Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmu sultânih. Es-Salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ ve senedinâ ve tac-i ruûsinâ Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’tâhirîn.
Emmâ ba’dü:
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Üç Aylarınız mübarek olsun...
Recebin biliyorsunuz, Receb’in kendisi mübarek aylardan birisidir. Allahu Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerîm’de yılın oniki ay olduğunu; bu oniki aydan dört tanesinin haram ay olduğunu bildiriyor.
Minhâ erbeatün hurum.
Haram ay demek; içinde ceng-ü cidâlin, fısk-u fücûrun yapılmadığı, önlendiği yasaklandığı ay demek oluyor. Bunlardan üçü Zilkâde, Zilhicce, Muharrem peş peşe gelirler. Bunların içinde hac yapılır, hacca gidilir, hacdan dönülür. Hacılara kimse dokunmaz. Düşmanlar birbirlerini görseler bile, hacca gidiyor diye dokunmazlar. Onun için, haram ay denmiştir.
Bu Receb ayı ise, onlardan ayrı olarak beş ay ötede gelmiştir. Muharremden beş ay ötede, tek başına bu da bir haram aydır. Yâni içinde mücadele edenlerin, düşmanlık edenlerin birbirleriyle husumet yapanların bile birbirlerini görmezlikten geldiği, isyandan, kavgadan, gürültüden sakındıkları mübarek bir aydır.
رَجَبُ شَهْرٌ عَظِيمٌ، يُضَاعَـفُ اللهُ فِ ـيهِ الْحَسَـنَاتِ ؛ فَمَنْ صَ امَ يـَوْمًا مِنْ
رَجَبَ فَكَأَنَّمَ ا صَامَ سَنَةً، وَ مَ نْ صَامَ مـِنْهُ سَبْعَةَ أَيَّ امٍ غُلِّقَ تْ عَنْهُ أَبْوَابُ
جَهـَنـَّمَ، وَمَنْ صَ ـامَ مِــنـْـهُ ثَمَ انـِ يـَةَ أَيـَّ امٍ فـُتِـحَـتْ َ لهُ ثَمَ انــِيَةُ أَبْ وَابِ الْـجَ ـنَّة،
وَمَنْ صَ امَ مِنْهُ عَشْرَةَ أَيَّ امٍ لَمْ يَسْأَلِ اللهِ شــَ يْئًا إِلاَّ أَعــْطَاهُ، وَمـَنْ صَامَ
مِنْهُ خَ مْسَةَ عَشَرَ يَوْمًا نَادٰى مُنَادٍ مِنَ السَّمَ اءِ: قَدْغُ فِرَ لَ كَ مَا مَضٰى
فَاسْتَأْنِفَ الـْ ـعَمَ لَ، وَمَنْ زَادَ زَ ادَهُ اللهُ. وَ فِي رَ جـَبَ حَمـَ لَ اللهُ نـُوحًا فِي
الـسَّـفِـــيـنـَـةِ فَ ـصَــامَ رَجــَبَ، وَ أَمـرَ مَن مــَعَ ــهُ أَ نْ يَ ـصُـومُوا. فـَ جَـرَتْ بــِهِمُ
السَّفِينَةِ سِتَّةَ أَشْهُرٍ آخِرُ ذٰلِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءِ أُهْبِطَ عَلَى الْجُودِيِّ فَصَامَ
نُوحٍ وَمَنْ مَ عَهُ وَالوُ حُوشِ شَكَ رَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ . وَفِي يَوْ مِ عَاشُورَاءِ فَلَقَ
اللهُ الْبَحْرَ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ ، وَفِ ي يَوْمِ عَاشُورَاءِ تَابَ اللهُ عَلٰ ى آدَمَ، وَ عَلٰى
مَدِينَةِ يُونُسَ، وَفِ يهِ وُلِدَ إِبْرَاهِيمُ (طب. عن سعيد بن أبي راش د)
Recebü şehrun azîmün. “Receb ayı ulu, büyük bir aydır.” Demek ki; öbür ayların içinde bunun bir husûsiyeti olduğunu, Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde beyan buyurmuş oluyorlar, bu rivayete göre.
Yudâifu’llâhu fîhi’l-hasenât. “Bu ayda yapılan haseneleri, hasenâtı Allah-u Teâlâ Hazretleri kat kat mükâfatlandırır.” Bunu bilmek bizim için çok önemlidir. Çünkü ayın içinde girmiş bulunuyoruz.
Yâni bu ayda yaptığımız her türlü ibâdât ve tâat, hayrât-ü hasenât, onun için kat kat muza’af mükâfatlı olacağından, ona göre hareket etmemiz lâzım!
Bu ayda, hayır hasenât yapmaya daha çok gayretlenmemiz lâzım! Hayır hasenâtımızın miktarın artırmağa çalışmamız lâzım!..
Biliyorsunuz, bu mübarek günlerle, gecelerle ilgili ileri geri konuşanlar çok oluyor ama, haklı değillerdir. Çünkü, bu mübarek gecelerden birisi olan Kadir Gecesi hakkında, elhamdülillâh Kur’an-ı Kerîm’de sûre vardır:
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ (القدر:٣)
Leyletü’l-kadri hayrun min elfi şehrin. [Kadir, 97/3]
Bir Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğu ayet-i kerîmeyle sabit olduğundan, bir kere o, itirazcıların ağızlarını tıkıyor. Demek ki; mübarek bir gece olabiliyor. Bu gece, mübarek olan gece çok büyük, sevaplı bir gece olabiliyor. Burada da, hadîs-i şerîfte de Peygamber Efendimiz:
“Receb muazzam bir aydır, ulu bir aydır. İçinde sevaplar kat kat fazla mükâfatlı olarak verilir.”
Yine, bu mükâfatın kat kat verilmesi hususunda, kimsenin itiraz edemediği, -mübarek gecelere itiraz edenlerin bile itiraz edemediği- hadîs-i şerîf var. Tâ Peygamber Efendimiz’in mescidinde, birinci avlunun alınlığına, yukarıya yazılmıştır. Sahih rivayetler hâlinde gelmiştir, bize kadar ulaşmıştır:
“Peygamber Efendimiz’in mescidinde kılınan bir namaz, başka yerde kılınan namazdan bin misli daha sevaplıdır.” diye hadîs-i şerîfte bildiriliyor. Mescid-i Haram’da ise -Mekke’deki mescidde ise- yüzbin mislidir.
Onun için, kardeşlerimiz diyorlar ki:
“Niye Mekke ve Medine’de eşit olarak kalmadık, Mekke’de daha çok kaldık?”
Böyle olmuş bu sefer ama, herhalde fenâ da olmamış. Çünkü Mekke-i Mükerreme’de yapılan ibadetlerin mükâfâtı yüzbin misli... Yâni Mescid-i Nebevî’den de, yüz defa daha fazla mükâfatı. Demek ki, çok sevaplı bir yerde biraz daha fazla kalmış olduk. O da Allah’ın bir ikramı, Allah’a hamd ü senâlar olsun. Nimetlerine çok şükürler olsun.
Şimdi demek ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri bir geceye öteki gecelerden farklı bir mükâfat, büyük bir bereket, büyük bir sevap verebiliyor. İşte Kadir Sûresi’ndeki Kadir Gecesi hakkındaki ayet. Ramazan ayının da yine böyle çok mübarek, çok sevaplı bir ay olduğunu biliyoruz. Ramazan ayı hakkında ayet-i kerîmeler var. Receb ayı da böyle bir muazzam aydır. Burada yapılan iyilikler kat kat fazla verilir. Başka ayda yapıldığından daha fazla verilir.
Tabii Allahu Teâlâ Hazretleri’nin hikmetini, herkes her zaman anlamak durumunda olmayabilir. Herkes anlamayabilir. Allah’ın hikmetleri, bazen gözle görülebilecek gibi âşikârdır. Bazen de, sonunda anlaşılacak gibi gizlidir, örtülüdür. Herkes anlar veya anlamaz ama, Allah-u Teâlâ Hazretleri bu aya böyle hasenâtın kat kat verilmesiyle, insanların bir gayrete gelmesini murâd etmiş. Bir hikmeti var. Çünkü, hani bir araba bile çalıştırıldığı zaman, sıfırdan yüz kilometre sürate gelinceye kadar belli bir zaman geçiyor. İnsanların da şöyle istenilen kıvama gelmesi için, bu işin bir başlangıç devresi olması lâzım, bir ısınma devresi olması lâzım, çalışma devresi, bir de sonuç devresi olması lâzım!
İşte bu benzetmeyle anlatmak istediğim gibi, Receb ayında Allahu Teâlâ Hazretleri sevapları kat kat fazlalaştırarak, hasenâtı kat kat fazlalaştırarak kullarını şevklendiriyor. Yâni, hayırlı bir şeyler yapmaya âşklandırıyor.
Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz buyurmuştur ki;
رَجَبُ شَهْرُ اللهِ ، وَشَعْبَانُ شَهْرِي، وَرَمَضَانُ شَهْرُ أُمَّتِي (الديلمي
عن أنس؛ أبو الفتح في أماليه عن الحسن مرسلاً)
Recebü şehru’llâh. “Receb Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin ayıdır."
Ve şa’bânü şehrî. "Şa’ban ayı benim ayımdır."
Ve ramadânu şehru ümmetî. "Ramazan da ümmetimin ayıdır.”
Şimdi biliyoruz ki, her şey Allah’ın.
للهَِِّ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَْرْضِ (البقرة:٤٨٢)
Lillâhi mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ard. “Yerde gökte ne varsa, her şey Allah’ındır.” [Bakara, 2/284]
Ama, Receb ayının Allah’ın ayı olması ne demek?
Bunun üzerinde biraz düşünmek lâzım!..
Bazı hadîs-i şerîflerden biliyoruz ki; Allah’ın kullar üzerindeki hakkı, onlardan talebi, isteği; onun varlığını, birliğini anlaması ve kulların Rablerine ibadet etmesidir. Allah kullarından bunu istiyor. Yaratıklarından, kendisinin yarattığı mahlûkâtından istediği bu. Binâenaleyh, kulun Allah’ı bilmesi lâzım ve Allah’a yönelmesi lâzım ve ona ibadet etmesi lâzım!.
Şimdi "recebü şehru’llâh" dediğine göre Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz, Allah bu ayda kullarından hakkını istiyor:
“Benim hakkım neydi sizin üzerinizde? Neyi farz kılmıştım ben, neyi istiyordum ey kullarım? Hatırlayın bakalım!. Benim varlığımı, birliğimi bileceksiniz, tasdik edeceksiniz.”
Tamam.
“Bu ayda haydi bakalım yönelin, imanınızı tazeleyin, imanınızı takviye edin!”
Başka?..
“Bana itaat edecektiniz, ibadet edecektiniz. Haydi bakalım! O dünyevî yollardan, nefsânî yollardan, şeytânî yollardan, kusurlu yollardan, günahlı yollardan dönün bakalım! Vazifenizi idrak edin, hatırlayın; bana rücû eyleyin!”
Bu olabilir. Yâni Allah’ın ayı ne demek?.. Allah kullarından hakkını isteği ay. Yâni, kulların Allah’a yönelmesi, tevbe etmesi gereken ay.
Demek ki, bu ayda kendi kendimizi şöyle bir muhasebeye tâbi tutacağız. Sene sonunda dükkânların kendilerinin kârlarını, zararlarını hesap ettikleri gibi, mallarının sayımını yaptıkları gibi, muhasebelerinin sonuçlarını gözden geçirdikleri gibi, biz de düşünelim:
Ramazan’dan itibaren kaç ay geçti?.. Sekiz ay geçti. Ramazan’da ne güzel geceleri ibadete kalkıyorduk. Gündüzleri oruç tutuyorduk Allah rızası için. Kur’an-ı Kerîm’i daha çok okuyorduk. Camiye daha çok gidiyorduk, vaktimizi ibadete daha çok ayırıyorduk. Hayrı, hasenâtı daha çok yapıyorduk, sadakayı daha çok dağıtıyorduk. Arkadaşlarımızı daha çok çağırıyorduk birbirimize.
Sonra ne oldu?
Yavaş yavaş, yavaş yavaş, bütün bu Ramazan’daki alışkanlıklarımızı birer ikişer, birer ikişer unuttuk, gevşedik, zayıfladık. Ramazan’daki güzellik, Ramazan’daki ibadete aşk ve şevk azaldı. Bahaneler, vesileler, tembellikler, meşguliyetler, ticaretler vesaire... Herkesin bin bir çeşit bahanesi var.
Şâirin birisi diyor ki:
لِكُلِّ شَيْءٍ مَانِ عٌ، وَلِلْ عِلْمِ مَوَانِ عٌ .
Li-külli şey’in mâniun, ve li’l-ilmi mevâniun.
“Her şeyin mânisi var ama ilme, ibadete, hayırlı şeye gelince mâniler çoklaşıyor, bir sürü mâni oluyor.”
Şimdi biz Ramazan’da öyleyken, demek ki epeyce gevşemişiz, epeyce tozlanmışız, epeyce paslanmışız, epeyce güzel şeylerimizden kayıplar olmuş. Şeker fabrikaları bile, bir mevsim çalışır, ondan sonra pancar alımı durur, fabrika tatile girer. Bütün borular sökülür, her şey tepeden tırnağa tamir görür. Bir dahaki mevsime cilâlanır, hazırlanır, temizlenir, bir daha çalışacak hale gelir. Fabrikalarda böyle olduğu gibi, her şeyde de böyle bir tazelenme gerektiğinden diye düşünüyorum ben, Receb ayında Allahu Teâlâ Hazretleri mükâfatı çok vererek kulları, varlığını, birliğini düşünmeye, kendisini zikretmeye teşvik ediyor, ibadete teşvik ediyor, tevbeye teşvik ediyor. Bunu anlayacağız. Mademki hasenat daha çok sevaplıymış, o halde hasenâtımızı arttıracağız. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem böyle buyuruyor.
Biliyorsunuz, Allahu Teâlâ Hazretleri biz aciz, nâçiz, günahkâr, kusurlu kulların yaptığı ibadetleri tam değeriyle ölçüp, tam karşılığını vermiyor. Yâni beş paralıksa bizim ibadetimiz, çıkartıp beş para vermiyor; fazla veriyor. Kusurlu ibadete, kereminden, Ekremü’l-ekremîn oluşundan, cömertliğinden, gayb hazinelerinden çok mükâfat veriyor. Kul, “Estağfirullâh ve etûbü ileyh” diyor, tevbe ediyor; siliyor günahlarını. “Allah, Allah, Allah...” diye zikrediyor; derecesini yükseltiyor. Bir küçük sadaka veriyor. Ne olacak yâni, kendisini sarsmıyor, mühim bir şey değil, azıcık bir şey; ama, mükâfatı çok veriyor.
Ama, Receb ayı girdiği zaman, hasenâtın mükâfatını daha da arttırıyor. İbadet ve taatin karşılıklarını daha da arttırıyor. O halde kendi kendimize geleceğiz, müteyakkız olacağız, uyanacağız, uyuklamayı bırakacağız, gevşekliği bırakacağız, Cenâb-ı Mevlâ’ya yöneleceğiz.
Tabii, hasenâtın çeşitleri çoktur. Hasene dediğimiz, hasenât dediğimiz, Allah’ın sevdiği iyi işler bin bir çeşittir, sayılamayacak kadar çoktur. İnsanın iyi bir niyetle başka insanları sevindirecek, başka insanların faydasına veya Cenâb-ı Mevlâ’nın emrine uygun yaptığı her şey hasenedir. Yoldan bir çöpün kenara kaldırılması, ayağa takılacak taşın kenara atılması dahi bir iyi iştir. Allah buna dahi mükâfat veriyor. Hatta müslümanın, müslüman kardeşinin yüzüne mütebessim bir çehre ile bakması, tebessüm etmesi bile bir sadakadır.
Onun için, iyiliklerin tabii hepsini birden saymak mümkün değil ama, en sevaplı iyilikler nelerdir onları bir hatırlayalım:
Biliyorsunuz, sevaplı ibadetlerin başında zikrullah geliyor.
O halde ne yapacağız?
Zikri çok yapacağız.
Biliyorsunuz zikir; en harc-ı âlem, en kolay ibadettir. Zikirden daha kolay ibadet yok... “Allah” diyorsun ibadet oluyor, zikir oluyor. Zikirden daha kolay bir ibadet yoktur. Kolaylığına mukâbil, sevabı da en çok olan ibadettir. Zikre hiç bir mazeret yoktur. Çünkü zikri hasta olan da yapabilir, yatalak olan da yapabilir. Felçli olan da yapabilir, çalışan da yapabilir.
“Yâ işim var, bırak şimdi hocam!” diyemez.
Çünkü çalışırken de zikir yapar. Eli çalışır, dili zikreder, kalbi zikreder. Onun için, zikir için ne iş mânidir, ne hastalık mânidir, ne başka bir şey mânidir. Harc-ı âlemdir, kum gibidir, hava gibidir, su gibidir, en bol bulunan şeydir ama çok bulunan şeyler ucuz olduğu halde, zikir çok sevaplıdır. Allah’ın hikmeti.
Neden?
Allah zikredildiği için, Allah’ın zikri en kıymetli oluyor. Allah zikredildiğinden, Allah’ın büyüklüğünden dolayı, Allah’ın zikri de en kıymetli oluveriyor.
Evliyaullahtan birisi, Allah adı yazılı bir kağıt parçasını yolda görmüş. Çamurun arasından çıkarmış, “Bu Allah’ın adıdır!” diye silmiş, yıkamış, hürmet etmiş. Ondan sonra evliyâ olmuş. Yâni Allah’ın adına hürmetten dolayı. Demek ki en sevaplı iş zikir olduğuna göre, o halde zikri çok yapacağız.
Zikrin çeşitleri de çoktur. Kur’an-ı Kerîm de zikirdir, “Allah” demek de zikirdir, “Lâ ilâhe illa’llah” demek de zikirdir, salât-ü selâm getirmek de zikirdir, ilim öğrenmek de zikirdir. İlmî meseleleri okumak, karşılıklı müzâkere etmek de zikirdir. Onun için meselâ kendi kendimize, ben kendim söylüyorum burada:
“Receb ayı girdi mâdem, ilmihali bir kere Receb ayında hızlı bir şekilde devredin! Hangi ilmihali devredebiliriz, gözümüze kestirelim şimdi.”
Evimizde bir ilmihal kitab var mı?
Var. Büyük İslâm İlmihali var, Nimet-i İslâm var, Ahmed Hamdi Akseki’nin İslâm Dini kitabı var, Asım Köksal’ın kitabı var.
Bu ilmihal kitaplarından hangisini göze kestiriyorsak, en küçüğünü ele alalım, bitirelim.
Neden?
İlim öğrenmek çok sevap. Recebde hasene yapacağız ya, ilim öğrenmiş olalım! Şöyle bir ilmihali devredelim! Bakalım nasılmış? Namaz nasılmış, zekât nasılmış, hac nasılmış, diğer ibadetler nasılmış. Bakalım ilmihal kitapları nelerden bahsediyormuş?..
“Hocam, ben de hiç baştan sona ilmihali okuyup da bir hatmetmedim. Kur’an-ı Kerîm’i hatmetmeye alışmışız sevap diye. Fâtihâ’dan başlıyoruz, ‘Kul eùzü bi-rabbi’n-nâs... Sadaka’llâhü’l- azîm.’ diyoruz. Hiç ilmihali hatmetmek aklıma gelmedi hocam!”
Böyledir. Çünkü insan bildi mi, bildiğini uygular, sevap kazanır diye şeytan ilmin karşısına bin bir türlü mani diker. İlim öğrenelim, yâni çoluk çocuğumuzla öğrenelim. Evde şöyle oturtalım karşımıza, en küçük kitaptan başlayalım. En küçük ilmihal kitabı, Diyanet İşleri Başkanlığının neşrettiği Köy Hocası İlmihali’dir. Serçe parmağı kalınlığındadır, cep kitabı boyundadır. O nasıl olsa biter. İstersek biter. Şeytana uymazsak biter. Nefse yenilmezsek biter. Buradan döndükten sonra Mekke’yi, Medine’yi unutmazsak biter. Unutursak, işe cup diye dalarsak, boğuluruz. O zaman gene imdat çekmeye başlarız, o ayrı...
Ama en küçüğü Büyük İslâm İlmihali’dir. Onu bir bitirmeli!
Ondan sonrası, Kur’an kurslarında filân çocuklara okutuyorlar, Ahmed Hamdi Aksekili’nin İslâm Dini kitabıdır. İtikad, ibadet, ahlâkı şöyle derli toplu, kısaca anlatıyor. Onu bitirebilirsiniz. Asım Köksal’ın kitabı vardır, biraz Türkçesi anlaşılır bir Türkçedir. Onu bitirebilirsiniz.
Bakın bakalım, ilmihal kitaplarından kütüphanenizde hangisi var?.. Belki haberiniz yok, onlar orada duruyor. Benim şahsen kütüphanemde, haberim olmayan çok kitap var. Bir sürü kitap geliyor. Ben bir bakıyorum, “Ay bu kitap çok mühim!” diyorum, kenara koyuyorum masamın üstüne. Sonra masamın üstündekiler böyle yığılıyor. Ondan sonra, okumadan rafa gidiyor. Okuyamıyorum. Şikâyet değil ama, özlemim bu benim. Okumaya imkân kalmadan raflara kalıyor. Yâni hâlini hatırını soramadığım, bilemediğim bir sürü kitap var. Kitap okumaya gayret edelim, o da hasenâttır.
Sonra tabii, sen ne kadar hasenât yapsan, komşun aç olduğu zaman, Peygamber Efendimiz: “Komşusu aç iken, onun açlığını bilmeyen, kendisi tok yatan bizden değildir.” dediğine göre, öteki müslümanlarla da ilgilenmek gerekiyor, icab ediyor. Onların hâlini anlamak lâzım!
Kur’an öğrenme ve ezberleme bilgisini arttıralım! Üç tane, beş tane sûreyle ömür geçiyor. Eğer Amme cüzünü ezberlememişsek, Amme cüzünü ezberleyelim!.. Amme cüzünü ezberlemiş de, daha başka eksikler varsa, geriye doğru bir iki cüz daha ezberleyelim! Ezberimizi arttırmaya çalışalım! Kur’an-ı Kerîm ile ilgili ezberimizi arttıralım! Bu da hasenâtın güzellerindendir.
Bildiğimiz Kur’an-ı Kerîmleri unutmayalım! Çünkü Peygamber Efendimiz: “Bildiği Kur’an-ı Kerîmi unutmaktan daha büyük günah yoktur.” diyor. Canlı tutmak lâzım, ezberinde tutmak lâzım Kur’an-ı Kerîm’i.
Sonra tabii sadaka vereceğiz, hayır yapacağız, para vereceğiz bir yerlere. Yâni kesemizdeki paraların bir kısmını vereceğiz bir yere... Ayıracağız, en hayırlı yer, en sevaplı yer neresi diye arayacağız, bulacağız. Paraların bir kısmını hayra ayıracağız ki, oradan da sevap kazanalım!..
Sonra, Allah-u Teâlâ Hazretleri gece ibadetini çok seviyor. Geceleyin ibadete kalkmaya, teheccüd namazı kılmaya alışalım bu ayda. Saati kurup, imsak kesilmezden önceki bir vakitte, geceleyin kalkıp ibadet etmeye kendimizi alıştıralım!
Sonra, oruç. Orucu rahat yapabiliriz. Zâten hepimizin ihtiyacı vardır. Oruç tutmaya ihtiyacımız vardır. Elhamdü lillâh gıda sıkıntısı yok da, gıda fazlalığı olduğundan, oruç tutmaya ihtiyaç vardır.
Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde, Receb ayında oruç tutmakla ilgili tavsiyeler çok fazladır, onları okuyayım.
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
فَمَنْ صَ امَ يـَوْمًا مِنْ رَجَبَ فَ كَأَنَّمَا صَ امَ سَنَةً، وَمَنْ صَ امَ مـِنْهُ سَبْعَةَ
أَيَّامٍ غُلِّقَتْ عَنْ هُ أَبْوَابُ جَهـَنـَّمَ ، وَمَنْ صَـامَ مِــنْ هُ ثَ مَانـِ يـَةَ أَيـَّامٍ فـُتِ ـحَـتْ
لَهُ ثَمَانِيَةُ أَبْوَابِ الْجَنَّة، وَمَنْ صَامَ مِنْهُ عَشْرَةَ أَ يَّامٍ لَمْ يَسْأَلِ اللهِ شَيْئًا
إِلاَّ أَعــْطَاهُ، وَ مـَنْ صَامَ مِنْ هُ خَمْسَةَ عَشَرَ يَوْمًا، نَادٰى مُنَادٍ مِنَ
السَّمَاءِ: قَدْغُفِرَ لَكَ مَا مَضٰ ى فَاسْتَأْنِفَ الـْ ـعَمَ لَ، وَمَنْ زَادَ زَادَهُ اللهُ. (طب. عن سعيد بن أبي راشد)
Fe-men sâme yevmen min receb, fekennemâ sâme seneten. “Recebde bir gün oruç tutan sanki bir sene oruç tutmuş gibi olur. Receb ayında bir gün oruç tutarsa, böyle sevap.
Ve men sâme minhü seb’ati eyyâmin. “Kim yedi gün oruç tutarsa."
Kullikat anhü ebvâbü cehennem. "Cehennemin yedi kapısı ona kapatılır.” Cehennem biliyorsunuz yedi kattır, yedi kapısı vardır. Cehennemlik olmama durumu meydana geliyor elhamdülillâh.
Ve men sâme minhü semâniyete eyyâmin fütihat lehû semâniyetü ebvâbi’l-cenneh. “Sekiz gün oruç tutana, sekiz cennetin kapıları açılır.”
Ve men sâme minhü aşrete eyyâmin lem yes’eli’llâhi şey’en illâ a’tâhu. “On gün oruç tutana Allah ne isterse istediğini, murâdını verir.” Muradları olanlar on gün oruç tutup, muradlarını istesinler.
Ve men sâme minhu hamsete aşrete yevmen. “Onbeş gün oruç tutana."
Nâdâ münâdin mine’s-semâ. "Gökten bir münâdî seslenir."
Kad gufire le-ke mâ madâ feste’nifi’l-amel. “Geçmiş günahların affoldu. İşe yeniden başla! Hadi defterin tertemiz oldu, is, kir, pas kalmadı.” diye gökten bir melek seslenir.
Femen zâde zâda’llâh. “Daha da arttırana, Allah’ın mükâfatı daha da fazla olur.”
Bu hadîs-i şerîf Said ibni Ebî Râşid’den Taberânî tarafından rivayet edilmiş.
Başka bir hadîs-i şerîf daha var. Fazâil-i Receb hakkında özel kitaplar yazmış alimler de var. Onların kitaplarından alınmış, Ebû Said el-Hudrî Hazretleri’nin rivayet ettiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz şöyle buyuruyor:
رَجـَبُ مِنْ شُـهُورِ الْحَرَامُ، وأَيَّ امُهُ مَكْـتُوبَةٍ عَ ـلٰى أَبْوَابِ السَّمَاءِ
السَّادِسَةِ، فَإِذَا صَامَ الرَّجُلِ مِنْهُ يَوْمًا وَ جَدَّدَ صَـوْمَ هُ بِتَقْوَى
اللهِ، نَطَقَ الْبَ ابُ وَنَطَق الْيَوْ م قَ الاَ: يـَ ا رَبِّ اغْفَرَ لَهُ؛ وَإِذَا لَ مْ
يَتِمَّ صَوْمَهُ بِتَقْوَ ى اللهِ ، لَمْ يَ سْتَغْفِرَا، وَقِيلَ : خَدَعَ تْكَ نَفْ سُكَ
(ابو محمد الحسـن في فضائل رجب عن ابـي سـعيد)
Recebü min şuhûri’l-harâm. “Receb haram aylardandır.” Yâni Zilkâde, Zilhicce, Muharrem gibi haram aylardandır; içinde ceng ü cidâlin olmadığı mübarek aylardandır.
Ve eyyâmühû mektûbetün alâ ebvâbi’s-semâi’s-sâdiseh. “Onun günleri, altıncı semânın kapılarında yazılıdır."
Fe-izâ sâme’r-racülü minhü yevmen. "Kim bu Receb ayında bir gün oruç tutarsa." Ve ceddede savmehû bi-takva’llâh. "Orucunu da takvâ ile tutarsa." Takvâ ile pırıl pırıl, cedid, yepyeni bir oruç olarak, yâni gediksiz, eksiksiz, kirsiz, passız, lekesiz, kusursuz güzel oruç tutarsa;
Nataka’l-bâbü ve nataka’l-yevm. "O bâb konuşur, o gün konuşur." Ve kâlâ. "Derler ki." Yâ rabbi’ğfir lehû. "Yâ Rabbi, bu oruç tutan kişiyi mağfiret eyle."
Ve izâ lem yetimme savmehû bi-takva’llâh, lem yestağfirâ ve kîle hadeatke nefsük. “Ama orucunda takvâya riayet etmezse, o zaman bu kapılar konuşmaz, o gün Allah’a hitap edip konuşmaz ve denir ki ona." Hadeatke nefsüke. "Nefsin seni aldattı." Sen aldandın, sen oruç tutuyorum sandın ama nefsin seni aldattı. Ona öyle denilir.
Şimdi muhterem kardeşlerim;
Bütün ibadetlerin biliyorsunuz kabulünün şartları vardır. Sadece ibadet yapmış olmak yetmez. İnsanın ibadet yapmış olması kâfî değil. Hac yapması kâfi değil. Umre yapması kâfi değil. Oruç tutması kâfi değil. Namaz kılması kâfi değil. Şartlarına riayet etmesi lâzım! Biliyoruz ki şartlarına riayet edilmediği zaman Allah orucu kabul etmiyor.
"Lâ lebbeyke ve lâ sa’deyke." diyor. “Sana lebbeyke ve sa’deyke yok öyle!” diye reddediyor.
Meselâ; haram malla haccetmişse kabul etmiyor. Sonra ibadetleri iptal eden, batıl hâle getiren kusurlar vardır.
Meselâ; ihlâsla yapılmazsa, kötü niyetle yapılırsa, riya ile yapılırsa kabul olmaz gibi...
Onun için ibadet yapmak mühimdir, ibadet yolunda olmak mühimdir ama, ibadetin güzel yapılmasına da gayret etmek lâzımdır.
Namazı güzel kılmaya çalışmak lâzım!.. Dikkat ederseniz Kur’an-ı Kerîm’de “Namaz kılın!” denmiyor. “Namazı dosdoğru ikâme edin!” deniliyor. Dosdoğru, yâni namazın ikâme edilmesi emri var.
Orucun da burada bir şeyini öğrenmiş oluyoruz. Oruç tutulacak ama, takvâ ile tutulacak.
Takvâ nedir?
Haramlardan, günahlardan sakınmaktır. Allah’tan korkmaktır. İnsanı cehenneme götürecek, cezâlanmasına, ikâba uğramasına sebep olacak işleri yapmaktan sakınmaktır. Takvâ olmazsa Allah kabul etmez.
Kur’an’dan misal olsun diye söyleyelim. Biliyorsunuz, Âdem aleyhisselam’ın iki oğlu vardı.
إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنْ الآْخَرِ (المائدة:٧٢)
İz karrabâ kurbânen. “İkisi de kurban takdim ettiler." Allah-u Teâlâ Hazretleri’ne kurban sundular. Fetukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel mine’l-âhar. [Maide 5/27] "Birisinin kurbanını Allah kabul etti, ötekisinin kurbanını Allah kabul etmedi.” İkisi de kurban kesti, ikisi de kurban ettiler ama birisinden kabul etti Allah, ötekisinden kabul etmedi.
Neden?..
إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللهَُّ مِنْ الْمُتَّقِينَ (المائدة:٧٢)
İnnemâ yetekabbelu’llâhu mine’l-müttakîn. [Maide 5/27]
“Allah ancak müttakî kulların ibadetini kabul ediyor.” Müttakıyâne olmazsa kabul olmuyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem Medine-i Münevvere’ye geldi. Kuba’da, Kuba Mescidi’ni kurdu. Medine’de, Medine-i Münevvere Mescidi’ni kurdu.
Sobra bir grup insan bir mescid kurdular. Cami yaptılar, mescid yaptılar ve Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selleme dediler ki:
“Yâ Rasûlallah, gel bizim bu mescidimizde namaz kıl, şereflensin mescidimiz, bereketlensin!” dediler.
Dikkat ederseniz, mescid kurdular. Ama, kötü niyetle kurdular. Allah ve Rasûlüllah’la mücadele eden bir insanı tutuyorlardı, onun taraftarı idiler. O herif Suriye’ye kaçmıştı, hristiyan olmuştu. Oradan fitne fesat haberleri gönderiyordu buraya. Onu bekleyerek, onun sözünü dinleyerek, onun emri üzerine böyle bir şeye girişmişlerdi. Mescid yapmışlardı ama Allahu Teâlâ Hazretleri o mescidi kabul etmedi. Mescid yaptılar ama Allah kabul etmedi.
Onun adı ne oldu?
Mescid-i Dırar... Dırar ne demek?.. Müslümana mazarrat, muzırlık veren mescid demek.
Kuba Mescid’inin adı ne oldu?
Mescid-i Takvâ, Takvâ Mescidi.
Demek ki Takvâ Mescidi’ni Allah kabul ediyor. Mescid-i Dırar’ı kabul etmiyor. Mescid ama kabul olmuyor. Hac ama, kabul olmuyor. Oruç ama, kabul olmuyor.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
رُب صائِمٍ حَظُّهُ مِنْ صِيامِهِ الجُوعُ والعَطَشُ، وَرُبَّ قائِمٍ حَظُّهُ مِنْ
قِيامِهِ السَّهَرُ (حم. خز. ع. هب. ق. كر. عن أبي هريرة؛ طب. عد. عن ابن عمر)
Rubbe sâimin hazzuhû min sıyâmihi’l-cûu ve’l-ataş.
“Nice oruç tutanlar vardır ki, akşama aç ve susuz kalmaktan başka eline kâr girmez!
Demek ki aziz ve muhterem kardeşlerim; Bir şeyi yapmak güzel bir şey... Yâni ibadeti yapmamaktan, yapmak daha güzel!.. Yapmayan iyice isyan bayrağını açmış oluyor. Yapmak daha iyi şüphesiz. Camiye gitmemekten gitmek daha iyi ama, bir de camiye gidip de ameli boşa çıkarsa, hebâen mensûrâ olursa, havaya giderse, o daha fenâ... O da fenâ, veyahut daha fenâ değil ama, o da fenâ!.
O halde, ibadetlerimizin kabul olmasına dikkat edeceğiz. Kıymetli olmasına, kabul olacak durumda olmasına çok dikkat edelim.
Bu nasıl olur?
Takvâ ile olur, sakınmakla olur, düşünmekle olur, özenmekle olur. İhlâsla olur. Pür dikkat, bütün dikkatini toplamakla olur.
O halde hatırımıza gelen şeyleri söyledik: İlim öğrenmek, zikir yapmak, namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek, hayır yapmak, ilmihali devretmek... Hasenât arttırılıyormuş ya bu ayda, onun için bunları söyledik, imanımızı tazelemek...
Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz buyuruyor ki:
جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ، أَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لاَ إِ لَهَ إِلاَّ اللهَُّ
(حم. ك. حل. عد. عن أبي هريرة)
Ceddidû îmâneküm, eksirû min kavli lâ ilâhe illa’llâh.
“Lâ ilâhe illa’llâh sözünü sık sık söyleyerek imanınızı yenileyin, tazeleyin!” buyuruyor.
Çünkü iman da eskir. Öyle hiç mü’minlerin arasında dolaşmadı mı bir adam, gâfillerin gafleti sirâyet eder, bulaşır. İyilerin yanına geldiği zaman, aklı başına gelir. Hacca gelir, umreye gelir, buradaki ibadeti, taati görür. Türkiye’deki hâlini düşünür, üzülür, biraz toparlanır. Onun için, yaptığımız ibadetlerin İslâmî olmasına dikkat edelim!
“Müslüman değil miyiz?..”
“Elhamdülillâh müslümanız.”
“Müslümanlıktan şikâyetimiz var mı?.. Boğazımızı sıkıyor mu müslümanlık?”
“Sıkmıyor, memnunuz. Elhamdülillâh, çok şükür yâ Rabbi ki, bizi müslüman eyledin!”
O zaman müslümanlığı güzel yapalım! O halde namazı güzel kılalım! O halde orucu güzel tutalım! O halde her ibadetimizi dikkatle yapalım, rikkatle yapalım!.
Dikkat ne demek?
İnce ince düşünmek.
Rikkat ne demek?
Hassas olmak, rakîk olmak demek. Hassas olalım!
“Gözyaşı cehennem ateşini söndürür.” diyor Peygamber Efendimiz.
Gözyaşı cehennemden kurtulmaya çok güzel bir ilâçtır. Allah korkusundan insanın gözü yaşardı da bir damla yere damladı mı, cehennemin ateşi söner. Onun için, biraz tefekkür etmek lâzım! Dikkatli olmak lâzım, rakik olmak lâzım, hassas olmak lâzım!. İbadetleri özene, bezene yapmak lâzım, aziz ve muhterem kardeşlerim!
Bir mübarek gece nasıl ihyâ edilir? Mübarek gecelerin ihyâsı uyumamakla olur. Veya gecenin evvelinde uyuyup, asıl kıymetli olan son taraflarına doğru uyanık olmakla olur.
“Hocam gecenin başı neresidir, ortası neresidir, sonu neresidir?..”
Gecenin başı akşam ezanıyla başlar. Gündüz biter, güneş batar, gece başlar. Akşam güneş batınca gece başlar.
Ne zaman biter?
İmsak kesildiği zaman, gece biter. Yâni güneş doğduğu zaman değil. Güneşin böyle etrafı aydınlattığı zaman değil. İmsak kesildiği zaman gece biter.
Biz uykuyu çok seviyoruz. Biz Türkler uykuyu çok seviyoruz. Uyku baldan tatlıdır.
“Çarşıdan alınmaz, mendile konulmaz, ondan tatlı şey olmaz."
Ne?
"Çarşıdan alınmaz, zembile konulmaz, ondan tatlı şey olmaz.”
Uyku çok tatlı geliyor.
Gece imsak kesildiği zaman biter. Oruç o zaman başlar. Dinî bakımdan gündüz daha ortalık karanlıkken başlıyor. Güneşin doğduğu tarafa doğru baktığında, dağların üstünde böyle biraz bir aydınlık başladı mı, daha ortalık lacivert; işte gündüz başladı.
Nehâri dînî. "Dinî bakımdan gündüz başladı." İmsak kesilmezden önceki zaman gecedir, imsak kesildikten sonraki zaman gündüzdür.
Sabah namazı ne zamandır?
Gündüzün ilk namazıdır. Gece bitmiştir. Gecenin son namazı hangisidir? Teheccüd namazıdır. Geceleyin teheccüd namazı kılmak.
Tabii imsak kesilinceye kadar bir insan uyumuşsa, yolcuysa, hastaysa, bayılmışsa, mazeretliyse bilmem neyse, yatsı namazını kılmamışsa imsak kesilinceye kadar yatsının vaktidir. Yâni o zamana kadar yatsı namazını kılacak. Umumiyetle gece, üçe bölünür. İlk vakti ilk üçte biri. Umûmiyetle ilk üçte birinde uyur. Sâlih kimselerin geceyi değerlendirmesi. İlk üçte birinde veya yarısında uyurlar, veya üçte ikisinde uyurlar.
Geceyi üçe böldük mü?
Böldük.
İki bölüğünde uyurlar. Ya bir bölüğünde uyur çok ibadet edenler, ya yarısına kadar uyur, ya sülüsünü uyur, ya sülüsânını uyur, ya nısfını uyur, tabii en çok uyuyan sülüsânını uyuyor, yâni üçte ikisini uyuyarak geçiriyor. Geriye üçte biri kalıyor.
Şimdi dokuz saat desek geceyi, üçte biri ne oluyor? Altı saat geçince, yâni birde filân teheccüde kalkılmaya başlanır. Ondan sonra artık sabah vakti gelinceye kadar iki rekât, dört rekât, altı rekât, sekiz rekât neyse ibadet edilir.
Peygamber Efendimiz’e gecenin bu vaktinde ibadet etmek emrolunmuştu. Bismillâhirrahmânirrahîm
Ekımi's-salâte lidülûki'ş-şemsi ilâ ğasekî'l-leyli ve kurâne'l fecr. İnne kurâne'l fecri kâne meşhûdâ. Ve mine'l-leyli fetehe'c-ced bi-hî nâfileten le-ke asâ en ye'baseke rabbüke mekâmen mahmûdâ.
"Geceleyin teheccüd et” diye emredilmiştir Peygamber Efendimiz’e. O'da emrolunduğu üzere geceleyin kalkar, ibadet ederdi.
Gecenin önceki kısmında hemen uykuya giderlerdi yatsıdan sonra, uyurlardı, dinlenirlerdi. Üçte birini, yarısını veya üçte ikisini uyuduktan sonra, tekrar gecenin içindeyken kalkarlardı. Gecenin üçte ikisinden sonraki zamanına, seher vakti derler. Seher vakti yemek yeniliyor. Oruç tutanlar umûmiyetle kalkıyorlar, yemek yiyorlar. Seher vaktinde yenilen yemeğe, seher kelimesinden gelme sahur denir. Sahur, seherde yenilen yemek demektir. Sahur vakti.
Demek ki seher vakti -sahur vaktinde diyelim biz, sahur deyince daha iyi anlıyoruz- kalkıp hiç olmazsa iki rekât, dört rekât, altı rekât, on iki rekât, yirmi rekat namaz kılmışlar onlar. Biz de biraz kalkıp kılalım!
وَمِنْ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَكَ (الاسراء:٩٧)
Ve’l-müstağfirîne bi’l-eshâr [Al-i İmrân 3/17]
"Seher vaktinde Allah’tan bağış dileyenler." Kur'ân-ı Kerîm’de böyle geçiyor.
Seher vakitlerinde tevbe ve istiğfar edenleri medhediyor Allahu Teâlâ Hazretleri. Kur’an-ı Kerîm’de böyle seher vaktinde tevbe ve istiğfara işaretler vardır.
Demek ki, gecenin o vaktinde kalkacağız:
"Aman yâ Rabbi, şimdi beni kimse görmüyor, gösteriş yok, riyâ yok, sen benim hâlimi biliyorsun! Baş başayız, mahremiz. Nice suçlar işledim, kusurum çok, yüzüm kara, elim boş... Ömrüm geçti, yaşım şu hâle geldi, ne kadar daha yaşayacağımı bilmiyorum. Benim hâlim ne olacak yâ Rabbi!..” diye, insanın tevbe ve istiğfar etmesi lâzım! Muhasebesini yapması lâzım hayatının... Gözyaşı dökmesi lâzım, secdeye kapanması lâzım!.
Bir kulun Allah’a en yakın olduğu hal secde halidir. Secdeye yattı mı bir insan, Allah’a en yakın hali odur. Çünkü Allah secde halindeki kulu çok seviyor, ona yakınlaşıyor.
Allah bizi sevdiği kul eylesin. Dünyada ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle kahrına gazabına uğramadan büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini her zaman her yerde refîk eylesin. Şükrü yerinde şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip takdire rıza gösterip, -çünkü rıza en yüksek makamdır-sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ ve Habîbihi’l-müctebâ ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.