es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Size kucaklar dolusu, gönülden sevgiler selamlar. Hepinizin Cumasını tebrik ederim. Allahu Teâlâ hazretleri her hafta başımıza gelen, tekerrür eden bu mübarek bayramı Allah’ın büyük ikramı cuma gününü sizlere mübarek eylesin. Bu günün güzelliklerinden istifade etmeyi nasip eylesin.
Bugünkü konuşmamdaki hadîs-i şerîfleri daha ziyade ahlâk ile ilgili hadîs-i şerîfler teşkil edecek.
Birinci hadîs-i şerîf Hz. Âişe-i Sıddîka validemizden; Peygamber Efendimiz’in hanımı, müslümanların annesidir. Hz. Âişe bizim ve sizlerin, hepimizin validesidir. Binaenaleyh ben arada her zaman vaazımda da söylüyorum. Arapça konuşurdu Hz. Âişe validemiz ve diğer validelerimiz. O hâlde Arapça bizim ana dillerimizden birisi oluyor. Yani biz hem ana dili Türkçe olan kimseleriz diye hem de Arapça olan kimseleriz diye bu latifeyi de bu cuma sohbetinde yine hatırlatayım.
Hepinizin Arapça’yı öğrenmesi lazım. Dinimizin lisanıdır, Kur’ân-ı Kerîm’in lisanıdır. Bütün bilgilerimiz Arapça’yla çok sıkı bağlantılıdır. Arapça’yı öğrenelim. Evet mü’minlerin annesi, validemiz Âişe-i Sıddîka radıyallahu anhâ rivayet ediyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den. Bu hadîs-i şerîften beyler de memnun olacak, vaazımı dinleyen hanımefendiler de memnun olacaklar ve İslâm’ın güzelliği her hadîs-i şerîfte, her hükmünde şeraitin açıkça ortaya çıktığı gibi burada da görülecek. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in ifadeleri şöyle;
من أَكْمَل الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا وألطفهم بأهله
Min-ekmeli’l-mü’minîne imânen ahsenühüm hulukan ve eltefehüm bi-ehlihi.
Sadaka resûlullah fî-mâ-kâl ev ke-mâ-kâl.
Efendimiz buyuruyor ki;
min-ekmeli’l-mü’minîne, “Müslümanların en kâmillerindendir.”
Kâmil, kemale ermiş olgun demek. En kemale ermişlerindendir, olgunlarındandır, imânen.
Hangi yönden?
“İman yönünden. “
İman yönünden, imanca mü’minlerin en kâmillerindendir.
Ahsenühüm hulukan. “Huyca en güzel olanları…”
Demek ki mü’minliğin, müslümanlığın, kemale ermiş olduğunun alâmeti insanın huyunun güzelliğidir.
Ve eltefehüm bi-ehlihi. İkinci cümle çok hoş, her cümlesi gibi, her kelimesi gibi. “Ailesine, ehline, ıyâline en lütufkâr olanıdır.”
Mü’minlerin imanca en kâmil olanlarındandır, ahlâkça en güzel olanları ve ailesine ve ehline en lütufkâr olanları.
Demek ki hepimizin ahlâkımızı en güzel yapmaya çalışmamız lazım ve ailemize, ehlimize hanımımıza, çoluk çocuğumuza, çatımızın altında, yuvamızın içinde, bizimle beraber yaşayan yakınlarımıza lütufkâr olmamız lazım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz cahil bir kavme geldi. Biliyorsunuz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hayât-ı devresine Asr-ı Saadet deniliyor. Peygamber Efendimiz’den önceki o toplumun hayatına da devr-i câhiliyye deniliyor, cahiliyye devresi. Yani cahiliyet devresinde yaşayan insanlara Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz gelince zaman nurlandı, güzelleşti, bir güzel hâle döndü ki tarif edilmez. Devr-i câhiliye, oldu Asr-ı Saadet, Saadet Asrı oldu.
Bu nasıl oldu?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz o toplumu eğitti. Yani cahil olan, cehalet içinde olan, kötü âdetleri olan toplumu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir mürebbi-i İlâhî olarak Allah’ın kendilerine gönderdiği, rahmet olarak gönderdiği, bir lütuf olarak gönderdiği Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem onları eğitti.
Nasıl eğitti?
O kadar detaylı eğitti ki hadîs-i şerîfleri okudukça toplumun liderinin nasıl olması gerektiğinin ve toplumu nasıl eğitmesi gerektiğini görüyoruz. Hiç bir liderde olmayan güzel bir eğitim gayreti, eğitim yüceliği var. Onu belirtecek bazı hadîs-i şerîfleri bu ana hadîs-i şerîfin arkasından sizlere nakletmek istiyorum sohbetimde. Birincisi:
مِنْ أَفْضَلِ الشَّفَاعَةِ أَنْ يُشَفَّعَ بَيْنَ الِاثْنَيْنِ فِي النِّكَاحِ
Min-efdali’ş-şefa’ati en-teşfe’a beyne’l-isneyni fi’n-nikâhi.
buyurmuş Peygamber Efendimiz. İbn Mâce’de rivayet olunduğuna göre;
“İnsanların birbirlerine karşı nasihatte bulunması, şefaatte bulunması var.”
İki kişinin arasını düzeltmek için birisine hatırını ortaya koyarak ricada bulunmaya şefaat diyoruz. Şefaat toplumda yaşayan insanların birbirlerine karşı veya iki kimsenin arasını düzeltmek için o iki kimseye karşı bir güzel niyetini gösteriyor. müslümanların birbirlerine karşı şefaat etmeleri, yani işlerinin yapılması hususunda hatırını koyarak ricada bulunmaları… Bir de âhirette şefaat var. Allah’ın huzurunda, Allah’a ricada bulunmak var. Yani, “Ya Rabbi şu kulunu affeyle” diye. Bu da haktır. Allahu Teâlâ hazretleri bazı kullarına âhirette kendisine böyle ricada bulunma hakkını verecek. Bunların serveri, önderi, başta geleni yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz. O Nebiyyü’r-rahme ve şefîu’l-ümme’dir. Rahmet Peygamberi’dir ve ümmetine şefaatçidir ve Şafî-i müşaffa’dır. Öyle bir şefaattir ki şefaati; Allah indinde çok değerli ve geçerli olan bir şefaatçidir.
Peygamber Efendimiz şefaat edecek. Ümmetine, insanlara, yığınlara, mü’minlere, kalabalıklara ama başka mübarek insanların da derece derece Allah indinde şefaatleri olacak. Alimlerin, şeyhlerin, mürşid-i kâmillerin, şehitlerin şefaat hakkı var, Kur’ân-ı Kerîm’in şefaat hakkı var, şefaat edecek. Kur’ân-ı Kerîm de şahsiyet-i mâneviyyesi tecessüm edecek Allahu Teâlâ hazretlerinin huzurunda şefaat edecek.
Şimdi dünyadaki insanlar arasındaki şefaatlerde, “işte bunu affediver, şunun işini görüver, bunu şu hususta destekleyiver” gibi ricalar.
Bu neden oluyor?
Bir zayıfı himaye etmek için oluyor. Onun yapamayacağı bir işte ona hatırınca yardımcı olmak oluyor. Karşı tarafı o işe meylettirmek, iyilik yapmaya teşvik etmek oluyor. Onun için iki kişi arasındaki şefaat sevaplı bir şey. Biz de etrafımızdaki insanların böyle küçük bir işlerinin oluşmasında hatırımızı ortaya koyarak birisinin iyilik yapmasına, birisinin de işinin oluşup gelişmesine yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bu, müslümanın merhametinden, müslümanların birbirlerini sevmesinden, birbirlerinin meselesine ilgi duymasından, birbirlerini desteklemesinden kaynaklanan toplumsal bir ahlak. Güzel bir şey!
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Min-efdali’ş-şefa’ati, “şefaatlerin en faziletlilerinden”:
Demek ki şefaat çok ve çeşitli. Toplumdaki olaylar çeşitli olduğu için şefaatler de çeşitli. Bunun en faziletlisi neymiş?
En teşfe’a “Senin şefaat etmendir.”
Muhatabına söylüyor. Kime ifade etmişse bu sözlerini Peygamber Efendimiz ona söylüyor.
Beyne’l-isneyni “iki kişi arasında şefaat etmendir.”
Hatırını koymandır ortaya, ricada bulunmandır.
Fi’n-nikâhi, “Nikâh konusunda.”
Evet, şimdi nikâh konusunda iki kişinin arasında senin hatırını koyman, şefaatlerin en faziletlilerindendir.
Neden?
Çünkü bizim dinimizde evlenmek, nikâh ibadettir. Belki ilk defa duyanlar şaşıracaklar, şöyle başlarını sallayacaklar, gözlerini açacaklar. Evlenmek ibadettir ve çok sevaptır. Devamlı olarak insanın sevaplarının artması vesilesidir ve toplumda çok önemli bir olaydır evlenmek, yuva kurmak.
Aile de karı koca ve evlatlardan meydana gelen toplum birimi, toplumun en küçük yapı taşı; çok önemlidir. Aileyi İslâm çok önde tutuyor. Ailenin kurulmasına muhabbetle çalışmasına çok büyük değer veriyor İslâm. Böyle olduğu zaman ne oluyor? Bir kere beyle hanım arasında iş birliği oluyor. Birisi kazancı sağlıyor, ötekisi de ev işlerini, çocuk yetiştirmeyi sağlıyor. Allah kendilerine çocuk ihsan ediyor o çocukların yetiştirilmesi, eğitilmesi, geliştirilmesi, terbiye edilmesi olayı oluyor, bir hanım himaye edilmiş oluyor, bir bey hanımına ve çocuklarına ömrü boyu iyilik yapmış oluyor. İnsanın evine kazanç getirmesi, yiyecek getirmesi, filelerle, paketlerle yiyecek, içecek, giyecek getirmesi, infakta bulunması cihada sarf edilen para gibi sevap. Ayrıca kişi şahsen mutlu oluyor. Çünkü insanın tabiatında ve birçok varlıkların tabiatında böyle eşleriyle beraber olma arzusu, kuvvetli bir arzudur. Bu arzu olmadığı, tatmin edilmediği, meşru yollardan yerine getirilmediği zaman kişiler çok mutsuz olurlar, çok bedbaht olurlar, perişan olurlar, rûhî bunalımlara düşerler. Onun için insanın rûhen sağlıklı olmasının şartı da evlilik, mutlu olmasının da şartı evlilik. Hâsılı evlilik sultanlıktır, bekârlık değil, evlilik sultanlık sonra da çok kârlıdır. Dinî bakımdan çok kârlıdır. İbadetlerinin sevabı artırıyor, kalbi tertemiz oluyor, aklı rahatlıyor, işi, yaşamı düzene giriyor, rahatı konforu artıyor. Ondan sonra da Allah kendisine çoluk çocuk veriyor. Çoluk çocuğundan dolayı bereket veriyor. İşte bu güzel bir olay; evlilik, yuva kurmak. Bu işin olmasına olumlu katkılarda bulunması lazım müslümanların nikâh konusunu teşvik etmesi lazım.
Şimdi dünya üzerinde çeşitli akımlar var, insanların tutumları var, iyi niyetleri var, tutturdukları hayat tarzı var. Mesela Avrupalılar çocuk yapmayı sevmiyorlar. Çocuğu külfet olarak görüyorlar. Çocuk yetiştirmek zor bir iş. Doğrudur, zor bir iştir. Külfet olarak görüyorlar. Çocuk edinmek istemiyorlar. Hatta hanım veya bey ile yuva kurmak da istemiyor tarafeyn.
Neden?
Zürriyetleri takdis olur diye düşünüyor. İstediği gibi halt edecek, yaşayacak, onu daha iyi sanıyor. Tabii bu onların felsefesi. Ama İslâm bunun böyle olduğu zaman toplumun zarar gördüğünü, toplumun ana yapısının tahrip olduğunu ve toplumun gelişmesinin hatta çoğalmasının durduğunu bildiği için nikâhı teşvik ediyor. Şimdi Avrupalılar, Amerikalılar veya Çinliler, Hintliler çeşitli sebeplerden çocuklarının olmamalarını isteyebilirler.
Diyorlar ki; “Dünya nüfusu çok artıyor, dünya nüfusu arttığı zaman dengeler bozuluyor, çevre kirleniyor, çocukların bakımı zorlaşıyor.”
Çocukların bakımı bir kere, Allah’ın onlara rızık vermesiyledir. Allah yarattığı mahlûkunu rızıklandırır. O bir mesele değil. Ama insanların çoğalmasını da düşünecek olursak bir Amerikalı, bir Batılı, bir münevver insan, medenî dediğimiz âlemin insanı, bir Doğulu’dan, mesela bir Hintli’den 30 defa daha fazla çevreyi kirletiyor. Çünkü modern yaşamaya alışmış, konforlu yaşamaya alışmış. Muazzam çevreyi kirletiyor üretimiyle, yaşamıyla, israfıyla pervasızlığı ile 30 Hintli'den daha fazla bir tek Amerikalı çevreyi kirletiyor.
O zaman ne olması lazım?
Amerikalı çoğalmasın. Çünkü çevreyi çok kirletiyor. Ama bizim Hindistan’da da çok müslüman var. Yani bir kısmı başka dindedir. Brahmanisttir, hümanisttir, budisttir de müslümanlar da çok Hindistan’da. Zaten bir ara müslümanlar idare etmişti Hint kıtasını, yani bir müslümancık, bir gariban, mütevâzı kimse.
Afrika’da, Asya’da demek ki 30 misli daha toplumu, çevreye yararlı veya daha az zararlı ötekilerden. Binaenaleyh onlar çoğalmasınlar, tamam, çünkü bir tane olunca 30 kişi kadar zarar veriyorlar ama bizim durumumuz öyle değil. Müslümanın çoğalması faydalı, müslüman çoğaldı mı toplum düzelecek, insanlar arasındaki münasebetler düzelecek, harp olmayacak, sulh olacak, ahlâksızlık olmayacak, edep ahlâk olacak, istismar olmayacak, hakkaniyet olacak. Binaenaleyh biz evliliği tercih ediyoruz. Ayrıca çocuk olsa da, olmasa da nikâh şerefli bir yol nikâhın dışında arzularını, tatmin etmeye çalışmak da gayr-i kanûnî bir yol.
Kanunlar da bunları birçok ülkelerde doğru görmemiş nikâh dışı ilişkileri yasaklamış ve cezalandırmıştır. Yani kanunen de doğru değil. O hâlde nikâh her yönden, toplum yönünden, mutluluk yönünden, ferdin dünyası, âhireti yönünden, dindarlığı yönünden, nefsin idamesi yönünden, çevrenin düzeni yönünden evlilik çok güzel bir olay. İslâm da onu teşvik ediyor ki nikâh konusunda aracılığı, ricayı ve şefaati de teşvik ediyor. Onun için bizim bu konularda üzerimize düşen vazifeyi yapmamız gerekiyor.
Bir de şu durum var müslüman kızın güzelliği ve kıymeti ancak onun yakınları tarafından bilinir. Herkes böyle sokakta, çarşıda, bayırda, plajda, piknikte göremez onu.
Onun için bilenlerin öteki ilgililere bu hususta yardımcı olması lazım.
“Ben güzel, hanım bir kız tanıyorum, çok güzel eğitim görmüş, çok terbiyeli, çok güzel bir ev hanımı, çok çalışkan, hünerli, becerikli, aman onu tavsiye ederim, istersen ben de aracı olayım bir yuva kurma hususunda.” diye böyle yardımcı olmalıyız.
Veyahut da insanın kız çocuğu da olabilir. O da kendisine kız çocuğunu emanet edeceği güzel bir damat arar. Namuslu, dürüst, çocuğuna helâl lokma yedirecek olan, çocuğunu mutlu edecek bir kimse arar. Onun da bulunması zor, onun için de yine konu komşunun yani müslümanların birbirlerine yardımcı olması lazım.
“Aman ben çok iyi bir çocuk tanıyorum, yakından tanırım, dürüsttür, namazındadır, niyazındadır, temizdir, terbiyelidir, merhametlidir. Aman bak bunu sizin kızınızla evlendirelim. Ben aracı olayım.”
Bu gibi güzel işleri yapmakta birbirimize yardımcı olmalıyız. Bu sosyal ve dinî bir vazife. Nikâh, sevap olduğu için sevaplı bir şeye aracı olmak da sevap. Şefaat de sevap.
. الدَّالُّ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ
ed-Dâllu ale’l-hayri ke-fâ’ilihi. “Hayrı işaret eden insan yapmış gibi sevap kazanır.” diye genel hüküm var, hadîs-i şerîfte bildirilmiş.
Hayra delalet etmek, hayrı yapmak gibi sevap kazandırdığından bu hususta çok gayretli olalım. Bu önemli bir hizmettir. Ben bunu çok önemli görüyorum. Bu hususta hepinize olanca gayretinizle çalışmanızı rica ediyorum, tavsiye ediyorum bunun önemine dikkat edin ve siz de bu hususta etrafınızda güzel hizmet yapın.
İslâmî bakımdan diye rica ediyorum. Ben de size şefaat ediyorum bu konuda, ricada bulunuyorum. Şimdi hani demin söz arasında geçmişti; bu dünyanın başka yerindeki, kültürlerdeki kadınların zihniyetleri, erkeklerin zihniyetleri, yaşam tarzları, kendilerini teşhir etmeleri, erkeklerle kadınların münasebetlerinin meşru ve gayrimeşru noktalardaki cereyan tarzı ve sayısal olarak yüzdesi çok farklı.
Bu hususta Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîfi de konuyla ilgili olduğu için anlatayım, ekleyeyim.
من تسع وتسعين امرأة واحدة فى الجنة وبقيتهن فى النار إن المرأة المسلمة إذا حملت إن لها أجر الصائم القائم المحرم المجاهد فى سبيل الله حتى وضعت وإن لها من أول رضعة ترضعه أجر حياة نسمةf
Min tis’ı ve tis’îne imreetin vahidetün fi’l-cenneti ve bakıyetühünne fi’n-nari. İnne’l-mer’ete’l-müslimete izâ hamelet inne lehâ ecrü’s-sâimi’l-kâimi’l-muhrimi’l-mücahidi fî-sebîlillahi hatta vada’at ve inne lehâ min-evveli rad’atin turdi’ahu ecr-u hayât-i nesemetin.
Ne kadar güzel bir hadîs-i şerîf. Bunu nikâh dairelerine böyle tercümesini yazmamız lazım veya nikâh davetiyelerine düğün davetlerine yazmak olabilir. Buyuruyor ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde;
Min tis’ı ve tis’îne imreetin. “99 kadından”
vahidetün fi’l-cenneti, yani “bir tanesi cennettedir.”
99 kadından bir tanesi cennettedir, 98 tanesi Allah korusun, Allah etmesin, Allah kurtarsın, cehennemdedir. Yani genel temayül, kadınların durumu dolayısı ile genel durum öyle 99’da biri cennete giriyor, 99’da 98’i -yüzde hesabıyla söylenmemiş 99 hesabıyla söylenmiş hadîs-i şerîfte- cehennemlik.
Bu böyle genel durum böyle. Fakat Peygamber Efendimiz sevap kazanacak müslüman hanımları da hemen arkasından güzelce anlatıyor.
İnne’l-mer’ete’l-müslimete izâ hamelet. “Müslüman bir hanım evladına hamile olduğu zaman, başlar sevap kazanmaya.”
Ne kadar?
İnne lehâ ecrü’s-sâimi’l-kâimi’l-muhrimi’l-mücahidi fî-sebîlillahi. Bu hamile olmuş olan hanımcığa sevap çalışmaya başlar. Ne kadar?
Ecrü’s-sâim “gündüz oruç tutar”,
el-kâim, “gece uyamayıp ibadet ve zikr ü tesbih yapan ve namaz kılan”
el-muhrim, “ihrama girip hac ve umre yapan,”
el-mücahidi fî-sebîlillahi, “Allah yolunda savaşa katılıp cihat eden kimse gibi sevap yazılmaya başlanır.”
Bakın ne kadar büyük sevap kazanmaya başlıyor kadıncağız. Zor bir iş olan çocuğunu hamile olarak, karnında büyütmeye başlayınca ne kadar sevap kazanmaya başlıyor!?
Sâim ü kâim, gündüz oruçlu, gece ibadetinde, namazında ve hac ve umre yapan insan kadar, Allah yolunda cihat eden insan kadar sevap kazanıyor. Şimdi bir düşünün müslüman kadının böyle çocuk yapmaktaki fedakârlığını ve bu işe razı olmasını, itiraz etmemesini, bir de doğumdan evlat edinmekten bucak bucak kaçan, kendisinin rahatını düşünen, modern dünya kadınlarını düşünün. Evlenmek istemiyor bir. Koca kahrı çekmeyeyim, çocuk cefası çekmeyeyim diye evlenmek istemiyor. Evlense çocuk yapmak istemiyor.
Neden?
İşte doğum zormuş, çocuğu büyütmek zormuş diye kaçınıyor.
Evet zordur. Doğru, zor olduğunda haklılar. Zor ama Allahu Teâlâ hazretleri de böyle hamile hanımefendiciğe; gece o namazı, gündüz oruçlu vaktini hep böyle ibadetle geçiriyor gibi veya haclara, umrelere -en kıymetli ibadet- bunları yapmaya nasıl başlanılıyor? Onun için ihramlanmış bir insan gibi veyahut da Allah yolunda malını, canını ortaya koyarak cihat eden insan gibi sevap kazanmaya başlıyor.
Sonra
hatta vada’at “çocuğunu dünyaya getirinceye kadar, -o hamilelik devresi dokuz ay on gün genellikle- işte bu sevap böyle durmadan çalışıyor.”
Saatin, ibrenin rakamları hızla değişiyor, hızla dönüyor. Ne muazzam sevap kazanıyor. Bunun bir ibadet olduğunu bilenlere, bu sevabı bilerek, bu işin sıkıntılarına tahammül edenlere ne mutlu. Bu hamilelik başladığı zaman aşermek denilen, mide bulantısı vesaire olur, tansiyonlar değişir, vücutta çeşitli hastalıklar belirebilir. Hamilenin bakımı önemli, tıbbî ihtimam ister, yorulur, sıkıntıları vardır, uykusuzluğu vardır, ağrıları, sızıları vardır ama ondan dolayı o hanımefendiye böyle muazzam sevaplar verilir ki kolay kazanılan sevaplar değil.
Ve inne lehâ min-evveli rad’atin turdi’ahu. “Ona çocuğunu kucağına alıp da ilk emzirmesinde”,
ecr-u hayât-i nesemetin, “bir kulun hayatı kadar sevap veriliyor.”
Bir insan diyelim ki düşman eline esir düşmüş, kesecekler, öldürecekler diyor ki bu taraftan birisi;
“Öldürmeyin fidye-i necâtını vereyim, kurtuluş parasını, ağır parayı ödeyeyim, kurtulsun.”
Parayı ödüyor, esiri düşmandan kurtarıyor. Ölecekti, kafası kesilecekti, idam edilecekti, ölümden kurtuldu, fidye-i necâtla. Yani bunun gibi bir insanın bir hayat kazanması sevabı vardır. İlk emzirişte.
Sonra ne olacak?
Her emzirişte bu sevap tekerrür edecek. Yani nice nice insanlara hayat vermiş, ölümden kurtarmış ve fidye-i necât vererek onu hayata kavuşturmuş gibi sevap kazanıyor kadın. Ne kadar güzel, büyük mükâfatlar. Allahu Teâlâ hazretleri kullarına ne kadar çeşitli vesilelerle büyük sevaplar ihsan ediyor, ne kadar meşakkatleri değerlendiriyor.
Hepimizin bildiği bir hadîs-i şerîf vardır. Bu münasebetle beyan edelim, hatırlayalım; “İbadetin efdali yani en faziletlisi, ahmezuhâ.” Ahmez ne demek? En zahmetli olanıdır.
Yani zahmetli oluyor ibadet. Kolay değil bazen ibadetlerde zahmetler vardır, meşakkatler vardır. Ama zahmet ve meşakkat ne kadar çok olursa sevap o kadar çok oluyor.
“Ben duyuyorum ki hacca gitmek çok zahmetliymiş.”
Zahmetli ama sevabı da o kadar çok.
“Para çok harcanıyormuş, sıkıntılar çok oluyormuş, hava çok sıcakmış, izdiham fazla oluyormuş vesaire, vesaire.”
İşte zahmetlerin hepsinden dolayı sevap çok...
Cihadın sevabı çok büyük. Mal, can tehlikesi var, yorgunluk var, rahat yok, korku var. Ama cihat yapıldığı zaman da geride bir toplumun mutlu yaşaması var. Yani sen Allah yolunda cihat ediyorsun, sınırda gözcülük ediyorsunuz. Düşmanın saldırısına karşı durarak hayatını ortaya koyuyorsun ama geride senin bu fedakârlığın, kahramanlığın sayesinde milyonlarca insan, bir toplum mutlu yaşıyor. İşte zahmetli ama sevabı çok büyük. Buna benzeyen bütün ibadetlerde zahmetin çokluğu nispetinde mükâfatı da Allah fazla veriyor.
“Bir insan hasta oluyor, ötekisi sıhhatli. Şimdi bu Allah’ın adaletine sığar mı?”
Allah dünyada insanları imtihan ettiği için peygamberlerine bile hastalık vermiş. Eyüb aleyhisselam’ın hastalığını biliyoruz. Hastalık veriyor evet, birisi hastalıklı, ötekisi sıhhatli, sağlıklı. Birisi sağlıktan sıhhatten imtihan oluyor. Ötekisi hasta olmuş durumunda Allah’a karşı kulluğunu nasıl yapıyor diye oradan imtihan oluyor. Ama Allahu Teâlâ hazretleri ecirde dengeliyor, sevabı hastaya çok veriyor. Hastanın uykusu ibadet, iniltisi tesbih, duası makbul, yapamadığı âdeti olan ibadetleri yapmış gibi sevap alıyor. Defter-i âmâli günahlardan siliniyor tertemiz oluyor. İşte bir dengeleme, muazzam bir dengeleme. Hani Peygamber Efendimiz; “âfiyet isteyin Allah’tan” demese, insanın, biraz hasta olsam da sevap kazansam diyeceği geliyor. Hastalıkta sevap var.
Bir hanımefendinin çocuğunu büyüteceğim diye hamileliğinin sıkıntısını çekmesi, çeşitli rahatsızlıklara sabır etmesi, Allah için dengeli değil. Öteki daha rahat, berisi meşakkatli. Ama Allahu Teâlâ hazretleri buna büyük sevap veriyor.
Peki niye bu meşakkatli iş oluyor, hikmeti ne?
Eh gayet kolay anlıyoruz. Böyle olmadığı zaman nesil yetişmiyor, insan nesli devam etmiyor. Bakın Hz. Âdem atamızdan –aleyhisselam- bu zamana kadar insan nesli devam etmiş, daha Allah’ın istediği nice zamanlara kadar insan nesli devam edecek. Bütün nesiller öyle.
Koyunlarımız üremezse ne yiyeceğiz, ne içeceğiz?
Her şeyin üretimi önemli. Balık çiftlikleri kuruyoruz, hayvan çiftlikleri kuruyoruz aman hayvanlar üresin, bitkiler üresin. Bir tohum ekiyoruz, bir tarla mahsul alıyoruz.
Neden?
Allah bir tohumu üretiyor, çoğaltıyor, nice nice tohumlar oluyor. Bütün dünya hayatı bu üremeye ve gelişmeye dayalı olduğundan, üremenin şekli şemâili böyle olduğundan, bunun olması lazım. Tabiat, akıl mantık, işin akışı, kâinatın çalışması böyle. Bu sıkıntılı; sıkıntılı işe katlanan ile katlanmayan arasındaki fark ne?
Katlanan; gece ibadet eden, oruç tutan, hacca, umreye gelmek için ihrama girip sevap kazanan, Allah yolunda meşakkatleri kazanıp malıyla, canıyla cihat eden insan kadar sevap kazanıyor evinde o hanımefendi. Ondan sonra da Allah nur topu gibi bir evlat veriyor. Artık onun tadına doyum olmuyor, çocuk kucaktan inmiyor, yanaklarını öpüyorsun tombul tombul; “Allah hayırlı evlat etsin” diye. Çocuğu olmayanlar da kıvranıyorlar.
“Aman benim çocuğum olsun, aman filanca doktora gidelim, Almanya’ya, Avrupa’ya, İngiltere’ye, Amerika’ya gidelim. Aman dünyanın neresinde tedavi çaresi varsa şu benim çocuk olmama durumum geçsin de ben de bir çocuğa sahip olayım.” diye karı koca seferber oluyorlar, servetlerini harcıyorlar. Tabii evlat da çok büyük bir mükâfat. Biraz sıkıntılar çekiliyor, arkasından evlat geliyor. Allah bir mükâfat veriyor.
Öğrenci biraz sıkıntı çekiyor, senenin sonunda sınıfı geçiyor. Tahsilinin sonunda diploma alıyor, meslek sahibi oluyor, güzel bir kazanç sağlıyor. Çiftçi biraz zahmet çekiyor, tarlayı ekiyor, biçiyor çapalıyor, bakımını yapıyor ama sonunda mahsulü oluyor, getiriyor pazarda satıyor, para kazanıyor. Traktörlerle pancarı getiriyor, buğdayı getiriyor satıyor geçimini sağlıyor. Demek ki dünyada sa’y kanunu var, biz bu sa’y kanununu seviyoruz takdir ediyoruz, insan çalışmalı diyoruz, insanın çalışması lazım diyoruz. Çalışkan milletleri takdir ediyoruz, çalışmayanları, tembelleri tenkit ediyoruz. Çalışmakta zahmet ama çalışmadan ürün ortaya çıkmıyor, sonuç ortaya çıkmıyor. O bakımdan hepimizin çalışması lazım.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi müslüman eylemiş. İslâm dininin en önemli özelliği fıtrat dini olmasıdır. Yani insanın fıtratına, tabiatine, hilkatine, yaratılışına uygun hükümleri ihtiva etmesidir, İslâm’ın en güzel noktası budur. İşte buralardan tanıdıkça insanın İslâm’a aşkı, muhabbeti, sevgisi, bağlılığı artıyor.
Allahu Teâlâ hazretleri hepinizi, hepimizi İslâm’ın kadrini kıymetini bilenlerden eylesin. Allah bize bir nimet vermiş, mücevher, mücevherat sandığı, hazine vermiş, biz o hazinenin kıymetini bilmezsek, harcarsak, istifade etmezsek yazık olur. İslâm bir hazinedir. Allah bizi hepimizi bu hazineye sahip etmiş. Bu hazineden mahrum etmesin. İslâm üzere yaşamayı, İslâm üzere ruh teslim edip âhirette mü’min-i kâmil olarak göçmeyi nasip eylesin. Âhiretinde ebedî saadetine ermeyi, cennetiyle, Cemâli’yle müşerref olmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin.
Bugünkü cuma sohbetimde ahlâkın güzelliğini öğrenmiş olduk ve bunun en güzel tezahürünün de evlilerin eşlerine karşı lütufkâr davranması olduğunu okumuş olduk, öğrenmiş olduk hadîs-i şerîflerden.
Nikâh konusunda yardımcı olmanın, şefaatçi olmanın, aracı olmanın ne kadar sevaplı olduğunu görmüş olduk. Nikâhtan sonra da evlilerin çocukları olması için yaptıkları çalışmaların sevabını, hamileliğin, çocuk beklemenin, çocuk doğurmanın, çocuk emzirmenin, çocuk yetiştirmenin ne kadar sevaplı olduğunu görmüş olduk.
Allahu Teâlâ hazretleri, cümlemize hayırlı yuvalar, mutlu yuvalar, hayırlı evlatlar ihsan etsin. Evlatlarımızı hayırlı yetiştirmeyi, mutluluklarını görmemizi nasip etsin, hepimizi evlatlarımızla beraber cennetiyle, Cemâli’yle müşerref eylesin.
es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh