Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidil evveline ve'l ahirin. Muhammedini'l Mustafa ve alâ âlihî ve sahbihî ve-men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba'd;
Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem. Kemâ ruyiye an ibni umer radıyallahu anhümâ.
اِتَّقُوا الْحَجَرَ الْحَرَامَ فِي الْبُنْيانِ، فَإِنَّهُ أَسَاسُ الْخَرَابِ. هب خط كر عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
İtteku’l-hacera’l-harâmi fi’l-bünyâni fe-innehû esâsü-l-harâbi.
Sadaka Resûlüllâh, fî-mâ kâl, ev-kemâ kâl.
Bu hadîs-i şerîfinde Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri buyurmuşlar ki;
İtteku’l-hacera’l-harâmi fi'l bünyâni. "Binalarınızı yaparken, haram taş kullanmaktan sakının."
Fe-innehû. "Çünkü bu haram taş."
Esâsü-l-harâbi. "Harab olmanın esasıdır, sebebidir, köküdür, temelidir." Esas, Arapça'da 'temel' manasında kullanılıyor. Ama manevi bakımdan da 'bir şeyin aslı' manasına da kullanılıyor. Bu meselenin esası şuna dayanır diyoruz.
Bünyân; bina yapmak için kazılır, temel yapılır, onun üstüne duvar yükseltilir. Eğer temel yapılmazsa, çürük olursa; duvar çatlar, yıkılır. Ordan hem 'bünyân' kelimesini, hem 'esas' kelimesini kullanarak bir edebî sanatta yapılmış oluyor. Efendimiz bu ifadesiyle edebî sanat yapmış oluyor.
"Binada haram taş kullanmaktan sakının. Çünkü o binanın temeli değildir, harap olmanın temelidir. Aksine harap olmanın temelidir." Halbuki harap olmak temel istemiz ama, harap olmanın ana kaynağı; taşın haram taş olmasıdır denmiş oluyor. Bütün işler de bunun gibi. Hangi işe haram karışırsa, o işin tadı kaçar. Düğünde haram işlenilmiş; içki içilmiş, çalgı çalınmış, köçek oynatılmış. Yazıklar olsun! Dans edilmiş, caz yapılmış, bar açılmış, içki sunulmuş, meze sunulmuş. Artık o evden hayır zor gelir, çok zor. Çünkü temelinde haram var.
İnsan yemek yemiş, şişmanlamış, afiyet kesbetmiş, yanakları kırmızı olmuş, pazusu güçlenmiş. Hikaye... Haram lokma yedi mi; vücudunda haram et hasıl olur. Haram et hasıl oldu mu, onu da başka bir şey temizlemez, temizleyemez; cehennem ateşinde yanar. Mutlaka cehennem ateşinde yanar. Onun için şiddetli bir tepki göstererek, getirilen hediye tabağının, bir müşrik düğününden, hediye gelmiş olduğunu anlar anlamaz Ebû Bekir Sıddîk Efendimiz kendisini koşturup, o yiyeceği çıkartmış.
Kölesi bir tabak getirmiş, o da almış ağzına, hatta çiğnemiş, yutmuş. "Nereden geldi bu?"
"İşte falanca müşrikin düğünden."
"Eyvah! Bu müşrikler, eti keserken besmele çekmezler. Yedikleri aşları, işleri hepsi haramdır" diye hemen özel olarak parmağını boğazına sokturup, gıcıklattırıp; kusup çıkarttı ve bu sözü söyledi. "Haramla oluşan eti cehennem ateşi paklar."
Biliyorsunuz temizleme sebepleri, vasıtaları çoktur. En başta gelen temizleme aracı su. Suyla yıkarsın, temizlenir. Elbise pislendi; suyla yıkarsın, temizlenir. Bazı şeylerde ateşle temizlenir. Ateşte yaktın mı temiz olur. İnsanoğlu da haram yedi mi; onu cehennem ateşi temizler. Müslüman ama haram yemişti, cehennemde yanar.
Bir ev yapılıyor taş ne olacak? Suudi Arabistan da gittiğimiz zaman görüyoruz, her taraf taş zaten. Gerek Mekke, gerek Medine. İşte Uhûd dağı. İşte etrafta, her tarafı dağ. Her tarafı çatır çatır taş. Hatta Medine-i Münevvere’nin kalesinin kenarı taş. Hatta kazdığın zaman aşağısı taş. Seniyyetü'l vedâ; hacıların veda edeceği yer. Son defa dönüp baktıkları tepe, orası tepelik, kaya. Şu tarafta kocaman bir tepe var kayalık. Arka tarafında hendek muharebesi olmuş. Her taraf kaya... Yani kayadan bol bir şey yok ki. Bina yapacaksın; bazı yerde kayayı ararsın bulamazsın.
Ama haram taş nasıl olur?
Haram taş mesela; şöyle olur. Komşunun duvarından alır taşı, kendi temeline koyar.
"Bu senin taşın değil ki! Komşunun duvarından. Ne diye aldın bunu?"
"Ya görmüyor işte. Kendisi yok burada. Bilmem bahçesinin bir ucu burası, evi öbür tarafta."
"Olsun! O taş sana helal değil."
Başka?
"Ben taş kullanmıyorum da; tuğla kullanıyorum, ıvır kullanıyorum, başka malzeme kullanıyorum."
"Hangi parayla aldın bunu?"
"Haram parayla."
"O zaman, taş aldıysan; haram taş, tuğla aldıysan; haram tuğla, tahta aldıysan; haram tahta, kireç aldıysan; haram kireç, çimento aldıysan; haram çimento. Çünkü haram parayla aldın."
Onun için kazancın helal olmasına çok büyük dikkat göstermek gerekiyor.
Bugün dünyada milyonlarca, milyarlarca Müslüman var. Amma hepsini doldur terazinin kefesine, Peygamber Efendimiz'in zamanındaki mübareklerin yanında, hepsinin ağırlığı bir araya gelse, onun ağırlığı kadar etmiyor. İman zayıf, icraat yok, camiler boş. Müslümanların düğünlerine, giyimlerine, hallerine, kazançlarına bak. Uuu dine aykırı ne kadar şey var; her taraf döküntü. Onun için düşmanlar bize galip, düşmanlar bize hakim. Kendi memleketimizde sanki esir gibiyiz, mağduruz, mazlumuz.
Burada adamlar kiliselerine giderler, kilise teşkilatı çalışır. Mektepler açarlar, hastaneler açarlar. Birisi öldüğü zaman, çoluk çocuğu yoksa, malları dosdoğru kiliseye veriliyor. Zengin... Çünkü bunlar çocuk yapmayı sevmez zaten. Çocukları yoktur. Öldü mü, oooh bütün hayatı boyunca topladığı servet cup kiliseye. İmkanları çok. Gelen insanları, ihtiyarları, teşvik ediyorlar; "falanca eve git, onları hristiyanlığa çağır. Filanca yere git şöyle, çalışma yap. İstasyonda dur. Şu kitapları sat. Böyle yaparsan Hz. İsa seni sever. Meryem validemiz şöyle yapar, böyle yapar." İstasyonda böyle ihtiyar kadın, bakıyorsun saçı bembeyaz olmuş. Ama işte hristiyanlık propagandası kitabı yazıyor. Kraliyet binası building oldu tingil.
Ne kraliyeti?
Cihan hakimiyetini düşünüyor, onun için; saltanat, kraliyet diyor. Halbuki kilise. Bakıyorsun muazzam bir arazi, bakıyorsun kocaman binalar. Bakıyorsun Sydney’in en manzaralı, en güzel caddesi boyunca gidiyorsun; kilise, kilise, kilise, kiliseye ait bina, bina, bina. Sydney.........üzerinde. Ta yukarda, …tarafında. Nerde güzel bir malikane, manzaralı bir arazi görsen bakıyorsun; haç işareti var, kilisenin malı. Çalışıyorlar.
Ama adamlar öldüğü zaman birde bakıyorsun ki; ooo sendikanın paralarıyla neler almış, ne kadar geniş araziler almış, ne kadar kendisinin üstüne geçirmiş hepsi çıkıyor ortaya. Hepsi rezalet, hepsi haram üzerine şey yapılmış.
Onun için lokmanın helal olmasına, işin feyizli, bereketli olması bakımından çok dikkat edilmesi gerekiyor.
Tasavvufta bizim büyüklerimizin en çok üzerinde durdukları nokta, helal lokmadır. Zikir yapacaksın, şöyle yapacaksın böyle yapacaksın ama haram yedikten sonra faydası olmaz. Önce lokma helal olsun diye çok nasihat etmişler, çok dikkati çekmişler, kendileri de çok itina eylemişler. Allah bizi her çeşit haramdan korsun.
Binayı yaparsın ondan sonra zelzelede yıkılır.
Benim bildiğim kimseler var. İçimden kırgınım. Hallerini biliyorum. Çünkü bazıları iş, güç bakımından benimle ilgili oldular. Durumlarını biliyorum. Ama dürüst davranmadılar onu da biliyorum. Kırgınım. Ondan sonra bakıyorum; edinilen servetler gitmiş, yapılan binalar yıkılmış.
Neden?
Haram ile yapılan binadan hayır gelmez. Birazcık bir ileri gider. Şeytan haramı yaptırıncaya kadar birazcık süsler. "Bak böyle yaparsan bu kadar kâr var. İşle şu haramı. Ye şu haramı. Bak iyi olur sonucu." diye. Onu yapar insan; kanar. Çünkü çok kârlı gibi görür. Ama öbür tarafta Allah fitil fitil çıkartır. Haramdan -rüşvetten- bir mercedes alır, mercedes gıcır gıcır... Dört yüz elli Mercedes, yepyeni, sıfır kilometre... Bakanların bile öyle arabası yok. Arabaya saltanatla biner, ooo yaşadık. Ama rüşvetten ama bilmem haramdan ama memleketin hakları çiğnenmiş, ama yetimin, dulun hakları yenmiş, ama gavurlara Türkiye'nin menfaatleri peşkeş çekilmiş. Olsun!
Dört yüz elli mercedes geldi ya. Ona biner, biner ama karayolunda bir kaza yapar; arabada hurda olur, kendisi de sakatlanır veya ölür. Veya Allah öldürmez; sakat bırakır.
Neden?
Ev yaparken haram taş kullanmaktan sakın. Çünkü o taş harabın esasıdır, yıkılmanın esasıdır da ondan. Haramdan insan fayda görmez. Fayda görür bir müddet ondan sonra çok korkunç bir felakete uğrar. İşte firavunlar, işte Nemrutlar, işte Karunlar... Karun dünyanın tarihe geçmiş en zengin insanlarından biriydi. Anahtarlarını bir grup insan taşırdı. Hazinelerinin anahtarlarını, böyle bir tanecik anahtar, iki tanecik veya beline taktığı bir halkadaki on tane anahtar değil.
…اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓواُ بِالْعُصْبَةِ اُ۬ولِي الْقُوَّةِۗ … ﴿٧٦﴾
İnne mefâtihahû le-tenûü bi’l-‘usbeti üli’l-kuvveti. [28/Kasas 76.]
Güçlü kuvvetli bir grup insan tarafından taşınırdı hazinelerinin anahtarları. Allah yerin dibine geçirdi.
Bir gün önce onun saltanatını görüp de 'aman vay be bizim de böyle bir şeyimiz olsun' diyenler, ertesi gün onun kahredildiğini görünce; zalimler, demek ki iflah olmuyormuş. Allah fırsat vermiyor. Biraz biraz şöyle oltayı yutuncaya kadar balık, oltanın ucunda yem var.
Balık niye oltaya takılıyor?
Yem.
O zaman bir saltanat gibi oluyor. 'Kocaman bir kurtçuk buldum. Hem de böyle oynuyor, suyun içinde' diye, balık bir atlıyor ona, o zaman o kurtçukla beraber midesine kanca gitti mi, çekilmeye başladı mı, ciğerleri sökülüyor, ama ağzından çıkmıyor, haydi karaya. Şeytan da öyle aldatır insanı.
Allah bizi her türlü günahtan ve haramdan ve haramdan ve haramdan çok kuvvetli şekilde korusun. Helal lokma ile alnımızın teri ile tertemiz kazanıp beslenip yaşamayı nasip etsin. Sevdiği kul eylesin. Evvel ki hatalarımız varsa bizi onlardan kurtarsın. Kendisi bilir, nasıl kurtarılacaksa, kurtarmasını da bilir.
اِتَّقُوا الدُّنْيَا، وَاتَّقُوا النِّسَاءَ، فَإِنَّ إِبْلِيسَ طَلَّاعٌ رَصَّادٌ حَصَّادٌ، وَمَا هُوَ بِشَيْءٍ مِنْ فُخُوخِهِ بِأَوْثَقَ لِصَيْدِهِ فِي الْأَتْقِيَاءِ مِنْ فُخُوخِهِ فِي النِّسَاءِ. الدَّيْلَمِيُّ عَنْ مُعَاذٍ.
İtteku’d-dünyâ ve’t-teku’n-nisâe fe-inne iblîse tallâ’un rassâdün hassâdün ve mâ hüve bi-şey’in min fuhûhıhî bi-evsaka li-saydihî fi’l-etkıyâi min fuhûhıhî fi’n-nisâi.
İtteku’d-dünyâ. "Bu dünya hayatını sevip, buna bağlı kalıp, serveti, sâmânı, menfaati, maddiyatı sevip de, dünyaya dalmaktan, dünya ehli olmaktan sakının."
İtteku’d-dünyâ.
Peki ne yapacağız?
Âhireti düşüneceksin, ahireti kazanmaya çalışacaksın. Bu dünyada misafir olduğunu bileceksin. Bu dünyanın bir imtihan yeri, misafirhane olduğunu bileceksin; vazifelerini yapacaksın. Bu dünya durak yeri değil, ebedi kalınacak yer ahiret. Oraya herkes giriyor, elli yıl yaşıyor, seksen yıl yaşıyor, isterse yüz seksen yıl yaşasın, sonunda gidiyor. Muhakkak sonunda ölüm var, kabir var, ahiret var, ahirette hesap var, azap var, cehennem var.
Onun için ahireti düşünecek, dünyaya, menfaate dalmayacak, ahireti unutmayacak. Dünyadan kendinizi koruyun.
Ve’t-teku’n-nisâe.
"Ey erkekler siz de kadınlardan kendinizi koruyun."
Neden?
Çünkü kadınlara karşı erkeklerde, erkeklere karşı kadınlarda duygular vardır. Tabiatının eseridir bu. İnsanoğlu öyle yaratılmıştır. Eş olarak yaratılmıştır. Muhabbet vardır aralarında. Şiddetli sevgi vardır. Âşk denilen şey vardır. Bir görüşte âşık olur, aklı başından gider, işini gücünü bırakır, peşine düşer.
Sonra...
Çeşitli haramlara, günahlara bulaşır. Onun için şeytan en çok bu duyguyu kullanır. Erkekleri aldatmak için kadınları vasıta eder, alet eder. Kadınları aldatmak için de erkekleri vasıta eder. O da camdan bakar, kaş göz eder, arka kapıyı açar, balkona çıkar, bilmem gül atar. Romanlarda, şiirlerde gördüğümüz bin bir türlü methedilen şeyler. Aç edebiyat denilen daldaki kitapları, tepeden tırnağa, baştan aşağı bu maceralar, bilmem neler... Romanlar... Al, oku. Falanca romanı oku. Buyur. Nasıl olmuş da, ne kalmış da. Vay be! Onu okuduktan sonra okuyan da hevesleniyor, o da aynı şeyi yapmaya hevesleniyor.
E yeniler böyleymiş de, eskiler başka türlü müymüş?
Hayır. Eskiler de Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun... Hep böyle gitmiş.
Neden?
İnsanoğlu Âdem atamızdan beri, Âdem atamız, Havva anamız aleykümesselam. Erkekli kadınlı olduğu için bu böyle olmuş.
Kadınlardan korunun. Erkeklerden de korunun demek bu aslında. Kadınlar da erkeklerden korunsun.
Çünkü bir kadının biraz müsait davrandığını gördün mü, peşine kırk tane erkek düşer. Mahallenin delikanlıları köşe başında bıyıklarını burmağa başlarlar, fesini ön tarafa eğmeye başlar, şapkasının altından kaşını kaldırmaya başlar, gözünü kırpmaya başlar. Bu herkesin bildiği maceralar bunlar. Bilinmeyen şeyler değil.
Dünyadan sakının. Kadınlardan kendinizi kollayın. Erkekler, kadınlar yüzünden şeytana uyup günah işlemekten korksun. Kadınlar da, erkekler yüzünden şeytana uymaktan korksun. Müslümanlar, imanlılar dünyaya kapılıp ahireti unutmaktan korksun. Dünyanın aldatıcı lezzetlerinin kendisini aldatıp ibadetten, zikirden, fikirden, cihattan alıkoymasından korksun.
Fe-inne iblîse. "Çünkü bu İblis aleyhillane, 'tallâun'; her şeyi bilir. İnsanın kalbinden geçeni, duygularını çok iyi bilir.
Tallâ'; her şeye muttali demek. Vaziyeti gayet güzel görür. İnsanoğlunun yapısını gayet iyi bilir. Duygularının nasıl aktığını, kanının nasıl şırıl şırıl damarlarda dolaştığını, kalbinin ne tarafa meyil ettiğini çok güzel bilir.
Necip Fazıl şiirinde diyor ki;
Gencim, ölmem, arzular, kanımda bir çağlayan,
Şırıl şırıl,
Şırıl şırıl...
Ne olurdu, bir kadın, elleri avucumda,
Bahsedeydi hayatın tadından başucumda,
Mırıl mırıl,
Mırıl mırıl...
Şiir, meşhur şiiri. Hep böyle. Şeytan muttalidir, çok muttalidir. Her şeyi çok iyi bilir. Öyle bilmeyen filan değil. Senin iç yüzünü, içindeki bütün şeyleri gayet iyi bilir; bir.
Rassâdün. "Pür dikkat seni takip eder."
Bu abîdi nerden aldatabilir?
Bu mümini nasıl ayağını kaydırabilirim?
Buna nasıl günah işletebilirim?
Ne yaparsam bunun Allah’ın rahmetinden uzaklaştırabilirim?
Aman onu yapayım.
Bunun zayıf noktası, zayıf zamanı neresi?
Nasıl yakalarım bunu? Neresinden yakalarım? diye rasatçıdır.
Dürbün elinde böyle gözetlemektedir. Sen onun farkında değilsin. O seni pür dikkat takip ediyor, gözetliyor. Elinde silah. Düşman. Şeytan. İblis.
Ve;
Hassâdün. "Sonuçta alır şeytan."
Hasat ne demek?
Mahsul alıcı, sonuca ulaşıcıdır. Pür dikkat takip eder. Şahinin avını takip ettiği gibi takip eder.
Avının neler düşündüğünü, nereden nereye gideceğini, ne yapacağını da bilir. "Buradan geçecek, ben onu şuradan bir atlar yakalarım." Onu da bilir. Sonuçta alır. Bir uçar, bir kapar.
Televizyonda görüyorum. Kartal böyle suyun üstüne bir süzülüyor. Allah Allah ne yapıyor bu böyle diye bakıyorum. Pençelerini suya bir vuruyor. Bakıyorsun koca balık sallana sallana... Vay be amma dikkatli! Tam onun suyun üstüne geldiği yeri, tam avlayacağı zamanı nasıl biliyor. Yukarıdan bir dalıyor, pençeleriyle balık avlıyor.
Bazı başka kuşlar görüyorum, adlarını bilmem. Televizyonda kaç defa gördüm. Yukarıdan kanatlarını bir kapatıyor, gagasını bir uzatıyor, böyle sipsivri zıpkın gibi. Suyun içine kazık atmışsın gibi dalıyor, öbür taraftan bakıyorsun ağzında balıkla çıkıyor. Aşağı dalmak için o vaziyetini göreceksin. Kanadını böyle kapatmış, ayaklarını şey yapmış, gagasını uzatmış, ok gibi yani. Hani böyle duvardaki hedefe vurmak için çocukların attığı şey gibi. Suyun içine bir dalıyor, o zaman hızlı gidiyor tabi. Yukarıdan aşağı gidince hızlı gidiyor, balığı oradan yakalıyor. Suyun içindeki balık, yukarda kendisini gören kuşun yemi oluyor.
Şeytan da öyle. Tallâ' dır. Avının kafa yapısını, gönül yapısını bilir. Rassâttır; pür dikkat takip eder. Ve hassâttır; mahsul alıcıdır, sonucu da alır, aldatmayı da becerir, iyi kullanır.
Bazen kadın kullanır. Kadını yem olarak müslümanın önüne çıkartır. Bazen içkiyi kullanır. Bazen parayı kullanır.
"Bak şu paraya! Desteleri görüyor musun? Sen, bu kadar Avustralya doları, bu kadar tomar gördün mü? Bunların her bir tanesi yüz Avustralya doları. Hadi o haramı işle de bu paralar hep senin olacak. Demet demet paraları gösterir, sonucu da alır.
Uzunları geçerek, kısa bir hadîsi seçiyorum.
Efendimiz buyurmuş ki:
اِتَّقُوا النَّارَ، وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ، فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ. م حب وَابْنُ زَنْجُويَهْ، عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ.
İtteku’n-nâra ve lev bi-şıkkı temratin fe-in lem tecidû fe-kelimetin tayyibetin.
Cehennemden nasıl korunacağız?
Ve lev bi-şıkkı temratin. "Bir hurmanın yarısıyla bile olsa korunun."
Nasıl korunacak?
Hurmanın yarısını bölersin, başka bir şeyin yok. Fakirsin, yoksulsun ama cehennemden de korunmak istiyorsun; Yarısını bölersin, öteki fakir kardeşine verirsin "al kardeşim" dersin. O da yarım hurma yemiş olur. Sen de cehennemden korunmuş olursun. Sadaka yani hayır. Hayır yapmış olursun. Az hayır, az. Çünkü bu adam fakir. Zaten bir tane hurması var, yarısını verecek. İşte sevabı öyle kazanacak.
"Yarım hurmayla bile olsa cehennemden kendinizi koruyun."
Yani sadaka verin. Az da olsa, gücünüz olmasa bile. Zengin olmasanız bile, fakir bile olsanız verdiğiniz sadaka, zekât hayır; az bile olsa, yarım hurma bile olsa bu hayrı yapın, cehennemden korunun. Çünkü Allah, cömerti sever. Sadaka vereni sever. Sadakayı büyütür. Az sadaka verirsin. Cenâb-ı Hak onu büyütür büyütür büyütür Uhûd dağı gibi sevap yapar. Büyük mükâfat verir. Onun için yarım hurmayla bile olsa cehennemin ateşinden kendinizi koruyun.
O da yok hocam...
Fe-in lem tecidû. Hurmanızda yoksa. Onu da bulamıyorsanız. Çünkü bulamıyorlardı. Peygamber Efendimiz'in zamanında, o mübarek sahâbe-i kirâm, öyle padişahlar gibi kaftanlı, saltanatlı, paralı, pullu insanlar değildi. Yoksul, pejmürde insanlar gibiydi. Kapıya gelip de bir şey isteyenlerden daha yoksullardı. Çünkü onlarda gene neler vardır bizim kapımıza gelenin üstünde. Bunların örtünecek, namaz kılmak için avret yerlerini örtecek kumaşları bile yoktu o garibanların. Gariban, sahâbe-i kirâm rıdvanullahi aleyhim ecmâin. Manevi bakımdan sultan ama maddiyatları yok. Yarım hurması da yok verecek.
Fe-kelimetin tayyibetin. "Hurmada bulamazsanız, hiç olmazsa tatlı sözle." Diliniz tatlı olsun. Gönül alıcı konuşun. Hatırı hoş edici sözler söyleyin. O da Allah razı olsun desin. Seninle konuştum içim açıldı, şenlendim desin, oradan sevap olsun.
Mühim olan müminin gönlüne sevinç sokmaktır, sevindirmektir. Müminin gönlünü almaktır. Gönül almak, gönül yapmak, Kâbe bina etmek gibi sevaptır. Gönül yıkmakta, Kâbe’yi yıkmak gibi günahtır. Kelimeyle bile olsa, sözle de olsa, bir tatlı sözle bile olsa, cehennemden koruyun kendinizi. Hurman bile yoksa yarım hurma bile. Halbuki bizim nelerimiz var, nelerimiz var.
Allah yardımcımız olsun. İşte hadîs-i şerîfler... İşte İslam’ın ruhu... İşte bizim halimiz... Aman Allah’ım aman!
Allah bize yardım eylesin. Tevfikini refîk eylesin. Şükrü yerinde şükredecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip, takdire rıza gösterip -çünkü rıza en yüksek makamdır- sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti esmâihi'l hüsnü ve habîbihi'l müctebâ ve bi-hürmeti esrâr-ı sûreti’l-Fâtiha.