Ona Kur’ân-ı Kerîm’i indirdi. Bize ona tâbi olmayı emretti. Bizim Allah’ın rızasını kazanmamız,dünya imtihanını başarmamız, iyi kul olmamız için Resûlullah Efendimiz’e bağlanmamız,Kur’ân-ı Kerîm’i anlamamız, okumamız, dinlememiz [ve] uygulamamız gerekiyor.
Kur’ân-ı Kerîm’in uygulamasını, en güzel şekilde kendi hayatında PeygamberEfendimiz uygulamıştır. Ve nasıl uygulanacağı hakkındaki incelikleri, en güzel tarzda Peygamber Efendimiz anlatmıştır. Onun için ben şahsen yanımda PeygamberEfendimiz’in hadîs-i şerîflerini gezdirmeyi tercih ediyorum. Genellikle Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinden konuşuyoruz. Böylece daha bereketli, daha sıhhatli daha kıymetli bir konuşma olmuş oluyor. Özel ve güncel konularla ilgili konuştuğumuz zaman belki hata ederiz, belki doğru olur, belki yanlış olur.Ama Peygamber Efendimiz’in sözleri üzerinde konuşunca iyi bir şey yapmış oluruz diye böylece sağlam bir yol tutturmuş oluyoruz.
Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfleri, onun mübarek sözleridir.Onun hakkındaki bazı bilgilerdir. “Şöylehareket etti, böyle yaptı.” diye onu anlatan, bazı haberlerdir.
Şimdi burada açılan sayfada gelen hadîs-i şerîfleri okuyacağım.
ثَلَاثٌ يُدْرِكُ بِهِنَّ الْعَبْدُ رَغَائِبَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ: الصَّبْرُ على الْبَلَاءِ، وَالرِّضَا بِالْقَضَاءِ، وَالدُّعَاءُ فِي الرَّخَاءِ
Selâsün yüdrikü bihinne’l-abdu regâibe’d-dünyâve’l-âhireti: es-sabru ale’l-belâi ve’r-rıdâbi’l-kadâive’d-duâü fi’r-rahâi.
Sadaka Resûlullah.
Bu hadîs-i şerîfi İmran b. Husayn radıyallahu anh isimli bir sahabî rivayet etmiş.
Peygamber sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz, bu hadîs-i şerîfinde bize bildiriyor ki;
“Üç şey kul tarafından yapıldığı takdirde, o kul; dünyanın ve âhiretin her türlü mükâfâtına nâil olur. Dünyada da ahrette de büyük mükâfâtlara erer.”
Maddî mânevî çok büyük kazançlar sağlar.
Bunlar nelerdir?
Bir; es-sabru alel-belâi. “Belaya sabretmek.”
İkincisi nedir?
Ve’r-rıdâbi’l-kadâi. “Allah’ın mukadderâtı olarak; alnına yazmış olduğu yazıya, başına gelmiş olaylara rıza göstermek.”
İsyan etmemek,Allah’a karşı gelmemek,itiraz etmemek.
Üçüncüsü; ve’d-duâü fi’r-rahâi. “İhtiyacı olmadığı, sıhhatli olduğu, keyfi yerinde olduğu genişlik zamanınd ada Allah’ı unutmayıp dua etmek.”
Bu üç şeyle insan; dünyanın ve âhiretin büyük mükâfâtlarına erer.
“Büyük mükâfât” diye tercüme ettiğimiz kelime regâib’tir. Receb’in ilk cuma gecesine de Regaip Gecesi deniliyor. Regaip Gecesi denmesinin sebebi, o gecede Allah’ın kullarına çok mükâfâtlar vereceği, [onları] çok büyük lütuflara erdi[rece]ği için[dir].Receb’in o ilk cuma gecesine -yani perşembeyi cumaya bağlayan gece- o ismi melekler vermişler.O gece,Allah’ın çok mükâfât dağıttığı gece. Özleyerek bekledikleri [bir gece…] Regaip bu; büyük mükâfât, mânevî mükâfât.
Bize bu hadîs-i şerîfle Peygamber Efendimiz’in bildirdiği; önemli, güzel,mükâfât kazanmaya sebep olacak şeylerden birincisi; belaya sabretmek.
Bela Arapça’da özel, hakiki,lugattaki mânasıyla“imtihan” demektir.İbtilada derler. O kelime de aynı kökten gelir. Bela da derler. Bizim anladığımız mânada “insanın başına gelip çatmış tatsız olay” demek değildir,“imtihan” demektir. Mesela bela, rivayetlerde belâen hasenâ“iyi bir imtihanla imtihan olmak” diyede geçiyor.
Hayatta başımıza gelen olayları aslında bize, Allah nasip ediyor. Kaderde varmış, İngiltere’ye gelmişiz. Kaderde varmış, şu dükkânları açmışız. Kaderde varmış,meğerse diyâr-ı gurbette çalışacakmışız. Kaderde varmış da şu olacakmış, bu olacakmış…Bunlar bizim alnımızın yazısı.Böyle oluyor. Bunlar hayatın birer cilvesi… Bazen üzücü olay, bazen [de]başkalarının imrendiği,“Ah benimde olsa!” diye özendiği olaylar. Mesela bazısı zengin oluyor, güzel arabası oluyor, evi oluyor ve başkalarıda imreniyor;“Benimde arabam olsa şöyle. Benimde bu kadar güzel evim olsa…” diyor. Bunlarda imtihan. Allah o zaman zenginlikle imtihan ediyor.
“Bakalım ben buna güzel şeyler verdim, bu imtihanı başaracak mı? Bunun karşısında şımarmadan,, iyi bir kul olarak kulluğunu yapacakmı?”
O da bir imtihan.Bazen ihtiyaç ve fakirlik hâli oluyor. O da bir imtihan. Bazen hastalık oluyor. Hastalık da bir imtihandır.
Bakalım sabredecek mi yoksa “Bana bu hastalığı niye verdin yâ Rabbi!” diye ağzını açıp gözünü yumup, ileri geri konuşacakmı?
Bu da bir imtihandır.
Hayatta karşılaştığınız sevindirici veya üzücü olaylar sizin imtihanınız. Size öyle geliyor. Allah sizin o olayın karşısındaki davranışınızı değerlendirecek. İyi karşılıkta bulunursanız iyi, sevap alacaksınız; ya da feveran [edip] isyan ederseniz, ağzınızı, kafanızı [ve] davranışınızı bozarsanız o zamanda günaha gireceksiniz.
Mesela benim bir talebem vardı. Kız talebelerimden… İlâhiyat fakültesi mezunlarından. Onun yıllarca çocuğu olmuyordu. Sonra Allah bir çocuk verdi. Ama dünya güzeli bir bebek. Gerçekten gül gibi yanakları var, çok güzel. Böyle bakmaya kıyılmayacak kadar bir bebekti. Bir hafta kadar yaşadı. Zaten zor doğmuştu. Birkaç yıl böyle beklediler.Bebek olmadı. Ondan sonra, maalesef vefat etti.Bebek yaşamadı. Tabii o bir acı. Acı bir imtihan. Zorlu bir imtihan. Çok zor bir sorun. Öyle bir sorun karşısında, insanın nasıl davranacağı, kendisini tutması bir hayli zor. Bizim bu kız talebemiz kendini tutamadı. Allah’a karşı imanını bile zedeleyecek isyankâr sözler söyledi. Bebeğin acısına dayanamadı, üzüntüsünden çok kötü sözler söyledi. Çok kötü duruma düştü. İmtihanı kaybetti.
Bazende başka türlü olur. Allah bağ bahçe verir, üzüm verir. Adam yoldan geçen yolcuya bir salkım vermez. Ondan sonra ertesi gün bakar,bir kırağ gelmiş, bütün bağ gitmiş. Kur’ân-ı Kerîm’de böyle anlatılan olaylar var. “Aman aranıza bir fakir sokulmasın. Yarın üzümleri toplayacağız. Dikkat edin, meyveleri vermek yok.” diye akşamdan kararlaştırıyorlar. Gece bir felaket oluyor. Bütün mahsul helâk oluyor. Sabah gidiyorlar, bakıyorlar ki hepsi mahvolmuş. Kırağ çalmış, bozulmuş. O da bir imtihandır.
Binaen aleyh biz insanlar, biz mü’minler; kadere inanmış,Allah’a,âhirete inanmış, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu bilen, her hareketimizin bizim sorumluluğumuza ait olduğunu,omuzlarımızdaki meleklerin iyilikleri kötülükleri yazdığını bilen insanlar [olarak] nasıl davranmamız lazım?
Üzücü olayların karşısında da mâneviyâtımızı bozmadan sağlam durmamız lazım. İnsanların başına çeşitli olaylar geliyor. Kraliçe Diana ile nişanlısı küt gittiler, bitti. Onların sayfası kapandı. Şimdi o adamın zengin babası,oğlunu kaybetti. Acı bir olay.Ne yapalım, kader,Allah’ın imtihanı. Dünya hayatı böyle.
[İmtihan] çeşitli şekillerde olabilir. Bazen ne bu kadar aşırı acı, ne bu kadar aşırı tatlı olur. Orta olur. Günlük olay olur. Ama günlük olayda da insan bazen kaybeder bazen kazanır.
Benim bir yakınım var. Aksaray pazarına gitmiş. Ev için yiyecek içecek,meyve almış.Taze taze, turfanda yeni çıkmış salatalıklar, çıtır çıtır… Onlar[a]da çok büyük para vermiş, almış. Turfanda, yeni olunca pahalı oluyor. Almış. Getirmiş, arabasının bagajını açmış. Arabasının arkasına bunları koyarken, adamın birisi arkasından gelmiş. Kendisi anlatıyor:“[Baktım] güçlü, kuvvetli, iri yarı, dinç, sağlam bir insan.”
Demiş ki;“Ağabey, şu salatalıklardan bana bir tane versene.”Hırpânî kılıklı birisi…
O da demiş ki;“Sen o salatalığın bir tanesinin kaç para olduğunu biliyor musun?”Çok pahalı, turfanda. “Kaça olduğunu biliyor musun?”
Gidip de onu istiyor. Yani imtihan ya,onu istiyor. “Sen bunun kaç para olduğunu biliyor musun?” demiş.
Eğilmiş,yine[de]alıp verecek. Ama dayanamamış, bu lafı söylemiş.Biraz içine zor gelmiş. Bir kilo domates istese verecek. Üç tane ekmek istese verecek fakire. Ama turfanda salatalık, zaten sayılı almış. Bir tanesi şu kadar para. Zor almış. “Hadi babam yesin, annem tatsın.” diye almış mesela. Dilenci gidiyor, onu istiyor. “Şu salatalıktan ver bana.”
“Sen kaça olduğunu biliyor musun?”demiş.
“Eğildim, vermeye niyetim var. Salatalığı aldım, döndüm; adam yok.” diyor.
“Halbuki alandayım…” diyor.
Aksaray’a giderken, Vatan caddesinin Aksaray’a yakın yerinde, sol tarafta. Oradaki barakaları, çarşıyı geçtikten sonraki meydanlık yer. [Orada]bir evliyâ kabri var. Onun ötesi boş. Boş alan.
“O istedi, ben eğildim, vereceğim.Döndüm baktım, adam yok. Kayboldu.Şöyle baktım yok, böyle baktım yok. Arkama baktım yok. Adam yokoldu.” diyor.
İmtihan! Gitti. İmtihan bitti. Onun zorlandığı, çok para verdiği için zorlandığı bir olay.
Cömert bir insan. Milyarlar hayır yapan bir insan. Ben şahidim, biliyorum. Milyarlarla hayır yapan bir insan. Ama demiş ki;“Sen onun kaça olduğunu biliyormusun?” Yine de vermeye niyetlenmiş. Belki de kaybetmedi imtihanı. O sözü söylemeseydi, daha iyi olacaktı.Söylemeden verseydi. Yani orada imtihan oluyor. Dönmüş bakmış, yok.
“Hızır aleyhisselam’dı muhakkak.” diyor kendisi anlatırken. “Çünkü bir yere gitmesi mümkün değil. Etraf tenha. Baktım yok.Yok oldu,kayboldu.” diyor.
Böyle de olur. Bu düz bir imtihan, yani çok aşırı bir imtihan değil. Bazen çok aşırı olur. İnsanın en çok sevdiği yavrusunun ölümü, çok acı bir şey mesela…
Hâsılı, biz Allah’a inanmış insanlar, dünyada imtihan edildiğimizi biliyoruz. Hayat bir imtihandır. Karşılaştığımız her olay bir imtihandır. Biz bu imtihanda eğer hoşumuza gitmeyen şeylerle karşılaşmışsak Allah’la aramızı bozmamalıyız. Öyleleri var ki ben bazen bindiğim minibüsten inmek istiyorum. Çünkü adam açıyor sonuna kadar güya orada şarkı musiki parçası var,Allah’a çatıyor. “Benim başıma bu belayı niye verdin Allah’ım!”“Şimdi başımıza taş yağacak. Durdur şu minibüsü, ben ineyim aşağı. Ya bunu kapa ya ineyim.” diyorum.
İmtihan. İnsan kaybeder.Allah insanları imtihan ediyor. Kaybeden insandır. Sabrederse sabrın mükâfatı olur. Şükrederse şükrün mükâfâtı olur. Şükretmezse şükr[etmemenin] cezası olur. Sabretmezse sabırsızlığın cezası olur. Kesin. Peygamberleri dahi, böyle hayatlarından biliyoruz, başlarına zorlu imtihanlar gelmiştir.
Mesela PeygamberEfendimiz’in hayatının [rahat] bir hayat olmadığını,ne kadar sıkıntılı bir hayat olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne kadar sıkıntı çektiğini biliyoruz. Nuh aleyhisselam’ın sıkıntılarını biliyoruz. Musa aleyhisselam’ın Firavun’dan ve kavminden çektiklerini biliyoruz. Her peygamberi biliyoruz. İbrahim aleyhisselam’ın Nemrut’tan, kavminden neler çektiğini biliyoruz.
Bu akşam buradaki sohbet konusu olarak kurayla çıkan [hadis-i şerifte] Peygamber Efendimiz’in birinci nasihati; sabırlı olun. Başınıza bir hal gelirse ciyak ciyak bağırmayın,viyak viyak feryat etmeyin. Metin olun. Adı Metin olanlardan gayrısı da metin olsun. Sağlam durun. Bilin ki Allah sizi imtihan ediyor. “Bu da geçer. Bu da bir imtihan. Sabredeyim.” deyin. İnsan böyle sabır edecek bir olayla karşılaştığı zaman diyecek ki;
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
İnnâli’llâhi ve innâ ileyhi râciûn. [1]
“Biz Allah’ın kullarıyız. Allah’ın huzuruna döneceğiz.Allah’tandır.” diyecek, sabredeceğiz.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
İnna’llâhe mea’s-sâbirîn. [2]
“Hiç şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.”
“Sevdiği için yanındadır. Onların cephesindedir. Onların yanındadır, onları tutar.” demek.
اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
İnnemâ yüveffe’s-sâbirûne ecrehüm bi-gayri hisâb. [3]
Herkese mükâfatları sayıyla, ölçüyle verilirken sabredenlere mükâfatlar ölçüye sığmayacak kadar, tarif edilmeyecek kadar çok verilir.
İnnemâ yüveffe’s-sabirûne echarum bi-gayri hisab.
İslâm’da bir müslümanın çok sevap kazanması yollarının, geniş imkânlarının bir tanesi [de]sabırdır. Sabır tarafından insanın sevap haznesine, güldür güldür billur gibi sevap gelir. Güldür güldür akar gelir. Sabredecek. Çünkü hayat karmaşık, karışık bir olaydır. Bu karışık olayların;bazısı tatlıdır, bazısı tatsızdır, ne yapalım. Tatlılarını ayırıp da tatsızlarını itemeyiz. Hepsi beraber gelir. Allah bize tatlı şeyler verirken O’nunla dost olup da acı şeylerle karşılaştırdığı zaman O’na isyan etmek kulluğa yakışmaz. Onun için sabırlı olacağız.
Bilmiyorum, içinizde sabretme durumunda olan insanlar var galiba… Böyle bir nasihat geldi. Sabredin. Sabrederseniz mükâfat alırsınız. Allah sabredenlerle beraberdir. Sabredenlere sevaplar çok gelir. Sabredin. Bu bir.
Ve’r-rıdâbi’l-kadâi. İkincisi,Allah’ın takdîrâtına, mukadderâtına rıza göstermek. Biliyoruz ki olayları Allah Levh-i Mahfûz’a yazıyor. Mukadderât oluyor.Yani insanın ömrü belli. Ne kadar yaşayacağı ezelden mâlum. Rızkının ne miktar olduğu bellidir. Kaç tane pizza yiyeceği sayılı. Herşey mâlum. Allah, bunu en ince [detayına] kadar biliyor.
İnsanoğlunun kazaya, “Kaza” dediğimiz, böyle iki arabanın çarpışması demek değil. Kazâ-i İlâhî,“Allah’ın hükmü” demek. Allah’ın hükmüne rıza göstermesi;“Tamam yâ Rabbi!Neylersen hoştur, kabulümdür.” demesi lazım. Bunu biliyorsunuz.“Neylerse güzel eyler” diye bir ilahi,bir şiir var. İbrahim Hakk-ı Erzurûmî hazretlerinin. “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler…” diye.
Hakk’tan olacak işler
Boşdur gam u teşvişler
Ol dilediğin işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…
Başka bir şair de diyor ki;
Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül, yahut diken.
Ya hıl’atü, yahut kefen,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.
İyi bir derviş, iyi bir sûfî, iyi bir mü’min Allah’tan olan şeyleri hoş karşılar. Tahammülle karşılar, sabırla karşılar. Bozulmaz. Allah’ın hükmüne, kazasına, kaderine razı olur.
Bu hususta benim sevdiğim bir hikâye var. Kitaplarda okumuştum, çok beğenirim. Eski zamanda böyle iyi bir derviş, olgun bir kimse,evliyâ yolunun yolcusu bir iyi insan; bir şehirden bir şehre gitmiş. Şehrin kale kapısından içeri girince bunu yakalamışlar.
Eskiden kale kapıları vardı. Surlar vardı. Burada da öyledir. Almanya’da da öyle. Türkiye’de de öyleydi. Sonunda burg sözü olan bütün yerleşme yerleri, aslında bir kale. Burg,“kale” demektir. Edinburg vesaire. Hepsinin kalesi vardır.
Bir şehre girmiş kapıdan. Oradaki muhafızlar bakmışlar, gözleri tutmamış. Tipsiz bulmuşlar. Zaten derviş adam, yani fukarâ. Övünmüyor, giyinmiyor, fiyaka yapmıyor,saltanatı yok. Zaten yoldan gelmiş, tozlu topraklı… Zaten dünyaya metelik vermiyor. Parası pulu yok. Ama âlim,ârif, kalbi zengin, duyguları güzel, evliyâ… Ama dış görünüş itibariyle, hırpânî bir insan. “Gel buraya!” demişler, yakalamışlar. Sorgulamışlar. Şüphelenmişler. “Sen galiba, bizim düşmanımız falancanın casususun!” demişler. Adamda kendisini savunamamış veya karşı tarafı ikna edememiş. Komutan demiş ki;“Kesin bunun kafasını! Olsun bitsin. Madem casus, kesin bunu!”
Adamı kesmeye cellâda götürürken adam diyor ki kendi kendine… Kendisiyle konuşuyor. Egosuyla,içiyle konuşuyor. Demiş ki;“Sen kitaplarda böyle okunduğu zaman, kaza ve hükm-ü ilâhîye razı olmayı söylüyordun. Konuşuyordun. Kabul ediyordun. Şimdi bak, Allah sana böyle bir olay hükmetmiş, başına böyle bir olay geldi. Haksız yere yakalandın. Şimdi biraz sonrada, cellât bir balta vuracak,kafan gövdenden ayrılacak.
Şimdi buna damı razısın?
Bak olanlara şimdi.
Buna damı razısın?”
Şeytan içinden körüklüyor. İsyan etsinde kâfir olarak ölsün diye…
O da demiş ki içinden,yine bu sese karşı;“Ne yapalım, herkesin bir ömrü var. Demek benim ömrümde bu kadarmış. Allah böyle hükmetmiş. Mazlum olarak ölmek de fena bir şey değil. Zalim olarak ölseydim daha fena olacaktı. Hiç olmazsa haksız yere, mazlum olarak ölüyorum.”
Kazaya rıza gösteriyor. Ve hükm-ü ilâhîye teslim. “Ne yapalım, kader böyleymiş…”
Bu gibi olayları ben birkaç sefer yaşadım. Yani insanın en son anlarını tattım.
Singapur’dan uçağa bindik. Bizim uçak bir kaza geçirdi.Başladı aşağı gitmeye… Yere vurdu mu hayatınız bitecek, tamam.
Uçak yere çakıldıktan sonra, yolcusunun yaşama imkânı ne kadardır?
Böyle gidiyorduk doğrudan doğruya… Düz gidiyorduk. Yatay gidiyorduk. Uçağımız bir duvara çarpmış gibi bir gümbürtü oldu,“güm” diye. Herkes koltuklarından öne fırladı. Benim önümde bir koltuk vardı, ondan sonra businesclassın duvarı vardı. Biz garibanlar [kısmında idik,] arka tarafta. Ben önümdeki koltuktanda havaya uçup duvara çarptım. O duvarın önündeki sıradaki adamın ensesine düştüm. Benim önümdeki adam daha ön tarafa uçacak bir yeri olmadığından üst tarafa çarptı. Uçağın üst tarafında ışıklar vardır. Hava ayar yerleri vardır. Hostesi çağırma düğmeleri vardır. Vallahi orayı deldi kafası. “Güm” diye orayı kafasıyla deldi ve kafası kanlar içinde yere [düştü]. Arkadan ölenler oldu. Bizim uçak aşağı iniyor, böyle gidiyoruz aşağı…Hayat bu kadarmış, ne yapalım…
Benim aklıma bizim hatun geldi. “Bu hatu,n benim hocamın bana emaneti. Gideyim şunun yanına, kelime-i tevhid telkin edeyim.” dedim. Sürünerek yanına kadar gittim. Hanıma diyorum ki; “eşhedü enlâ ilâhe illallah…” O da benim dediğimi demiyor. “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed”tutturmuş onu öyle söylüyor. O da fena değil. O da Peygamber Efendimiz’e salât ü selam getiriyor. Ben;“eşhedü enlâ ilâhe illallah” diyorum, o da;“Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” diyor.
Bir gümbürtü daha koptu. Bir yere daha toslamış gibi olduk. Çok büyük bir ses de çıkıyor, sarsılıyoruz. Bir kamyon veya bir otobüs duvara çarparsa o kadar. Düşünün ki, bir insan yerinden kalkıyor, uçuyor.Arkadan boynu kırılanlardan ölenler oldu. Sedyelerle götürdüler. Bir daha çarptık. Düzeldi. Ben şöyle camdan baktım,yine yatay gitmeye başladık. Denize veya dağa çakılmadık.Kanatlara baktım,kanatlar sağlam. Bu taraftaki kanada baktım, uçağın kanatları sağlam. Ne olduğunu anlayamadık. Kimsede izahatta bulunmadı. Aşağı indik. Kimisi hastaneye, kimisi mezara, kimisi bizim gibi otele gitti.Ben hâlâ yaşıyorum. Karşınızdayım, görüyorsunuz.
Ama o zaman ölebilirdik. O zaman innâlillâh ve innâileyhirâciûn, hayatın son anını yaşadığımı hissettim. En son dakikası. Aşağı çarptığın zaman iş bitecek. Ölmeden üç beş saniye önceki duygular; olabilir, herşey olabilir.
Fakat adam başı kesilmeye giderken diyor ki, kendi kendine;“Söyle bakalım, sen eskiden ‘Allah’ın hükmüne razıyım.’ diyordun. ‘Allah’a bağlıyım.’ diyordun. ‘Allah’ı seviyorum.’ diyordun. Bak Allah sana böyle bir haksız yere ölmeyi nasip etmiş.
Nasılsın, ne haber?”
Şeytan söylüyor içinden tabii. O da diyor ki;“Ne yapalım Allah’ın hükmü böyle, hayat bu kadarmış. Olursa olsun.”
Tam cellâdın yanına kadar gidiyorlar. Birisi bağırıyor, diyor ki;“Hey! Durun, yanlışlık oldu. O adam suçsuz!” Kurtuluyor. Kafası kesilmiyor.Oraya kadar gidiyor, oradan kurtuluyor.
Adamın bir sözü çok güzel, hoşuma gitti. Ben onu defterime not aldım. Diyor ki;
“Vallâhi ölümden halâsıma değil, ölüme giderken ki ihlâsıma seviniyorum.”
“Vallahi ölümden kurtulduğuma sevinmiyorum. Ölüme giderke,n imtihan oldum ya…‘Bak öleceksin!’ dedi şeytan. Ama ‘Ölürsem öleyim!’ dedim ya…Vallâhi o ihlâsıma seviniyorum, ölümden kurtulduğuma sevinmiyorum.”
İşte, kadere rıza budur. Tasavvufun en yüksek mertebelerinden birisidir. “Tasavvuf” dediğimiz güzel yolun en yüksek seviyelerinden birisidir. Allah’ın hükmüne rıza gösterir. Goncagül de gelse “eyvallah” der. Ya goncagül yahut diken. Dikende gelse eline batsa “Ne yapalım,Allah’ın kaderi.” der. Hil’at da gelse padişahtan, sırmalı kaftan ya da kefen gelse, hepsi hoş…
Bir zaman gelecek, hepimiz öleceğiz. Çırpınmanın faydası yok. Bu dünyada kalan yok. Herkes konup göçüyor. Demek ki kadere rıza önemlidir.
Tasavvufta, en yüksek makam hangisidir?
Bazı âlimlerimize göre en yüksek makam, Allah aşkıdır, muhabbetullahtır. Yunus Emre gibi, Mevlânâ gibiAllah’a âşık olmaktır. Allah aşkıyla yanıp tutuşmaktır. Allah’ı sevmektir. Zaten rıza ve teslimiyet de biraz sevgiden oluyor. İnsan sevdiğinin herşeyine [rıza gösterir]. İster as ister kes, teslim oluyor.
Peygamber Efendimiz bize böylece -hadisin bu kısmıyla- bunu da tavsiye etti.
Muhterem Newcastle’li kardeşlerim!
Sabırlı olun. Bir de kadere, kaderin cilvelerine, imtihanlarına,Allah’ın hükmüne rıza gösterin. İtiraz etmeyin. Öyle kafayı bozmayın. Müslümanlıktan fırt diye, dışarı çıkmayın. Allah’a âsî gelmeyin.
Üçüncüsü; ve’d-duâüfi’r-rahâi.“Geniş zamanda, rahatlık, serbestlik, iyilik zamanında dua etmek.”
İnsanoğlu başı sıkışınca, dua eder. Talebe imtihan olacağı zaman, ertesi gün bir imtihana girecekse bir gün önceden abdest alır, namazlarını kılar. Gusül abdesti alır,tesbih çeker, imtihana Âyete’l-kürsî okuyarak girer.
Daha önce aklın neredeydi?
“Sorma hocam, biraz futbol oynadık, biraz şöyle yaptık, biraz böyle yaptık…”
Sıkışmayınca duaya yanaşmıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de bildiriliyor. Gemiye biner. Dalgalar gemiyi sarsmaya, sallamaya başlayınca; “Aman yâ Rabbi! Gemimizi batırma yâ Rabbi! Allah’ım sen benim canımı dalgaya kaptırma! Karaya sâlimen çıkarsam on tane koyun kurban edeceğim!” [der.] Böyle çeşit çeşit [dualar…] Karaya çıktığı zaman unutur.
Biz İstanbul’da, Karaköy rıhtımından gemiye binerdik. Şiddetli lodos, dalgaların çok olduğu zaman… Sarayburnu’ndan açıldın mı lodos, Kadıköy vapurlarına başlar çarpmaya. Vapurun bir önü dalar suyun içine, bir arkası dalar. Bir önü, bir arkası… O zaman Kadıköy vapurundaki herkes, dua eder.
Neden?
Gemi sallanıyor da ondan. Sıkıştı da ondan.
Ama güzel havalarda…Pabucu ayağını sıkmazsa Allah’ın adını anmazdı, Süleyman Efendi. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye…
Biliyorsunuz,deği lmi?
Ayakkabısı vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını
Günahkâr da sayılmazdı
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye...
Orhan Veli’nin şiiri.
Ayakkabısı vurunca “Allah” diyor. Gemi sallanınca “Allah” diyor. İmtihan vaktinde “Allah” diyor. Borcu ödeyeceği zaman, dükkân sahibi;“Yâ Rabbi!Yardım et.Hiç beş kuruş param yok. Kasa bomboş. Ne olur,beni alacaklara karşı mahcup etme!” O zaman,başı sıkışınca dua ediyor. Bu makbul değildir. Geniş zamanında dua, makbuldür. Bir ihtiyaç görünmediği zamanda, dua makbuldür. O sevgiden oluyor. Ötekisi sıkışmaktan oluyor. Sıkıştı mı herkes duayı yapar. En dinden imandan uzaklar bile o zaman sofulaşır, sofulardan sofu olur, daha ileri olur. Ama sâir zaman yok.
Demek ki Allah’ı bolluk ve geniş zamanımızda unutmayalım. Unutmayacağız. Nasihat bu. Zenginsiniz, rahatsınız,sıhhatlisiniz,ağrınız sızınız yok, başınız dinç, herhangi bir sorununuz yok, iyisiniz, hoşsunuz, güzelsiniz…Allah daha iyi etsin,maşâallah. Gözümüz yok,niye olsun. Şimdi dua edeceksiniz. Duanın kıymeti şimdi var. Sıkıştığı zaman, zaten herkes dua ediyor. O zaman kıymeti olmaz.
Hatta Allah u Teâla hazretleri; “sen, genişlik zamanında, bana dua etmeyi unuttun,şimdi senin duanı kabul etmiyorum.” diyebilir. Onun için Allah’ı hiç unutmayın. Hatta elhamdülillah ki hiç derdim yok diye ,o nimeti düşünüp ondan dua edin. Çok şükür ki Ya Rabbi! Hatta bir dertli insanı gördüğünüz zamanYa Rabbi! Sana çok şükür ki bu kuluna o dedi vermişsin. Ben elhamdülillah öyle bir derde maruz değilim.
Kimisi kör, kimisi topal, kimisi hastalıklı, kimisi felçli, kimisinin vücudu senin ki kadar güzel değil, çirkin vesaire. Kimisinin başına hayatta, pişmiş tavuğun başına gelmeyen olaylar gelmiş geçmiş filan. Sana gelmemiş. Diyeceksin ki elhamdülillah. Elhamdülillah ki;Allah bana rahatlık vermiş. Çok şükür ki böyle kırmızı halılı, güzel tavanlı, işlemeli duvarlı, avizeli bir salonda oturmuşuz, sevgili Peygamberimiz Habibullah Muhammed-i Mustafâ'nın güzel sözlerini dinliyoruz, ne mutlu.
Karnımız tok, sırtımız da pek. Üşümüyoruz da. Bir sıkıntısı olan yok elhamdülillah. Çok şükür ya Rabbi. Sana hamdolsun ya Rabbi. Nice dertli kulların varken, bize bu nimetleri vermişsin.
Elhamdülillah bir silah tehdidi yok. Bir şey yok, bir şey yok, bir şey yok yani. Çok şükür. Ne yapacağız?
Dua edeceğiz. Geniş zamanda Allah'ı unutmamak, geniş zamanda Allah'a dua etmek,geniş zamanda şükretmek, Allah'ın kendisine verdiği nimetleri bilmek ve Allah'a sevgiyle bağlanmak. Bu tavsiye edilmiş, oldu.
Üç şeyi Peygamber Efendimiz bize; benim dilimle size, ve bana da tabii.Ben de dahilim , sizin bir kardeşinizim. Üç şeyi, çok önemli üç şeyi bize tavsiye etti Allah, Peygamberimiz vasıtasıyla: Sabırlı olacağız, sabredersek mükâfat var.
Allah'ın hükmüne rıza göstereceğiz, işine. Hoş göreceğiz, hoş bakacağız. İtiraz etmeyeceğiz. Geniş zamanda nimetler içinde yüzerken duayı unutmayacağız, Allah'ı unutmayacağız. Dindarlık sadece sıkışık zamanlara mahsus değildir. Her zaman, biz Allah'ın kuluyuz. Her zaman Allah bize nimetlerini saçıyor, nimetlerine bizi gark ediyor. Biz de her zaman Allah'a duada anacağız, unutmayacağız.
Sübhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn ve selâmun ale’l-mürselîn ve’l-hamdüli’llâhi rabbi’l-âlemîn.
el-Fâtiha!