Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben müberaken fîh.
Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azimi sultanih. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ ve senedinâ ve üsvenite’l haseneti Muhammedini'l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaînet tayyibînet tâhirîn.
Emmâ ba'd:
Fe-kale Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
جُلَسَاءُ اللهِ غَدًا أَهْلُ الْوَرَعِ وَالزُّهْدِ فِي الدُّنْيَا
Selman radıyallahu anh’ten rivayet olunduğuna göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
Cülesâullâhi ğaden. “Yarın, yani öteki dünyada, âhirette.”
Âhirette cülesâullah, "Cenâb-ı Mevlâ’nın divanına dahil olup, meclisine katılıp, Cenâb-ı Hak ile bir arada bulunmak ve O’nun hitabına mazhar olmak şerefine erecek insanlar" kimlerdir?
Büyük iltifat! Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna kabul olmak, O’nunla beraber bulunmak, O’nun hitabına, iltifatına mazhar olmak çok büyük, çok büyük rütbe!
Kimler bunlar?
Ehlü’l-vera’i ve’z-zühdi fi’d-dünyâ. “Dünyadayken verâ ve zühd sahibi olan insanlar, olan mü’minlerdir.”
Demek ki; mü’minlerin verâ ve zühd sahibi olanlarını Cenâb-ı Hak yarın huzûr-u izzetine kabul eyleyip onları şerefyâb edecek. Ehl-i cennet Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde belirtildiği üzere hepsi ayânen, âşikâre olarak Cenâb-ı Hakk’ı bizim dünyada mehtabı gördüğümüz gibi görecekler. Hiç kimse kimseye engel olmuyor, herkes mehtabı görebiliyor. Birisi görüp de ötekisi arkada kalıp da görememe durumu olmuyor. Herkes görecek ve belli zamanlarda Cenâb-ı Mevlâ’nın divanına, huzuruna kabul olunup ziyaretiyle şerefyâb olacaklar, çok büyük ikramlara nâil olacaklar ama bunlar meclisinin müdavimleri, cülesâullah, Cenâb-ı Mevlâ’nın divanında, meclisinde kalanlar bunlar. Kıymetli kimseler, daha büyük ikramlara sahip olan kimseler.
O halde bu verâ ne demek, zühd ne demek bunu açıklayalım. Yani onlar verâ sahibi olanlarmış, zühd sahibi olanlarmış ne demek?
Verâ, “titiz müslüman olmak, Müslümanlık’ı titiz yapmak” demek. O kadar titiz yapmak ki, o kadar dikkatli Müslümanlık yapmak ki haramların yanına yanaşmak değil, şüpheli işin yanına bile yanaşmamak. Sahâbe-i kirâm, Peygamber Efendimiz’in mübarek ashâbı rıdvanullahi aleyhim ecmaîn diyorlar ki;
“Biz belki mahsurludur diye korkumuzdan mahsursuz olan birçok şeyi bile terk ederdik.” Şüphe ve tehlike sezdi mi uzak duruyor.
Neden?
"Nemelazım, ben Cenâb-ı Hakk’ın rızasına aykırı bir şey yapmış olmayayım, haram bir iş yapmış olmayayım, haram bir lokma yemiş olmayayım" diye ihtiyat ederlerdi. Bu ihtiyat güzeldir. İhtiyat eden tehlikeye düşmez. İhtiyat etmeyen tehlikeli yere yanaşır, tehlikeli yere yanaşan da ayağı kayıp düşebilir. Çünkü yanaştı, ta kenarda ne işin var be adam! Uçurumun kenarına kimse gitmesin diye parmaklık yapıyorlar ama parmaklıktan sonra daha buradan duvar kadar mesafe oluyor.
Neden?
Nemelazım. Ta kenarına yapıp da bir tehlike meydana gelmesin diye emniyetli yere alıyorlar, parmaklıkları geriden yapıyorlar ki tehlikeli yere kimse geçmesin diye. Müslüman da haramlardan kaçınacak, haramlardan dikkatli bir şekilde kaçınacak. Bazı şeylerin haram olup olmadığını bilmiyorsa ondan da ihtiyaten kaçınacak. Belki haram değildir ama ya haramsa! Eyvah! O zaman kaçınacak.
Sana deseler ki, “Bu suyu iç. Belki temizdir ama belki de çok pistir, çok tehlikeli, belki mikrobu da vardır onu da bilmiyoruz.”
Ne yapar insan?
İhtiyaten o suyu içmez. "İçmeyiveririm, sabrederim, nemelazım" der.
İşte böyle dindarlığından, ileri derece takvasından dolayı, takvâ ehli olacak.
Hepimizin kazançlı olmamız, Allah’ın sevgili kulu olmamız için nasıl olmamız lazım?
Takva ehli kul, müttakî kul olmamız lazım.
Müttakî kul ne demek, takvâ ne demek, ittikâ ne demek?
“Sakınmak” demek.
Müslüman nereden sakınacak?
Cehennemden sakınacak. Çünkü âyet-i kerîmelerde buyuruluyor ki;
فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ
Fetteku’n-nârelletî ve kûduhe’n-nâsü ve’l-hicâratü. [1]
“İçinde yananların insanlar ve taşlar olduğu cehennemden sakının.”
Yahut, vettekullah. “Allah’tan sakının.”
Neden?
Allahu Teâlâ hazretleri, Zû-rahmetin vâsi’atin. [2] “Çok geniş rahmete sahiptir.” Yani kullarını rahmetine erdirir, affeder, merhamet eder, bağışlar, ihsan, ikram eder.
Zû rahmetin vâsi’atin. “Çok geniş rahmete sahiptir.” Ve-zû ikâbin elîmin. [3] “Çok feci azabı da, cezalandırması da vardır.” Suç işleyeni de cezalandırır.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Vallahü azîzün. [4] “Allah sonsuz izzet sahibidir.” Zü’n-tikâm. “İntikam sahibidir.”
اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟
İnnâ mine’l-mücrimîne müntakımûn.[5] “Biz cürüm işlemiş mücrimlerden intikam alacağız.” “Ben azîmüşşân, intikam alacağım.” buyuruyor.
O halde ne yapmak lazım?
Kulluğunu bilip, kulluk edebine sarılıp, Allah’tan korkup iyi kulluk yapmak lazım.
Takvâ olmayınca iyi Müslümanlık olmuyor. Sıradan Müslümanlık, takvâlı olmayan Müslümanlık olmuyor. Takvâ oldu mu da her şey güzel oluyor, hem de Allah seviyor, çok da yardım ediyor.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ
Ve't-tekullahe ve yü’allimükümullahi.[6] “Siz Allah’tan korkun, Allah size öğretir.”
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ ﴿2﴾ وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Ve men yettekıllâhe yec’al lehû mahracen. Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesibü.[7] “Kim Allah’tan korkarsa, takvâ ehli olursa Allah onu ummadığı yollardan rızıklandırır, nimetler gönderir ve sıkıntılarından çıkış yolları ihsan eder.”
Sıkıldı, kurtarır; sıkıntılardan kurtarır, ummadığı yerlerden de rızık gönderir, insan nerden geldiğine şaşar; “Allah Allah! Sübhâne Rabbiye’l-aliyyi’l-âle’l-vehhâb. Nereden gönderdi Rabbim, bak hiç hesapta yoktu, elhamdülillah şimdi rahatladım. Korkuyordum, sıkılıyordum ama gönderdi Cenâb-ı Hak.”
Takva ehli olacağız.
Verâ ne demek?
“Takvâdan biraz daha ince, daha hassas” demek. Takvâ ehli olmaktan da öte. Peygamber Efendimiz zaten işleri üçe ayırıyor.
اَلْحَلَالُ بَيِّنٌ، وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ، وَبَيْنَهُما أُمُورٌ مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَعْلَمُهُا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ
El-halâlü beyyinün. “Helal bellidir.” Ve’l-harâmü beyyinün. “Haram da bellidir.”
İçki haram mı?
Hepimiz biliyoruz; haram.
Ekmek?
Helal.
Biliyoruz, mahsuru yok!
Haram ile helal iki, bir iki.
[Ve beynehümâ] umûrun müctebihâtün. “Bir de bunların arasında şüpheliler vardır.” Lâ ye’lemühâ kesîrun mine’n-nâsi. “İnsanların çoğu bu meseleleri bilmez.” Hocalar, müftüler bilir de onun için insanlar ona sorarlar.
“Hocam şöyle yapsak olur mu, câiz mi?”
“Yok, câiz değil, sakın ha!”
“Peki!”
“Şüphelileri insanların çoğu bilmez.”
Peki, bilmeyen insanın davranışı nasıl olacak?
Davranışı şüpheliden kaçınmak tarzında olacak.
“Helali biliyor musun kardeşim?”
“Biliyorum.”
“Helalleri ye.”
“Haramı biliyor musun?”
“Biliyorum.”
“Haramlardan kaç.”
“Ee, şüpheli?”
“Şüpheliye de yanaşma.”
Verâ bu! Şüpheliye yanaşmazsa insan kendini kurtarır. Yanaşırsa bir kurtulur, iki kurtulur, üçüncüde yakalanır.
Ne diyorlar?
Bir sıçrarsın, iki sıçrarsın, üçüncü de yakalanırsın ey çekirge, tamam. Birinci de paçayı kurtarır, ikincide kurtarır ama çocuk çekirgeyi sonunda yakalar. Bir atlar kaçırır, bir atlar kaçırır ondan sonra çekirgeyi yakalar. Onun için “şüpheliye yanaşmamak lazım” diye Efendimiz tavsiye buyuruyor. Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi bu. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın ahkâmı şakaya, gevşekliğe, laubaliliğe gelmez, oyuncak değildir.
Araba sürerken, arkana dönüp de arkadaşınla sohbet eder misin, laubali bir şekilde gülüp şakalaşır mısın?
Yapmazsın.
Neden?
Hocam, araba sürmek işi ciddidir. Bir an dikkatini kaybettin mi bir yere çarparsın; ya yoldan çıkarsın, ya duvara çarparsın, bir kaza yaparsın. Onun için direksiyona geçtin mi aklındaki şeyleri bile bir kenara koy. Yani insanın zihni meşgul olduğu zaman bile dalgınlıktan kaza yapar. “Aman dikkat et!” derler. Direksiyon dalga geçme yeri, gaflet ve oyun yeri değildir; direksiyon ciddiyet yeridir.
İslâm da öyle, İslâm’ın ahkâmı da ciddidir; öyle oyuna, şakaya, dalgaya gelmez.
Fıkra anlatıyorlar, benim ödüm patlıyor.
Fıkrayı anlatan niye fıkra anlatır?
Etrafındaki insanları güldürmek için.
Sen hokkabaz mısın. Mecbur musun, başkalarını güldürmek zorunda mısın!?
İşte hoşça vakit geçsin!
Fıkra olarak öyle şeyler anlatıyor ki... Efendim işte adam ölmüş de, yanlışlıkla cennete götürmüşler de bakmış orada hep softalar var hiç memnun olmamış.
Bak bak bak, laflara bak! Bak nasıl küfre düşüyor! Cenneti beğenmemiş! Bak bak, fıkraya bak! Hakiki bir fıkra; okuduğum, gördüğüm bir fıkra.
Sonra Cenâb-ı Hak yanlışlık yapar mı?!
Bak oradan da hatasına bak! Böyle fıkraları söylüyorlar, dinliyorlar, bir de gülüyorlar. Ağlaması lazım, hem söyleyenin hem dinleyenin ağlaması lazım.
Cennete yanlışlıkla girmiş de bakmış hep sakallı softaları görmüş [memnun olmamış.]
İnşallah bizler yani Allah yolundan ayırmasın, cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin.
Hiç memnun olmamış, ondan sonra da bir ara şöyle bir cehennem tarafına bakmış. Bakmış ki orada ooof, içkiler, meze sofraları, arkadaşları filan hepsi orada... Üüüf, içiyorlar, eğleniyorlar, kadın oynatıyorlar, çalgı çalıyorlar filan. Üüüüf, onlara bütün zevkler, keyifler orada, hemen bir dilekçe vermiş. Fıkra bunlar fıkra güya!
“Bir yanlışlık oldu, ben buraya yanlışlıkla geldim. Benim yerim aslında cehennem olmak gerekirdi, ben kötü bir insanım.” filan diye hemen bir dilekçe vermiş; dilekçesi kabul olmuş, cehenneme gitmiş.
Dünya mı burası!?
Nelerle alay ediyor!
Tabii girer girmez de cehennemin kapısında kafasına bir topuz yemiş, yuvarlanmış. Ondan sonra;
“Yahu ben pencereden baktığımda çalgılar, eğlenceler, sofralar, arkadaşlar gördüm.” Demiş;
“Onlar bizim propaganda servisimizdi.” demişler...
Hepsi kötü!
Böyle şeyleri söylüyorlar, gülüyorlar. Belki benim vaazda da söylemem doğru değil ama misal vermek gerektiği için bir misal olsun diye söyledim.
Aman âhiret işlerini ciddiye alalım, alaya almayalım! Diyor ki;
“O adamın işi Allah’a kalmıştır.” Şimdi yanlış sözleri [söylüyorum].
“Artık o adamın işi Allah’a kalmıştır.”
Daha önceden kimdeydi sanıyorsun? Daha önceden başkasında mıydı?
“Doktorlar uğraşmışlar uğraşmışlar da hastayı iyi edememişler, artık işi Allah’a kalmış.”
Fesübhânallah, öyle şey mi olur! Şifayı Allah veriyor, doktor bahane, ilaç bahane.
Yalan, yanlış, eğri büğrü laflar... Şarkılardan, arabesklerden, plaklardan, taksilerde dinlenilen şeylerden ne kadar kötü şeyler var!
İslâm ciddidir, Allah’ın ahkâmı çok çok ciddidir, şakaya gelmez. Onun için şüpheliden de kaçacak. Şüpheliden kaçan ehli verâ, aferin. Bir.
İkincisi zühd.
Zühd ne demek?
“Bir şeyi umursamamak, önem vermemek” demek.
Zühd ehli ne yapar?
Bu dünya hayatını önemli görmez. İki tane hayat var: Bir şimdi bizim yaşadığımız hayat; el-hayâtü’d-dünyâ diyoruz, dünya hayatı “şimdiki hayat” demek.
Sonra?
Bir de ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti hakkun. Sonra bir de âhiret hayatı, ebedî hayat var. Bu fâni hayat var, bir de ebedî hayat var; iki tane hayat var.
Şimdi bu dünya muvakkat olduğuna, az olduğuna göre az mı önemli, ebedî olan mı önemli?
Ebedî olan önemli! Bu dünyada hem sağlık var hem hastalık var, hem sevinç var, hem üzüntü var; âhirette, cennette hep güzellikler var, hep iyilikler var.
Hangisi daha iyi?
Âhiret daha iyi! Binâenaleyh bütün müslümanlar âhireti öne alır. Âhireti öne alır, âhiretini yakacak, yıkacak işler yapmaz.
Yapar mı?
Yapmaz.
Neden?
“Ebedî hayatımı mahvetmem.” der.
Şair ne diyor?
“Bu dünyada ev yapıp, ukbayı berbat eyleme.”
Adam haramla bu dünyada çalıyor, çırpıyor, yalı sahibi oluyor, ev sahibi oluyor ama âhiret gitti.
“Bu dünyada ev yapıp ukbayı berbat eyleme!”
Biz hepimiz âhiret ehliyiz, hepimiz âhiret için çalışıyoruz.
“Niye sen oruç tutuyorsun kardeşim, fakir misin, paran mı yok?”
“Yo, var.”
“Yemeğin mi yok?”
“Buzdolabı ağzına kadar dolu, para da cebimde dolu!”
“E niye yemiyorsun kardeşim?”
“Oruçluyum, Allah sevap versin, Peygamber Efendimiz’in sünneti diye Perşembe günü oruca niyet ettim, oruçluyum kardeşim.”
“Bu camiyi falanca zât yaptırdı.”
“Ya bu çok para bu! Bununla on tane, 20 tane ev alınır, kaç tane apartman yapılır. Bu koca kubbeli camiyi falanca adam mı yaptırmış! Bunu niye yaptırmış ya? Bu kadar parayı çoluğu, çocuğu var, onlara verseydi?”
Onlara vermiyor cami yaptırıyor. Çünkü o camide namaz kılındıkça sevap kazanacak. Bak âhiret için parasını veriyor.
Sonra?
Ehl-i dünya dünyasını dünya etmeye, parayı kazanmaya bakar; paranın haram helal oluşuna bakmaz. Karnını doyurmaya bakar; yediğinin helal haram olduğuna aldırmaz. Ticaret yapar, ticaretinin haram helal olduğuna aldırmaz. Ama müslüman bunlara, paraya önem vermez. Parayı şöyle eliyle iter; “Ben para istemiyorum, ben Cenâb-ı Hakk’ın rızasını istiyorum.” der. İşte dünyaya metelik vermemek budur, yoksa dünya da çalışmamak değildir. Müslüman hiç ölmeyecekmiş gibi çalışacak. Dünyalık için çalışmak [gereklidir.]
“Taksi kullanabilir miyim?”
“Tabii kullanırsın.”
“Fırın çalıştırabilir miyim?”
“Tabii çalıştırırsın.”
“İşçi olarak çalışabilir miyim?”
“Çalış.”
“Ticaret yapabilir miyim?”
“Yaparsın.”
“Sanayici olabilir miyim, fabrika kurar mıyım?”
“Kur kardeşim!”
“E çok meşgul olurum.”
Çok meşgul ol. Namazlarını, cumalarını kaçırma da. Allah’ın emirlerini ihmal etme de fabrikanda kaç kişi çalışacak... Yüzlerce insan çalışacak, geçimini sağlayacak, ülkeye bir girdi olacak, ihraçtan bir kâr olacak. Çalış. Bu da sevap. Bunların sevap olduğunu hadîs-i şerîfler bildiriyor.
Dünyaya metelik vermemek, “haram olduğu zaman dünyalığa aldırmamak” demek. Yoksa zühd demek, Allah’ın helal kıldığı şeyi kendisine haram kılmak demek değil. Allah’a güvenmek demek, “ben helalle yaşayacağım, Allah bana verir, senin paran eksik olsun, ben senin haram paranı istemiyorum, başına çalınsın, sen ondan kurtulmaya bak kardeşim” demek.
“Amma tok gözlü adam.”
Hah işte, o, tok gözlü adam!
Takvâ ehli ne demek?
“O tok gözlü adam, o mert adam” demek. Bak ne rüşvet kabul ediyor ne haram yiyiyor, işte o! İşte onları Cenâb-ı Hak âhirette huzûr-u izzetine alacak, büyük iltifatlara mazhar edecek.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Fâni dünya aldatıcıdır, güzeldir, süslüdür. Şeytan da aldatıcıdır, kandırıcıdır, çok da usta bir kandırıcıdır, kandırır. Nefis de zevki çok sever, zevke, rahata meyleder, sıkıntı istemez rahat ister. Aman dünya sizi aldatmasın, şeytan sizi kandırmasın, nefis sizin ayağınızı kaydırmasın. Aman dikkat edin! Allah’ın rızasını kazanmaya çalışın, Aman haramlardan uzak durun! Aman şu fâni dünyaya heves edip de haram helal nereden olursa olsun diye fâni dünyanın haramlarına bulaşmayın.
Cenâb-ı Hak gayret, kuvvet nasip eylesin. Zikrinde, şükründe, hüsn i ibadetinde yardım eylesin.
Allahümme e’innî alâ edâi şükrike ve zikrike ve husni ibâdetike.
"Ya Rabbi! Seni zikretmekte, verdiğin nimetlere şükretmekte, sana güzel kulluk etmekte bize yardım et Ya Rabbi!"
El Fâtiha.
[1] 2/Bakara, 24.
[2] 6/En’âm, 147.
[3] 41/Fussilet, 43.
[4] 3/Âl-i İmrân, 4.
[5] 32/Secde, 22.
[6] 2/Bakara, 282.
[7] 65/Talak, 2-3.