Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh alâ külli hâlin ve fî küllihîn. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyîdinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve mentebiahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emmâ ba’d.
Fe kâle Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
لَيْسَ مِنْ يَوْمٍ إِلَّا وَهُوَ يُنَادِي: يَا بْنَ آدَمَ، أَنَا خَلْقٌ جَدِيدٌ، وَأَنَا فِيمَا تَعْمَلُ فِيَّ عَلَيْكَ شَهِيدٌ. فَاعْمَلْ فِيَّ خَيْرًا أَشْهَدْ لَكَ بِهِ، لَوْ مَضَيْتُ لَمْ تَرَنِي؛ وَيَقُولُ اللَّيْلُ مِثْلُ ذٰلِكَ
Leyse min yevmin illâ ve hüve yünâdî yebne âdeme ene halkun cedîdün ve enâ fî mâ ta’melü fiyye aleyke şehîdün fa’mel fiyye hayra eşhedleke bihî lev madaytü lem yerenî ve yekûlü’l-leylü mislü zâlike.
Mâkıl b. Yesâr radyallahu anh’ten Ebû Nuaym rivayet eylemiş ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri şöyle buyurmuşlar:
Leyse min yevmin “Günlerden hiçbir gün yoktur ki." İllâ ve hüve yünâdî "Hiçbir gün yoktur ki şu sözleri insanoğluna söylemesin." Her gün insanoğluna bu sözleri söyler. Her gün her gece söyler.
Yeni bir gün başladığı zaman insana ne dermiş?
Yebne âdeme. “Ey âdemoğlu!” Ene halkun cedîdün “Ben yeni yaratığım." ve enâ fî mâ ta’melü fiyye aleyke şehîdün. "Ve senin benim esnamda yaptığın amellere senin hakkında ben şahit olacağım!”
Bugün içinde neler yaptıysan ben onlara zaman olarak gün olarak şahitlik edeceğim.
Fa’mel fiyye hayran. “Benim esnamda, benim içimde, bu günde hayır işle!” Eşhedleke bihî. “Ben de sana hayır işlediğine dair hayırlı şahit olayım. Hayrın şahidi olayım.” Lev madaytü lem yereni. “Bir gidersem bir daha beni görmezsin, artık görmeyeceksin! Onun için hayır işle, bu vakti boşa geçirme!” der. Ve yekûlü’l-leylü mislü zâlike. “Gece de olunca insanoğluna böyle seslenir. Ertesi sabah olunca yeni bir gündüz, yine böyle seslenir; akşam olunca akşam yine böyle seslenir.”
Âdemoğluna nasihat edip seslenip dururlar.
“Ey âdemoğlu! Biz yeni bir yaratığız. Aman bizim içimizde hayır işle de biz sana şahitlik edeceğiz. Hayra şahadet edelim!” der dururlar.
Günler ve geceler böylece geçer.
İnsanoğlu gecede gündüzde hayır işlerse onlar âhirete şahit olacaklar. Diyecekler ki;
“Benim içimde namaz kıldı, benim içimde oruç tuttu, benim içimde şu hayrı işledi…” vs.
لَيْسَ مِنَّا مَنْ تَشَبَّهَ بِغَيْرِنَا. لَا تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ وَلَا بِالنَّصَارَى. فَإِنَّ تَسْلِيمَ الْيَهُودِ الْإِشَارَةُ بِالْأَصَابِعِ، وَتَسْلِيمَ النَّصَارَى الْإِشَارَةُ بِالْأَكُفِّ.
Leyse minnâ men teşebbehe bi-gayrinâ lâ teşebbehû bi’l-yeh’ûdi ve lâ bi’n-nasârâ fe-inne teslîme’l-yehûdi’l-işâretü bi’l-esâbii ve teslîme’n-nasârâ el-işâretü bi’l-eküffi.
Tirmizî rivayet etmiş ki Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlar:
Leyse minnâ men teşebbehe bi-gayrinâ. “Bizden başkasına benzeyenler bizden değildir!” Lâ teşebbehû bi’l-yehûdi ve lâ bi’n-nasârâ. “Yahudilere ve nasranîlere benzemeye çalışmayınız. Onlara benzemeye, onları taklide kalkışmayınız.”
Çünkü bizden başkasına benzemeye kalkışan bizden değildir. Düşer, bizden olma sıfatından aşağı düşer.
Fe inne teslîme’l-yehûdi’l-işâretü bi’l-esâbii. “Yahudilerin selamlaması parmaklarla işarettir. Siz öyle yapmayınız.”
Yahudiler parmaklarıyla nasıl işaret ederdi bilmiyorum ama yahudiler parmakla işaret ederlermiş.
Biz nasıl işaret ediyoruz?
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullah.
Sonra;
Ve teslîme’n-nasârâ. “Hristiyanların işareti de avuç içleriyledir.”
Herhalde avucun ayasıyla.
“Onlar gibi yapmayın!” diyor.
Peygamber Efendimiz ibadetlerde bile onlara benzemeyi uygun görmemiştir. Kaldı ki yaşantıda, fikriyatta, zevkte her başka şeylerde uymak... Onlara gelinceye kadar bundan daha büyük vebal olur.
Üçüncü hadîs-i Şerîf;
لَيْسَ مِنِّي إِلَّا عَالِمٌ أَوْ مُتَعَلِّمٌ
Leyse minnî illâ âlimün ev müteallimün.
Abdullah b. Ömer radyallahu anhümâ’dan rivayet olmuş. Efendimiz buyuruyor ki;
Leyse minnî. “Benden değildir.” İllâ âlimün ev müteallimün. “Alimden ve müteallimden başkası benden başkası olan benden değildir!”
“Alim ise bendendir. Ben onu kabul ederim, bağrıma basarım, benimserim. Müteallim ise; öğrenciyse bağrıma basarım, kabul ederim. Alim değilse müteallim değilse o benden değildir! Benim yanıma sokulmasın, benim zümremden değildir. Benim sevdiğim taifeden değildir!” mânasına.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi ilimle ilgili ve Resûlullah’ın benimsediği, bağrına bastığı, sevdiği, şefaat ettiği kullardan eylesin.
لِكُلِّ شَيْءٍ زَكَاةٌ، وَزَكَاةُ الْجَسَدِ الصَّوْمُ
Li-külli şey’in zekâtün ve zekâtü’l-cesedi’s-savm.
Hadîs-i şerîf Ebû Hüreyre radyallahu anh’ten; Sehl b. Sa’d es-Sâidî radıyallahu anh’ten rivayet olunmuş. Taberânî, İbn Abdilber ve diğer kaynaklarda var.
Peygamber Efendimiz;
Li-külli şey’in zekâtün. “Her şeyin bir zekâtı vardır.” Ve zekâtü’l-cesedi’s-savmü. “Vücudun zekâtı da oruç tutmaktır.” diyor.
Arapça’da, şeriatımızda zekât; malının bir miktarını Allah yolunda fakirlere, mücahitlere ve yolda kalmışlara vs. vermektir. Zekât ibadeti malî bir ibadettir. Kelime anlamı “temizlemek, paklamak” demek.
O paraya neden zekât deniliyor?
Çünkü o para fakirin hakkıdır. O hakkı götürüp fakire verdiği zaman malı, parası temizlenmiş oluyor. Vermediği zaman malda haram para, başkasının hakkı kalmış oluyor. O bakımdan onun ayrılıp verilmesi, onun temizlenmesi oluyor.
Her şeyin zekâtı var!
Anlamı “temizlenme” ama paranın zekâtı var, devenin zekâtı var, koyunun zekâtı var. Tarlanın zekâtı var; öşür. Mahsulün zekâtı var… Vücudun zekâtı da oruç tutmaktır.
Oruç çok önemli! Çok köklü ve çok derin bir ibadettir.
Oruç tutmak, Hz. Âdem atamız aleyhisselam’dan beri ümmetlere emrolunmuş olan bir vazifedir, ibadet şeklidir. Ramazan’da oruç tutmak farzdır. Onun dışında da fırsat oldukça imkân buldukça insan bu sevaplı, güzel ibadeti yapmalıdır.
Haftada pazartesi-perşembe oruçları vardır. Arabî ayların başında, ortasında, sonunda oruç vardır, bu da bir yaygın oruç şekli. Her Arabî ayın 13-14-15’inde; mehtaplı gecelerin gündüzlerinde oruç tutmak vardır. Recep ayında Efendimiz çok oruç tutardı. Ramazan’ın geçmesinden sonra Şevval ayında altı gün oruç vardır. Zilhicce’nin birinden kurban bayramına kadar geçen zamanda oruçlar çok sevaptır ve arefe günü tutulan oruç çok kıymetli ve sevaptır. Kandil gecelerinin gündüzlerinde oruç tutmak vardır. Bu oruçları fırsat bilip sık sık tutmalıyız ki; hem sevap kazanmış olalım, hem de vücudun zekâtı verilmiş olsun.
لِكُلِّ شَيْءٌ مِفْتَاحٌ، وَمِفْتَاحُ السَّمَاوَاتِ قَوْلُ: لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ
Li-külli şey’in miftâhün ve miftâhü’s-semâvâti kavlü lâ ilâhe illallah.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten ve Ma’kil b. Yesâr radıyallahu anh’ten Taberânî rivayet etmiş.
“Her kapalı şeyin anahtarı vardır. Göklerin anahtarı da kavlü lâ ilâhe illallah. "Lâ ilâhe illallah." demektir”
Çeşitli hadîs-i şerîflerde göklerin kapıları olduğu, o kapılarda bekleyen bekçi melekler olduğu ve göklere gelen şeyleri öbür tarafa geçirmedikleri, sorgu sual ettikleri, teftiş ettikleri, durdurdukları bildiriliyor. Hatta bazı şeyleri geri gönderdikleri bildiriliyor.
Mesela; bir adam ibadet etmiş, melekler onu götürüyorlar.
“Gelin bakalım buraya, ne götürüyorsunuz?”
“Falanca kul ibadet etti onun sevabını götürüyoruz.”
“Götürün o ibadeti o adamın başına [çalın], yüzüne çarpın! O adamın ibadetini Allah kabul etmez. Çünkü o adam riyakârdır. Riyakârların ibadetini buradan geçirmemeyi bana emretmişti” gibi rivayetler vardır.
Miraçta Cebrail aleyhisselam ve Peygamber Efendimiz’in kapılarda durdurulduğu ve sorulduğu hadîs-i şerîfte geçiyor. Melekler durdurmuşlar ve sormuşlar ki;
“Sen kimsin?”
“Cebrail’im.”
“Yanındaki kim?”
“Muhammed.”
“Peki, sen Cebrail’sin geçebilirsin de; o Muhammed kul, beşer, insan. Bunun buradan öteye geçmesine izin verildi mi?”
“Verildi.”
“O zaman merhaba, hoş geldin, buyur geç!”
Böyle demişler.
Göklerin bomboş olduğunu düşünmeyelim. Bunların bekçileri var, kapılar var; geçilmiyor.
Bu kapıların anahtarı neymiş?
Bunu anlattıktan sonra iş kıymetleniyor.
Bu kapıların açılmasının çaresi, kilidin anahtarı neymiş?
Kavlü lâ ilâhe illallah.
"Lâ ilâhe illallah, lâ ilâhe illallah" denilince bu kapılar açılıyormuş. Demek ki bu sözü aşk ile şevk ile heyecanla çok çok söylemeliyiz!
Dördüncü hadîsi şerif;
لَكَ بِهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ سَبْعُمِائَةِ نَاقَةٍ كُلُّهَا مَخْطُومَةٌ
Le-ke bihâ yevme’l-kıyâmeti seb’ü mieti nâkatin küllehâ mahtûmetün.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e sahabeden bir zât geldi. Yularlı bir deveyi peşinden çekiyordu. Dedi ki;
“Yâ Resûlullah! Allah rızası için bu deveyi veriyorum, ne yaparsan yap! Kesip fukaraya etini mi yedirirsin, bir süvariye verip de savaşa bununla mı gönderirsin… Ne işte kullanırsan...Allah rızası için bu deveyi ben veriyorum!”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem o zaman buyurdu ki;
Le-ke bihâ yevme’l-kıyâmeti seb’ü mieti nâkatin küllehâ mahtûmetün. “Bu devenin karşılığında sana kıyamet gününde yedi yüz deve vardır. Kıyamet gününde bunun sevabı olarak [Allah]; hepsi yularlı, dizginli yedi yüz deve verecek!”
Başka hadîs-i şerîflerden de, âyet-i kerîmelerden de biliyoruz ki; Allah yoluna sarf edildi mi bir şeyin mükâfatı kaçtır?
Yedi yüz mislidir!
“O Allah yolunda vereceğim.” dedi mi?
Allah yolunda verecek, fîsebîlillâh!
Tamam. Allah yolunda verilenin mükâfatı yedi yüz mislidir!
Burada da böyle geçiyor.
Kur’an’da nasıl geçiyor?
Bismillâhirrahmânirrahîmۜ
Meselüllezîne yünfikûne emvâlehüm fî sebîlillâh.
"Allah yolunda mallarını sarf eden kimseler neye benzer?"
Ke-meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî külli sünbületin mîetü habbetin.
“Bir tane buğday hububat tanesi gibidir ki yere ekilmiş, bundan yedi tane başak çıkmış.”
Filizlenmiş yedi başak! Bir başak değil, yedi başak çıkmış! Her başakta da yüz tane hububat -habbe- var.
Yedi tane başak, yüzerden; yedi yüz eder. Demek ki bir tane ekince yedi yüz tane oluyor. Bir taneyi ekiyorsun, yedi yüz tane oluyor. Yedi başak, yüzerden; yedi yüz.
Allah yolunda mallarını sarf edenlerin mükâfatın misalleri böyledir.
“Bir habbe gibidir ki dikilmiş, yedi başak vermiş. Her başakta yüz tane habbe var.”
Kur’ân-ı Kerîm’de de böyle geçiyor. Başka hadîs-i şerîflerde de geçiyor ki;
“Kul bir iyilik yaptığı zaman Cenâb-ı Hak ona iyiliğinin kat kat fazlalığı mükâfat verir: Ya bire on verir, ya bire yetmiş verir, ya bire yedi yüz verir ya daha fazla verir!”
Allah rızası için -fîsebîlillâh- verilenlerin mükâfatı bire yedi yüzdür. Ama bundan da fazla olanlar vardır.
Mesela;
Zikrullâhiteâlâ efdalü indellâhi minen nefekati fî sebîlillîh fî mieti dereceh.
“Zikrullah, Allah yolunda mal sarf etmekten yüz kat daha fazla sevaplıdır.”
O zaman ne oluyor?
Yetmiş bin!
Demek ki zikrullahın sevabı yetmiş bin imiş. Allah dedin mi, lâ ilâhe illallah dedin mi, subhanallah, elhamdülillah dedin mi sevabı yetmiş bin alıyorsun.
Eğer bu zikri içinden yaparsan hiç kimse duymayacak gibi kalbinden zikir yaparsan ki hocalarımız bize bunu öğretiyorlar: “Ağzını kapat, gözünü yum; içinden Allah de! Böyle yap!”
İçinden Allah demek de aşikâre yapmaktan yetmiş kat daha sevaplıdır.
Yetmiş binin yetmiş katı...Önüne bir sıfır koyacağız; yedi yüz. Yedi yüzü, yediyle çarpacağız; dört milyon dokuz yüz bin kat oluyor sevap.
Onun için zikrullahın insana kazandırdığı sevap çok çok fazla! Tesbih elimizde, zikrullah dilimizde olması lazım. Çok sevap kazandıran bir ibadet. Hem kolay; hasta da, felçli de, ihtiyar da, yatalak da herkes zikrullahı çekebilir. O kadar kolay!
Hem kolay hem çok sevaplı! Yetmiş bin veya dört milyon dokuz yüz bin! Hem çok sevaplı, hem de çok şerefli! Çünkü sen Allah’ı zikredersen Allah da seni zikrediyor!
Kur’ân-ı Kerîm’de;
Fezkürûnî ezkürküm. “Ey kullarım! Siz beni zikredin, ben de sizi zikrederim!” buyuruyor.
Fezkürûnî ezkürküm veşkürûlî ve lâ tekfürûn.
Demek ki şeref ile çok fazla olan bir ibadet! Parayla pulla değil, yorgunluk yok, zahmet yok! Sadece aklını başına toplayacaksın, boşuna vakit geçirmeyeceksin! İş yaparken de yapabilirsin. Hem iş yaparsın hem de zikir yaparsın!
Allah bizi zikrinden, şükründen, ibadetinden, sevabından, mükâfatından, rahmetinden ayırmasın.
مَنْ صَلَّى وَهُوَ يُرَائِي فَقَدْ أَشْرَكَ، وَمَنْ صَامَ وَهُوَ يُرَائِي فَقَدْ أَشْرَكَ، وَمَنْ تَصَدَّقَ وَهُوَ يُرَائِي فَقَدْ أَشْرَكَ
Men sallâ ve hüve yürâî fekad eşrake ve men sâme ve hüve yürâî fekad eşreke ve men tesaddeka ve hüve yürâî fekad eşreke.
Sadaka Resûlullah.
Taberanî, Ahmed b. Hanbel, Tahavî, Hâkim; Şeddâd radıyallahu anh’ten rivayet eylemişler. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Men sallâ. “Kim namaz kılarsa" Ve hüve yürâî. "Gösteriş için riya için; ‘Benim şu namaz kıldığımı görsünler!..’ diye düşünerek namaz kılarsa" Fe-kad eşrake "Şirke düşmüş olur." Şirk koşmuş olur!”
Şirk ne demekti?
Allah’ı tanıyor, biliyor ama Allah’a şirk koşuyor. Allah’ın ortağı var, sanıyor. İki Allah, iki tane tanrı var: İyilik tanrısı, kötülük tanrısı. Ya Yunanlılar gibi çok tanrı var sanıyor; şarap tanrısı, deniz tanrısı, hava tanrısı, harp tanrısı…
“Tamam, Allah baba ama bir de oğlu var!” diyor. Yahut; “Melekler Allah’ın kızıdır!” diyor. Veyahut; “Biz bu putlara tapıyoruz. Bunlar Allah’a bizim şefaatçilerimizdir, aracımızdır.” diyor.
Eski bazı kavimlerde böyle demişler:
وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ
Ve yekûlûne haülâi şüfeâünâ indellâhi. “Onlar Allah katında bize şefaat edecekler." diye bir âyet-i kerîmede geçiyor.
Eski putperest Araplar Lat’a Uzza’ya taparlan da yine Allahu ekber diye Allah’ı en büyük [olarak] biliyorlardı.
Ama şirk koşuyor! Ortak var, yanında başkası var sanıyor. Eşi, naziri, benzeri var sanıyor. Biliyorsunuz bu şirk demek.
Şirk insanı cehenneme götürür! Allahu Teâlâ hazretleri şirki kabul etmez. Kendisinin ulûhiyetine ortak bir varlık olduğunu sanan şaşkınları affetmez. Onlar da ebediyen kâfirdir. İnandığı hâlde kâfirdir. Allah’a da inanıyor ama Allah’tan başkalarına da inanıyor ya; o bakımdan o da Allah’ı bir çeşit doğru tanımamış, kusurlu, çok büyük kusurlu kul olduğundan o da ebedî cehennemde yanacak! O da kâfirdir, müşrik de kâfirdir.
Nereden biliyoruz?
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ
Le kad keferallezîne kâlû innallâhe hüve’l-mesîh übnü meryeme.
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ
Le-kad keferallezîne kâlû innallâhe sâlisü selâsetin. “Allah üçten bir tanesidir!”
Demek ki şirk de küfürdür! Kesin!
Peki, riya nedir?
Riya da şirktir!
Riya yaptığı âhiret ibadetini, amelini, amel-i sâlihi ne maksatla yapıyor?
Birisi görsün de beğensin!
Sen bu ibadeti Allah için yapmıyor muydun? Allah beğensin diye yapman gerekmez miydi? İhlâsla yapman lazım değil miydi?..
“Öyleydi ama şu hacı efendi görse de beni beğense…” veyahut; “Falanca adam beni görse de şu işimi görse... Genel müdür görse de beni işe alsa… Öğretmen görse de sınıfı geçsem, hoca bana not verse…”
Dünyevî menfaat düşünüyor!
Hâlbuki namazın âhiret işi olması gerekir. Dünya işi ile ilgisi yok. Dünyalık celp etmek için olursa olmaz.
“Mürâilik yapan, riyâkarlık yapan gösteriş için yapan kimse namaz kıldıysa riyakârlık yaptığından dolayı 'fe-kad eşreke' şirk koşmuş olur!”
Ve men sâme ve hüve yürâî fe-kad eşreke. “Kim riya ile gösteriş için bilinsin de bir menfaat sağlayım diye oruç tutarsa o da şirk koşmuş olur!” Ve men tesaddeka ve hüve yürâî fekad eşreke. “Kim gösteriş için hayır, zekat, sadaka veriyorsa [o da şirk]!”
“Şu parayı tam insanların arasında vereyim de herkes benim şu sadakayı, zekâtı verdiğimi görsünler. Hem de firmamıza reklam da olur, fena da olmaz…” gibi.
Sen gösteriş için yapıyorsun, ihlâsla yapmıyorsun!..
Demek ki burada namaz, oruç, sadaka vermek zikredildi ama bütün âhiret amelleri böyledir.
Kim âhirete yarayacak ibadetini, âhiret ibadetini dünya menfaati sağlamak için yaparsa şirk koşmuş olur. Çok büyük günah! Gösteriş için Kur’an okursa o da öyle! Burada Kur’ân-ı Kerîm’i de zikretmedi ama Kur’ân-ı Kerîm’i okursa o da aynı şey, fark etmez!
Bu hadîs-i şerîfte gösterişin, başkasından menfaat ummanın zararı, kötülüğü, fenalığı belirtildi. Allah bizi her çeşit hatalı davranıştan, düşünceden korusun.
Bu şirke, gizli şirk derler.
Puta tapıyorsa aşikâre şirk!
“Allah varken puta tapıyor, vay müşrik vay!..”
Ama riyakârlık yapıyorsa insanın içinde olduğu için, niyetiyle ilgili bir şey olduğundan, kafasında olduğundan buna gizli şirk derler.
eş-Şirkü’l-hafiyy.
Karıncanın ayak sesinden bile daha gizlidir. İnsanın içine bazı düşünceler, duygular giriverir. Yaptığı işi Allah rızası için yapmazsa böyle durama düşüverir. Onun için sırf Allah’ı düşünerek Allah rızasını düşünerek "İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî" diyerek bu işi, ibadet ve taati, kulluğu Allah rızası için yapmak lazım.
Gösteriş için yapılmazsa sırf Allah rızası için yapılırsa da ona da "ihlâs" derler.
İhlâs ne demek?
“Katıksız olmak” demek. Niyetine hiçbir katık katmıyor, hiçbir yanlış şey sokmuyor. Niyeti tertemiz, halis.
İhlâs, “halis” kelimesinden geliyor.
Böyle yaptığı zaman da çok sevap kazanır.
Nitekim arkasında ki hadîs-i şerîfte de o geçiyor:
مَنْ صَلَّى رَكْعَتَيْنِ فِي خَلَاءٍ لَا يَرَاهُ إِلَّا اللهُ وَالْـمَلَائِكَةُ، كُتِبَ لَهُ بَرَاءَةٌ مِنَ النَّارِ
Men sallâ rek’ateyni fî halâin lâ yerâhu illallâhu ve’l-melâiketü kütibe lehû berâetün mine’n-nâri.
Men sallâ rek’ateyni. “Bir kimse iki rekât namaz kılsa…”
Nerede?
Fî halâin. “Tenha bir yerde, kimsenin olmadığı bir yerde iki rekât namaz kılsa…”
Ormanda bir çayırlık gördü. Baktı ki kenardan da şırıl şırıl dere akıyor.
“Tebareke ve Teâlâ hazretleri ne güzel yaratmış, elhamdülillah Rabbim. Hadi bir abdest alıyım da şurada bir namaz kılıyım…”
Derede pabuçlarını, çoraplarını çıkarttı, kollarını sıvadı. Buz gibi suyla bir güzel abdest aldı.
“Farz namaz değil…”
“Olsun. Ben Rabbim’in kulu değil miyim? O bana her zaman nimetleri vermiyor mu?.. Allahu ekber…”
Bir güzel, halis muhlis, tatlı namaz kıldı. Çimenler, çiçekler seccadesi, gök kubbesi...Namazı kıldı, tamam.
Lâ yerâhu illallâhu ve’l-melâiketü. “Allah’tan başka ve meleklerden başka hiçbir kimsenin onu görmediği bir tenha yerde namaz kıldıysa”
Evinde de öyle. Evinin odasında hanımı bile görmedi, çocuğu bile görmedi.
“Efendi?
"Ne var?"
"Yemek hazır, hadi gel. Ne yapıyorsun o odada?”
“Hiç”
Yemekten önce gitti, orada namaz kıldı. Hanımı bile işin farkında değil.
“Bizimki hâlâ gelmiyor, canı sıkılmış gelmiyor…” filan diyor.
Hâlbuki orada namaz kıldı.
Bu da öyle! İlla çayır olma şartı yok!
Peygamber Efendimiz; “Kimsenin görmediği” demiyor, ne güzel söylüyor:
Lâ yerâhu illallâhu ve’l-melâiketü. “Onu kimse görmez, yalnız Allah ve melekler!”
Melekler nasıl görür?
Meleklerin bir kısmı zaten kulun yanında: Omuzlarında melek var; sağında bir melek var solunda bir melek var, yazıyorlar.
Böyle Ahmet Sav’ın yazdığı gibi...
Elinde nurdan kalemler, mânevî defterlere iyilikleri kötülükleri yazıyorlar. Her azasını koruyan melekler var. Etrafta da başka melekler var.
Sonra bir insan abdest alıp abdestli yattı mı; gökyüzündeki melekler onun ışığını, nurunu görüyorlar, odasına, karanlık odaya uçup geliyorlar. Abdestle yattı diye bütün gece melekler odasında izdihamlı olarak bulunuyorlar.
“Şimdi bu kalktı, burada namaz kıldı; bunu kim görüyor?”
Allah görüyor, bir de o melekler görüyor! Melekler zaten âşık oldular, onun nuruna geldiler. Işığa kelebeklerin geldiği gibi geldiler.
Efendimiz ne güzel söylemiş:
Lâ yerâhu "Onu kimse görmüyor." İllallâhu ve’l-melâiketü. “Ancak Allah ve melekleri”
Onlardan başka hiç kimsenin görmediği tenha bir yerde bir insan iki rekât namaz kılarsa;
Kütibe lehû berâetün mine’n-nâri. Onun cehennemden âzatlık beratı yazılır!”
'Sen cehennemden âzat oldun, cehenneme girmeyeceksin, cehennemden kurtuldun' diye berat yazılır.
Bu da ihlâsın önemini gösteriyor.
Birinci hadisi şerifte, riyanın cezasının büyüklüğünü gösteriyor.
Elhamdülillâhi alâ nîmeti’l-İslâm!
Allah bizi çok şükür müslüman eyledi, yalan yanlış itikatlara sokmadı.
Bir şey kötüyse İslâm onu kökünden temizler, kökünden! Yaptığı işi öyle uyduruk bir tedbir ile yarım yamalak yapmaz. Taa kökünden temizler!
Herif içki yapmış,
O taşımayacak, o yapmayacak, o satmayacak, o almayacak, o sunmayacak!
Kökünden yasaklıyor!
O almayacak, o vermeyecek, o yazmayacak.
Kökünden temizliyor!
Zina haram. Bakmak da haram!
Allah bizi doğru yoldan ayırmasın. Kötülerin kötülemesinden dolayı bizi tereddüde düşürmesin, kötülere de fırsat vermesin.