el-Hamdü li'l-lâhi rabbi'l-âlemîn, hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi, alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Hamden kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih. Hamden lâ âhire li-kâilihî illâ rıdâ.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidi'l-evvelîne ve'l-âhirin ve imâmi'l-müttakîn ve tâci ruûsinâ ve tabîbi kulûbinâ ve üsvetini'l-haseneti Muhammedini'l-Mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi'l-cezâ.
Emmâ ba'd:
Değerli kardeşlerim!
Zikir ile ilgili konuşma oldu. İnşaallah o kayıt faydalı olur. Başka yerlerde de dinlenildiği zaman, dinleyenlerde zikre karşı bir aşk, şevk, muhabbet, istek ve devam etme hususunda bir gayret husule gelir.
Tasavvufun, tarikatin önemli çalışma gruplarından, önemli hedeflerinden, işlerinden, vazifelerinden birisi daha vardır; o da ahlâkı güzelleştirmek. Bugün de biraz ahlâk ile ilgili hadîs-i şerîfleri zamanın müsaade ettiği nispette, kaydedip size anlatmak üzere getirmeye çalıştım.
Ahlâk; şahsî, ferdî ve içtimâî bir hadisedir. Şahsî ve ferdîdir çünkü insanın içindedir. İnsanın, içiyle içyapısıyla ilgili bir husustur.
Tek başına olan bir insanın ahlâkî davranışı kime karşı olacak?
Ahlâk olayı; insanlar arasındaki içtimâî yaşamdan kaynaklanan ve orada beliren bir vakıadır. O bakımdan sosyal bir olaydır.
Hani insanın malı olsa, dükkânı olsa ama hiç müşterisi olmasa ne olacak?
Ahlâk denilen vakıa, başka insanlarla münasebetlerde ortaya çıkar.
Bilgilerimizi hatırlamaya, tazelemeye çalışalım:
Ahlâk kelimesi, hulk kelimesinin çoğuludur. Orta harfi cezmli, sâkin; hulk. Veya orta harfi ötreli, huluk. Hulk veya huluk. Çoğulu "ahlâk" geliyor.
Aynı kökten bir de hı harfi üstünlü olan halk kökü var. Yine hı ile. Halk, "yaratma ve yaratılma" demek. Allahu Teâlâ hazretleri Hâlık'tır, yaratandır. Yarattığı şeyler mahluktur, mahlukâttır. "Allah, insanları halk etmiştir. Cinleri, melekleri halk etmiştir." diyoruz. Yaratmak. "İnsanın halkı" denilince "yaratılmış olan maddî cismi" hatıra gelir. Yani dış görünüşü. Omuzları, pazusu, yüzü, kaşı, gözü, âzâsı, cevârihi. Bu halk. "Bir kişinin halkı" deyince, "yaratılmış olan maddî bedeni" hatıra gelir. Huluku denince, hulku denince; "görünmeyen yaratılışı, sîreti, ruhu, ahlâkı ve içyapısı" mânasına gelir.
Dış görünüşe "sûret" de diyoruz. Sûret; "şekillendirilmiş, şekli tasvir edilmiş olan görünümü" içe de "sîret deniliyor. Sîret aslında "gidiş" demek; "seyir etmek" kökünden geliyor. "İçinin hâl ve gidişi" sîreti. Dış hâli, sûreti.
Sûret ve sîret.
Şöyle bir hadîs-i şerîf nakledilmiş:
Mâ hassena'l-lâhu halka'mriin ve hulukahû fe-tut'imehü'n-nâr.
Bu hadîs-i şerîfte, halk ve huluk kelimeleri beraber kullanılmış; onun için zikrediyoruz.
Mâ hassena'l-lâhu halka'mriin ve hulukahû. "Allah bir kişinin halkını güzel etmişse yani bedeni, vücudu; boylu poslu, selvi gibi güzelse" ve hulukahû "Ve ahlâkını, içini, sîretini, hâl ve gidişâtını da güzel etmişse;" fe-tud'imehü'n-nâr. "Ondan sonra ateş onu yesin; bu mümkün değildir. Yemez! Yani cehenneme girmez, cehennemlik olmaz!"
Bu huluk; insanın içyapısı, görünmeyen yapısı, evsâfı, kalitesi -nicelik ve nitelik diyoruz o durumu- iki çeşittir. Birisi hılkîdir; hilkattendir. "Fıtrî, hılkî, vehbî, cibillî" diyoruz. Yaratılmış olduğu şekil.
Mesela bir adam hızlı konuşur.
"Ya mübarek! Sözlerini anlayamıyorum; biraz yavaş konuş, tane tane konuş!"
Mümkün değil! Semiallâhü limen hamideh, Rabbenâ leke'l-hamd. Bakarsın el-hamdü li'llâhi rabbi'l-âlemîn… …Vele'd-dâllin, Âmin. Hemen bitirir; artık değişmez. Onun kelimeleri sıralayışı, yaratılışı, tabiatı o. Bu yaratılışa, mayasına, -maya; sanki bir pasta veya bir yemeği yaparken yumurta, un, şeker, vesaire katılması gibi- karışımına deniliyor. Mizaç zaten "meczedilen şeyler" mânasına geliyor.
Mizacında konulan malzemeden dolayı bir insan ağırdır veya hızlıdır veya asabidir veya sakindir veya şöyledir veya böyledir. Mayasına girmiş, mayasında mevcut malzeme oksijen, hidrojen, neyse artık; böyle element durumunda olan şeyler değişmez. Bir adam aceleci yaratılışta ise o acelecidir. Sakin tabiatlıysa sakin tabiatlıdır. Pat diye patlayan bir insansa çok iyi kalpli de olabilir ama fevrîdir. Patlar! Ondan sonra pişman olur, özür diler, vesaire. Sakinse sakindir. Kimisi çıt çıkarmaz, kaşını kıpırdatmaz, yüzünün hattı oynamaz, renk vermez.
Yaratılışlar farklı farklıdır. Peygamberler aleyhimüssalavâtü ve'tteslîmât farklı farklıdır. Hz. Musa aleyhisselam asabiymiş. Tur dağından inince Harun aleyhisselam'ın sakalına yapışmış. Bakmış ki buzağı heykeli yapılmış, millet buzağının karşısında tapınmaya geçmiş. Yaka yok demek ki sakalına yapışmış. Yakası olsaydı yakasına yapışırdı. Sakalına yapışmış;
"Ey biraderim? Sen bu durumu görmedin mi? Böyle bir buzağı yapmaya nasıl müsaade ettin?"
Yebneümme lâ te'hüz bi-lıhyetî ve lâ bi-re'sî. "Ey anamın oğlu!"
Kur'ân-ı Kerîm'e göre ötekisinin cevabı da böyle.
"Ey anamın oğlu! Benim başımı, sakalımı çekiştirip durma!"
Demek başından da çekiyor, sinirlenmiş, Hz. Musa bu. Sinirlenmiş; "Halk beni önemsemedi, çiğnedi geçti, aldırmadı bana!"
Ve kâdû yaktülûnenî. "Beni öldürmeye kalktılar! Zapt edemedim bu azgınları! Ben istediğimden değil. Kusuruma bakma." diyor.
Harun aleyhisselam'ın tabiati öyle. Musa aleyhisselam'ın tabiatı böyle. İkisi de peygamber.
İbrahim aleyhisselam.
İnne İbrâhîme le-evvâhün halîm. "İbrahim aleyhisselam çok halim selimmiş. Çok ah vah edici, gözü yaşlı, hassas kalpli bir insanmış."
Evvâh; "Çok ah edici." Demek ki çok duygusal bir kimseymiş; duygusal yönü derin, engin olan bir kimseymiş.
Hz. İsa aleyhisselam'ın tabiati ayrı.
Peygamber Efendimiz. Tabiati en mütenasip, en güzel olan. Kur'ân-ı Kerîm bütün kitapları içine toplamış.
Fîhâ kütübün kayyimeh. "Bütün hakikatler, eski peygamberlere indirilmiş olan bütün mâlumat, malzeme Kur'ân-ı Kerîm'de mevcut."
İbrahim aleyhisselam'a indirilen suhuf. Hangi peygamberlere hangi suhuf indirilmişse Tevrat, İncil ve Zebur'da ne varsa hepsinin hakâiki Kur'ân-ı Kerîm'in içinde.
Hepsinin; bütün eski ilâhî vahiylerin ve dinlerin hepsinin aslı, esası, özü bizim şu anda bulunduğumuz İslâm'da. İslâm, hepsini çatısında toplamış olan din. Hülâsası, sonucu, özü ve müzesi. Müze! Hepsi İslâm'ın içinde mevcut.
Peygamber Efendimiz'de bütün peygamberlerdeki çeşitli huyların hepsinin koleksiyonu mevcut. Eşref-i ekremü'r-rusül! "Peygamberlerin en kerîmi, her bakımdan evsâfı en müstesna insan."
Elhamdülillah! Çok şükür ki karşımızda böyle bir nümûne-i imtisâlimiz var. Hazır; bir ömür boyu ne yaptığı satır satır, an an, saat saat, gün gün tespit edilmiş. İnsanlığın zirvesi! En üstün insan; en yüksek dereceli, en yüksek mertebeli peygamber, Peygamberimiz! Bu büyük bir mazhariyet.
Peygamber Efendimiz cennette en yüksek derece için
"O bir yüksek makamdır! Sanıyorum ki oraya sadece ben çıkacağım! Benden başkası çıkmayacak!'"
-Makâm-ı Mahmûd'u kastederek anlatırken- şöyle diyor:
Makâm-ı Mahmûd'un sahibi, huluk-u azîmin sahibi Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem.
Bir ahlâk âbidesi. Öğrenmek için, tatbik edebilmek için soruyorlar:
"Onun ahlâkı nedir?"
Tabi Hz. Âişe anamız, onun zevce-i mutahherası olduğu için ona sormuşlar:
Yâ ümmü'l-mü'minîn! "Ey anacığımız! Söyle! Peygamber Efendimiz'in ahlâkı nasıldır?" O da:
"Sen Kur'an okumaz mısın?" buyurmuş.
Kâne hulükuhü'l-Kur'ân. "Peygamber Efendimiz'in ahlâkı, Kur'ân-ı Kerîm idi!"
Kur'ân-ı Kerîm'in bütün âyetlerinin ifade ettiği, gösterdiği hedefleri yakalamış, tahakkuk ettirmiş bir insan!
Kane hulükuhü'l-Kur'ân. Yani yürüyen, canlı Kur'ân-ı Kerîm Peygamber Efendimiz. Mushaflarda satırlar, Peygamber Efendimiz'de mücessem, onun hayatta uygulaması. Teşekkül etmiş, müşekkel, mücessem Kur'ân-ı Kerîm, canlı Kur'ân-ı Kerîm Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem.
Bir fıkra anlatılır: Avrupalılar çok ileri bir kompüter yapmışlar. Çok mükemmel. Övünüyorlar. Bütün dünyadan müşahitler çağırmışlar;
"Öyle bir eser ürettik, öyle bir kompüter yaptık ki gelin görün mârifetlerini!" demişler. Herkes toplanmış.
"Nedir marifeti?"
"Ne sorarsanız cevap verir!"
Soruyorlar; hangi soruyu sorsalar makine çalışıyor; hemen cevabı veriyor! Hemen altından bir kâğıt çıkıyor, çektiğin zaman bakıyorsun; cevap orada hazır! Bütün soruları bilen bir makine. Bütün bilgileri depo etmiş.
Bizim Türk müşahit de makinenin yanına gitmiş. Makinenin kulağına eğilmiş, bir şey söylemiş. Makine tangur tungur, paldır küldür, çalış babam çalış! Herkes merakla bakıyor. Cevap yok. Dumanlar çıkmaya başlamış ve durmuş.
"Ne oldu? Ne yaptın sen bu makineye? Rezil ettin bizi, makineyi mahvettin, makine bozuldu!"
"Hiç!" demiş, "Gittim; ‘Ne var ne yok?' diye sordum!"
Ne var? Ne yok?
Ver bakalım cevabı. Zavallı makine var olanları sıralayacak; bir de yok olanları sıralayacak.
Mümkün mü?
Var ve yok olanları sıralamak mümkün değil; çatlamış!
Peygamber Efendimiz'in ahlâkı neydi?
Hz. Âişe anamız, zeki, âlime, çok büyük ilmî meziyetleri olan bir hanım.
"Sen Kur'an okumaz mısın?" demiş.
Kâne hulükuhü'l-Kur'ân. "Onun ahlâkı Kur'ân-ı Kerîm'di!"
Hakikaten de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e hangi âyet-i kerîme inmişse onu hayatında uygulamıştır. Mesela "Mücessem örnekler, numuneler olsun." diye söylüyorum.
Sebbih'isme Rabbike'l-a'lâ. "Âlâ olan Rabbinin ismi ile tesbih eyle. İsmini tesbih eyle!"
Efendimiz hemen: "Bu; sübhâne Rabbiye'l-a'lâ'yı secdede söyleyin, tesbih eyleyin!" buyurmuş.
Fe-sebbih bi'smi Rabbike'l-azîm. "Azîm olan Rabbinin ismiyle tesbih eyle!"
"Bunu da rükûda söyleyin!" buyurmuş.
Âyet inmiş, hemen uygulama yeri belirlenmiş; derhal, aynen uygulanmış. Bu misal hatırda kalabilir. Hangi âyet inmişse Efendimiz onu tatbik etmiştir; ona göre hareket etmiştir. Ve hayatı; Kur'ân-ı Kerîm'in hayata yansıtılmış, elle tutulur, gözle görülür, kulakla işitilir, herkes tarafından anlaşılabilir, algılanabilir bir mücessem hâlidir.
Allahu Teâlâ hazretleri tevfikini cümlemize refik eylesin. Sevdiği razı olduğu amelleri işlemeye muvaffak eylesin. Hulâsa ilmi âl işin sonunda sevdiği kul olmayı nasip eylesin. Huzuruna sevdiği, razı olduğu, kul olarak varmayı nasip eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin.