Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Alâ neamihi zahiretil batineh. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ ve senedinâ ve üsvenite’l haseneti Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi ihsânin bi-ihsânin zevi’s-sıdkı ve’l-vefâ.
Emmâ ba’d.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim.
Allah’ın celle celalühü selamı, rahmeti, bereketi ihsanı, ikramı üzerinize olsun. Rabbimiz, sizleri sevdiklerinizle beraber dünya ve ahiret saadetine nail eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin.
إِنَّ اللهَ لَيَطَّلِعُ فِي لَيْلَةِ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ، فَيَغْفِرُ لِجَمِيعِ خَلْقِهِ، إِلَّا لِـمُشْرِكٍ أَوْ مُشَاحِنٍ. هـ عَنْ أَبِي مُوسَى.
İnnellâhe le-yettali’u fî leyleti’n-nısfi min şa’bâne fe-yağfiru li-cemî’i halkıhî illâ li-müşrikin ev müşâhinin.
Ebû Musa radıyallahu anh’den ,
Şaban ayıyla ilgili muhterem kardeşlerim. Şaban ayı hangi aydır? Şu içinde bulunduğumuz aydır. Recep bitti. Miraç gecesi; recebin yirmi yedinci gecesiydi. Miraç geçti. Ondan sonra Şaban ayı girdi. Şimdi Şaban ayının içinde bulunuyoruz. İşte bir iki hafta içinde Şabanın yarısı olacak, Berat gecesi gelecek. Bu Berat gecesi; müminlerin affı mağfiret olduğu, çok hayırların, bereketlerin cereyan ettiği, Allahu Teâlâ Hazretlerinin lütfunun, kereminin, ikramının, rahmetinin cuşa geldiği bir gecedir ki, bu geceyle ilgili hadîs-i şerîf sizin kura ile karşınıza şimdiden çıktı.
Bu geceye hazırlık olsun diye, dikkatiniz şimdiden çekilsin diye böyle şey yapıldı.
Dün bir kardeşimizle konuştuk. Muhterem Müslümanlar.
Diyor ki; benim bulunduğum fabrikada, kendisini salahiyetli bir kimse, benim bulunduğum fabrikada diyor, bir toplantı yaptılar, beni de çağırdılar, ben de gitmek zorundaydım diyor. Kandil gecesine denk getirmişler. Masonlar toplantı yapmışlar, kandil gecesinde. Cuma günü oldu mu yemeğe çağıyorlar beni diyor. Yok ben Cuma’ya gideceğim diyorum. Yani Cuma’dan sonra yedir yemeğini, Cuma’dan önce yedir. Maksat Cuma’ya göndermemek. Maksat kandil gecesinin, feyzinden istifade ettirmemek. Kâfirler bizim hasımlarımız, düşmanlar, imansızlar. Bu hayırlı, mübarek zamanları biliyorlar da bunların karşısına alternatif koyuyorlar. Dinsiz hoca, profesör, tam Cuma saatine imtihan koyuyor. Cuma saatinde, Cuma’ya gidip, imtihanına gelemeyen kalsın, diye. Vardı bizim böyle üniversitelerde, fakültelerde, bizim tanıdığımız kimseler. Azılı mason. Şey yapıyor. Tam o Cuma saatine ders koyuyor. Onun da dersinden not alamazsan geçemiyorsun. Çocuk cumayı terk edecek ille. Be zalimler, be imansızlar böyle mübarek zamanların kıymetini bilir de; müslümanlar bu mübarek zamanlardan istifade etmesin diye tedbir alırsa. Bizim müslüman kardeşlerimiz, bunlar kadar da mı akıllı değil? Bunlar kadar da mı tedbirli değil?
Takviminize yazmanız lazım. Kırmızı daire içine almanız lazım. Bu gece kandil gecesidir diye. O gece eve giderken, hediye ile gitmeniz lazım. Şu içinde yaşadığınız cemiyette;
Noel tatilinde, bu adamların nasıl hediye peşine düştüğünü nasıl görüyorsunuz?
Nasıl herkes birbirine hediye alıyor?
Nasıl uzun tatiller? Nasıl bayramlar? Nasıl fişekler? Nasıl şamata, nasıl eğlence?
Neden?
Yani bu mübarek günün şuuru, bu kutsal günün şuuru genç nesillere bulaşsın diye yapıyorlar onu. Ve siz kendi çocuğunuza kandili bildirmezsiniz, kendi ailenize kandili bildirmezseniz, Cuma’yı bildirmezseniz, bileceği tedbiri almazsanız, hediyeyi almazsanız. Çocuğunuza kandil gecesi, ne zaman babam, o zaman bana külliyetli para verecek diye kandil gecesini önceden hesaplayacağı şeyi almazsanız. Bu çocuklar, çok şeyleri bilir de İslam’ı bilmez. Kandili bilmez. Mübarek şeyi bilmez.
O bakımdan çocuklarınıza hediye verecekseniz; cumayı vesile edinin, kandili vesile edin, bayramı vesile edinin. O zaman verin ki bilsin. O günlerde evinizde müstesna şenlik olsun, bir bolluk olsun. Bir böyle Allah Allah masa niye böyle donanmış, bu evin içi niye böyle güzel.
Ankara da bizim komşumuz, bir kardeşimiz vardı. Bayraklarla süslerdi evi, kandillerde. İçini, dışını, böyle konfetilerle, o zincirlerle, güzel süslü şeylerle, fenerlerle, şeylerle, duvarlara asardı, camlara asardı, evin dışına asardı, içine asardı. Yani cümle cihan halkı, bu evde ne oluyor diye bakacak. Ha kandil diyecek.
Biz, kandili simide çıkmasa, kandilin ne zaman olduğunu millet bilmiyor. İyi ki kandil simidini koymuş dedelerimiz. İyi ki fırınlar, kandil günlerinde simit çıkartıyorlar. Ordan biliyor millet. Onun için, dininize bağlı olun. Dininizin mübarek günlerini bilin. O günler için önceden hazırlık yapın.
Şimdi işte size Allah nasip etti, daha Şaban’ın yarısı, Berat gecesi gelmeden, ikaz karşınıza çıktı. Bu Berat gecesine bir güzel hazırlanın ki, cümle alem şaşırsın. Bizim Berat gecemiz bu. Mübarek kandil gecemiz. Bu kandil gecesi bak ne diyor Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimiz?
Şaban’ın yarısı gecesi olduğu zaman, Allahu Teâlâ Hazretleri kullarına teveccüh eder, nazar eder, bakar, hepsine şöyle bakar.
Fe-yağfiru li-cemî’i halkıhî.
Bütün müslüman halkını affeder, mağfiret eder. Bu gece; Allah’ın kullarını, affı mağfiret ettiği gecedir. Ama.
İllâ li-müşrikin ev müşâhinin.
Ancak müşriki affetmez ve müşâhini affetmez.
Müşrik. Müşrik ne demek?
Allah’a şirk koşan, demek. Allah, müşriki affetmez. Kâfiri, affetmez.
“Ama onun da bir dini var her din muhterem”. Her din, muhterem değildir. Her din muhterem olsaydı, İbrahim aleyhissela, içinde yaşadığı cemiyetin, putlarını kırmazdı. Onların karşısına çıkmazdı.
Hintliler şimdi öküze tapıyorlar. Muhterem din mi?
“Herkes inancında serbest olmalı”. Hak yol serbest olmalı, batıllar bitmeli.
Öyle şey olur mu? Ne ala kurnazlık,
لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ
Le-küm dînüküm ve liye dîni. [1] Usulü gibi.
Demişler ki;
Ya Muhammed, gel pazarlık yapalım. Gel bir pazarlık yapalım. Biz de kendi dinimizde serbest olalım. Sen de serbest ol. Hatta bir gün senin Rabbına ibadet edelim. Bir gün de sen gel, bizim putlarımıza ibadet et.
Öyle şey olur mu?
Müslüman batıl yola, yanlış yola, şeytan yoluna, imansızlık yoluna, şirk yoluna, küfür yoluna, prim verir mi müsamaha eder mi. Zaten İslâm’ın manası o. Peygamber Efendimiz niye geldi? Bir elime ayı verseniz, bir elime güneşi verseniz, bu davadan vazgeçmem dedi. Para verelim sana, mevki verelim, melik yapalım, hükümdar yapalım, kızlarımızı sana nikahlayalım. Ne istersen yapalım, bize dokunma, bırak şu bizim düzenimiz devam etsin. Bir elime ay tutuşturulsa, bir elime güneş tutuşturulsa, onu veremezsiniz ya, gökten ayı indirip de Resulullah’ın eline vermek mümkün mü,veremezler de yani ne yapsanız bu davadan vazgeçmem dedi, Peygamber Efendimiz.Çünkü; Allahu Teala hazretleri, geçme diye gönderdi onu. Bunları söyle diye gönderdi onu. Bu insanları yanlış yoldan döndür diye gönderdi. Bunların yanlış itikatlarını,söyle diye gönderdi. Bunların batıl inançlarını, onlara bildir de düzeltsinler, diye gönderdi.
O bakımdan muhterem kardeşlerim, dikkat edin, sakın ha pazarlığa girmeyin. Sen bizimkine hürmet et, biz de seninkine hürmet edelim. Senin dinin, hürmete şayan değil.
Senin dinin, yanlış. Yanlışa prim verilmez. Yanlış cezalandırır; işte trafik kaidesi, işte ceza kanunu, işte daha başka kanunlar.Yanlışa müsamaha olur mu, bilim dışı, akıl dışı, mantık dışı, İslam dışı şeye müsamaha olmaz. Yol bir tane, tek yol, tek yol, İslam. Başka yol yok. Başka yola gidersen, kendin kaybedersin. Pazarlığa oturursan, tamamını kaybedersin. Onun için, hak yolu bilin, hak yolu desteklemek için çalışın.
Müşrike Allah, hiçbir şey vermiyor, müşrik bir şey kazanamayacak. Müşriki affetmeyecek Allah. Şaban’ın onbeşi gelecek de, herkes istfade edemeyecek; müşrik kazanamayacak, müşrik istifade edemeyecek.
Elhamdûlillah biz şirkten beriyiz. Şirkten uzağız. Allah’ın varlığını kabul etmiş insanlar, müminleriz, Müslümanlarız. Biz de şirk yok. Doğrudur.
Biz, Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü. Biz şehadet ediyoruz ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız o vardır. Gayrisi yok. İki tane, hayır. Üç tane, hayır.
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ
Lev kâne fîhimâ âlihetün illallâhü le-fesedetâ. [2]
Birkaç tane olsaydı, birbirleriyle savaşırlardı. Kainatın düzeni alt üst olurdu. Öyle şey olur mu? Bir tane.
هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Hüvallâhü’l-vâhidü’l-kahhâru. [3]
Tektir, ehâdtir, sameddir, bir tane. Allah’ın varlığını kabul ediyoruz. Fakat, bir de şirk-i hafî vardır muhterem kardeşlerim. Şirk-i hafî, Gizli şirk, saklı şirk, kimsenin bilmediği, kolay anlaşılmayan şirk vardır.
O nedir?
O da riya, riyakârlıktır, riyakârlıktır. Ahiret amelini, ibadeti, taati, Müslümanlığı, dünya menfaati için yapmaktır, gösteriş için yapmaktır. Namazı, orucu, hayrı, sadakayı verirken, gösteriş için vermektir. Bir hatta cihadı bile, bir insan gösteriş için yapsa, kıymeti yoktur. Bir insan çıksa; ya benim gibi bir kahraman insan, şampiyon, bir babayiğit, bir süvari, çok güzel kılıç kullanan bir kimse. Şimdi ben, bu kavmimin, yaptığı savaşa gitmesem beni ayıplarlar, savaştan korkuyorum sanırlar. Onun için ben savaşa gideyim dese, Allah kabul etmez. Allah rızası için çarpışanı, kabul eder. Ganimet kazanayım, şu kavmi yeneyim de paralarını yağmalayayım, zengin olayım diye savaşsa, Allah kabul etmez. Çünkü, o da bir çeşit şirktir. Gayesinin içine, başka gaye kattı, niyetini bozdu, Allah rızası için çalışmadı, riyakârlık etti, şöhret için yaptı, dünya menfaati için yaptı. Allah onu da kabul etmez.
İnsan Allah’tan gayriden korkarsa, ibadeti başkasına yaranmak için yaparsa, başkasına menfaat sağlamak için yaparsa, o da bir çeşit şirk oluyor. O senin rabbin mi ki, ondan korkuyorsun?
O mabut mu ki, ona itibar ediyorsun?
Ancak Allah’tan korkarız,ancak Allah’a ibadet ederiz, ancak Allah’tan yardım isteriz diyorsun, ondan sonrada başka hesaplar yapıyorsun,işte buna şirki hâfi diyorlar.Riyakarlığa, gösterişe.Ahiret amelini,dünya menfaati sağlamak için yapmaya, Allah bunu da kabul etmiyor. Bu da bir çeşit şirktir. Bu gizlidir. Yani adı Ahmet, Mehmet,Ali, Veli müslüman olan kimseler de böyle yanlış zihniyetler, yanlış niyetler besleyerek, böyle hatalı durumlara düşebilirler. Allah saklasın.
Biz bir ibadeti neden yaparız?
Allah rızası için yaparız.
Hayrı sadakayı niçin veririz? Firmamızın reklamı olsun diye, vermeyiz. Allah emretti diye veririz.
Namazı niçin kılarız?
Kılmazsam ayıplarlar, diye kılmayız. Allah emretti diye kılarız. Bâyezîd-i Bistâmî’nin hayatını hayatını okuyum dedim, arkadaşımızın evinde kitabı var,açtım. Bâyezîd-i Bistâmî her gün bir hatim indirirmiş muhterem kardeşlerim. Her gün bir hatim indirirmiş. Kur’an’ı bir defa hatmedermiş her gün. Nice nice nice nice hatimleri var. Kırk beş defa da hacca gitmiş. Kırk beş defa da hacca gitmiş. Arafat’ta ibadet ederken, vakfe oluyor ya, arefe günü, Arafat’ta öyle ibadet ederken içine bir ses, bir duygu gelmiş ki, diyor ki;
Ya Bâyezîd, sen ne adamsın be, sen ne adamsın, her gün bir hatim indirdin, kırk beş defa hac ettin, bir haccın ne kadar sevabı var, kırk beş defa hac ettin, her gün de hatim indirdin. Senin sevabına kim ulaşabilir?
Bakmış ki Allah Allah. İbadetine güvenmeyi telkin eden bir ses, bir duygu, bir düşünce. Allah ibadetleri kabul ederse eder. Etmezse hiç kıymeti yoktur. Sıfırdır. Ondan sonra bakmış ki,ibadetine mağrur olma duygusu var,içinde.İbadetine güvenme duygusu var.Demiş ki;”Ey Müslümalar, kırk beş defa hac ettim. Bunların sevabını satmak istiyorum. Kim alır demiş?
Birisi çıkmış, ben alırım demiş. Para vermiş de ekmek mi almış, yoksa şu ekmek mukabilinde satarım demiş de eline çörek ekmek mi geçmiş. O çöreği almış. Kırk beş haccın sevabı bitti. Ondan sonra da o çöreği de, orda bir köpeğin önüne atmış.
Hadi bakalım demiş. Şimdi Allah’ın lütfundan başka, ne dayanağın kaldı Bâyezîd? Söyle bakalım. Sattın. Kırk beş haccı sattın. Elinde hiçbir şey kalmadı. O kadar hatmin sevabını sattın. Hiçbir şeyin kalmadı. Hadi bakalım. Hadi bakalım. Şimdi dayanağın ne kaldı?
Allah’ın lütfundan başka dayanağımız mı var?
Allah’tan başka, bizi mükâfatlandıracak bir şey varlık mı var?
Başka merci mi var?
Ancak ona ibadet ederiz. Ancak ondan yardım isteriz. Ancak onun için ibadet ederiz. Ancak ondan korkarız. Yaparsak onun için yaparız. Yapmazsak onun için yapmayız, dememiz lazım. Öyle demediği zaman insan, bir çeşit şirk oluyor. Başkasını hesaba kattığı zaman, genel müdürü hesaba kattığı zaman, komutanı hesaba kattığı zaman, bilmem falanca zengini hesaba kattığı zaman.
Bir insan, bir müslüman bir zengine, zenginliğinden dolayı, zenginliğinden dolayı, izzet ve itibar ederse, önünde el pençe divan durur, iki kat eğilirse, zehebe sülüsa dinihi, dininin üçte ikisi uçar gider. Sen ona mümin diye hürmet edeceksin. Kalbinde iman var diye hürmet edeceksin. Paranın pulun ne kıymeti var?
Yani İslam’ın, böyle ince tarafları vardır aziz ve muhterem kardeşlerim. Onun için Allah bizi gizli şirkten de korusun. Ancak, Allah’a ibadet edeceğiz. Ancak, Allah’tan mükâfat bekleyeceğiz. Ahiret amelini, dünya menfaati sağlamak için yapmayacak müslüman. Sırf Allah rızası için.
Birisi getirmiş, mübareklerden bir büyük evliyâullah’a para vermek istemiş. İhtiyacı yok, paraya ihtiyacı yok. Şöyle bir tereddüt etmiş. Ben ne yapacağım parayı? filan diye. Reddetmeyi düşünmüş. Sonra ver demiş almış.
Demişler ki; “Efendim sen zengindin, paraya ihtiyacın yoktu, bu seni fakir sandı verdi. öyle sende aldın”. Demiş ki; “Reddetmekte, nefsimin izzetini gördüm. Kabul etmekte, nefsimin horlandığını gördüm, zorlandığını gördüm. O hor olsun diye, onun için aldım demiş. Ondan sonra bir fakire vermiş.
Bir zengin genç, evliyâullahtan bir zata geliyor, babasından miras kalan bir kese altını, bilmem kaç bin altını, dört bin altın mı, unuttum, bir kese veriyor, al bunu hayır olarak nereye sarf edeceksen sarf et efendi hazretleri diye veriyor. O da vaazda demiş ki; Ey cemaati müslümin, şu müslüman kardeşimizden Allah razı olsun. Ne fedakâr. Çok büyük bir parayı çıkarttı. Allah rızası için verdi. Şu kadar bin altını verdi diye söylemiş. Çocuk ordan kalkmış, delikanlı. Hocam demiş yani ben onu verdim size ama demiş. Sonra anam razı olmadı demiş. Lütfen onu geri verin demiş. O da almış keseyi, Peki al öyleyse demiş çocuğa geri vermiş. Cemaat gittikten sonra, delikanlı hocaefendinin yanına geliyor. Diyor ki; hocam kusura bakma. Anam razı olmadı filan meselesi yok. Ama beni halka fâş etme. Ben bu işi, şöhret için yapmıyorum. Allah rızası için yapıyorum. Ne olur benim yaptığım hayrı, kimseye söyleme. Al bu parayı diye, tekrar vermiş. Halkın teveccühüne, önem vermediği için. Halk bilsin de alkışlasın diye düşünür başkası, reklam olsun diye düşünür. O halkın sevmeyeceği şeyi yapıyor. Ver geri diyor. Ondan sonra gizli gizili tekrar hocaya veriyor. Al diye.
Yani bunlar ince işlerdir. Bunlarda tasavvuf dediğimiz, insanın kalbini kontrol etmesi, niyetini kontrol etmesi, niyetinde bir bozukluk varsa,tedbir almasıdır.
Mübareklerden bir tanesi; her gün ön safta, imamın arkasında namaz kılarmış.Otuz sene, kırk sene böyle namaz kılmış.Bir keresinde , bir mazereti çıkmış,yetişememiş,imam namaza durduktan sonra, cemaat saf bağladıktan sonra yetişmiş, en arka tarafta kalmış.Bir utanmış,bir çekinmiş,bir korkmuş, bir yüzü kızarmış.Demiş:” Cemaat beni hep ön safta görmeye, tam imamın arkasında görmeye alıştı,şimdi arkada görünce ,cemaat kimbilir bana ne der, beni nasıl ayıplar” diye düşünmüş.Arkada kıldığına üzülmüş, “yakışır mıydı , benim gibi bir insana en arka safta şey yapmak,şimdi bu cemaat bana ne diyecek “ filan.
Sonradan, bir deşöyle düşünmüş; “ya hu halk bana ne derse desin,demek ki ben, otuz sene, kırk sene imamın arkasında namazı,halka gösteriş için kılıyormuşum.Otuz senelik namazı, ödemeye kalkışmış.Çünkü ”Ben halkın rağbetine,iltifatına,beğenmesine önem verdim.Allah’ın razı olmasını değil, bir de onu düşündüm”, diye tedbir almış.
İşte muhterem kardeşlerim,Allah bizi aşikar şirkten korudu,müslüman eyledi,Allah’ın birliğine inanan insanlarız.Allah, bizi gizli şirkten de korusun.
Allah’dan gayri şeylerden korkmaktan da korusun.Mü’min Allah’dan gayriden korkmaz, Allah’dan gayriye rağbet etmez,her işini Allah’ın rızası için yapar.
“İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi” der.Ya Rabbi, benim maksudum sensin,be senin rızanı istiyorum,sen beni sev de; halkı cihan isterse beni sevsin,isterse sevmesin.
Şemseddîn-i Sivasî hazretlerinin bir şiiri var, nasıl hoşuma gidiyor, her zaman söylüyorum, diyor ki:
Bir acaip sevdaya düşmüş Şemsi-i nadânı gör,
Hakka makbul olmak ister,halka menfur olmadan.
Acayip bir düşünce sarmış kafasını, kendisi için söylüyor, Şemsi adı.Şu Şemseddîn-i Sivasi’nin aklına, bir yanlış fikir yerleşmiş,yanlış bir sevdaya kapılmış; halkın nefretini çekmeden,Cenab-ı Hakka makbul olacağını sanıyor, böyle şey olur mu.Herkes kızar,herkes darılır,herkes bağırır,gazetelerde aleyhinde şey yaparlar.Hakkı söyleyeni, dokuz köyden kovarlar, dokuz köyden kovarlar.
Onun için, müminin vasıflarından bir tanesi;
وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ
Ve lâ yeḣâfûne levmete lâimin. [4]
Mümin; Allah yolunda öyle bir yürür ki, gemi dalgaları yarıp yarıp geçtiği gibi yürür.Kınayanın, kınamasından korkmaz..
Eee sen ne sakal bıraktın be adam? Sana ne? Sünnet olduğu için bıraktım.
Sen niye böyle yapıyorsun? Allah’ın emri olduğu için böyle yapıyorum.
Ee kadın sen niye böyle örtünüyorsun yaz gününde? Herkes böyle sıcak havada açılıp saçılıp geziyor. Allah emrettiği için. Sen niye böyle başını örtüyorsun? Yazık günah.
Şimdi Ankara da bir subay kardeşimiz vardı, haritacı. Diyor ki bana; hocam diyor, siz Ankara’ya gelmeden önce, Ankara da başörtülü insan yok gibiydi. Bizim geldiğimiz kırklı yıllarda, diyor. Bir benim hanım örterdi başını diyor, bu civarda diyor, bu semtte diyor, Cebeci semtide. İşte uzun zaman komşular evlerine gelmemişler. Bakmışlar, bunların hali nasıl diye. Sonradan komşular gelmeye başlamışlar, bunun evine. Kadın kadına oldukları zaman kadın, bizim bu kardeşimizin hanımı, hacı hanımın saçlarını görmüş. Aaaa demiş maşallah sırma gibi ne kadar güzel saçların var. Ben de sen başını örtünce, başın kel de ondan örtüyorsun sandım demiş. Kocan mı zorluyor seni demiş? Kocan mı zorluyor da örtüyorsun? Ah evladım demiş. Yaşlı kadın, komşu kadın, kendisi başı açık. O zaman daha başı örtmek şeyi henüz alışılmamış orada. Ah evladım, kocan mı zorluyor senin başını böyle örttürüyor? Ne güzel saçların var. Berbere gitsen bukle bukle yaptırsan, piyasada dolaşsan, herkes baksa, hayran kalsa. Ne münasebet demiş. Ne münasebet. Kocam aç dese açmam demiş. Allah’ın emri olduğu için örtüyorum ben demiş.
Onun için, insan her yaptığı şeyi Allah rızası için yapmaya alışmalı. Mümin kınayanın kınamasından korkmaz. Hastanede ameliyat olacağım. Kendi başımdan geçmiş bir duygu. Kardeşlerimizde de vardır buna benzer duygular. Gençlerde olabilir onun için söylüyorum.
Ameliyat olacağım, namaz kılmam lazım. Mescit var mı? dedim. Yok dediler Haydarpaşa numune hastanesinde. Ben üniversite talebesiyim, ameliyat olacağım, biraz sonra ameliyat olacağım, ya ölürüm ya kalırım.
Hastanede mescit yok. Gezdim dolaştım. Boş bir yer bulamadım. Her taraf koğuş, her taraf yatak, koridorda utandım. Aşağıları dolaştım, koridorlara girdim çıktım, böyle kimsenin görmediği bir tenha yer arıyorum. Namazımı kılacağım, farz namazı. Bulamadım. Bahçeye çıktım. Şöyle bir tenha, kuytu köşe bulabilir miyim diye bulamadım. Kendi kendime kızdım. Sonradan aklıma geldi. Ya bu Allah’ın farzı, Allah’ın farzı bu, ne diye utanıyorum da gizli bir yerde kılmaya çalışıyorum. Farz ibadet aleni yapılır, aleni yapılır ki başkaları da görsün, o da farz olduğunu hatırlasın.Farz ibadet nasıl yapılır? Aleni yapılır. Sen namazı Allahu ekber diye ezan okursun, kamet getirsin kılarsın, ötekisi de ha benim de namaz kılmam lazım diye düşünür, unutmuşsa gelir seninle beraber kılar. Bu sefer gittiğin çimenlerim üstüne, caddenin ta kenarına orda namazı kıldım. Yani utanıyor insan.
Utanmayacak mümin. Kınayanın kınamasından korkmayacak. Hak bildiği şeyi yapacak aziz ve muhterem kardeşlerim. Sonra bu hadîs-i şerîfte ne diyor Allahu Teâlâ Hazretleri? Şabanın yarısı gecesinde, berat gecesinde, her kulu affediyor. Bütün mahlukâtını affediyor da müşriki affetmiyor.
Ev müşâhin. Bir de müşâhini affetmiyor.
Müşâhin ne demek ?
Buharlı gemiye eskiden Araplar şahna derler. Yani içi kızıyor. Kazanın altına kömür atıyorsun, su kaynıyor, kızıyor. Ondan sonra makineler çalışıyor, kızgın.
Müşâhin demek, içinde için de kızgınlık olan, kul demek. Allah içinde kızgınlık, kin, düşmanlık, adavet, husumet olan kimseyi de o gece de affetmeyecek. Mü’min mü’nine kızmaz, mü’min mü’mini affeder. Mü’min mü’mine dargın duramaz, mü’minin mü’mine üç günden fazla dargın durması caiz değildir. Yoktur haramdır. Mü’min mü’mine dargın duramaz. Bir mü’min kardeşine karşı bir insanın içinde bir kırgınlık, bir kırgınlık, bir husumet, bir düşmanlık, bir hınç varsa; Allah o kimseyi de o dargın küskün kimseleri de affetmeyecek. Onun için,
Nazar eylen ötürü
Bazar eylen götürü
Yaradılanı hoşgörün
Yaradandan ötürü
Yunus Emre’nin diliyle ben şöyle bir hitap edeyim size. Bu işin küçük küçük detayına bakmayın. Toptan pazarlık yapın. Allah’ın kullarını, Allah için affedin de sevap kazanmaya bakın. Küçük dünya hesapları gerekmez. İnsan, affedici olmalı. Affetmek büyüklüktür. Allah dargınlardan ilk defa el uzatanı, ilk defa barışmaya teşebbüs edeni sever. Dargın kimse kalmasın aranızda.
Allahu Teâlâ hazretleri, muhabbetli bir toplum eylesin bizi. Birbirimizi seven kimseler eylesin.
إِنَّ اللهَ لَيُرْبِّي لِأَحَدِكُمْ التَّمْرَةَ وَاللُّقْمَةَ، كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ فُلُوَّهُ أَوْ فَصِيلَهُ، حَتَّى يَكُونَ مِثْلَ أُحُدٍ. حم حب عَنْ عَايِشَةَ.
İnnellâhe le-yürebbî li-ehadiküm et-temrate ve’l-lokmate kemâ yürebbî ehadüküm felüvvehü ev fasîlehû hattâ yekûne misle uhudin.
Âişe radıyallahu anha validemizden, rivâyet edilmiş bu hadîs-i şerîf.
Yapılan hayırları, Allah nasıl mükâfatlandırıyor onu bildiren bir hadîs-i şerîf.
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz. Hazreti Âişe anamızın radıyallahu anha’dan. Allah şefaatine erdirsin. Bildirdiğine göre buyurmuş ki Peygamber Efendimiz;
Allahu Teâlâ Hazretleri sizden birinizin namına, onun için bir hurmayı veyahut bir lokmayı öyle bereketlendirir, öyle büyütür, öyle bakar, öyle çoğaltır ki, sizin kendi evladınızı veya bir tayı, yani ailenizi küçük yavruyu beslediğiniz gibi veyahut bir evinizdeki bir hayvanı beslediğiniz, bir tayı bakıp büyüttüğünüz gibi büyütür, o küçücük terme hurma veyahut lokma lokmayı büyütür büyütür Allah, Uhud dağı gibi yapar. Bir lokma oldu, Uhud dağı kadar. Yani o kadar sevap verir. Sanki o kadar hayır yapmış gibi sevap verir. Bir lokma verirsin bir hurma verirsin bir kimseye, bir sadaka olarak, bir hayır olarak, bir ikram olarak, bir fakire bir sadaka olarak, zekât olarak bir hurma verirsin, Uhud dağı kadar büyük, bir sanki erzak vermiş gibi. Uhud dağı az bir şey değil yani, kamyonlarla taşıya taşıya yıllarca sürse bitmez yani. O kadar yapar Allah.
Demek ki, Allahu Teâlâ Hazretleri, bir müminin yaptığı küçük bir sevaplı işi ne yapıyormuş? İndi ilahisinde kendi lütfuyla keremiyle çoğaltıyor. Yani insanın yavrusunu büyüttüğü gibi, evindeki kuzusunu, tayını büyüttüğü gibi büyütüyor büyütüyor Uhud dağı kadar yapıyor. Onun için biz cennete giriyoruz. Yoksa bizim yaptığımız işler, incir çekirdeğini doldurmaz. Bir namaz kılıyoruz, yirmi yedi kat sevap veriyor. Bir hacca gidiyoruz, günahlarımızı affı mağfiret ediyor. Bir sadaka veriyoruz, bir lokma, bir hurma, onu Uhud dağı kadar büyütüyor. Bir hak sözü söylüyorsun, bir emr’i mâ’ruf yapıyorsun, bir nehyî münker yapıyorsun, büyük sevap veriyor. Müslümanın, müslümanın yüzüne bakıp tebessüm etmesine sadaka sevabı veriyor Allah. Müminin anasının babasının yüzüne bakmasına sevap veriyor. Kur’an-ı Kerîme bakmasına sevap veriyor. Annesinin babasının kendisine, sevgiyle bakmasına sebep olmaya, sevap veriyor. Bir evlat annesine babasına kendisine böyle sevgiyle baktırtsa, önünde dolaşıp ,sevdiği bir iş yaptı mı, aferin bizim be oğlana maşallah ne güzel şey yaptı, aşk olsun filan, tamam ona sevap yazdırtıyor. Ne kadar? Köle azat etmiş gibi sevap. Köle azat etmiş gibi sevap veriyor. Allahu Teâlâ Hazretleri fazlu kereminden, bizim yaptığımız, aciz, naçiz, küçük, eksikli, kusurlu ibadetlere çok sevaplar veriyor da, biz o paha biçilmez cennetlere öyle giriyoruz. Yoksa biz, o cennetin köşklerinin, bir kerpiçini alamayız.
Kerpiçleri altın gümüş
Yaratmış da hoş yaratmış
Miski amberle donatmış
Kokar Allah deyu deyu
Yunus Emre ne güzel söylemiş. Biz cennetin, kaldırım taşını alamayız. Bütün ömrümüz boyu çalışsak, kaldırım taşını alamayız.
Mü’minin, mü’mini affetmesi meselesinde söyleyeyim. Allahu Teâlâ Hazretleri ,kulları muhakeme edecek, muhasebe edecek. Muhasebe edecek de herkes böyle sevabım nerden çok olur diye ona çare arayacak. Ne yapayım da acaba sevabı arttırayım? Ne yapayım da cehennemden kurtulayım? Ne yapayım da hesabımı doğrultayım da cennete gireyim? diye çare arayacak.
Bu arada diyor Peygamber Efendimiz, sallallahu aleyhi vesellem. Kıyamet gününde bir kul öteki kulu yakalayacak.
Diyecek ki;
Ya Rabbi! Bu bana dünyada zulmetti. Bundan, benim hakkımı al. Bun da benim hakkım var. Al bunu. Allahu Teâlâ Hazretleri, sen bu kul kardeşine zulmetmişsin ver bunun hakkını buyuracak. O kulda diyecek ki; Ya Rabbi! Verdim, verdim, hiçbir şeyim kalmadı, hiçbir sevabım kalmadı, yok verecek bir şeyim diyecek.
Allahu Teâlâ Hazretleri diyecek ki; hak isteyen kula; bak bu kardeşinin, başkalarına da zulmü olmuş, anlaşılan elinde hiç sevap kalmamış, sana verecek bir şeyi yokmuş. Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin Ya Rabbi! Diyecek. Yüklensin benim günahlarımı, biraz hafiflesin, ben biraz hesabımı doğrultayım, yüklensin diyecek. Bunu söyleyince Peygamber Efendimiz, ağladı. İşte o gün böyle gündür diye ağladı, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimiz. O öyle günahlarını yüklensin deyince.
Allahu Teâlâ Hazretleri buyuracak ki; başını kaldır. Demek ki rabbinin huzurunda diz çökmüş, başını kaldırmaya takati yok insanoğlunun. Hesap kolay mı? Başını kaldır kulum diyecek. Başını kaldırınca o kul, cennetin köşklerini görecek, ama etrafı kenarları incilerle bezenmiş. Kıymetli taşlarla bezenmiş, köşklerini görecek. Diyecek ki; Ya Rabbi! Bu köşkler kimin? Hangi peygamberin? Hangi şehidin? Hangi mübarek insanın?
Diyecek ki Allahu Teâlâ Hazretleri; hayır değil. Parasını verenin. Ya Rabbi! Kim bunun parasını verebilir. Kim bunun parasına takat getirebilir. Sen verebilirsin. Nasıl verebilirim Ya Rabbi diyecek? Kardeşini affedenlere.
وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ
Ve’l-‘âfîne ani’n-nâsi. [5]
İnsanları affedenlere bu köşkler deyince. O köşklerin güzelliğinden, ona hayranlığından, ona rağbetinden, iştiyakından. Diyecek ki; bu kardeşimi affettim Ya Rabbi! Affettim. Hakkımı istemiyorum. Affettim Ya Rabbi! diyecek. O köşklere gitmek için hızlı hızlı giderken, Allahu Teâlâ Hazretleri diyecek. Dur nereye gidiyorsun? Bak sen affettiğin için diyecek, bu kardeşin de cehenneme düşmekten kurtuldu. Tut onun elinden de cennete beraber gidin diyecek. Tut onun elinden de cennete beraber gidin diyecek.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem burada diyor ki;
Ey Nas! Allah’tan korkun. Bak Allahu Teâlâ Hazretleri, Allahu Teâlâ hazretleri, iki müslümanın arasını nasıl ıslah ediyor. İki dargın müslümanı ahrette, nasıl birbirleriyle dost haline getiriyor. Birisine köşkü gösteriyor, ötekisini affettiriyor, onun elinden tutturuyor. Nasıl barıştırıyor? Siz de insanların arasını ıslah edin. Birbirleriyle barıştırın diyor.
Allahu Teâlâ Hazretleri cümlemizi has, hakiki müslüman olmaya muvaffak eylesin. İslam’ın özünü duya duya, tadını hissede hissede yaşamayı cümlemize nasip eylesin. Sevdiği, salîh amelleri, işlemeyi nasip eylesin. Böylece sevdiği kul olmayı nasip eylesin. İman-ı kâmil ile yaşayıp, salîh ameller işleyip, ömrümüz sona erdiği, vademiz yettiği zaman sevdiği bir ameli işlerken, sevdiği bir yolda yürürken, sevdiği bir kul halindeyken, günah üzerinde değilken, ibadet ve taatteyken ve gözümüzde cennet bahçeleri, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin cemali ve dilimizde zikrullah ve ol kelime-i tayyibei müncieyi mübareke-i buyurun;
Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü diye diye iman-ı kâmil ile göçmeyi, Allahu Teâlâ Hazretleri cümlemize nasip eylesin. Bizi burada, bu diyarı gurbette, ibadethanelerinden bir ibadethanede, şu mübarek yerde topladığı gibi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, havz-ı kevseri başında da eksiksiz böylece toplasın. Resûlullah efendimizin şefaatine erdirsin. Havz-ı kevserinden doya doya içmeyi nasip eylesin. Cehenneme düşmeden, azaba uğramadan, hesaba çekilmeden, duhulu evvelin ile firdevs-i âlaya girmeyi cümlemize nasip eylesin. Peygamber Efendimize komşu eylesin. Cemalini görmekle şeref yâb eylesin.
Bi hürmeti esrâr-ı sûreti’l-Fâtiha.