Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ehamdülillâhi Rabbi’l âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîne Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’d:
Fa’lemû eyyühe’l-ihvân fe-inne efdale’l-hadîsi kitâbullah ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ Muhammedin sallallahu teâlâ aleyhi sellem. Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesetin bid’atün ve külle bid’atin dalâletün ve külle dalâletin ve sâhibehâ fi’n-nâr.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Allah-u Teâlâ hazretleri insanoğullarını bu cihana gönderdiği zamandan beri, -Hz. Âdem atamız zamanından beri- insanlar yeryüzünde yaşamaya başladığı zamandan beri onlara doğru yolu gösteren mübarek elçiler, peygamberler göndermiştir.
İlk insan, ebû’l-beşer; dedemiz Âdem aleyhisselam aynı zamanda Allah’ın ilk insan peygamberidir. Ondan sonra her yerde, her zaman Allah peygamber göndermiştir.
وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
Ve -in min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîr.[1] “Hiçbir ümmet yoktur ki oraya peygamber gönderilmiş olmasın.” Her yere gönderilmiştir. Ama biz bunların hepsini bilmiyoruz. Nerede insan varsa oraya peygamber gönderilmiştir. Mutlaka Allah’ın emrini tebliğ edecek peygamberler gönderilmiştir.
Fakat ilk insan Âdem atamız aleyhisselâm’dan beri insanlar hep kendilerine doğru olan şeyler söylendiği ve gösterildiği halde daima zırvalıyorlar, şaşırıyorlar, sapıtıyorlar, maalesef. İlk peygamberden beri Allah’ın varlığını birliğini söyleyen insanlar mevcut olduğu halde nereden çıkıyor bu puta tapmak? Nereden çıkıyor bu Allah’tan gayri varlıklara tapınmak?
Nuh aleyhisselam nasihat etmiş. Ondan sonra Musa aleyhisselam Firavun’un kavmine söylüyor, nasihat ediyor. Firavun’un ailesinden mü’min insanlar çıkıyor, kendi hanımı imana geliyor. Gelen geliyor; fakat şaşıran şaşırana, dökülen dökülene... İnsanlar şaşırıyorlar. Kendilerine hak peygamber gönderilmiş olan mü’min kavimler bile zamanla bozulabiliyor. Mesela Musa aleyhisselâm’ın gönderildiği kavim yahudi kavmi. Musa aleyhisselam Allah’ın mübarek ulu’l-azm peygamberlerinden bir peygamber, aleyhi’s-salâtu ve’s-selam alâ nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtu ve’s-selam.
İsa aleyhisselam Allah’ın sevgili kulu, mübarek bir peygamberi. Annesi Meryem validemiz Allah’ın evliyâ, cennetlik bir hanım kulu, kerâmete mazhar bir mübarek kulu. Allah-u Teâlâ hazretleri Musa aleyhisselâm’a Tevrat’ı indirmiş, İsa aleyhisselâm’a İncil’i indirmiş. Bunlar, yanlarında yazılı mübarek kitap olan kavimler. Bunlara Müslümanlıkta "ehli kitab" deniliyor. Ellerinde kitapları var. Kitapları olunca doğru yolda yürümeleri daha gerekli. Bunların doğru yolda yürümeleri lazım.
Neden?
Ellerinde kitapları var. Allah’ın emirleri orada yazıyor.
Onları dinlemeleri lazım, doğru yolda yürümeleri lazım. Ehli kitab; ötekiler gibi değil, ötekilerden daha iyi. Fakat onlar da şaşırmışlar, sapıtmışlar. Hatta Musa aleyhisselâm’ın kavmi, kendisinin zamanında şaşırmış. Puta tapan bir kavmin yanından geçerken Musa aleyhisselâm’a diyorlar ki:
يَامُوسَى اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ ءَالِهَةٌ
Yâ Mûsâ ic’al lenâ ilâhen kemâ lehüm âlihetün.[2] “Bak bu geçtiğimiz kavmin bir sürü putları var. Bunlar, bunlara tapınıyor...”
Çeşit çeşit, renk renk, boy boy putları var... Süper market gibi...
“Onların putları olduğu gibi sen de bize bir put yap.” diyorlar.
Kime?
Musa aleyhisselâm’a.
Yâ Mûsâ. “Ey peygamberimiz Musa!” İc’al lenâ ilâhen. “Sen de bize bir tanrı yap.” Kemâ lehüm âlihetün. “Bak şu kavmin bir sürü putları var ya, işte onlar gibi sen de bize bir tane yap.”
Musa aleyhisselam diyor ki:
“Delirdiniz mi siz?!”
Allah Allah... Peygamber hayattayken peygambere tekliflerine bak! Orada şaşırıyorlar.
Tur dağına çıkıyor. Sâmiri; buzağıdan heykel yapıyor. Mücevherâtlarını topluyor. Veriyorlar da... “Ver bakalım bilezikleri, ver bakalım altınları...” Hepsini veriyorlar. Bir buzağı heykeli dikecek kadar altın birikiyor. Amma altın varmış yanlarında! Bir buzağı yapacak kadar altın! Demek ki; Firavun’dan kaçarken neleri varsa, mücevherâtları yanlarına almışlar. Epeyce altınları varmış demek ki... Bir buzağı yapıyorlar.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;
“Siz benden sırât-ı mustakîmi isteyin.”
Şöyle isteyin:
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
İhdine’s-sırâta’l-mustakîm.[3] “Yâ Rabbi! Bizi doğru yola götür. Bize doğru yolu öğret. Bizi doğru yolda yürüt. Biz doğru insanlar olalım. İhdine’s-sırâta’l-mustakîm. Dosdoğru yolda, cadde-i kübra-yı İslâm’da yürüyelim.”
Allah “Böyle dua edin.” diyor.
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
Sırâta’llezîne en’amte aleyhim. “Ey mü'minler! Kendilerini sevip de mükâfatlar verdiğimiz, makamlar, mertebeler verdiğimiz, nimetler ihsanlar bahşettiğimiz kulların yolunu isteyin. Ey mü'minler! Evliyâmın, enbiyâmın yolunu isteyin. Bu yolu isteyin. Şu yolları istemeyin:”
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
Ğayri’l-mağdûbi aleyhim ve le’ddâllîn.[4] “‘Kendisine Allah’ın gazap ettiği kavmin yoluna götürme bizi yâ Rabbi!’ deyin, ‘Şaşırmışların, sapıtmışların yoluna bizi götürme yâ Rabbi!’ deyin.”
Peygamber Efendimiz’e sordular, dediler ki:
“Yâ Resûlallah, bu kendilerine Allah’ın gazap ettiği kavim, mağdûbi aleyhim kendilerine gazap olunmuş kavim kimdir?”
“Musa aleyhisselâm’ın kavmi, yahudiler.”
Neden?
Onlara hak peygamber gönderildiği, hak kitap indirildiği halde çok şaşırdılar da ondan. Gazab-ı ilâhîye uğradılar. Çeşitli suçları var. “Bize put yap.” dedikleri için suçlular. Buzağıdan tapınmak için öküz heykeli yaptıkları için suçlular. Allah’ın gazabını çekecek bir sürü kabahatler işledikleri için suçlular. Böylece ehli kitap oldukları halde, kendilerine kitap indirilmiş bir toplum olduğu halde gazab-ı ilâhîye uğramış; bir kavim oldular.
Hıristiyanlar da dâllîn; dalâlete düşmüş insanlar. Kendilerine İsâ aleyhisselam peygamber olarak gönderildi, kitap İncil indirildi; ama yine dalâlete düştüler, sapıttılar.
Onların sapıtmaları nereden oldu?
Hz. İsa’ya, hâşâ sümme hâşâ, “Allah’ın oğlu” dediler. Oradan zıpırlaştılar, şaşırdılar; sapıtmaları oradan. Hz. İsa’ya, Allah’ın kuluna, Allah’ın peygamberine; tanrılık isnat ettiler, iftira ettiler ve Hz. İsa’ya tapınmaya başladılar.
Allah-u Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de bildiriyor ki:
Allah-u Teâlâ hazretleri mahşer günü İsa aleyhisselâm’a soracak:
ءَأَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِنْ دُونِ اللَّهِ
E-ente kulte li’n-nâsi. “İnsanlara sen mi söyledin ya İsa?” İttehızûnî ve ümmiye ilâheyni min dûnillah. “‘Ey İsa; Allah’ı, yaratanı, âlemlerin Rabbini, Meryem’i de İsa’yı da Musa’yı da yaratan Mevlâ’yı, Rabbü’l-âlemîn’i bırakın da bana tapının.’ diye sen mi söyledin. ‘Haç yapın, put yapın, karşısına geçin, Meryem’e, İsa’ya tapının.’ diye sen mi söyledin?”
Allah-u Teâlâ hazretleri İsa aleyhisselâm’a böyle soracak. Herşeyi biliyor ama; bazı şeyleri Allah-u Teâlâ hazretleri nükteli anlatıyor, nükteli bildiriyor Kur’ân-ı Kerîm’de. “Sen mi söyledin yâ İsa?” Onun söylemediğini biliyor.
Neden soracağını bildiriyor?
Hıristiyanlar uyansın diye! Akılları başlarına gelsin diye!
“Yâ İsa, sen mi söyledin?”
“Hayır yâ Rabbi! Söyler miyim? Söylemem! Söylemedim de!”
إِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ
İn küntü kultühû fekad alimtehû.[5] “Eğer söyledimse sen bilirdin ki; söylemedim yâ Rabbi! Söyler miyim?”
مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ
Mâ kultü lehüm illâ mâ emertenî bihî. “Ben onlara sen neyi emretmişsen, bana ne emretmişsen onları naklettim, onları söyledim.” Eni’büdu’llâhe Rabbî ve Rabbeküm. “‘Benim de sizin de yaradanınız, Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin.’[6] dedim, ‘Bana ibadet edin.’ demedim.” diye cevap verecek.
Bunu niye âyet-i kerîmede, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah celle celâlühû “Böyle soracağım, o da böyle cevap verecek.” diye bildiriyor?
Hıristiyanlar uyansınlar diye. Hz. İsa böyle demedi.
Hz. İsa bu sözden memnun değil, razı değil; Allah bu sözden memnun değil, razı değil. Bu sözü söylemek sapıklıktır, raydan çıkmaktır, yoldan çıkmaktır, uçuruma düşmektir.
Hz. İsa böyle söylemedi. “Allah’a tapının, Allah’a kulluk edin, Allah’a ibadet edin.” dedi. “Beni ve anamı tanrı edinin.” demedi. “Ben kulum.” dedi.
قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّه
Kâle innî abdullah.
Ne dedi?
“Ben abdullahım.” dedi.
ءَاتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا
Âtâniye’l-kitâbe. “Bana Allah İncil’i verdi.” Ve cealenî nebiyyen.[7] “Beni peygamber yaptı.” dedi.
Ama “Ben kulum.” dedi, “Ben Allah’ın oğluyum.” demedi.
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ
Lekad kefere’llezîne kâlû inna’llâhe hüve’l-mesîhu’bnu Meryem.[8] “‘Meryem’in oğlu İsa Mesih Allah’ın ta kendisidir, Allah’tır.’ diyenler kesinlikle kâfir oldular!” Allah-u Teâlâ hazretleri böyle bildiriyor.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Bunları niçin anlatıyorum?
Maksadım birilerini ayıplamak değil. Muhakkak ki yanlış yolda yürüyenlere de yanlış yolda yürüdüklerini söylemek gerekiyor.
Bu da bir vazife! Bu benim de vazifem, başka alimlerin de vazifesi, sizin de vazifeniz. “Olmaz böyle şey!” diye yanlışı söylemek vazifemiz.
Ama ben onun için söylemiyorum. Çünkü karşımda hıristiyanlar yok ki. İkaz etmek için söylemiyorum, Onları ikaz etmek için söylemiyorum.
Niçin söylüyorum?
İnsan ehli kitab olabiliyor, bir peygambere bağlı bir ümmetin ferdi olabiliyor da sonradan Allah’ın gazabına uğrayan zümrenin mensubu durumuna düşebiliyor, sapıtmış bir zümrenin mensubu durumuna düşebiliyor.
Bundan ne çıkar?
Akıllı insan etrafındaki olaylardan ibret alır, ders alır, kıssadan hisse çıkartır, kendisini düzeltir.
Biz neden korkacağız?
“Ben müslümanım. Ben Hz. Muhammed’in -aleyhi’s-salâtu ve’s-selam- ümmetindenim. Ben Kur’ân-ı Kerîm’in ehliyim, Kur’ân-ı Kerîm’e bağlı bir mü’minim.” diyoruz. Ama dikkat edelim; hatalı iş yapıp da eski ümmetler gibi, Allah’ın emrettiği istikametten başka yerlere sapıp da, biz de Allah’ın gazabına uğramayalım, sapıtmayalım. Onlardan ibret alıp dikkat edelim, kendimizi toparlayalım.
Sapıtmamanın yolu nedir?
Kur’ân-ı Kerîm’i okumak, öğrenmek, bellemektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm aynen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e inmiş hâliyle korunmuş bir tek kitap! Hiçbir peygamberin kitabı korunmuş gelmiş değil! Taa o zamandan yazıya geçirilmiş, sapasağlam muhafaza edilmiş değil! Kur’ân-ı Kerîm aynen korunmuş, bir harfi bile değişmeden.
Neden?
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah-u Teâlâ hazretleri bildiriyor ki;
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
İnnâ nahnu nezzelne’z-zikre. “Bir zikir olan Kur’ân-ı Kerîm’i biz indirdik.” Ve-innâ lehû le-hâfizûn.[9] “Kıyamete kadar da onu biz muhafaza edeceğiz, koruyacağız.” dediğinden, korumak Allah’ın taahhüdü altında olduğundan, Allah’ın himayesinde olduğundan Kur’ân-ı Kerîm değişmemiş.
Hz. Ali Efendimiz’in yazdığı Kur’ân-ı Kerîm, elimizde; ne mutlu, elhamdülillah... Hz. Ali Efendimiz’in eliyle yazdığı, altına imzasını attığı Kur’ân-ı Kerîm bugün elimizde.
Hz. Ali kim?
Peygamber Efendimiz’in damadı, yeğeni.
Başka?
Hem damadı, hem yeğeni, hem de Medine’deki kardeşlikte kardeşliği...
Hz. Ali Peygamberimiz’in kardeşliği, nasıl oldu?
Peygamber Efendimiz Mekke’den gelen muhacirlerle Medine’nin yerlisini bir bir kardeş yaptı. İki iki, tamam. Hz. Ali Efendimiz açıkta kaldı. Biraz da mahzun oldu, kızardı, bozardı. Tek kalınca yutkundu. Peygamber Efendimiz de dedi ki; “Senin kardeşin benim. Sen benim kardeşimsin.” Peygamber Efendimiz’le kardeşliği var.
Onun yazdığı Kur’ân-ı Kerîm elimizde, imzalı.
Hz. Osman’ın okurken şehit edildiği, üstüne Hz. Osman’ın kanının damladığı Kur’ân-ı Kerîm elimizde.
Onun okuduğu Kur’ân-ı Kerîm elimizde. Damadı, ilk müslümanlardan, Aşere-i Mübeşşere’den, cennetle müjdelenmiş kimselerden... Hz. Ali’nin yazdığı kitap da var, Hz. Osman’ın okuduğu kitap da var, üzerine kanı damlamış kitap var müzelerimizde. Elhamdülillah yâ Rabbi! Ne güzel... Aynen korunmuş, oralardan alınıyor.
Bakın şimdi Kur’ân-ı Kerîm baskılarına, harfleri bile önemlidir. Harfleri bile korunmuştur. Yazılışı başka türlüdür, okunuşu başka türlüdür. Çünkü öyle yazılmış, hiç değiştirilmemiştir, harfi değişmemiştir.
Demek ki sırât-ı mustakîmde yürümenin çaresi neymiş, muhterem kardeşlerim?
Bu bozulmamış, tahrifâta uğramamış, yaprakları koparılmamış, kaybolmamış, unutulmamış, aynen korunmuş olan Allah’ın kelâmı, Allah’ın kitabı, Allah’ın hitabı, Allah’ın bize gönderdiği emirlerin olduğu kitabı çok iyi öğrenmemiz lazım.
Maalesef, üzülerek söylüyorum ki; müslümanlar bu hususta şuurlu değil. Kur’ân-ı Kerîm’in kıymetini bilmiyor. Kur’ân-ı Kerîm’in ne kadar muhteşem bir yâdigâr olduğunu, ne kadar kıymetli bir emanet olduğunu, ne kadar kıymetli bir cevher olduğunu, dinimiz bakımından ne kadar büyük bir ehemmiyet taşıdığını bilmiyor ve Kur’ân-ı Kerîm’i lâyıkıyla öğrenmiyor, öğrenmemiş. Okumasını öğrenmemiş, okumasını bilmiyor. Dilini öğrenmemiş, bilmiyor.
Bilmiyor...Hafızlar da bilmiyor. Hafız ezberlemiş; Arapçası yok, bilmiyor. Kur’ân-ı Kerîm’i bilmiyor. Hocalar da bilmiyor.
Olmaz! Olmaz be kardeşim!
Allah sana kitap göndermiş, hitap etmiş, muhatap kabul etmiş Allah’ın kitabını bilmiyoruz. Hepimizin durumu öyle.
Olmaz!
Ezberleyene ne mutlu! Allah’ın kelâmını ezberlemiş; ne mutlu! Ahkâmını bilerek, mânasını bilerek Kur’ân-ı Kerîm’e sahip olanlara ne mutlu! Hem mânasını biliyor, hem okuması ezberinde; ne mutlu!
Elimizde, önümüzde...
Neler okuyoruz... Gazete okuyoruz, mecmua okuyoruz, kitap okuyoruz, dergi okuyoruz, resimli roman okuyoruz, televizyon seyrediyoruz, nelerle vaktimizi geçiriyoruz... Allah’ın kelâmını tam öğrenmiyoruz!
“Biz öğrenemedik... Bu kafayla da, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir, çok da öğrenecek gibi bir kafa da kalmadı...” diyorsanız, çocuklarınızı Kur’an’ın ehli olarak yetiştirin. Çocuklarınıza önce Kur’an’ı öğretin. Çocuklarınıza önce Resûlullah’ı sevdirin. Resûlullah’ı sevsin, Kur’ân-ı Kerîm’i sevsin. Kur’ân-ı Kerîm’i okudukça mükâfat verin, hediye alın; okudukça alın, gezmeye götürün, bisiklet alın, otomobil alın...
Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri bilinsin diye indirildi.
Yirmi rekâtta en aşağı, yirmi tane âyet okundu. Farz var; farzda da üç-beş âyet okundu. Vitir vâcib var, ondada üç-beş âyet okundu. Bu akşam ituz, kırk âyet okuduk.
Kaç tanesini anladık? Kaç tanesinden ürperdik? Kaç tanesinden titredik? Kaç tanesinden gözümüz yaşardı? Kaç tanesinden imanımız kuvvetlendi?
Millet rekâtları sayıyor; “14 oldu, 15 oldu, 17 oldu, bitmesine üç tane kaldı...”
Olmaz!
Kur’ân-ı Kerîm’in sevgisini Allah içimize versin. Bu Allah’ın kelâmı, Allah’ın ipi bu.
Kur'ân-ı Kerim; uçuruma düşmüş, kuyuya düşmüş insanı kuyudan, uçurumdan, felaketten kurtaracak Allah’ın ipi. Bunu öğrenip her şeyimizi Kur’an’a göre yapmayı Allah bize nasip etsin.
“Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak kolay değil.”
Kur’ân-ı Kerîm’in açıklamasını okumak lazım.
Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük açıklayıcısı kim?
Peygamber Efendimiz.
Peygamber Efendimiz 23 senede Kur’ân-ı Kerîm’i sindire sindire, hazmettire hazmettire öğretti.
İyi tamam, size de 25 sene müddet.
25 senede, Kur’ân-ı Kerîm’i 25’e bölün... 600 bölü 25 kaç? 24 sayfa düşüyor. Bir seneye, 24 sayfa düşüyor.
Size 25 sene müddet verdim. Bir seneye 24 sayfa düşüyor. Bir seneye 24 sayfa düşerse bir aya iki sayfa düşüyor. İnsaf edin! Bir ayda iki sayfa öğrenmeyecek misiniz, ezberlemeyecek misiniz?
Bir ayda iki sayfa ne demek?
15 âyet demek.
İki günde bir âyet öğrenmeyecek misiniz?
İki günde bu âyeti öğrenmeyecek misiniz?
İnsan azmetse, sevse, düşünse, karar verse öğrenir. İki günde bir âyet...
Ben diyorum ki; iki günde bir âyet az. Günde bir âyet okursanız müddet 12 seneye iniyor. Günde bir âyet okursanız on ikiye yani on iki yıla iniyor. Günde iki âyet okursanız 6-7 yıla iniyor.
Kur’ân-ı Kerîm’i güzel öğrenelim. Çocuklarımıza öğretelim, ezberlettirelim, hafız yetiştirelim. Resûlullah’ı öğretelim. Çünkü Resûlullah, Peygamber Efendimiz Kur’ân-ı Kerîm’in müfessiri. Kur’ân-ı Kerîm’in açıklaması; Resûlullah’ın sözleri. Resûlullah Efendimiz boşuna mı konuştu; Kur’ân-ı Kerîm’i açıkladı.
Gelin karar verelim: her gün... Veyahut âyetler kısa olur uzun olur, iş biraz karışabilir. Ayda iki sayfa, 15 günde bir sayfa. 15 günde bir sayfayı öğrenelim, iyice ezberleyelim, tekrar edelim, sayfa sayfa bu işi bitirelim. Hepimiz Allah’ın kelâmını iyice öğrenelim.
Sahabe-i kirâmın hepsi yıldız gibiydi, hepsi gittiği yerde İslâm’ı öğrettiler. Hepimiz Kur’ân-ı Kerîm’in ehli olalım, hâdimleri olalım, Allah’ın rızasını kazanalım.
Allah, bizi cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin. Kur’ân-ı Kerîm’in şefaatine erdirsin. Peygamber Efendimiz’in şefaatine erdirsin. Kur’ân-ı Kerîm’in, Peygamber Efendimiz’in şefaati ile azaba uğramadan cennete girmeyi nasip eylesin.
El-Fâtiha.
[1] 35/Fâtır, 24.
[2] 7/A’râf, 138.
[3] 1/Fâtiha, 6.
[4] 1/Fâtiha, 7.
[5] 5/Maide, 116.
[6] 5/Mâide, 117.
[7] 19/Meryem, 30.
[8] 5/Mâide, 17.
[9] 15/Hicr, 9.