Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve üsvetinâ’l-haseneti Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi ihsânin ecmaîn.
Emmâ ba’d.
Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki:
“Ah ne olaydı ihvanımı, kardeşlerimi görseydim.”
İhvan Arapça’da “kardeş” demek. “Kardeşlerimi görseydim.” demişler ki:
Elesnâ ihvânek. “Yâ Resûlallah! Biz senin ihvanın değil miyiz? Etrafındaki ashabın; din kardeşi, müslümanlar birbirleri ile kardeş; biz senin ihvanın değil miyiz? Buyurmuş ki;
“Siz benim ashabımsınız. Benim ihvanım dediklerim; benden sonra dünyaya gelen, beni görmeyen ama kitaplarda yazılanlardan beni tanıyıp, beni sevip, bana iman eden kimseler.”
O duruma bizler giriyoruz. Biz Resûlullah’tan çok asırlar sonra gelmiş insanız ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i seviyoruz. Görmeden, görmediğimiz halde seviyoruz. Demek ki; Resûlullah’ın ihvanım dediği, kardeşlerim dediği kimseler sınıfına da Allah’ın izniyle bizler giriyoruz. Resûlullah’ın “kardeşim, ah görseydim” diye özlediği, görüşmeyi, kavuşmayı temenni ettiği insanlardan...
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmeyenler, görebilir. Sonraki asırlarda gelenler Peygamber Efendimiz’i görebilirler. Görebiliyorlar, gördüklerini biliyoruz; rüyada görülebiliyor.
İnsan rüyada başka bir kimseyi görüyorsa... Gördüğümüz tam Resûlullah mı?
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Rüyada birisi beni görürse o benimdir. Çünkü şeytan benim şeklime bürünüp de rüyada gelemez. O hakkı, salahiyeti, o imkânı yok.” Eğer bir kimse Resûlullah diye gördüyse o kesin Resûlullah’tır.
Bu Resûlullah’ı görmekle ilgili birkaç söz söylemek gerekirse Avustralya’da bir kardeşimiz var. Kendisi Avustralyalı, İngiliz kökenli kibar bir kimse.
Ben böyle müslüman olanlara “Niye müslüman oldu? Neresini beğendin? İslâm’ın hangi tarafı hoşuna gitti de sana İslâm’a girme kararını aldırttı?” diye hep sorarım. Ona da nasıl müslüman olduğunu bu âdetimden dolayı sordum. O boynunu büktü, tebessüm etti, dedi ki;
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i rüyamda gördüm, müslüman oldum” dedi. Resûlullah demek ki bazı temiz kalpli insanların rüyasına giriyor.
Bir başka misal bizim Ömer Ziyâeddîn-i Dağıstânî hazretlerinin başından geçen bir olay:
O; “Devleti yıkmayın, ayrılık çıkarmayın, itaat edin, yabancıların kışkırtmalarına gelmeyin, oyunlara düşmeyin…” diye nasihat etmiş. Ama ondan sonra hükümeti, padişahı deviren insanlar iktidara geçmişler. “Yapmayın, etmeyin…” denilen insanlar iktidara geçince O'nu Medîne-i Münevvere’ye sürgün göndermişler. Orada da ailesiyle, çoluk çocuğuyla gönderince malî bakımdan geçim sıkıntısına düşmüş, bayağı zor bir duruma düşmüş.
Mısır valisine Resûlullah Efendimiz rüyasında demiş ki:
“Hafız Ömer’i himayene al!” Bu bizim sürgüne gönderilen Ömer Ziyâeddîn-i Dağıstânî Efendimiz.
Hafız Ömer kim bilmiyor. Ondan sonra Peygamber Efendimiz bir kere daha, bir kere daha azarlamış; “Sana himayene al dedim, hâlâ gevşek duruyorsun…” deyince Mısır’dan mahiyeti ile beraber atlamış, Medîne-i Münevvere’ ye gelmiş.
Bu Ömer Ziyâeddîn, Medine’de ama kim? Rüyada gördü ama kim?
Medine’ye gidince karşılaşmışlar, almış onu Mısır’a getirmiş; himayesine almış, korumuş.
Mısır’a geldiği zaman da "Osmanlılar için çalışıyor" diye İngilizler idama mahkûm etmişler. İngilizler Mısır’ı alınca, Mısır valisini de
sürgün etmişler. O, İsviçre’deymiş. Mısır valisi İsviçre’den, İngiltere devletine mektup yazmış, demiş ki;
“Bu zât mübarek bir zattır. Peygamber Efendimiz rüyamda; bana bunu himaye etmemi emir buyurmuştu, bunu asamazsınız, asmamanız lazım.” demiş. Vali direttiği için asamamışlar.
Rüyaya girebiliyor…
Kitaplara geçmiş bir başka misal: Nijeryalı bir kabile reisinin oğlu. Fano isminde birisi. Misyonerler bunu almışlar ve papaz okuluna göndermişler, papaz yapmışlar. Papazlıkta da yükselmiş ve Nijerya’da çok çalışmaya başlamış.
Muhtelif yerlere gidiyormuş, insanları Hıristiyanlığa çekmeye çalışıyormuş. Nijerya’dakileri “Hıristiyan olun.” diye hıristiyan yapmaya gayret ediyormuş. Başka ülkelere gidip geliyormuş.
Papaz olmuş gayret ediyor. Bu arada da İslâm’a kızıyormuş, Peygamber Efendimiz’e de çok kızıyormuş. Ona yanlış tanıştırdıkları için Peygamber Efendimiz’i düşman biliyor. Düşman biliyor ve kızıyormuş. Ama çok samimi... Samimi, candan... Canla başla çalışıp dururken bir gece rüyasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görmüş. Efendimiz ona iltifat eylemiş, rüyada hayran kalmış.
Uyanınca;
“Allah Allah bana ne oluyor? Ben niye bunu gördüm? Niye sevdim içimden?” Rüyada da sevdiği için; “Niye böyle oldu?” diye kendi kendine kızmış.
“Ben bozuluyor muyum? İmanımı mı kaybediyorum?”
Aradan birkaç zaman geçmiş Peygamber Efendimiz’i yine görmüş. Birkaç defa böyle görmüş; yine sevmiş rüyada. Kalbi görünce dayanamıyor, seviyor, uyanınca da; “Ben niye böyle rüya görüyorum? Ne var?..” diye kendine kızıyor.
Rüyasını "iyi bir rüya değil" gibi düşünüyor. Çünkü kendisi hıristiyan…
Sonunda Peygamber Efendimiz mütebessim bir şekilde demiş ki;
“Sen samimi bir kimsesin, müslüman olacaksın, bu samimiyetinden dolayı Allah sana İslâmiyet’i nasip edecek, şu zât seni müslüman edecek.” demiş.
Rüyada sakallı, kavuklu birini göstermiş;
“Bunun adı İbrahim İnak’tır.” demiş.
Uyanmış, anlamış ki artık bu işin içinde bir şeyler var. Bu ismi tanımıyor, “unuturum” demiş hemen yazmış: “İbrahim İnak”
O günden itibaren sormaya başlamış;
“ ‘İbrahim İnak ’ diye birisini tanıyor musun?”
Herkese, her tarafa böyle soruyor; “Bilmiyoruz.” diyorlar.
Nihayet uçakla bir şehre gitmiş, orada yine Hıristiyanlıkla ilgili konuşmalar, çalışmalar yapmış. Orada da sormuş;
“İçinizde ‘İbrahim İnak ”diye birisi bilen var mı?”
Demişler; “Biliyoruz, var tabii.”
“Kim?”
“O, burada müslümanların çok sevdiği, saydığı meşhur bir kişidir. İbrahim İnak’ı niye soruyorsun?” demişler.
“Adını duydum da merak ediyorum ondan soruyorum.” demiş.
Oradaki çalışmalarını bitirince; “Beni İbrahim İnak’a götürün." diye bir taksiye atlamış; götürmüşler.
İçeri girmiş, bir de bakmış ki rüyada Peygamber Efendimiz’in kendisine gösterdiği mübarek zât. Aynen orada öyle duruyor.
O da; “Hoş geldin.” demiş. Sanki O da, o rüyayı biliyor gibi “hoş geldin” diye onu karşılamış. Orada müslüman olmuş.
Türkiye’de "Nijeryalı Fano’nun Müslüman Oluşu" diye kitap olarak da çıktı.
Neyi anlatıyorum?
Hadîs-i şerîften geldik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında yaşamayanlar kalpleri temizse, Allah nasip ederse Resûlullah’ı görebiliyorlar, bunu anlatmış oldum.
Bu birinci hadîs-i şerîfi okuduk, anlattık. Duamızı da yapalım:
Allah-u Teâlâ hazretleri hepimize Resûlullah Efendimiz’i sık sık, tatlı tatlı, çok çok, bol bol görmeyi nasip etsin.
İlâhi var bilmem duydunuz mu?
Gül yüzünü rüyamızda görelim yâ Resûlallah,
Gül bahçene dünyamızda girelim yâ Resûlallah.
Sensin gönüller sultanı, getiren yüce Kur’an’ı,
Uğruna tendeki canı, verelim yâ Resûlallah.
Böyle güzel bir ilahi… O ilahideki gibi aynen o temennilere biz de katılıyoruz. Resûlullah Efendimiz’i güzel bir şekilde görmeyi; hepinize, hepimize tekrar tekrar, çok çok Resûlullah’ın sevdiği bir kul olarak, ümmet olarak görmeyi nasip etsin.
İkinci hadîs-i şerîf:
إِنَّ أَنْوَاعَ الْبِرِّ نِصْفُ الْعِبَادَةِ، وَالنِّصْفُ الْآخَرُ الدُّعَاءُ
İnne envâ’a’l-birri nısfu’l-ibâdeti ve’n-nısfu’l-âharu e’d-duâ’.[1]
Bu hadîs-i şerîf de; Enes radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki:
İnne envâ’a’l-birri “İyiliklerin çeşitleri, Allah’ın sevdiği, güzel, hayır hasenât iyiliklerin çeşitleri..."
Çok iyilikler var; insan fukarâya yardım eder,köyüne su getirtir, mektep açar, yetim birisini alır; bakar, büyütür, evlendirir, ihtiyar komşuya yardımcı olur vs...
İyiliklerin sınırı çizilemez. Anlatıla anlatıla bitirilemez.
Hayatta insan, çeşit çeşit iyilikleri görebiliyor, karşılaşabiliyor. Bütün bu iyiliklerin çeşitleri Nısfu’l-ibâdeti. “İbadetin yarısını teşkil eder.” Bunlar, bütün iyilikler, çeşitli iyilikler ibadetin yarısını teşkil eder.
Öbür yarısı; Ve’n-nısfu’l-âharu e’d-duâ’. “Öteki yarısı da duadır.”
Bakın, dua ne kadar önemli! Sevap kazanacağız diye yaptığımız iyiliklerin hepsi işin yarısı; öteki yarısı da dua. Demek ki dua çok önemli bir ibadet!
Dua, aynı zamanda ibadettir.
Bir insan otursa elini açsa dua etse ne yapmış oluyor?
İbadet etmiş oluyor.
Namaz ibadettir, oruç ibadettir, hac ibadettir tamam; dua etmek de ibadettir. Dua ettikçe sevap kazanır. Dua ettikçe insanı Allah sever.
Hatta hadîs-i şerîfte ben ilk duyduğum zaman çok hayretler içinde kalmıştım. Sizde duyunca hayret edebilirsiniz. Peygamber Efendimiz;
“Allah kendisine dua etmeyen kula gazap eder.” diyor.
Dua etmiyor, ilgisiz, sevgisiz, bağsız, Allah hiç aklına gelmiyor, hiç el açıp dua etmiyor, ne biçim kul… “Dua etmeyen kula Allah gazap eder.” Kızar gazap, eder.
مَنْ لَمْ يَدْعُوا الله غَضِبَ اللهُ عَلَيْهِ
Men lem yed’u’llahe gadıba’llahu aleyhi. “Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder.”
Demek ki dua çok önemli. Duayı bol bol yapmalıyız. Dua üzerinde birkaç umumî kuralı anlatayım:
Bir; insan kendisine dua edebilir, isteyebilir. Ama başkalarına da istemeli.
Mesela kime?
Annesine, babasına, kardeşlerine, eşine, çocuklarına, arkadaşlarına, umumî olarak müslümanlara…
Başkalarına dua ettiği zaman Allah, onlara istediğinin bir aynısını, bir mislini buna da verir. Ziyan etmiyor; kâr ediyor. Ama onları da sevmiş oluyor, onlara da bir şey kazandırmış oluyor. Onun için insan kendisine de dua etmeli, başkasına da dua etmeli. Duayı böyle yapmalı.
Nitekim biz dua ederken ne yapıyoruz?
Allâhümmeğfir li’l-mü’minine ve’l-mü’minât. “Müslümanları bağışla.” Allâhümme'rham ümmete Muhammedin rahmeten amme. “Yâ Rabbi! Müslümanlara umumî olarak rahmetinle muamele eyle” diye hepsini de duada anıyoruz.
Allah’tan büyük şeyler istendiği gibi önemsiz gibi şeyler de istenebilir.
Bu da ikinci kural.
“Ben ille mühim bir şey olsun da onu isteyeyim, ufak tefek şeyler için ayıp olmasın, taciz etmeyelim, vakit almayalım…” öyle bir şey yok.
Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde diyor ki:
“Ayakkabınızın bağı kopsa, Allah’tan isteyin.”
“Yâ Rabbi! Yolda giderken ayakkabımın bağı kopuverdi. Sen bana bir bağ gönder.” Bu ayakkabı bağı mühim bir şey değil ki!
Mühim olmayan şey de istenir. Onu dahi isteyebilirsin. İnsan küçük büyük demeyecek, isteyecek.
Neden?
Duanın bir sonucu var. Allah istediğini verince; insan Allah’ın varlığını, birliğini iyi anlar, imanı çok sağlamlaşır.
“İstedim verdi, istiyorum veriyor. Evet, ben onu görmüyorum ama istiyorum, veriyor.”
Öteki adam bocalıyor.
“Hocam İslâm hak din mi? Değil mi?”
Müslüman anadan babadan doğmuş itikat meselelerinde sorunları var. “Acaba şöyle mi? Acaba âhiret var mı? Acaba öldükten sonra dirilecek miyiz?”
Ama dua edip de, duasını verince insan onun gibi olmuyor. Ona “Şuna bak ya! Ne noktada; işten haberi yok.” diye böyle acıyor.
Ben kendi hayatımda misal vereyim;
Bazen öğrencilerin başına hep gelir. Sizin de başınıza gelmiştir. Dersi çalışamamış olurdum. Hoca da imtihan yapacak; dua eder çıkardım. Babamın, annemin elini öperdim, duasını alırdım. Evden çıkmadan önce babamın, rahmetli annemin duasını alırdım; “Dua edin imtihana gireceğim…”diye.
Ondan sonra; “Yâ Rabbi! Bilmiyorum ama üç konuyu çalışayım, ondan çıksın.” derdim.
Kitaptan üç tane konu çalışırdım. Mesela şu konu, şu konu, şu konu…
Böyle şey başıma geldi. Önemli imtihan. O üç soru gelir.
Allah’ın varlığından, birliğinden mü’minin tereddüdü olur mu?
Dua ediyorum, Allah, istedi mi veriyor. Daha ne istiyorsun. İşte al sana özel olarak imanını kuvvetlendirecek şey.
Onun için imtihanda geçsen ne olacak, geçmesen ne olacak? Soru için dua edilir mi?
Küçük olsun, büyük olsun her şeye dua edilir. Dua etmek iyidir. Ne kadar çok dua ederseniz o kadar iyidir.
“Ayıp olmaz mı hocam, biraz fazla isteyince yüzsüzlük olmaz mı?”
Hayır! Allah’tan istemek yüzsüzlük olmaz; ibadet olur. Ne kadar çok isterseniz hep Allah’tan isteyin. Hatta sadece Allah’tan istesek en iyi Müslümanlık o.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
İyyâke nağbudu ve iyyâke nestaîn.[2] “Ancak sana ibadet ederiz, ancak senden yardım isteriz.” Fâtiha sûresi bize bunu öğretiyor. Biz pek çok kimselerden medet umuyoruz ama asıl medet Allah’tan gelecek. İstediğimiz kimselerin çoğu da kapıyı yüzümüze kapatıyor; vermiyor. Olmuyor uğraşıyoruz, çırpınıyoruz olmuyor. Onun için dua edeceğiz bir…
Peki, duanın önemli zamanları, makbul olma zamanları var mı?
Evet var.
Hangi zamanlar?
Bir; geceleyin, sahur vakti. "Gecenin sonuna doğru olan son kısmı” demektir. Biz de son kısmında yemek yiyoruz, biraz sonra sabah geliyor, oruca başlıyoruz ya, gecenin o son kısmına “seher vakti” derler.
Seher vaktinde dua çok makbuldür. Çünkü ortam çok müsaittir. Yerler, gökler, maddî-mânevî çevre çok müsaittir. Her şey açıktır, göğün kapıları açıktır ve dua makbul olur.
Sonra...İftar zamanı sofraya oturuyoruz ya, biraz daha zaman var. Yutkunuyoruz, yemeklere bakıyoruz, kaşığımız elimizde; iftar vaktinde dua makbuldür.
Ramazan’dan sonra ne olacak?
Ramazan’dan sonra da güneş batarken; akşam vaktinden önceki kısım da duaların makbul olduğu zamandır.
Güzel! Onu da kaçırmayalım.
Sonra...Ezan okunmuş, daha farza durulmamış, ezanla farza durma arasındaki zamanda dualar makbuldür. O vakitte de boş geçirmeyip insan dua etmeli. Sünnetini kılarsın, arkadan farza duruluncaya kadar bol bol dua edersin.
Yağmur şakır şakır yağdığı zaman... Yağmur rahmettir. Bizde “yağmur” demezler; “rahmet yağıyor” derler. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden dolayı adı öyledir.
Yağmur yağmasa ne olacak bizim halimiz? Bitkilerin hali ne olacak? Toprakların hali ne olacak?
Rahmettir... O rahmet anında, yağmur yağdığı zaman dualar makbuldür.
Arafat’ta dualar makbuldür ama insan her zaman oralara gidemiyor. İşte böyle güzel zamanlarda dualar makbuldür.
Sonra...İki ordunun -İslâm ordusu ile düşman ordusunun- karşılaştığı, çarpışacağı zaman... O sırada dualar makbuldür. Onun için dedelerimiz “Allah, Allah…” diyerek zikrederek cihat etmişler.
Duanın güzel vakitlerine de dikkat edelim, çalışalım.
Üçüncü hadîs-i şerîf:
إِنَّ أَهْلَ الْبَيْتِ إِذَا تَوَاصَلُوا أَجْرَى اللهُ عَلَيْهِمُ الرِّزْقَ، وَكَانُوا فِي كَنَفِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ
İnne ehle’l-beyti izâ tavâsalû ecra’llâhu aleyhimu’r-rızka ve kânû fî-kenefi’llâhi azze ve celle.
Evin halkı; ev halkı, baba, anne, çocuklar var belki akrabalar var; teyze, hala var. Evde yeğen olabilir… “Evin halkı birbiriyle eğer ilişkilerini, geçimlerini tatlı tutarlarsa; kavga etmezlerse, dargınlık yapmazlarsa, geçimli, birbirleriyle uyumlu, tatlı ilişkili olurlarsa o zaman Allah-u Teâlâ hazretleri; Ecra’llâhu aleyhimu’r-rızk. “Rızkı onlara akıtır.”
Ecra “icrâ etmek, cerayan ettirmek” demek. “Rızkı onlara akıtır.” Eve bereket gelir, rızık gelir, nimetler gelir. Kişilerin birbirlerine bağlantılarından ve muhabbetlerinden, dargın küskün olmamalarından dolayı.
Ve-kânu fî-kenefi’llâhi. “Ve Allah’ın himayesi altına alınırlar.” Allah’ın koruduğu insanlar olur. Allah onları himayelerine alır, korur.
Onun için ev ahalisinin evde muhabbete çok dikkat etmesi lazım. Hepimiz bir evin içindeyiz. Ya gençler, çocuklar, ya hanımlar, ya buradakiler beyler… Ya bekâr olarak evdedir, ya da kendisinin evi vardır.
Kocaysa; hanımı ile çocukları ile bağlantıları güzel olacak. Hanımsa; kocası ve çocuklarla ilişkileri güzel olacak. Kavga dırıltı, zırıltı olmayacak. Çocuksa; anne-baba ve öbür kardeşlerle ilişkileri güzel olacak.
Bazı evlerde kardeşler boyuna birbirleriyle kavga eder anneler-babalar baş edemez. O, onunla kavga eder; o onunla kavga eder. Boyuna şikâyet, şikâyet, şikâyet…
“Abim bana vurdu, benim kalemimi aldı, silgimi vermiyor…” bilmem ne, bir sürü şey…
Çocuklar da evin uyumuna dikkat edecek, böyle şikâyetler yapmayacaklar ve geçimli olacaklar birbirleriyle kavga etmeyecekler.
Bu geçimden ayrı bir şey daha hatırıma geldi onu da anlatayım.
Evin bereketlerinden bir tanesi de, evin temizliğidir.
Ben hadîs-i şerîfte okuduğum zaman hayret etmiştim:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz; “Eğer ev temizse bereket çok olur. Eğer süpürülmemiş, pis pasaklı, tozlu falansa o zaman bereket olmaz” diye bildiriyor. Demek ki; evin temiz bir ev olmasında da çok mânevî faydalar ve bereketler oluyor.
Allah razı olsun, dedelerimiz bizi bu konularda güzel eğitmişlerdir. Örfümüzde, âdetimizde vardır; evlerimiz pırıl pırıldır, örtülerimiz tertemizdir, ütülüdür. Yatak çarşafları, yorganlar, her şey çok çok temizdir. Hanımlar titizdir birazcık bir şey oldu mu; hemen alırlar, götürürler, yıkarlar. Bir şey dökülse hemen ortalığı silerler, süpürürler. Her gün bir günlük temizlik yaparlar.
Tabii bu da bir eğitim meselesi.
Ben Türkiye’deyken arkadaşlara söyledim. Nerdeyse yapacaktık ama vakit bulamadık.
Ben bir aile eğitimi okulu açacaktım. Özel okul...Yeni evlenecek birisi oraya kaydolacaktı. “Aile nasıl yönetilir? Ailede neler yapmak lazım?” Bunun çeşitli derslerini, birbirleriyle geçim dersleri, çocukların eğitilmesi, dinî durumlar, yemek yapımı, biçki dikiş... Mutlu bir yuva için "hangi ana fikirlerin verilmesi lazım" diye böyle bir okul açmayı kararlaştırdık; yapamadık.
Ama buna büyük ihtiyaç oluyor. Çünkü kişiler evlendiriliyorlar ama evliliğin önemini bilmiyorlar; evin yönetimini de bilmiyorlar. Kısa zamanda “dır dır dır, vır vır vır…” derken saç saça, baş başa kavga… Ondan sonrada soluğu hâkimin önümde alıyorlar birbirlerinden şikâyetçi, ayrılıyorlar. Tazminat davası, beyden şu kadar para kesiliyor, ötekisine ayda şu kadar nafaka veriliyor. Yuva bilgisizlikten yıkılıyor. Bana çok gelen şikâyetlerden bildiğim için öyle bir okul açmaya karar verdim.
Bir başka şeye de niyetlenmiştik onu yapmıştık:
Dedik ki; “Herkesin ilk yardım bilgisi kazanması lazım.”
Arabayla gidiyorsun, bir kaza oldu, kimse yok...Dağ başındasın ne yapacaksın?
İlk müdahaleyi kendin yapacaksın.
Bizim arkadaşlardan ilgili gördüğüm kimselerden, bilgili arkadaşlardan, umduğum kimselerden...Hepsini topladım anlattım. Çalıştılar, iş bölümü yaptılar. Bölüm bölüm, iki parmak kalınlığında, ilk yardım kitabı çıkarttılar; basıldı.
Gayet güzel, faydalı bilgileri ihtiva eden kitap oluşturuldu.
Kurslar yapıldı. En çok devam edilen, eğitim çalışmalarından birisi olmuş. Dolup dolup taşmış, tekrar tekrar tekrarlamış.
O evlilik okulunu da açsaydık çok faydalı olurdu.
Allah tatlı, güzel yuvalar kurmayı, yuvası henüz kurulmamış olanlara nasip etsin. Yuvası olanlara da yuvada güzel geçimler nasip etsin. Eve bereket gelsin, Allah-u Teâlâ hazretleri evlerimizi himayesine alsın. Bol bol, oluk oluk, çağıl çağıl helal, hayırlı rızıklar evimize gelsin.
El-Fâtiha.
[1] Ali el-Muttakî, Kenzu'l-ummâl, II, 65, r. 3136; Gümüşhânevî, Râmûz, 118, r. 3.
[2] 1/Fâtiha, 5.