Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh, alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-din. Emmâ ba’dü fe kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
İ’tikâfu aşrin fî ramadâne ke hacceteyni ve umreteyni.
Çeşitli râvilerden nakledilmiş çeşitli rivayetleri olan bir hadîs-i şerîf.
Ali b. Hüseyin, babası Hz. Hüseyin’den rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
“Ramazan’ın 10 gün itikâfı, iki hac ve iki umre yapmak kadar sevaplıdır”
Aşır, 10 demek. Bir ayda üç tane 10 vardır. Araplar bunları özel isimle adlandırırlar: El-aşrü’l-evâil, ilk 10; el-aşrü-evasid, ortadaki 10 gün, 11’inden 20’sine kadar olan 10 gün; el-aşrü’l-evâhir, en sondaki 10 gün derler.
“Ramazan’ın 10 günlük itikâfı…” diyor ama biz başka hadislerden, Peygamber Efendimiz’in Ramazan’ın son 10 gününde oruç tuttuğunu bildiğimiz için bu hangi aşır?
Sonuncu, en sonuncu aşır olduğunu söyleyebiliriz.
Ramazan’ın son 10 gününde itikâf yapmak iki hac ve iki umre sevabı kazandırıyor, o kadar sevaplı. Burada öyle bildirilmiş.
Tabii bir insanın hac borcu varsa -zengin, hacca gitmemiş- hac etmesi lazım. Haccetmesi gereken, farz haccını yapmamış olan kimse düşünse dese ki;
“Madem bu hadîs-i şerîf böyle, o zaman ben memleketimde 10 gün itikâfa gireyim, bir tane değil iki hac sevabı iki umre sevabı alayım?..”
Olur mu?
Olmaz. Çünkü bunlar farz ibadeti karşılamaz. Gidecek farz ibadeti orada yapacak. Ama Ramazan’ın son 10 gününde insan itikâf ederse, farzın dışında sanki iki defa haccetmiş iki defa umre yapmış gibi sevap alıyor.
“İtikâf etmek” herkesin duymadığı bir söz olabilir.
İtikâf etmek ne demek? İbadet etmek deyince namaz, oruç vs. aklımıza geliyor ama itikâf etmek ne demek?
İtikâf; “İbadet maksadıyla bir mescide gelip yerleşip orada kalmaya devam etmek” demek.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem mübareğin evi camiye bitişik olduğu hâlde, kapısını açtığı zaman caminin içine girdiği hâlde Ramazan’ın son 10 gününde evinde durmazdı. Gelip camide yatar camide ibadet için dururdu.
Neden böyle yapılıyor?
Çünkü evinde kalsa evdeki tabii aile hayatı devam edecek. Hâlbuki Ramazan’ın son 10 gününde Cenâb-ı Hakk’a çok ibadet etmek istiyor. Artık aile ilişkilerinden, çalışmalarından, görüşmelerinden de tamamen [sıyrılarak] mescide giriyor. Zaten hadîs-i şerîflerden biliyoruz ki;
Bir insan mescide girip oturdu, namazı bekliyor. Ezan okunmamış. Geldi, mescitte oturuyor. Mescitte oturduğu müddetçe namaz kılıyor gibi sevap yazılmaya başlar. Taksicinin taksimetresi çalışmaya başladığı gibi.
Adam isterse dursun, dursa bile çalıştırmaya başladığı zaman sevap kazandığı gibi camide durduğu müddetçe namaz kılmış gibi sevap kazanır.
Gelecek, gece gündüz camide yatacak kalkacak, ibadet edecek!..
Yatmak insanın hakkı, yatmak akünün doldurulmasıdır.
İnsan hiç yatmasa ne olur?
Bir gün dayanır, bir gün daha dayanır, ikinci gün bayılır düşer. Yatmak, ibadetin ve faaliyetin devamı için aküyü doldurmak gibidir, lazım. Yemek yemek de lazım, yatmak da lazım.
Niye yatıyor, niye çalışmıyor?..
Çalışmak için yatıyor. Eğer yatmazsa çalışamaz, gücü kuvveti kalmaz. Yatsa bile camide -yatmak insanın tabii hakkı- ibadete yazılır. Onun için camide itikâf etmek, ibadet maksadıyla camide durmaya girişmek çok sevaptır.
Ramazan’ın son 10 günlerinde Efendimiz camide itikâf yapardı. Yalnız bir sene Mescid-i Saadeti’ne gelmiş.
Bir de bakmış ki çarşaflar gerilmiş, birtakım bölgeler mescitten ayrılmış.
“Bunlar ne?” dedi. Dediler ki;
“Yâ Resûlallah, hatunlar da sevap kazanmak için böyle yer zapt ettiler, çevirdiler. Onlar da mescitte ibadet edecekler.”
Peygamber Efendimiz o zaman mescitte itikâfa girmedi. Çünkü hanımların evlerinin köşelerinde itikâf etmesi onların şartlarına daha uygun. Mühim olan Cenâb-ı Hakk’a vaktini, gününü, her şeyini ibadete tahsil etmek değil mi? Orada daha güzel. Erkeklerin camide yapması daha güzel. Çünkü kadınlarla erkeklerin ayrılması lazım. İkisi de camide buluşuyorsa o zaman evdeki buluşma gibi oluyor, olmaz.
Çok sevaplı bir ibadettir. Eğer bir beldede, Stockholm’de, Malmö’de, Kopenhag’da, Hamburg’da, İstanbul’da, Bursa’da, bir şehirde bir köyde hiç kimse camide itikâfa girmese, oranın bütün Müslümanları mânevî bakımdan cezalı, sorumlu olurlar!
Niye?
Peygamber Efendimiz’in itikâf sünnetini siz burada yapmadınız diye! Ama içlerinden bir arkadaş çıkar, itikâfa başlarsa hiç olmazsa bir tanesi yapıyor diye o belde halkından sorgu kalkar.
Onun için itikâfa derler ki sünnet-i kifâye; birisinin yapmasıyla kâfi geliyor, kifayet oluyor. Ötekiler yapmasa da Allah cezalandırmıyor, ceza vermiyor. Onun için beldelerinize bunu anlatın.
Herkesin itikâf etmesi lazım. Cenâb-ı Hakk’a ibadetini, zamanını tahsis edip nasıl kulluk edileceğini denemesi lazım. Hele biraz tecrübeli olan insanların yanında bunu yaparsa daha da uygun olur.
Bir şey daha söyleyeyim, ona da niyet edin:
İsterseniz şimdiden bilgisayarınıza yazın, defterinize yazın. Bazılarının cep bilgisayarları oluyor, hemen tık tık yazıyorlar.
Kurban Bayramının arefesinde oruç tutmak çok sevap! Hacılar Kurban Bayramı’nda hacca gidiyorlar ya, siz de burada kalıyorsunuz ya. Arefe günü, ertesi gün Kurban Bayramı ya, Kurban Bayramı arefesinde oruç tutmak çok sevap! Kurban Bayramı arefesinde oruç tutmak çok sevap!
“Hocam, madem bize yazdırmak istiyorsunuz, onu da önceden biliverelim; sevabı nedir?”
Peygamber Efendimiz müjdeliyor ki;
“Bir insan arefe gününde oruç tutarsa; hem geçmiş yaşamış olduğu senenin günahları af oluyor, hem de gelecek senenin günahları af oluyor!”
Allahu ekber!
Bu ne demek?
Ben bundan şunu sezinliyorum: Cenâb-ı Hak bir de bir sene daha yaşama bereketi verecek.
Adam hemen Kurban Bayramından sonra ölecekse o senede de günahın affı ne demek?
Sezinliyorum, tahmin ediyorum, hadîs-i şerîf üzerinde kafamı çalıştırıyorum. “Herhâlde Allah bir sene daha yaşatacak ki, o yaşadığı senedeki günahları da bağışlıyor” diyorum. Onun için onu da yazın!
Başka neyi yazacaksınız?
“Daha ilerde önümüzdeki sene Ramazan geldiği zaman Ramazan’ın son 10 gününde bu hadîs-i şerîfe dayanarak oruç tutacağım.”
Kadınlar şimdi içeriden diyorlar ki;
“Hocam, biz de o sevapları kazanmak istiyoruz.”
Tamam, siz de kazanın ama siz burada itikâfa girmeyeceksiniz. Evinizin bir köşesini mescit edineceksiniz. Orada, tam mescitte yaşıyor gibi yaşayıp sizde 10 gün itikâf yapabilirsiniz. Ama beyinin izni ile!
Kadının dindarlığı, oruç tutması, itikâfa girmesi beyinin izniyle olur.
İkinci hadîs-i şerîfe geçiyoruz.
İ’dilû beyne evlâdiküm fi’n-nihali kemâ tuhibbûne en ya’dilû beyneküm fi’l-birri ve’l-lutfi.
en-Nûman b. Beşîr radıyallahu anh’ten Beyhakî, Taberânî İbn Hibban rivayet eylemiş. Evlatlarla ilgili; babalara, annelere bir nasihat! Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
İ’dilû. “Adalet ediniz, eşit davranınız.” İ’dilû beyne evlâdiküm fi’n-nihali. “Hediyeler, ikramlar, verdiğiniz bağışlar konusunda evlatlarınızın arasında adalet yapınız.”
Eşit, adaletli davranınız. Birisine çok, ötekisine yok. Öyle şey olmaz!
Kemâ tuhibbûne en ya’dilû beyneküm fi’l-birri ve’l-lutfi. “Onların size evlatlıklarında itaatli olmalarında adaletli davranmalarını, güzel, lütufkâr muamele etmekte ölçülü davranmalarını istediğiniz gibi siz de onlara adaletle muamele edin!”
Annelerin babaların görevlerindendir; çocuklarını ayırmayacaklar, hepsini severken bile eşit muamele edecekler. Birisini kucağına alıp seviyor, öteki kenarda surat asıyor.
Neden?
Karnı ağrıyor. Çocuğun karnı ağrımaya başladı.
“Babam kardeşimi aldı; hoplatıyor, öpüyor, onunla oynuyor. Yahu biz insan değil miyiz, bizim canımız yok mu?..” gibilerden gitti, çocuk surat asıyor.
Neden?
Kıskanıyor. “Karnı ağrıyor.” dedim, şaka söylüyorum. Kıskanıyor. Farkında olmasa bile böyle bir duygunun içine düşer. Onun için bir dizine birisini alacaksın öteki dizine birisini, bir onu öpeceksin bir onu; adaletli. Farklı davrandığın zaman çocuklarda çeşitli ruh sıkıntıları, çeşitli sorunlar ortaya çıkar.
Sonra çocuklarınıza sertlikle değil sevgiyle terbiye verin!
“Bana bak öyle yapma, bir tane patlatırım haa! Ensene bir tane çakarsam dokuz takla atarsın ha!..”
Terbiye bu değil!
Nasıl olacak?
Severek sevdirerek! Siz onu seveceksiniz, öperek koklayarak tatlı bir şekilde yapacaksınız.
Neden?
Döverek yapılan terbiyede, zorla yaptırımlarda çocuk zoru gördüğü için yapar. Ama sonra onda ters tepki doğurur, çocuğun huyu bozulur, kötü huylu olur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
“Çocuklarınıza asaletli insan muamelesi yapın!”
Bu ne demek?
Valinin çocuğu senin evine gelse ya da mesela İsveç kralının -asil, asaletli kral ya- oğlu yanına gelse ona; “Höt, öyle yapma! Hüt, oraya oturma, bir tane çakarım, dokuz takla attırırım ha!..” diyebilir misin?..
Diyemezsin.
Neden?
Hatırı var, asaletli.
Peygamber Efendimiz; “Çocuklarınıza asaletli muamele yapın!” diyor, öyle yapacaksınız.
Elin asaletli çocuğuna güzel muamele yapıyorsun da kendi öz ciğerparen çocuğuna niye böyle sert muamele yapıyorsun?
Herkes basıyor azarı, basıyor şamarı; olmaz!
Nasıl olacak?
Yumuşak yumuşak, tatlı tatlı öğreterek!
“Gel evladım, bak sen bunu böyle yapıyorsun ama bunu böyle yaptığın zaman şu olur…”
Peki, çocuğa ceza verilmez mi?
Verilir.
Hak ettiği zaman usulüne göre ceza vermek lazım ki kötü şeylerin kötü olduğunu anlasın. Ceza vermemek de çok yanlıştır.
“Dokunmayın çocuğa…”
Hatta eve annesi babası geliyor. Anne baba, torununa bir laf söylediği zaman gelinin suratı asılıyor, kızıyor:
“Bunlar benim çocuğuma ne karışıyor?..”
Niye karışmasınlar, onların torunu! Niye karışmasınlar?!..
Karıştırtmıyor. Kabahat yaptığı hâlde karıştırtmıyor.
“Bırak öyle yapsın…”
“İyi, ben karışmayayım ama sen terbiyesini ver. Sen terbiyesini vermeyince bak çocuk yanlış şeyler yapıyor…”
Yanlış olan şeyin yanlış olduğunu çocuğa söyleyeceksiniz.
“Bu yanlış evladım, bak böyle olmaz. Hadi evladım, öyle yapma! Sen yapmazsan sana balon alacağım…”
Neyi seviyor?
“Balonlu çiklet alacağım, çikolata alacağım, lolipop, dondurma alacağım…”
Güzel bir şey yaptığı zaman mükâfatlandıracaksın ya da kötü bir şey yapmaması için mükâfat vaad edeceksin. Çocuk o işi severek yapacak, kendini tutacak. Böylece kötülükleri de öğreterek iyi bir çocuk yetiştirirsin. Sertlik yaptığın zaman çocuğun huyu bozulur, karakteri çöker, aşağılık bir çocuk olur.
Sen aşağılık muamele yapınca çocuk aşağılık olur! Çocuğun aşağılık bir çocuk olmasını istemiyorsan çocuğa asaletli muamele yapacaksın. Bağırmadan, kibar konuşarak yapacaksın. Valinin çocuğuna konuşmak zorunda olduğun gibi...
Üçüncü hadisi şerif;
A’zamü’n-nâsi hakkan ale’l-mer’eti zevcühâ ve a’zamü’n-nâsi hakkan ale’r-racüli ümmühû.
Hadîs-i şerîf Hz. Âişe-i Sıddîka validemizden rivayet olunmuş. Hâkim, Müstedrek’ine kaydetmiş; Kitâbü’l-Künâ’sında da var. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
A’zamü’n-nâsi hakkan ale’l-mer’eti. “Kadının üzerinde en çok hakkı olan insan…” Tahmin edin.
Kadının üzerinde en çok hakkı olan kimdir?
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Zevcühâ. “Kocasıdır.”
“Babası var anası var?..”
Geçmiş ola, evlendi. Evlendi, şimdi kocası var.
Kadınların da hakları var. Kadınların da erkekler üzerinde, kocalar üzerinde hakları vardır. Karşılıklı. Şimdi bu geldiği için sözün sırası bunda olduğu için bunu söylüyor. Haklar karşılıklıdır. İslâm’da birisinin ezilmesi yok. İslâm nasıl evlâdı bile ezdirtmiyorsa “Çocuklarınıza asaletli muamele yapın!” [diyorsa] kadını da ezdirtmiyor ama kocayı da ezdirtmiyor!
Kadının nafakasını, yemesini içmesini, giyinmesini, barınmasını sağlamak İslâm’da erkeğin görevi, İslâm böyle!
İslâm; “Ben kendiminkini hâllederim, sen de kendininkini hâllet!” demiyor, erkeğe görev veriyor: Sen bu hatuncağıza bakacaksın!
Allah-u Teâlâ hazretleri İslâm’ı tam anlayıp da her şeyi ile tam anladıktan sonra sevmeyi nasip etsin.
Evli kadının üzerinde en çok hakkı olan anası değil, babası, dedesi, oğlu değil, kardeşi değil; kimdir?
Kocasıdır! Hak sahibi kocasıdır, hak kocanın!
Kadını anladık.
Ve a’zamü’n-nâsi hakkan ale’r-racüli.
Adam üzerinde en çok hak sahibi kimdir?
Kadın değildir, ailenin reisi erkektir! Çünkü bir dairede iki tane baş olmaz! İki tane müdür, iki tane müdür odası… İşçilere iki tane te
Demek ki adamın üzerinde hak kimin?
Eşi değil; kim?
Annesi! Adamın üzerinde en çok hak sahibi olan annesidir. Cefakeş anası; onu yetiştiren anası. Annelerin kıymetini de bilecek, anasına da riayet edecek. Tabii riayet edecek ama adaletle edecek.
Çünkü anneler de; “Çocuğumun üzerinde en büyük hak benim!” derken çocuğa; “Gelini döv, şöyle yap böyle yap…” falan derse olmaz! O da aileye ters şey yapmayacak.
Hadîs-i şerîfi Hz. Âişe anamız rivayet etmiş, ilginç bir hadîs-i şerîf. Bunu da öğrenmiş olduk.
Demek ki İslâm’da kendine özgü, çok özel bir hayat nizamı varmış.
Güzel mi değil mi?
Çok güzel, şahane güzel!
İngiltere’den Osmanlı’ya elçi gitmiş. Elçinin hanımı da İngiltere’de yetişmiş. Osmanlı sarayına başşehrine gidiyor. O uzaktan İngiltere’den; “Osmanlılar’da kadınlar haremdedir, hareme kapatılmıştır!..” filan diye okumuş. Ondan sonra gelmiş, İstanbul’daki Osmanlı hanımlarına hayran kalmış! Bilgilerine, zarifliklerine, rahatlıklarına, hoşluklarına hayran kalmış. Uzaktan söylendiği gibi olmadığını [görmüş] ve mektuplarında yazmış. Türkiye’de oturduğu müddetçe Türkiye’den İngiltere’ye mektuplar yazmış. Sonra onlar da neşredilmiş. Hayran!
Biz dünyanın en zarif, en edepli, insan haklarını en iyi koruyan medeniyetini kurmuş, asırlarca onu yaşamış yaşatmışız. Şimdi kimse Osmanlı’yı bilmiyor, Osmanlı yazısını bilmiyor, tarihi anlamıyor, yapılan olayların neden yapıldığını anlamıyor. Sadece kulaktan dolma şeyler.
Osmanlı çok muhteşem!
Bulgaristan’da bir otomobil kaza yapmış, bir hoca arkadaş şahit durumunda kalmış. “Çıkamazsın” demişler. Hoca ramazan ayında kalmış. İstese bırakmazlar. “Yallah yallah çık” derler. Yallah demezler de “çık” derler bırakmazlar. Bulgaristan bu! Ama muhakeme oluyor diye hoca kalmış mı Bulgaristan’da!
Ramazan’da orada camide imamlık yapmış. “Seni bize Allah gönderdi. Allah razı olsun.” diyorlarmış. Tabii Allah gönderir. Allah nasip ediyor. Orada öyle bilgili hoca yokken bu orada Ramazan’da onlara hocalık yapmış. O hoca seneler önce, daha Jivkovlar’ın filan zamanından önceki Bulgaristan’da bir ay kalmış. Buradan sizin arabalarla Yugoslavya’dan Bulgaristan’dan Türkiye’ye gariban gariban gidip geldiğiniz zamanlarda. Kendisi bana anlatıyor:
“Hocam, Bulgarlar Osmanlı’yı öyle methediyorlar ki; ‘Osmanlı zamanında öyle rahattık öyle iyiydik ki ah Osmanlı devri!..’ diyorlar.”
“Huzurluyduk, zengindik, rahattık, tatlıydık…” diye çok methediyorlarmış. Biz değil, Bulgarlar!
Biz elhamdülillah onların torunlarıyız. Yine aynı medeniyeti, aynı insaniyeti, zarafeti, kibarlığı, insan haklarını, saygıyı, sevgiyi, muhabbetli yuvayı biz devam ettireceğiz.
Benim rahmetli annem anlatırdı: Su, eskiden toprak testilere konurdu. Naylon yoktu. Cam da yoktu, olsa bile pahalıydı. Topraktan testi yaparlar, fırına koyarlar, pişirirler; su kabı olur.
Kadın su testisini güneşe koyarmış.
Güneşte ne olur?
Isınır. Güneşe koyarmış, oradan su içermiş. Demişler ki:
“Ey hatun! Testiyi gölgeye koysana!”
Hatta gölgeye koymazlar, rüzgârlı bir yere koyarlar; o esintiden içi serinler. Hele biraz da öyle dışına sızdıran bir testi ise biz onlara çiğ testi deriz. Fırında az pişmiş olunca gözeneklerinden dışarıya su [sızar], dışı ıslanır. Onu da rüzgâra koydun mu o suyun buharlaşmasından buz gibi soğurdu. Eskiden buzdolabı falan olmadığı zamanlarda soğuk su öyleydi.
Testiyi güneşe koyarmış, serine koymazmış.
“Ey hatun! Niye böyle yapıyorsun?” Dermiş ki;
“Benim kocam şu anda harman yerinde güneşin altında harman yapıyor. Buğday biçiyor, döven dövüyor. Güneşin altında testinin ısınmış suyunu içiyor. Benim burada soğuk su içmem yakışık almaz!”
Kadının kocasına gıyabında sevgisine saygısına bak! Osmanlı terbiyesi, bu İslâm terbiyesi işte!
İslâm’da kocanın da hanıma davranışları güzel. Osmanlı uygulamış.
Allah-u Teâlâ hazretleri bize İslâm’ın güzelliklerini görüp bilip öğrenip uygulamayı, hem dünyada hem âhirette aziz, bahtiyar ve mutlu olmayı nasip eylesin.
El- Fâtiha.