Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-selâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafâ ve âlâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emma bâ’dü ve ‘an Ebû Hureyrete radıyallahu anhu enne Resûlallahi sallallahu aleyhi ve selleme kâle:
وعن أبي هريرة رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: "إياكم والظن، فإن الظن أكذب الحديث، ولا تحسسوا، ولا تجسسوا ولا تنافسوا، ولا تحاسدوا، ولا تباغضوا، ولا تدابروا، وكونوا عباد الله إخوانًا كما أمركم. المسلم أخو المسلم، لا يظلمه، ولا يخذله ولا يحقره. التقوى ههنا، " ويشير إلى صدره "بحسب امرئ من الشر أن يحقر أخاه المسلم، كل المسلم على المسلم حرام: دمه، وعرضه، وماله، إن الله لا ينظر إلى أجسادكم، ولا إلى صوركم، ولكن ينظر إلى قلوبكم وأعمالكم". وفي رواية: "لا تحاسدوا، ولا تباغضوا، ولا تجسسوا، ولا تحسسوا ولا تناجشوا وكونوا عباد الله إخوانًا".
وفي رواية: "لا تقاطعوا، ولا تدابروا، ولا تباغضوا ولا تحاسدوا، وكونوا عباد الله إخوانًا". وفي رواية: "لا تهاجروا ولا يبع بعضكم على بيع بعض".
((رواه مسلم بكل هذه الروايات، وروى البخاري أكثرها)).
İyyâküm ve’z-zanne fe-inne’z-zanne ekzebü’l-hadîsi ve lâ tehassesû ve lâ tecessesû ve lâ tenâfesû ve lâ tehâsedû ve lâ tebâğadû ve lâ tedâberû ve kûnû ibâdallâhi ihvânen ke-mâ emerakum el-müslimü ehu’l-müslimi lâ yazlimühû ve lâ yahzülühû ve lâ yahkiruhû. Et-takvâ hâhünâ et-takvâ hâhünâ ve yüşîru ilâ sadrihî bi-hasebimriin mine’ş-şerri en yahkira ehâhü’l-müslimi küllü’l-müslimi ale’l-müslimi harâmun demuhû ve ‘ırduhû ve mâluhû innellâhe lâ yenzuru ilâ icsadiküm ve lâ ilâ suveriküm ve a’mâliküm ve lâkin yenzuru ilâ kulûbiküm.
Ve fî rivâyetin lâ tehâsedû ve lâ tebâğadû ve lâ tehassesû ve lâ tecessesû ve lâ tenâceşû ve kûnû ibâdallâhi ihvânen.
Ve fî rivâyetin lâ tekâta’û ve lâ tedâberû ve lâ tebâğadû ve lâ tehâsedû ve kûnû ibâdallâhi ihvânen.
Ve fî rivâyetin ve lâ tehâcerû ve lâ yebi’ ba’duküm alâ bey’i ba’dın.
Revâhu müslimu bi-külli hâzihi’r-rivâyâti ve rava’l-buhâriyyu ekserahâ.
Bu Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den, rivayet edilmiş hadîs-i şerîf. İmam Buhârî ve İmam Müslim rahmetullahi aleyhima kaydetmişler. Çeşitli rivayetleri var, kayıtlar üç dört tane kayıt var, kelimelerde bazı değişiklik var. Onları okuyalım. Bir açıklamasını yapalım.
Enne Resûlallahi sallallahu aleyhi ve selleme kâle: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki diyor, Ebû Hüreyre radıyallahu anh:
İyyâküm ve’z-zanne. Zannetmekten, kendinizi koruyun.
Fe-inne’z-zanne. Çünkü zannetmek.
Ekzebü’l-hadîsi. En yalan sözdür.
Şimdi iyi bilinmediği zaman bir olay, zanneder insan; zannediyorum ki, şöyle. Şüpheli yani, belli değil, kesin değil. Haa, bilmiyorsanız konuşmayın. Zan iyi değil, en yalan söz. Hem öyle tahmin ediyorum zannediyorum diyorsun, hem de adamı kötülüyorsun sonuç itibariyle. Ortada kesin bir şey yok. Onun için zan doğru değil.
Tabi burada ez-zann mutlak olarak geçiyor amma, zannın iki çeşidi var:
Birisi hüsn-i zan; yani iyi zannetmek, iyiye yormak. Birisi de zannın diğeri de sû-i zan, kötü çalıştırmak zannını, kötü zannetmek.
Hüsn-i zan, tavsiye edilmiştir. Yani arkadaşının sana yaptığı hareket, biraz dikkatini çekti, irkildin, herhalde onu şu sebeple yapmıştır diye, bir hüsn-i zan ile düşünürsen iyi olur. Çünkü sonuç itibariyle ortaya bir dalaşma, kavga, gürültü, kırgınlık çıkmaz. İyiye yormak, gördüğü nahoş bir olayı iyiye yormak, iyi zannetmek iyidir. Onun için Müslümanlar, bu çeşit zannı yapmakla emrolunmuşlardır.
Birbirimize ne yapacağız?
Çok mahiyetini iyi bilemediğimiz hareketlerin yorumunda, hüsn-i zan edeceğiz.
Bugün o arkadaş yanımda kaşları çatık durdu. Kaşları çatık durdu bugün yanımda, tatsız tuzsuz herif zaten ya. Allah Allah hep kaşlarını çatıyor. Yani herhalde ben şöyle bir şey yapmıştım, ona mı kızdı ne yaptı, boyuna surat asıyor. Bu sû-i zan.
Hüsn-i zan nedir?
Ramazan’da oruç tutuyor, itikâfta bu kardeşimiz. Herhalde günahlarını düşünmüştür, pişman olmuştur. Cenâb-ı Hak affedecek mi affetmeyecek mi diye kendi derdine düşmüştür, ondan öyle yapmıştır zavallıcık. Acep beni Mevlâm affedecek mi affetmeyecek mi? diye. Ha bu da hüsn-i zan işte.
Yani aynı olayı, iki türlü yorum şeklinin misalini verdik. Biz iyiye yorarsak; toplum fayda görür bundan, arkadaş kaybetmeyiz, kavga gürültü çıkmaz. Kötüye yorarsak; soğukluk olur, buğz olur, adavet olur, kırılmalar darılmalar olur, küsmeler olur, ayrılmalar olur. Adam sana küser, camiye gelmez. Haydi al başına belayı. Senin yüzünden adam namazı bıraktı. İmama kızıyor camiye gelmiyor.
Yok mu böyleleri?
Doğruyu söyleyince kızıyorlar.
Ben akrabadan birisine zenginsin hacca git dedim, birkaç defa söyledim. Sonra hanımı diyormuş ki; gel Es’ad Hocaya gidelim gene filan. Yok diyormuş ben ona gidersem şimdi o bana tekrar nasihat eder diyormuş, gelmiyor.
Bazen yani usulünü bilmezsen, kaçıyor millet. Onun için hüsn-i zann edeceğiz, sû-i zan etmeyeceğiz.
İki;
Ve lâ tehassesû.
Tehassesû ne demek?
Bir işin peşine hassasça düşüp, aslını, dibini, astarını, inceliklerini anlamaya çalışmak demek, hassas hassas.
Bu da doğru değil.
Sana ne, ne diye karıştırıyorsun, ne diye peşine düşüyorsun?
Üstüne lazım olmayan şeyin, peşine niye düşüyorsun?
Araştırmak, ayıbını araştırmak doğru değil.
Ve lâ tecessesû. Casusluk da yapmayın. Casusluk değil bu tam, tecessüs yani, birisini merak etmek.
Acaba bugün onların evine ne geldi?
Araba geldi, bir şeyler indi, bir adam geldi bir adam çıktı?
Ya bu kadar merak, bu kadar tecessüs doğru değil.
Sonra, tecessüs de etmeyin.
Ve lâ tenâfesû. Birbirinize münâfese de etmeyin. Yani nefsani tavırlarla, birbirlerinin karşısına çıkmak, zıtlaşmak. Öyle de yapmayın.
Ve lâ tehâsedû. Birbirinize haset de etmeyin.
Vay be, onun amma güzel arabası var ya. Bizim külüstürün her gün tekeri patlar, vay be onun arabası amma güzel ha!
Tamam, Allah daha iyisini versin, sana da versin. Haset etmek doğru değil.
Haset nedir?
Kötü bir duygudur, arkadaşının elindeki nimete kendisi imreniyor, bir de keşke onda olmasa bende olsa diyor, arkadaştakinin olmasını hazmedemiyor.
Vay be, adam çocuğunu okuttu, bir de hafız da yaptı ya. Bir de öteki çocuğunu da okuttu doktor yaptı ya filan.
E ne oluyorsun? Sen de çalış şey yap yani.
Haset nedir?
Karşıdaki insandaki nimetin, ondan gitmesini isteyerek, kıskanmak.
Peki, helal olsun. Allah daha çok versin diyor hiç içinde öyle bir ters duygu yok, tamam bana da versin diyor.
Onun adı nedir?
Ona haset demezler, onun adı gıptadır.
Vay be, falanca adam bu Ramazan’da amma hayır yaptı ya. Allah, bize de biraz para verse de bizde hayırlar yapsak. İhyâ etti ortalığı ya. Çok hayırlar yaptı maşallah. Bize de verse, biz de yapsak.
Tamam, böyle iyi şeyi özlemek ve onda olmasından rahatsız olmamak, daha çok olsun kendisinde de olmasını istemek, gıpta bu iyi. Onda olmasını hazmedememek haset o fena, o günah.
Haset de etmeyeceğiz.
Adamın birisinin hikayesini anlatıyor, tasavvuf kitapları. Komşusunun eşeği varmış, kendisinin eşeği yokmuş. Komşusu odunu, küfeyi, yükü eşeğine sarıp getiriyormuş eve, bunun da öyle bir şeyi olmadığından hepsini sırtında taşıyormuş, sırtı yara oluyormuş. Benim de böyle bir hayvanım olsa da ben de bu sefaletten kurtulsam da şu sırtım yara oldu, sırtımla taşımasam da hayvanla taşısam filan diye istiyormuş.
Rüyada aksakallı bir mübarek zat görünmüş buna demiş ki, sen istiyor musun?
İstiyorum, çok istiyorum, komşuda var bizde yok.
Peki istiyorsan şöyle dua et. “Ya Rabbi! Sen komşuya bir tane daha ver bana da ver. Komşuya da ver bana da ver. Onun iki tane olsun benim ki bir tane olsun. Böyle dua et”. Yani kendisinde bir tane olacak sonuç itibariyle. Rüyada o aksakallıya demiş ki, “yo yo yoo! Aman aman aman istemem! İstemem, ben zaten onda bir tane eşek olduğunu hazmedemiyorum, iki tane olursa çatlarım.”
İşte bu haset, olmasını istemiyor, olmasına hazmedemiyor.
Böyle hikayelerle halka iyi anlatıyorlar, yani duyguların, nasıl insanın içini kasıp kavurduğunu eski mübarekler.
Ve lâ tebâğadû. Birbirlerinize buğuz da etmeyin, kin tutup, kızgınlık da sürdürmeyin.
Ben Ahmed Sav’ı bir görürsem, bizim mahalleden geçerse gösteririm ona. Ahmed Sav’a ben onu bizim mahalleden geçerse gösteririm ona. Kin tutmak, buğz etmek doğru değil.
Bizim köyde bir acayip âdet gördüm ben, böyle yazları tatilde gittiğimiz zaman. Birisi birisine darılırsa konuşmuyor, yolda karşılaşırlarsa bayağı böyle yetişkin delikanlılar arasında da böyle bir âdet yani bu. O başını bu tarafa çeviriyor, bu başını bu tarafa çeviriyor, bir de vuuvv diyorlar birbirlerine.
Yani böyle bir âdet var, bilmiyorum başka yerlerde var mıdır?
Sizde de var. Vuuvv o da bıııırr yapıyor yani kızgınlığını öyle ifade ediyor.
Allah sevmez. Buğuz etmeyi de yasak ediyor, Peygamber Efendimiz.
Ve lâ tedâberû. Birbirinize sırt da dönmeyin, arka da çevirmeyin.
Yani “bırak ya onunla konuşulmaz ya. Bırak tamam, ilgiyi kestim” filan. Bu da doğru değil.
E hangisi doğru?
Bunları sıralamış çeşitli kelimelerle, insanoğullarının bir toplum içindeki birbirlerine davranış şekillerini gösteren çeşitli kelimeler kullanmış, Peygamber Efendimiz.
Sonra ne buyuruyor?
Ve kûnû ibâdallâhi. Ey Allah’ın kulları.
İhvânen. Kardeş olun, ihvan olun birbirinizle.
İhvan ne demek?
Kardeş demek.
Birbirinizle kardeş olun, çünkü Allah; Müslümanlar kardeştir diye buyurdu Kur’ân-ı Kerîm’de. Kardeş olun, kardeşliğin gereği neyse, sevgi ile muhabbetle birbirinizi seven kardeşler olun, ihvan olun.
Ke-mâ emerakum. Allah’ın size emrettiği üzere.
İnneme’l-mü’minûne ıhvetün. [1] Müslümanlar kardeştir dedi, o zaman birbirinizi sevin. Kardeş olun, Allah’ın emrettiği gibi.
el-Müslimü ehu’l-müslimi. Müslüman, Müslümanın kardeşidir.
Hasan, benim kardeşim, Ahmed, benim kardeşim, Ömer, benim kardeşim. Kardeşiz, ben de onların kardeşiyim, din kardeşiyiz.
Lâ yazlimühû. Müslüman, Müslümanın kardeşidir ona zulüm yapmaz.
Ve lâ yahzülühû. Onu yardım edilecek yerde, kendi başına da bırakıvermez, yardımsız da bırakmaz, geçip gidivermez. Yardımsız da bırakmaz.
Ve lâ yahkiruhû. Hor hakir de görmez. Aşağı da görmez kardeşini.
Niye hakir görmez?
Diyecek ki, Allah’ın yanında kimin kıymetli olduğunu Allah bilir. Belki Allah bu kulu seviyor. Fakirlik zenginliğe göre yapmıyor Cenâb-ı Hak muameleyi, gönlüne göre yapıyor. Belki benim bilmediğim zamanda gece ibadeti vardır, tesbihi vardır, Allah’ı daha çok seviyordur diyecek, hor görmeyecek.
Küçükleri, diyecek ki “bunlar benden yaşça küçük. Bir mutasavvıf öyle diyor, bunlar benden yaşça küçük daha az yaşadılar benden demek ki daha az günah yaptılar bunlar benden iyi diyecek. Ben daha çok yaşadım”. E, hep de hata günah işliyoruz ya. E ben daha yaşlıyım ben daha kart, günahkârım, o daha az günahının seviyesi benim ki kadar olamamış, çünkü az yaşamış diyecek.
Yaşlı ise karşısındaki “haa, bu kardeş benden daha çok yaşamış benden daha çok ibadet etmiştir. Ben bunun kadar ibadet edemedim. Kim bilir ne namazlar kılmıştır ne hayırlar yapmıştır bu ömür boyunca bu aksakalı ile bu mübarek, bu benden kıymetli diyecek”. Küçüğü de kendisinden kıymetli bilecek, büyüğü de kıymetli bilecek. Fakiri de kendisinden kıymetli bilecek, belki sabrediyordur sevap kazanıyordur. Zengini de kendisinden kıymetli bilecek. Zengini zaten kıymetli biliyor herkes. Zengini korumaya lüzum yok. Ye kürküm ye, ha babam ha! Zengin oldu mu herkes el pençe divan duruyor sıraya geçiyor kenarda selam çakıyor. Zengin arabasını dağdan aşırıyor, fakir düz yolda yolu şaşırıyor.
Et-takvâ hâhünâ et-takvâ hâhünâ ve yüşîru ilâ sadrihî. Şöyle göğsüne işaret ederek takvâ burdadır, takvâ burdadır buyurmuş Peygamber Efendimiz.
Yani bunları yapmak için insanın; Allah’tan korkan, takvâlı insan olması lazım. İşte Allah şuraya şu takvâyı versin öyle olursa iyi müslüman olur. Öyle olursa haset etmez, öyle olursa hakir görmez, zulüm etmez, yardımsız bırakmaz filan.
Bi-hasebimriin mine’ş-şerri en yahkira ehâhü’l-müslimi. Kişiye kötülük olarak, Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter de artar bile.
Falanca Müslümanı hakir mi görüyor, hor mu görüyor?
Bir kimseyi, hor hakir görmesi kendisine kötülük olarak yeter de artar bile. Kâfi, tamam artık onun bir başka bela aramasına lüzum yok, bu hor görmesinden çok günaha giriyor.
Küllü’l-müslimi ale’l-müslimi harâmun demuhû ve ‘ırduhû ve mâluhû. Her müslümanın, müslümana üç şeyi haramdır, yani onlara zarar vermemesi lazım, üç şeyine. Müslüman, müslüman kardeşinin üç şeyini kollaması lazım, zarar vermemesi lazım.
Ne?
Bir, demuhû. Kanı, haramdır. Yani kanını dökmemesi lazım.
Yani yaralamaması öldürmemesi lazım, saldırmaması lazım. Müslüman, müslümana saldırmaz. O kabile bu kabileye saldırıyor erkekleri öldürüyor, kadınları çocukları esir alıyor. O İslam’da olmaz, o cahiliyet devrindeymiş. Müslüman, müslümanın kanını dökmez.
Ve ‘ırduhû. Irzına da tecavüz etmez, ayaklar altına almaz.
Yani namusuna da tecavüz etmez. Namusunu da lekeleyecek bir davranış yapmaz. Namusuna da yan bakmaz.
Ve mâluhû. Malına da el uzatamaz.
Müslümanın, müslümanın malına hırsızlık yoluyla, gasp yoluyla, zulüm yoluyla, aldatma yoluyla, şu yolla bu yolla malına el uzatması da yoktur. Bunları yapmaması lazım.
İnnellâhe lâ yenzuru ilâ icsadiküm ve lâ ilâ suveriküm ve a’mâliküm. Hiç şüphe yok ki Allahu Teâlâ hazretleri, sizin vücutlarınızın, boyunuzun, posunuzun şekline bakmaz, dış görünüşe, yüzünüze bakmaz, akça pakça, yakışıklı, kaşlı gözlü filan diye. Yaptığınız işlerin dış görünüşüne bakmaz. İşte şöyle yapıyor böyle yapıyor.
Neye bakar?
Velâkin yenzuru ilâ kulûbiküm. Gönüllerinize bakar Cenâb-ı Hak.
Yani gönlünüz temizse sever, gönlünüz temiz değilse, kirli ise, pis ise, niyetiniz kötü ise o zaman vücudunuz selvi boylu olsa kıymeti yok, yüzünüz güneş gibi parlasa kıymeti yok, yaptığınız işler, çok çok işler yapsanız bile kıymeti yok. Koşuştursanız oraya buraya çünkü niyetiniz fena. Kalbiniz fena olunca, kıymeti yok. Allah, kalbine bakar insanların gönlüne.
Ve fî rivâyetin. Başka bir rivayetin kelimelerini gösteriyor şimdi.
Lâ tehâsedû demiş, hasedleşmeyin. Ve lâ tebâğadû. Buğzlaşmayın birbirinizle, Ve lâ tehassesû. İnce ince işlerini araştırmayın. Ve lâ tecessesû. Tecessüs etmeyin. Ve lâ tenâceşû. Haa, bu rivayette bir de tenâceşû geçiyor.
O ne demek?
Onun manası; onun alışverişine, yandan çarklı girip, onun alacağı malın fiyatını arttırmayın.
Bu tenacüşmüş bunun adı. Yani ben tam gidiyorum, atı alacağım beğendim, tamam güzel boylu poslu maşallah filan, şap şap şap vuruyor. Kaça bu? bilmem ne filan. O da geliyor haa, bu at kaça ya? Güzelmiş ya bilmem ne filan.
Şimdi atın sahibi bakıyor, birinci adam var bir de ikincisi geldi. İkisine bakıyor şöyle 300 diyecekse 500 diyor.
Niye?
Müşteri çok, o almazsa o alır filan diye.
Haa, öyle arkadaşınızın alacağı mala, yandan müdahil olup, girip, müşteri olup onun pazarlığına olumsuz etki yapmayın, pazarlığını bozmayın.
Başka hadîs-i şerîflerde şöyle geçer bu; arkadaşınızın alacağı mala, siz o anda talip olmayın. Pazarlığı yapsın, anlaşırsa alsın, anlaşmazsa gidince gidin o zaman.
Başka bir hadîs-i şerîfte diyor ki; kardeşinizin talip olduğu kıza ,siz de o anda talip olmayın. Aa falanca Ayşe hanımın kızını istemiş, tamam, paldır küldür paldır küldür, ya ben de istiyorum o kızı. Olmaz. İlk önce, o ilk müracaat eden bir cevap alsın, olumlu veya olumsuz. Olumsuz ise o zaman şey yaparsınız.
Yani nikahlanmak istediği kıza, bir arkadaş müracaat etmişken ikinci müracaat doğru değil. Alınmak istenen mala; o arkadaş işi bitirmeden, müracaat etmek doğru değil. Böyle yapmak onu zarara uğratmaktır, yasaklıyor Peygamber Efendimiz.
Bu tenâceşû diye geçiyor.
Ve kûnû ibâdallâhi ihvânen. Birbirinize ey Allah’ın kulları, kardeş olun.
Ve fî rivâyetin. Bir başka rivayette de şu kelimeler var.
Ve lâ tekâta’û. Birbirinizle alakaları koparmayın.
Ya bizim camimize falanca gelirdi filanca gelirdi, hiiç uğramıyorlar.
Neden?
Koptular gittiler, toplumdan.
Öyle kopmak, birbirinden ilgiyi kesmek yok. Ha eskiden filanca falanca arkadaşlar vardı. Şimdi hiç uğramıyorlar. Kopmak yok, birbirinizden alakaları koparmayın.
Nasıl olacak?
Vefalı olacak, arkadaşlık devamlı olacak.
Ne demişler?
Kahve, bir fincan kahvenin vay be 40 yıl hatırı var demişler.
Biz ne sofraları tepiyoruz, ne iyilikleri unutuyoruz. Dedelerimiz bir kahveyi bile, 40 yıl hatırından çıkartmıyor, o bana bir kahve ikram etmişti diye, kahveyi ikram eden kimseye izzet ediyor, hürmet ediyor, bağlantıyı devam ettiriyor. Doksan dokuz gün, iyiliğini gördüğümüz bir insanın 100’üncü gün kötülüğünü gördük mü biz trak koparıyoruz bağları. Koca koca halatlarla bağlansa bile patır kütür kopuyor. Ondan sonra bir daha ben onunla görüşmem. Olmaz! Öyle kopartmayın ilgileri diyor Peygamber Efendimiz.
Ve lâ tedâberû. Birbirinize sırt çevirmeyin. Tamam o da vardı, öbür tarafta.
Ve lâ tebâğadû. Birbirinize buğz etmeyin. O vardı.
Ve lâ tehâsedû. Haset etmeyin. O vardı.
Ve kûnû ibâdallâhi ihvânen. Demek ki burada kopartmak, ilişkileri kopartmak kelimesi fazla, onu şey yaptı.
Ve fî rivâyetin. Bir başka rivayette de.
Ve lâ tehâcerû. Birbirinizden hicret etmeyin.
Peygamber Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicret etti, yani oraya gitti.
Birbirinden hicret etmek ne demek?
Uzaklaşmak demek. Birbirinizden uzaklaşmayın, yakınlığı devam ettirin. Birbirinizden küsüşüp, uzaklaşmayın.
Ve lâ yebi’ ba’duküm alâ bey’i ba’dın. Hah burada geldi. Sizden biriniz, bir arkadaşınızın alacağı mala müşteri olmasın, gidip o anda.
O başında iken gidip, ona o da müşteri olmasın. Onu alacağı mala, o da müşteri çıkmasın.
Neden?
Ticaretini bozar, fiyatı arttırmaya sebep olur.
Beklersin, o gider, ondan sonra. Cevabı alır yani vermiyorum der.
400 olmaz mı?
Olmaz dedi.
Tamam sen gidersin o zaman olmaz dedi ara şey yaptı, o zaman gidersin.
Revâhu müslimu bi-külli hâzihi’r-rivâyâti. Bütün bu rivayetleri Müslim rivayet etmiş.
Ve rava’l-buhâriyyu ekserahâ. İmam Buhârî de çoğunu rivayet etmiş. Bazıları yok İmam Buhari’de.
وعن معاوية رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: "إنك إن اتبعت عورات المسلمين أفسدتهم، أو كدت تفسدهم". حديث صحيح رواه أبو داود بإسناد صحيح.
Ve an Muaviyete radıyallahu anhu kale semi’tü Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem yekûl. Muaviye’den, rivayet olunduğuna radıyallahu anh Peygamber Efendimizin şöyle dediğini duymuş, rivayet etmiş.
İnneke ini’t-teba’te avrâti’l-müslimîne efsedtehüm ev kidte tüfsidühüm.
Peygamber Efendimiz ne buyurmuş?
Eğer sen, Müslümanların ayıplarını görünce şunun aslını bir anlayayım diye peşine düşersen ayıplarının, iyice kökünü, astarını arayayım dur bakalım bu olayı iyice bir şöyle bir gazeteye yazılacak hale bir getireyim gibi böyle öğreneyim diye şey yaparsan ne yapmış olursun onu?
Efsedtehüm. Onu sen bozmuş olursun. Fesada, günaha, kötülüğe itmiş olursun.
Çünkü ayıp meydana çıktı mı adam da küstahlaşır, belli oldu artık benim ayıbım der. Ayıpları örtmek lazım, onun için. Ayıpları ortaya koydun mu olan oldu artık, bundan sonra ne olursa olsun diye kötülüğe itmiş olursun.
Ev kidte tüfsidühüm. Neredeyse bozma durumu, bozulma durumuna itmiş olursun diyor.
Demek ki ayıpları araştırmayacağız, mümkünse örteceğiz, gerekiyorsa kenara yavaşçacık çekip, “kardeşim ben seni seviyorum ama şöyle bir şey yaptığını gördüm. Hadîs-i şerîf te bunu Peygamber Efendimiz yasaklamış. Günah bu, lütfen bunu yapma, düzeltiver bunu”. Tamam böyle olur. Amma fâş etmek, sırrını ayıbını yaymak, bu olmaz.
وعن ابن مسعود رضي الله عنه أنه أتي برجل فقيل له هَذَا فُلاَنٌ تَقْطُرُ لِحْيَتُهُ خَمْرًا فَقَالَ إِنَّا قَدْ نُهِينَا عَنِ التَّجَسُّسِ وَلَكِنْ إِنْ يَظْهَرْ لَنَا شَىْءٌ نَأْخُذْ بِهِ .
Ve an ibni mes’ûdin radıyallahu anh.
Bu bir önceki hadîs-i şerîf, Muaviye’den rivayet edilmiştir diye geçti ya. Üç tane Muaviye bahis konusu. Bir, Muâviye b. Ebû Süfyân. Emevî devletinin kurucusu. İki, Muâviye B. Hâkem es-Sülemî. Süleym kabilesinden. Bu, Peygamber Efendimizden 13 hadîs rivayet etmiş. Üçüncüsü, Muâviye b. Hayde. Üç Muâviye var. Burada hangisi olduğu söylenmiyor. rıdvanallahi aleyhim ecmain.
Bu sonuncu hadîs-i şerîf ,İbn Mes’ud radıyallahu anh’den. Kur’an-ı çok iyi çalışan, sahabeden mübarek zat.
Ennehû ütiye bi-racülin fe-kîle lehû hâzâ fulânün takturu lihyetühû hamran fe-kâle innâ kad nühînâ ani’t-tecessüsi velâkin in yazhar lenâ şey’ün ne’huz bihî.
Hadisün sahihun revâhu Ebû Da’vud b-isnâdin ala şarti’l-Buhârî ve Müslim.
Şimdi bu İbn Mes’ûd radıyallahu anh, ashâbdan Mekkeli bir sahabe idi. Peygamber Efendimiz’den sonra vali filan oldu, ama hangi şehre olduğuna bakıyorum, nereye vali olduğunu bur da yazıyor mudur diye. Sanıyorum Basra veya öyle bir şehre vali de oldu, İbn Mes’ud sonradan. Hani Peygamber Efendimizin, irtihal-i dâr-ı bekâ etmesinden sonra Hz. Ebu Bekkr-i Sıddîk, Ömerü’l-Faruk zamanında bu sahabe-i kirâmın hepsi, bir yere vali oldular. Çok sıkıntılar çektiler, bir hurma ile yetindiler, bir çul, örtecek çul bulamadılar. Çook aç kaldılar, açık kaldılar, ızdırap çektiler, savaşlara katıldılar. Sonra Cenâb-ı Hak dünyalığı açtı bunların önüne, zengin oldular, evlendiler, konak sahipleri oldular.
Sanıyorum bu İbn Mes’ûd’un hem valiliği var, hem de çok zürriyeti geniş oldu. Hepsi rahata erdiler, bir de öyle imtihan. Bir öyle imtihan, bir öteki türlü.
Şimdi bu İbn Mes’ûd’a bir adam getirilmiş. Niye ben bunları anlatıyorum?
İbn Mes’ûd’a bir adam getirildi.
Bir adam tutulup da bir adama niye getirilir?
Bir idari görevi var da herhalde ondan, durup dururken getirilmez.
Fe-kîle lehû. Ve denildi ki:
Hâzâ fulânün. Bu öyle bir adamdır ki.
Takturu lihyetühû hamran. Sakalından içki damlar, bu adamın.
Dımp dımp dımp içki damlar, yani ne demek?
Lıkır lıkır lıkır çok içiyor, sakalından dökülüyor, ayyaş, sarhoş öyle demek yani.
Bu öyle bir adamdır ki, bunun sakalından içki damlar.
Fe-kâle. Onun üzerine dedi ki Abdullah İbni Mes’ud:
İnnâ. Bizler.
Kad nühînâ ani’t-tecessüsi. Biz araştırmaktan, kökünü kurcalamaktan men olunduk. Peygamber Efendimiz tecessüs yapmayın dedi, okuduk ya demin. Tecessüsü yapmaktan men olunduk.
Velâkin. Amma.
İn yazhar lenâ şey’ün. Eğer bir kötülüğü de açıkça görürsek.
Ne’huz bihî. Suçluyu, o suçundan dolayı da yakalarız.
Allahu Teâlâ hazretleri, birbirimizle, güzel kardeşler olarak muhabbetle yaşamamızı ve İslam için güzel işler yapmamızı. Bir de Allah’ın sevdiği şekilde, kardeşliğimizi götürmemizi nasip etsin. Kötü huylardan korusun. Dargınlıktan, kırgınlıktan, hasetleşmekten, birbirimizin ayağına çelme takmaktan, ayağının altına karpuz kabuğu koymaktan, sırtına arkasını döndükten sonra hançer saplamaktan vesaireden Allah bizi korusun.
En sevaplı ibadetlerden birisi nedir?
İbadet, namaz, zikir, hac, oruç, itikâf gibi ibadetler içinde en sevaplılardan bir tanesi nedir?
Mü’minin mü’mini Allah için sevip, dost olmasıdır.
En sevaplı, hem de koley, heç de zor deel. [2] Ben seni seviyorum, gönül ferman dinlemez, o kadar.
Bunun, var mı bunun bir ağırlığı?
Zor değil, zahmetli değil, sıkıntılı değil, ben seviyorum. Ne yapayım, gönül ferman dinlemez seviyorum. Çok sevap. Mü’minin, mü’mini sevmesi çok sevap, en sevaplı işlerden birisi. Hem de Cenâb-ı Hak en büyük mükâfatı verecek.
İşte inşallah böyle taklit yaparken, tahkike ereceğiz. İnşallah uyduruk kaydırık yaparken, güzel yapmayı öğreneceğiz.
Yavaş yavaş vaziyeti ayarlayacağız. Adam gibi muamele etmeyi, sevmeyi, tam Müslüman gibi kardeş olmayı, bir zaman gelecek öğreneceğiz. Şimdi çok kusurluyuz, çok dikenliyiz. Yanımıza birisi geldi mi, yandım Allah diye bağırıp gidiyor. Orda diken burada diken, her tarafımız dikenli. Kaynana dili bitkisinin meyvesi gibiyiz yani, amma inşallah düzeleceğiz, bu oyunu oynarken. Talim, talim, talim, ondan sonra inşallah severiz birbirimizi.
Ha bu birbirini muhabbet etmek, sevmek, yalnız böyle er kişilere mahsus değildir. Hem de aynı zamanda, hemi hanımlar için de aynı şeyler, ahkâm vardır, böyle biline. Hanımlar birbirlerine dedikodu yapamaz, haset edemez, gıybet edemez, darılamaz, küsemez.
Tamam mı?
Temam mı?
Yaa bütün ağır ağır ithamlar, bu ağır ağır laflar, yenilmez yutulmaz hazmedilmez, sadece ve sadece er kişilere değildir. Hanımlar da, bu vazifelerle muvazzaftırlar, onlar da birbirlerini sevecekler. Hem de kusurlarına rağmen.
Neden?
Hoppala, kusurlarına rağmen sevecekmişim.
Evet. Mü’min, mü’mini kusurlarına rağmen sevecek.
Neden?
Kusursuz kul olmaz da ondan.
Va mı?
Yok.
Her kulun, bir kusuru vardır. Allah bilir, arkadaşlar da bilir, hanımı da bilir, çocuğu da bilir, komşusu da bilir. Herkesin kusuru vardır. Kusurlarına rağmen sevecek, kusurlarına rağmen, kusurları varken.
Onun kusuru var, ben onu sevmiyorum.
Yoo, öyle şey yok, kusur olsa da sevecek. Hanımlar da öyle. Hanımlar da öyle, beyler de öyle.
Allahu Teâlâ hazretleri ,güzel müslüman olmayı hepimize nasip etsin.
Niyetlendik. Burada tornaya, tesviyeye girdik ama, ne kadar yontulduk, o sivriler, çapaklar ne kadar gitti? Ömer Yaprak kardeşim bilmiyorum ben. Yani çok çapaklı bizim dökümler, tornada tesviyede ne kadar parladık, yontulduk?
İnşallah! İnşallah çıkınca, pırıl pırıl, yeni tornadan çıkmış bir Müslüman. Günahları da silinmiş, ooh tezgâhtan da yeni çıkmış bir Müslüman, olarak güzel işler yaparız inşallah.
Allah hepinizden razı olsun.
Bi-hürmeti esmâihi’l-hüsnâ ve habîbihi’l-müctebâ ve bi-hürmeti esrâri sûrati’l-Fâtiha.
[2] Hocamız burada bu lehçe ile konuşuyor, onun için kelimeler konuştuğu gibi yazıldı.