es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Bugünkü cuma sohbetimde, halkın idaresiyle ilgili, işlerin başına getirilen kimselerle ilgili üç hadîs-i şerîfi sizlere nakletmek istiyorum.
Birinci hadîs-i şerîfi ümmü'l-mü'minîn, müslümanların validesi, annesi Âişe anamız radıyallahu teâlâ anha, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'den rivayet etmiş. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki;
مَنْ وَلِىَ مِنْكُمْ عَمَلاً فَأَرَادَ اللَّهُ بِهِ خَيْرًا جَعَلَ لَهُ وَزِيرًا صَالِحًا إِنْ نَسِىَ ذَكَرَّهُ وَإِنْ ذَكَرَ أَعَانَهُ
Men vulliye minküm amelen fe-erâdallâhu bihî hayran ce’ale lehû vezîran sâlihan izâ nesiye zekkerahû ve in zekkera e’ânehû.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz burada buyuruyor ki:
Men vulliye minküm amelen. “Ey müslümanlar, ey mü'minler! Sizden biriniz, bir resmî işin, hizmetin başına görevli olarak getirilirse.”
Bu men'den sonra gelen vulliye kelimesini sülâsi siygasıyla okuyarak:
Men veliye minküm amelen diye de okumak mümkün. Harekesiz olduğu için iki türlü okuyuşa da imkân ve ihtimal var. O zaman: “Kim böyle bir resmî görevi yüklenirse, o görevin başına gelirse.” demek olur. Ama kendi kendine gelmek olmuyor. Birisi tarafından, daha yüksek makam tarafından, en yüksek makam tarafından getirildiği için benim gözüme men vulliye diye tef'îl bâbından meçhul siygasıyla okumak daha uygun göründü.
“Kim müslümanların başına yönetimle ilgili, onların hizmetleriyle ilgili, devletin herhangi bir bölümündeki bir vazife ile ilgili bir görevin başına tayin olur, getirilirse.” Fe-erâdallâhu bihî hayran. “Allah o kulun hayrını murad ediyorsa, onu seviyorsa, Allah sevmişse.”
Allah her şeyini, gönlünü, fikrini, niyetini, insanın içini dışını, geçmişini, geleceğini, her şeyin önünü sonunu ve her kişinin durumunu biliyor. İçinde güzel duygular, iyi niyetler varsa, Allah o zaman sever, ona hayır ihsan eder.
Allah eğer böyle bir işin başına getirilen kimsenin hayrını murat buyurursa ne yapar?
Ce’ale lehû vezîran sâlihan. “Ona halis bir muavin, arkadaş, sorumlu kişi nasip eder.”
Vezîr diyor; biz vezir deyince ille sadrazamdan daha aşağı mevkide olan, bakanlık durumunda olan kimseleri düşünürüz ama burada o değil. Herhangi bir görev olabilir. O görevdeki yardımcı, o görevin muavini demek olduğundan, vezîr kelimesini muavin, yardımcı diye tercüme etmek burada daha uygun olur.
Vezîran sâlihan. “Onun hayrını murat ediyorsa sâlih bir sorumlu, arkadaş, muavin nasip eder.”
İzâ nesiye. “Görevin başına getirilmiş müdür, emir, başkan, bakan veya reisicumhur; bu resmî hizmete, insanlara hizmet, devlet görevini yönetme hizmetine gelen kimse, eğer yapması gereken hayırlı sevaplı işi unutursa.” Zekkerahû. “Bu muavin ona unuttuğunu hatırlatır.”
“Efendim şöyle bir durum vardı, şöyle yaparsak daha iyi olur, daha faydalı olur, daha kârlı, doğru, sevaplı, münasip olur.” diye hatırlatır.
Ve in zekkera e’ânehû. “Ama yöneten kişi zaten akıllı, uslu, dirayetli, basiretli, tecrübeli bir kimse olup da hatırına zaten gelmişse o mesele; o zaman da o yardımcı, ona bu işin tahakkuku, yürütülmesi, icra edilmesi için yardımcı olur.”
Yardımcıyla yapılan iş, tek başına yapılan işten daha zahmetsiz olur, hayırlı olur. Allah bir insanın hayrını isterse sâlih yardımcılar, arkadaşlar, muavinler ihsan eder.
O hâlde, bizim ne yapmamız lazım?
Bir işe başladığımız zaman, kalbimize, niyetimize, hâlimize, durumumuza, düşüncemize, fikrimize çok dikkat etmemiz lazım! Allah'ın seveceği bir durumda olmaya gayret etmeliyiz. Kendimizi Allah'ın sevmediği durumlardan korumaya gayret etmeliyiz. Kendi kendimizi teftiş, kontrol etmeliyiz ki Allah sevsin. Çünkü Allah fâsıkları, fâcirleri, zalimleri, kötü niyetlileri sevmez, sâlih olmayan, fâsid olan kimseleri sevmez. Sevmeyince de iş ters gidecek olduğu için Allah'ın sevdiği durumda olmaya gayret etmeliyiz.
Buna mümkün olduğu kadar gayret ettik de niyetimiz halis, dünya menfaati, mevki makam, alkış, oy peşinde değiliz de sırf Allah'ın rızasını düşünüyoruz, Allah'ın rızasını kazanmak, müslümanlara hizmet etmek, insanların duasını almak istiyoruz. Bir işin başına geçtik. O zaman da Allah'a yalvarmalıyız, el açıp, gözyaşı döküp “Aman ya Rabbi! Bana hakkı göster, bana sâlih arkadaşlar, yardımcılar ihsan eyle; ben unutursam bana hatırlatsınlar, hatırlarsam da icraatında yardımcı olsunlar.” diye dua etmeliyiz. Allah görevlilere yardımcı olsun.
Konumuzun ikinci hadîs-i şerîf, Buhâri'de, Müslim'de, Câbir'den; Ahmed İbn Hanbel'de, Ebu Dâvud'da, Tirmizî'de, İbn Hibban'da Ebu Hureyre'den; Taberâni'de İbn Ömer'den; Ebu Nuaym el-İsfahani'de el-Akra İbn Hâbis'ten (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîf. Üç hadis de devlet yönetimi ile ilgili olacak.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki;
مَنْ وَلِيَ مِنْ أُمُورِ الْمُسْلِمِينَ شَيْئًا فحسنت سريرته رزق الهيبة من قلوبهم وإذا بسط يده لهم بالمعروف رزق المحبة منهم وإذا وفر عليهم أموالهم وفر الله عليه ماله وإذا أنصف الضعيف من القوى قوى الله سلطانه وإذا عدل فيهم مد فى عمره.
Men veliye min umûri'l-müslimîne şey'en fe-hasünet serîretehû ruzika’l-heybete min kulûbihim ve izâ beseta yedehû lehüm bi’l-ma’rûfi ruzika’l-muhabbete minhüm ve izâ veffera aleyhim emvâlehüm ve’fferallâhu aleyhi mâlehû ve izâ ensafa’d-da’îfe mine’l-kaviyyi kavv’allâhu sultânehû ve izâ adele fîhim müdde fî umrihî.
Men vulliye min umûri'l-müslimîne şey'en. Veyahut deminki hadîs-i şerîfte söylediğim gibi men veliye min umûri'l-müslimîne şey'en diye de okunabilir. Bir mâna şöyle olur:
“Bir kimse müslümanların işlerinden birisinin başına tayin olunursa.” veyahut öteki okuyuşa göre “Bir kimse müslümanların işlerinden birisinin başına gelirse.” Ama ikisi de aynı kapıya çıkıyor, çok fark yok, telaşa lüzum yok.
“Müslümanların işlerinden birisinin başına, devlet, ümmet vazifesine, hizmete birisi tayin olursa, böyle bir hizmet kendisine gelirse, bir kimse böyle bir hizmeti alırsa, yüklenirse…”
Fe-hasünet serîretehû. “Eğer içi iyi olursa.”
Serîre; insanın gizli, iç âlemi demek. Dışarıdan bakıldığı zaman görünen kısmına alâniye denir; biz alenen, alenî olan kısmı diyoruz. Bir de görünmeyen kısmı, kalbi, içi var, orası da serîresi, yani gizli tarafı.
“Eğer içi güzel olursa, kalbi temiz, niyeti halis, muhlis, maddî menfaat peşinde değil, rüşvet almak istemiyor, haksızlık hırsızlık yapmak istemiyor, halis, temiz bir niyete sahip ise…”
Ruzika’l-heybete. “Allah onun dış tarafına bir heybet nasip eder, heybetli olur, başkaları onun karşısına geçtiği zaman, ona saygı duyar, heybetinin tesiri altında kalır. O, alçak, hor olmaz, saygılı olur.”
Neden?
Kalbi temiz olduğu için Allah onu nasip ediyor.
Ruzika’l-heybete min kulûbihim. “Yönetilen halkın gönüllerinden ona bir heybet duygusu ile bakılır, yönelinir. Herkes onu sayar.”
Bunu kim yapıyor?
Allah yapıyor.
Neden yapıyor?
Yönetim durumuna, yönetici durumuna getirilmiş kişinin içi güzelse, kalbi temizse, ışıl ışılsa, niyeti halisse, o zaman heybet ihsan olunuyor kendisine, heybetli oluyor, izzetli, itibarlı oluyor.
Ve izâ beseta yedehû lehüm bi’l-ma’rûfi ruzika’l-muhabbete. “Eğer elini iyi işler konusunda, iyilik yapmak konusunda, bu ahaliye, yönetilen kimselere açarsa, cömert davranırsa, onlara iyilik yapmaya çok dikkat ederse, fukaranın imdadına yetişirse, herkese yardımcı olursa, destekçi olursa; o zaman yönetilenler onu severler.”
Bazı insanlara karşı heybet duyulur da sevilmez. “Çok korkunç bir adam, heybetli bir adam.” filan der de herkes sevmez. Bir de bir kimseye karşı hem heybet duyulması var hem de muhabbet duyulması var. Eğer iyilik yaparsa halkın muhabbetine de mazhar olur, aynı zamanda halk onu sever.
Ve izâ veffera aleyhim emvâlehüm ve’fferallâhu aleyhi mâlehû. “Eğer yönettiği devlet dairesini, işletmeyi, müdürlüğü, bakanlığı, herhangi bir müesseseyi iyi çalıştırır da kâra geçirirse, halkın mallarını, zenginliklerini artırırsa…”
Bakın dinimiz bunu da şart koşuyor, halkın mâlî durumunu düzeltmek tarafına da işaret buyuruyor. O zaman ve’fferallâhu aleyhi mâlehû. “Allah bu yöneticinin malına da bereket verir, onun da malını mülkünü arttırır.”
Neden?
Çünkü halkın maddî menfaatini sağlamaya çalıştı, Allah da onun kendi maddî imkânlarını arttırıyor.
Ve izâ ensafa’d-da’îfe mine’l-kaviyyi. “Kavînin karşısında, kuvvetli, zorlu, güçlü, makamlı, etrafı, âyânı, ensarı, kabilesi olan kimsenin karşısında, zayıfa insafla, adaletle arka çıkabiliyorsa.”
Öteki zengin, güçlü, kuvveti, kavmi, kabilesi kalabalık, itibarlı ama haksız; bu zayıf ama haklı. O karşı tarafa iltifat etmeyip de zayıfa yardım ediyor ve haklı olduğu için zayıfın tarafını tutuyorsa;
Kavv’allâhu sultânehû. “Allah işin başına getirilmiş olan bu yöneticiye, saltanatı verir, saltanatını kuvvetlendirir.”
Yönetimi kuvvetlenir, zayıf olmaz, tesirli, kuvvetli, güçlü olur. Zayıf bile olsa haklıyı tutuyor, kuvvetli bile olsa haksıza karşı çıkabiliyor. Tam adalet sahibi.
Ve izâ adele fîhim müdde fî umrihî. “Eğer yönettiği insanlara adaletle muamele ederse, haksızlık yapmazsa, adil olursa, haklıya hakkını verip adaletle hareket ederse o zaman ömrü arttırılır, uzun ömürlü olur.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem böylece bu hadîs-i şerîfte birtakım müjdeler ifade buyurmuşlar. Buradan ne gibi dersler çıkar diye düşünelim:
Bir insan herhangi bir yere, bir göreve tayin olursa; olabilir, getirilebilir, uygun bulunur, bir vazifenin başına getirilir. Bu küçük bir müdürlükten başlar, çok yüksek bakanlıklara kadar olabilir, hepsi mümkün. Belki devlet başkanlığına, belki ümmetin başkanlığına kadar gidebilir.
Böyle bir duruma gelen bir insanın ne yapması lazım?
Bu hadîs-i şerîfte sırayla onları görüyoruz. O güzel şeyleri yaptığı zaman da ne gibi mükâfatlara ereceğini yine bu hadîs-i şerîften anlıyoruz. Bir kere kalbi temiz olacak, içi, niyeti güzel olacak; o zaman heybetli olur.
Ondan sonra iyilik yapacak, iyiliği çok olacak, elini açacak, cömert olacak, kesesinin ağzını açacak, herkese iyilik yapacak; o zaman sevgi kazanır. Millete faydalı olacak, onların mallarını zayi etmeyecek, onların mallarını arttıracak, hazineyi çalıp çırpmayacak, hazineyi biriktirecek, kalabalıklaştıracak, dolduracak; o zaman Allah da onun malını, mülkünü arttırır.
Kavînin karşısında, kuvvetlinin, zorbanın karşısında haklı olan zayıfı tutarsa; o zaman Allah onun saltanatını, yönetim kuvvetini arttırır. Eğer adaletli davranırsa, ömrünü uzun eder.
Bu mükâfatlara nail olmak için bu hadîs-i şerîfte işaret edilen şekilde kendimizi ve hareketlerimizi düzenlemeye çalışmalıyız. Yönetici olanlar da hareketlerini böyle yapmaya gayret etmeli.
Yönetim çok sorumlu bir görev, yöneticilik insanın fevkalade büyük sorumluluklar altına girmesine sebep oluyor. İslâm'a göre yöneticilik istenmez; ancak birisi tarafından, daha yukarıdan birisi uygun görür veya ümmet uygun görür veya şûrâ uygun görür, bir heyet uygun görür, öyle verilir. O zaman yapılırsa bereketli olur, kendisi talip olursa bereketi kaçar. Ama kendisi matlub, istenen olursa; “Ne olur şu işin başına geç de çalış!” filan diye rica edilen kimse olursa, aranan, istenen kimse olursa; o zaman bereketli olur. Bu bir.
İkincisi; eğer bu vazifeye tayin olduğu zaman, vazifesini güzel yapmazsa, dünyası, âhireti mahvolur.
Onun için bunu anlatan üçüncü hadîs-i şerîfi de okumak istiyorum. Üçüncü hadîs-i şerîf de yine aynı şekilde başlıyor;
مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ شَيْئًا فأَغْلَقَ بَابَهُ دُونَ الْمِسْكِينِ وَالْمَظْلُومِ ، وَذَوِي الْحَاجَةِ ، أَغْلَقَ الله دُونَهُ أَبْوَابَ رَحْمَتِهِ دُونَ حَاجَتِهِ ، وَفَقَّرَهُ أَفْقَرَ مَا يَكُونُ إِلَيْه
Men veliye min emri'n-nâsî şey'en fe-ağleka bâbehu dûne'l-miskîni evi'l-mazlûmi ev zevi'l-haceti ağlekallâhu dûnehû ebvâbe rahmetihî inde hâcetihî ve fakrihî efkaru mâ yekûnü ileyh.
Sadaka Resûlullâh fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Müjdeli hadîs-i şerîfi önce okuduk da işin tehditli olan, ters, aksi tarafını da en sonuncu hadîs-i şerîfte okumak ve anlatmak icap ediyor, sıralama öyle oldu.
“İnsanların yönetim işlerinden birinin başına getirilen bir kimse, bir vali, müdür, âmir, vezir, bakan, başkan; eğer bu işin başına getirildikten sonra…”
Fe-ağleka bâbehu dûne'l-miskîni evi'l-mazlûmi ev zevi'l-haceti. “Miskine, zulme uğrayan kimseye, ihtiyaç sahibi kimseye karşı kapıları kapatırsa, onların yanına gelmesine imkân sağlamazsa, kulaklarını onların feryatlarına tıkarsa, gözlerini onlardan çevirirse, onlarla ilgilenmezse, ihtiyacı olan kimseyi kapıdan döndürürse.”
“Bugün git, yarın gel!.. Bugün git, yarın gel!.. Müdür yok. Müdür bey toplantıda, çok mühim toplantısı var.”
Halbuki yalan, içeride çay kahve höpürdetiyorlar, dışarıda adamlar bekleşiyorlar.
Böyle kapılarını kaparsa, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını görmez, mazlumun âhını dinlemez, miskine, fakire yâr ve yardımcı olmazsa; -bu da bir idare çeşidi, böyleleri de yaşamış tarih boyunca, hâlâ da olabilir- insan bir işin başına geçtikten sonra, ahlâkı iyi değilse, sorumluluk duygusu zayıfsa. Böyle şeyler yapan kimseler de olabilir.
Mevkiini, makamını kötüye kullanır, vazifelerini yapmaz, saltanat sürmeye, keyif çatmaya bakar. Mevkiin, makamın kendisine sağladığı imkânları, yağları, kaymakları, balları, börekleri, çörekleri yutmaya, kesesini doldurmaya, çalıp çırpmaya, rüşvet almaya kalkışabilir. Dünyanın birçok yerlerinde böyle kötü yöneticileri gazeteler yazıyor, okuyoruz:
“Falanca ülkede ihtilal olmuş, falanca adam devrilmiş. Amerika'da şu kadar milyar doları bankalarda duruyormuş vesaire.”
Adam bu kadar parayı, oradaki yöneticiliği zamanında nasıl topladı?
Çalarak, çırparak, hırsızlıkla, işi kötüye kullanarak. Buna görevini suistimal etmek deniliyor, yüklendiği sorumluluğu, makamın kendisine sağladığı imkânları kötüye kullanmak deniliyor.
Böyle yaparsa ne olur?
Ağlekallâhu dûnehû ebvâbe rahmetihî. “Allah da ona rahmetinin kapılarını kapatır.”
O adama Allah'ın rahmeti yok, Allah'ın rahmetine ermez o kimse. Allah ona kapılarını kapatır, duasını kabul etmez, rahmetine mazhar etmez. İnsan Allah'ın azabına, gazabına, kahrına maruz bir duruma düşer, kötü bir duruma düşer.
Ne zaman?
İnde hâcetihî ve fakrihî efkaru mâ yekûnü ileyh. “En çok muhtaç olduğu zamandaki muhtaçlığında, en çok ihtiyacı olduğu zamanda Allah ona kapısını kapatır, ihtiyacını görmez, duasını kabul etmez, muradını vermez.”
Neden?
O görevdeyken fakirlere, miskinlere, mazlumlara, ihtiyaç sahiplerine kapısını kapatmıştı da, ceza olarak böyle oluyor.
“İşte adam çok ağlıyor, çok yalvarıp yakarıyor, kurban kesiyor.”
Şimdi hemen gidiyorlar Eyüp Sultan'a, kurban kesiyorlar, bilmem adak adıyorlar. Bilmem Telli Baba'ya, Anadolu'daki, Boğaz’daki falanca velinin kabrine vesaire.
İyi ama sen o görevi yapmaya ilk başladığın zamanda, görevin gereğini yerine getirmedin, cezayı o zaman hak ettin, ceza kesinleşti. Cezanı çekeceğin zamanda pişman oluyorsun, iş işten geçtikten sonra kıymeti yok. Neden? Vakit geçti, cezayı hak ettin. Onun için, “Son pişmanlık fayda vermez!” demişler.
En son pişmanlık ne zamandır?
Belki daha önceki hadîs-i şerîflerden, sohbetlerden hatırınızda kalmıştır.
شرالندامة يوم القيامة
Şerrü'n-nedâmeti yevme'l-kıyâmeti. “En kötü pişmanlık kıyamet günündeki pişmanlıktır.”
Çünkü mahşer yerinde bütün mücrimler, kâfirler, müşrikler, dalavereciler, zalimler, hırsızlar, arsızlar, yüzsüzler, edepsizler, dinsizler, imansızlar, inaçsızlar ateistler azabı görünce, Allah'ın kahrını gazabını görünce, cehennemi görünce hepsi çok pişman olacak ama, iş işten geçti. Çünkü dünya hayatı bitti, imtihan kapandı, âhirette ceza devresi başladı. Ceza geldiği sırada artık yalvarıyorlar, yalvaracaklar. Cehenneme atılan da yalvaracak:
“Ya Rabbi, bizi buradan çıkar, bizi tekrar hayata döndür, bizi tekrar dünyaya gönder, eğer sana o zaman isyan edersek, ne yaparsan yap! Bizi şimdi affet de, çıkar!”
Ama o zaman Allahu Teâlâ hazretleri onları azarlayacak: “Susun benimle konuşmayın!” diyecek, cehennemde konuşamaz hâle getirecek. Artık feryâd u figânları arasında Allah'a da söz söyleyecek hâlleri kalmayacak. İş işten geçmiş olacak.
Onun için insan herhangi bir yerde bir görevle görevlenmişse, hükümette, belediyede veyahut iktisadî devlet teşekküllerinde veya şurada burada, aklınıza gelen her türlü iş. Kendi şahsî işi değil de başkalarını da ilgilendiren, halkla ilişkili bir işin, görevin, memuriyetin başına gelmişse, onu güzel yapması lazım! Bunun içine sadece âmirler girmiyor, memurlar da giriyor. Gidiyorsunuz tapu dairesine veyahut belediye, su, elektirik idaresine; karşınıza bir muhatap çıkıyor. Hastaneye gidiyorsunuz, postaneye gidiyorsunuz. Oradaki görevli size güleç yüzle cevap veriyorsa, sizin işinizi kolaylaştırıyorsa, arzunuzu yerine getiriyorsa, o da sevap kazanır.
Eğer vazifesini yapmıyorsa. Arka tarafta bacak bacak üstüne atmış, arkadaşlarıyla masada çay içiyorlar. Sen bankın orada bekliyorsun, senin yüzüne bakmıyor. “Bekle!” diyor, bir o arkadaşa havale ediyor, bir öbür arkadaşa havale ediyor: “Üst kata çık, alt kata git!” Siz merdivenlerden inerken, çıkarken mahvoluyorsunuz, yoruluyorsunuz, kahrediyorsunuz, lanet ediyorsunuz. Bu memur da sorumlu, bu da bir çeşit işin başına getirilmiş kişi demek. Onun memuriyeti sahasında o da âmir, kendisine yüklenmiş vazifenin sorumlusu, onun da o vazifeyi güzel yapması lazım!
Görüyorsunuz, İslâm çok güzel bir nizam. İslâm'ın bahis konusu etmediği hiç bir konu yok. Bazıları sanıyorlar ki İslâm sadece bir ibadet sistemidir; ibadet edilince tamam, iş bitiyor.
Hayır! İslâm bir hayat nizamıdır, hayatın her yerinde vardır, olmalıdır. İslâm'a göre yaşam hayatın her devresinde vardır. Eğer kişi o anda, o yerde, o zamanda, o çağda o işi İslâm'a göre yapıyorsa, sevap kazanır; yapmıyorsa, günaha girer. İslâm her şeyi tanzim ediyor. İslâm her konuda, her işte güzel olanı öğretiyor.
Bakın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yönetimle ilgili ne kadar güzel tavsiyelerde bulunmuş. Biz binlerce tavsiyesinden sadece üç tanesini, bu ara devletin işleri intizama girsin, mü’min insanlar hadîs-i şerîfleri duysunlar, onlara göre kendilerine çekidüzen versinler; bu görevler, memurluklar, âmirlikler, mebusluklar, bakanlıklar hepsi birer sorumluluktur, bunları öğrensinler, akıllarını başlarına devşirsinler, Allah'ın rızasını kazanmaya çalışsınlar, haram ve günah işlere yanaşmasınlar, günahı yapmasınlar, vazifelerini ihmal etmesinler diye, Efendimiz'in mübarek tavsiyelerini, hadîs-i şerîflerini okuyoruz ki nizâm-ı âlem İslâm'a göre, tertemiz güzel bir şekilde kurulsun. Her şey güzel olsun, hiç bir şey yanlış olmasın, ahlâka uygun olsun, âdaba uygun olsun, hakkâniyete uygun olsun; insan hakları çiğnenmesin, insan özgürlükleri engellenmesin, insanlar insanca yaşasın, mutlu yaşasın. Bunu sağlayanlara da hayır dualar etsinler, yaşadığı zamanca hayrını görsün. Bu yönetici heybet sahibi olsun, muhabbet sahibi olsun, malı da çok olsun, gücü kuvveti de çok olsun, ömrü de uzun olsun. Güzel davrandığı takdirde öyle olacak. Böyle yapmadığı zaman da dünyada âhirette belasını bulacak, cezasını çekecek.
İki paralık dünya hayatı için ebedî âhiret hayatını berbat etmek, akıllı, tahsilli insana yakışmaz diye güncel, önemli olduğu için hatırlatma olsun diye bu konuları seçtik.
Sözün mekâna ve zamana uygun olarak söylenmesi de çok önemli, buna hikmet diyorlar. Her şeyi yerli yerince, uygun zamanda, tam zamanında yapmak, gerektiği zaman hakkı söylemek. Bu alimlerin vazifesidir. Bizden hatırlatmak… Dinleyenlere de üzerine düşen sorumluluğu anlayıp, yaptığı hizmeti de Allah rızası için yapmak, bunları kazanmak, mükâfatlara ermek...
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi rızasına uygun yaşayanlardan, rızasına uygun hareket edenlerden, rızasına uygun, güzel huylara sahip olanlardan, ömrünü hayırlı amellerle değerlendirenlerden eylesin. Cümlemize hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin. Rabbimiz cümlemizi Peygamber Efendimiz'in yolunda yürütsün, âhirette komşusu eylesin. Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin. Cennetiyle Cemâli’yle cümlemizi müşerref eylesin. Cennetin güzel nimetlerini görüp tatmayı cümlemize nasip eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!