es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız mübarek olsun. Allahu Teâlâ hazretleri dünya ve âhiretin her türlü hayırlarına cümlenizi erdirsin.
Muhterem dinleyiciler, sevgili kardeşlerim...
Hayatımızda uğraştığımız çeşit çeşit konular vardır. Bunların bir kısmı diğerinden daha önemlidir. Ama en önemli konu hangisidir? Yani bizim hayatımızda zihnimizi işgal eden, kalbimizi, aklımızı, fikrimizi meşgul eden en önemli konu hangisidir?
Din konusudur. İnanç konusudur. İman konusudur.
Niçin en önemlidir?
Çünkü din, insana hem dünyada hem âhirette lazım. Dünyada din, insana ahlâk öğretiyor, fazilet öğretiyor. Yardımı öğretiyor, sevmeyi öğretiyor, başkalarına acımayı öğretiyor. Düşkünü tutup kaldırmayı, yoksulu korumayı öğretiyor, zengine cömertliği öğretiyor. Kişisel, ruhî, ailevî, içtimaî sayısız faydaları var. Topluma ve kişiye, insanların mutluluğuna çok çok faydaları var. Onun için dünyada da önemli âhirette de önemli. En önemli konu din konusu.
Din konusunun en önemli konu olduğunu Amerika’da insan çok daha iyi hissediyor. Kesin olarak söylüyorum; dindar insanlar… Dinlerine bağlı, kiliselerine bağlı, din adamlarına saygılı, başkalarının dinî inançlarına karşı da saygılı. Yani bu kesin; dindarlığı kesin.
Ama burada bir önemli nokta var. Türkiye’deki vatandaşlarımız da, biz de dindarız. Araplar da dindar. Ama dindarlığın sadece dindarlık olması bir insana yetmiyor. Dünyada yetse bile âhirette yetmiyor. Mühim olan da âhiret. Yani dünyada yanlış bir inanca sahip olsa bir insan, âhirette yanlış olduğundan faydasını görmeyeceği gibi, üstelik pek çok da zararını göreceğinden inancın yanlış olmaması çok önemli.
En önemli şey iman, din, inanç ama onun da en önemli tarafı, inancın doğru olması.
İbadetler İslâm’da hikmetli.
Bir Kanadalı diplomat müslüman oluyor, soruyorlar;
“Niçin müslüman oldun?” diye. Diyor ki;
“İslâm’daki ibadetlerin hikmetli, mantıklı olduğunu gördüğüm için müslüman oldum. Budizm’i tanıdım. Güneydoğu Asya’da bulundum. Çeşitli dinleri gördüm. Ama İslâm’ın inancının güzelliğini görünce hayran kaldım. İbadetlerinin hikmetli, mantıklı olduğunu görünce İslâm’ı seçtim.”
Mühim olan inancın doğru olması.
Bu bakımdan, bugünkü konuşmamda doğru inançla ilgili hadîs-i şerîfleri okumak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Enes radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuşlar: -Mübarek sözlerini de okuyalım. Hadîs-i şerîflerin sözlerini, âyetlerin sözlerini okuyup ondan sonra anlatmak daha uygun. Çünkü dinleyenler daha iyi anlarlar.-
لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ تَمْنَعُ الْعِبَادَ مِنْ سَخَطِ اللهِ، مَا لَمْ يُؤْثِرُوا صَفْقَةَ دُنْيَاهُمْ عَلَى دِينِهِمْ، فَإِذَا آثَرُوا صَفْقَةَ دُنْيَاهُمْ عَلَى دِينِهِمْ فَإِذَا آثَرُوا صَفْقَةَ دُنْيَاهُمْ، ثُمَّ قَالُوا: لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ، قَالَ اللهُ: كَذَبْتُمْ .
Lâ ilâhe illallahu temneu’l-ibâde min sehatillahi mâ lem yü’sirû safkate dünyâhüm alâ dînihim fe-izâ âserû safkate dünyâhüm alâ dînihim sümme kâlû Lâ ilâhe illallah ve kâle’llâhu: Kezebtüm.
Bu mühim bir husus, biz müslümanları da ilgilendiriyor. Tabi gayrimüslimleri de ilgilendirir ama lâ ilâhe illallah diyen biz müslümanlarız.
“Allah’tan başka tanrı yok. Yeri göğü yaratan, âlemlerin hâlıkı, insanları yaratan, yaşatan, razzâk, kâdir-i mutlak, yaratanımız bir, O’ndan başka ilâh yok.” diyoruz. Lâ ilâhe illallah sözüyle bunu ifade ediyoruz. Kelime-i tevhid diyoruz. Ve bu çok önemli bir söz…
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Lâ ilâhe illallah sözü -Allah’tan başka tapılacak mâbud yoktur, ancak ve sadece Allah vardır- temneu’l-ibâde min sehatillahi, kulları Allah’ın kızgınlığına mâruz kalmaktan korur.”
Demek ki Allah lâ ilâhe illallah demeyenlere kızıyor. Lâ ilâhe illallah demeyenler gazabına muhatap oluyor, gazabı karşısında kalıyor, Allah’ın kızgınlığını celbediyor. Putlara tapanlar, aya güneşe tapanlar, yıldızlara tapanlar, daha başka şeylere tapanlar demek ki kâinatı yaratan yüce Mevlâ’nın, her şeye gücü yeten, “Ol!” dediği zaman istediği şeyi olduran Allahu Teâlâ hazretlerinin kızdığı bir kul oluyor. Lâ ilâhe illallah demek kulları Allah’ın kızgınlığından, kızgınlığına maruz kalmaktan korur.
Ne kadar korur?
Mâ lem yü’siru safkate dünyâhüm alâ dînihim. Safka; “taraf”, “yön”, “cihet” demek. “Dünya tarafını dinleri tarafına tercih etmediği müddetçe lâ ilâhe illallah sözü kulları Allah’ın gazabına, hışmına uğramaktan, cezaya, belaya uğramaktan korur.” Fe-izâ âseru safkate dünyâhüm alâ dînihim. “Ama böyle yapmazlar da dünyalık tarafını din tarafına tercih ederlerse; menfaati, dünyalığı, parayı, pulu, maddiyâtı, inançsızlığı tercih ederlerse.” Sümme kâlû lâ ilâhe illallah. “Yaşamları böyle olur, ticaretleri, hayatları böyle olur da laf olsun diye lâ ilâhe illallah derlerse o zaman makbul olmaz.” Ruddet aleyhim. “Bu söz onlara çarpılır, gerisin geri verilir, reddedilir. Kabul olunmaz.” Kâle’llâhu: Kezebtüm. “Allahu Teâlâ hazretleri onlara; ‘Yalan söylediniz, siz yalancısınız. Hem lâ ilâhe illallah diyorsunuz hem de Allah’ın sözünü dinlemiyorsunuz. Hem Allah’ın varlığını, birliğini biliyorsunuz hem Allah’a güzel kulluk etmiyorsunuz. Hem mü’min olduğunuzu dilinizle ifade ediyorsunuz hem de imanınızın gereği olan dininiz için çalışmayı yapmıyorsunuz da dini bir kenara atıyorsunuz, dünyaya yöneliyorsunuz. Dünyalığı dine tercih ediyorsunuz. Onun için yalancısınız!’ der.” diye bildiriyor.
Evet aziz ve muhterem kardeşlerim!
Demek ki bütün müşrikler, kâfirler dünyada-âhirette çok büyük tehlikede... Allah’ın gazabına uğruyorlar. Allah hem dünyada onları cezalara, belara uğratır hem de âhirette cehennemine sokar. Ama müslümanlar da, lâ ilâhe illallah diyenler de lâ ilâhe illallah’ı doğru söylemeleri lazım. Lâ ilâhe illallah dedikleri zaman lâ ilâhe illallah sözünün gereğini yapması lazım. Şu fâni dünyanın fâni lezzetlerini, eğlencelerini, menfaatlerini tercih edip de dinlerinin emirlerine aykırı işler yapmamaları lazım.
Bazı insanlar maalesef “Ben lâ ilâhe illallah diyorum, ben müslümanım.” diyor. Bu sözü söylüyorlar. Hakikaten de ben onların samimi olduğunu görüyorum. Kabul ediyorum. Yalancı olduğunu söylemiyorum. Bunu samimi söylüyorlar ama yaşamları lâ ilâhe illallah’a uygun olmuyor. Allah’ın emirlerine, yasaklarına uymuyorlar. O zaman ben demiyorum ama Allahu Teâlâ hazretleri kezebtüm “Siz yalancısınız, yalan söylüyorsunuz!” diyor. Lâ ilâhe illallah sözlerini onlara reddediyor. Lâ ilâhe illallah sözü kabul olmuyor.
Demek ki bir müslüman lâ ilâhe illallah diyecek, imanını kurtaracak, doğru bir dine girmiş olacak ama dünyayı tercih etmeyecek. Dünya menfaatini, keyfini, zevkini, eğlencesini, hırsızlığını, arsızlığını, yüzsüzlüğünü tercih etmeyecek. Dininin emirlerini, yasaklarını, faziletlerini, dininin kendisine gösterdiği hayat tarzını tercih edecek.
Bizim dinimiz bize ne emrediyor, yani hangi hayat tarzını emrediyor?
Temiz olmayı emrediyor. Temizlik dinin yarısı. Ne kadar güzel, ne kadar çağdaş, ne kadar çağlar üstü! Her yönden temiz olmak; bedenen temiz olmak, kalben temiz olmak, niyet olarak temiz olmak, elbisesi temiz olmak, ibadet yeri temiz olmak, evi temiz olmak, evinin önü temiz olmak, ticareti helal, temiz olmak... Temizliğin anlaşılan maddî, mânevî, mecazî, hakikî her çeşidini tavsiye ediyor. Ne kadar güzel! Temizlik dini İslâm… Bu bir.
Ondan sonra, İslâm samimiyet dini... Samimiyetsizliği reddediyor. Allah’a karşı samimi olacak. Resûlullah’a karşı samimi olacak, halis olacak. Kur’an’a karşı samimi olacak. Müslüman kardeşlerine karşı samimi olacak. Müslümanların önderlerine karşı, alimlerine karşı samimi olacak, saygılı olacak, bağlı olacak.
Başka?
İyiliği emrediyor. Merhameti emrediyor. Hiç kimseyi üzmemeyi, ezmemeyi emrediyor. Kurda kuşa, yani insanlardan ayrı yaratıklara da iyilik yapmayı emrediyor. Ne kadar güzel! Merhameti emrediyor, zulmü yasaklıyor. Sonra kimseyi sömürmemeyi, istismar etmemeyi, kimsenin sırtından bedavadan geçinmemeyi, elinin emeği ile yaşamayı, kendisi temiz kazanıp başkalarına da iyilik yapmayı emrediyor.
İşte din bu.
Bunları yapmıyor adam. Ne yapıyor? Pis. Ne yapıyor? Kalbi kötü. Ne yapıyor? İşleri kanunlara göre bile suç. Ne yapıyor? Başkasını sömürüyor, aldatıyor, yalan söylüyor, vs. vs.
Neden yapıyor bunları?
Dünya menfaati için.
Neden yapıyor?
Dinini bir tarafa atıp da bu fâni hayata daldığı için yapıyor.
Bizim inançsızlardan farkımızın imanımızın olması lazım. Dinimizin emirlerine göre haramlardan kendimizi çekip şöyle farklı insan olduğumuzu göstermemiz lazım. Onlar gibi yaşayıp da ondan sonra lâ ilâhe illallah demek, Allah tarafından kabul edilmiyor, reddediliyor. “Sen al bu sözü, başına çalınsın! Senden kabul etmiyorum bu lâ ilâhe illallah sözünü. Sen yalan söyledin!” buyuruyor, diye Peygamber Efendimiz bildiriyor.
Bu önemli bir husus. Bu önemli bir ikaz olduğu için ben sizlere bunu hatırlatmak istiyorum.
Özet olarak anlaşılır bir şekilde, cümlelerle söylemek gerekirse: Sakın âhireti unutmayın. Mahkeme-i kübrâyı unutmayın. Allah’ın emirlerini unutmayın. Kur’an’ı okuyun. Allah’ın emirlerini emir olarak deftere yazın, yasaklarını da “Bunlar da haramlar, yasaklar” diye karşı tarafına, karşı sütuna yazın. Emirlerini tutun, yasaklarından kaçının. Sevapları işleyin, günahları yapmayın. Allah’ın sevdiği kul olmaya çalışın. Lâ ilâhe illallah sözü o zaman insana fayda verir. Aksi takdirde fayda vermez, Allah kabul etmez. İkaz olsun diye söylüyorum.
Peygamber Efendimiz’in lâ ilâhe illallah’la ilgili başka bir hadîs-i şerîfini okumak istiyorum. İbnü’n-Neccâr rivayet etmiş. Enes radıyallahu anh’ten. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
لا إله إلا الله كلمة عظيمة كريمة على الله من قالها مخلصا استوجب الجنة ومن قالها كاذبا عصمت ماله ودمه وكان مصيره إلى النار
Lâ ilâhe illallah kelimetün azîmetün kerîmetün ale’llâhi teâlâ. Men kâlehâ muhlisan istevcebe’l -cennete. Fe-men kâlehâ kâziben asamet mâlehû ve demehû ve kâne masîruhû ile’n-nâri.
Bu hadîs-i şerîfin mânasını da güzel sözlerini okuduktan sonra açıklayalım.
Lâ ilâhe illallah kelimetün azîmetün kerîmetün ale’llâhi teâlâ. “Lâ ilâhe illallah sözü çok muazzam bir sözdür, çok ulu bir sözdür, çok yüce bir sözdür ve Allahu Teâlâ hazretlerinin nazarında çok kıymeti olan soylu, asil bir sözdür.” Men kâlehâ muhlisan. “İhlâs ile, kalbinden inanarak kim ‘Allah’tan başka ilâh yoktur.’ diye Allah’a inancını bu sözle ifade ederse.” İstevcebe’l-cennete. “Cenneti kendisine gerekli, zorunlu, vacip kılar.”
Yani bunu ihlâsla söyleyen cennetlik olur.
Fe-men kâlehâ kâziben. “Kim bu sözü aldatmaca olarak, yalan olarak söylerse…”
Peygamber Efendimiz’in zamanında böyleleri de vardı. Müslümanlardan korkuyorlardı, yalandan lâ ilâhe illallah diyorlardı. Toplumun tepkisinden korkuyorlardı. Müslümanların karşısında aksini söylediği takdirde başına geleceklerden korkuyordu, yalandan, inanmadığı halde, müslüman olmadığı halde, mü’min olmadığı halde söylüyordu.
Peki o zaman ne olur?
Asamet mâlehû ve demehû. “Bu söz, bu kelam onun malını ve kanını korur.”
Yani canını korur. Malı heder olmaz, elinden alınmaz. Hayatına kastolunmaz, korunur. Müslümanların arasında müslümanların himayesinde müslümanlardan sanılır, sayılır, korunur.
Ve kâne masîruhû ile’n-nâri. “Ama âkıbeti cehenneme düşmek olur, sonucu cehenneme gider.” Yani yalandan söylediği için kurtulmaz, cehenneme gider, cehennemde yanar.
Bu hadîs-i şerîften anlaşıldığı üzere yalandan söylememek lazım; aşk ile, şevk ile inanarak söylemek lazım.
Birinci hadîs-i şerîften anlaşıldığı üzere de lâ ilâhe illallah sözünün gereğini yapmak lazım. Allah’a inanıyorsan Allah’ın emirlerin tut. Peygamber aleyhisselâtü vesselam’a inanıyorsan Peygamber Efendimiz’in nasihatlerini öğren, Efendimiz’in buyruklarını, hadîs-i şerîflerini anla, anladığını uygula. Resûlullah’ın sünnetine uygun yaşa. Kur’an’a inanıyorsan Kur’ân-ı Kerîm oku, Kur’ân-ı Kerîm’in içindeki emirlere kendini uydur, hayatını Kur’an’a uygun bir hayat eyle. İslâm fıkhına, İslâm hukukuna inanıyorsan Allah’ın emirlerini, fıkhını, ahkâmını her konuda uygula.
Bu ikinci hadîs-i şerîfte böylece lâ ilâhe illallah demenin ihlâsla olması gerektiğini Peygamber Efendimiz bize öğretmiş oluyor. Ve lâ ilâhe illallah sözünün de gereği var, icabı var, Lâ ilâhe illallah diyenin yaşaması gereken bir tarz var, onları da yapması gerektiğini; dünyayı tercih etmemesi, dinini tercih etmesi gerektiğini, dünya menfaatine aldanmaması, dininin emirlerine sarılması gerektiğini anlıyoruz.
Üçüncü hadîs-i şerîf:
Peygamber Efendimiz İbn Abbas radıyallahu anhümâ’dan bize rivayet olunduğuna göre buyuruyor ki;
لا إله إلا الله تدفع عن قائلها تسعة وتسعين بابا من البلاء أدناها الهم.
Lâ ilâhe illallah tedfau an kâilihâ tis’aten ve tis’îne bâben mine’l-belâ’i ednâhâ el-hemmü. “Lâ ilâhe illallah sözü, bu sözü söyleyen mü’minden 99 çeşit belayı def eder. Bela ona gelmez.”
Bela gelecekken durdurur, gelmesini engeller, gelmekten kurtarır.
Ednâhâ el-hemmü. “Bu belaların en aşağısı hemdir.”
Tasadır, üzüntüdür, iç sıkıntısıdır. İnsanın kederidir, gamıdır, elemidir. Lâ ilâhe illallah diyenin 99 cins belası uzaklaşır. Kelime-i tevhid onu korur. En aşağısı iç sıkıntısı, kaygı ve tasa. Onları bile alır gider.
Onun için ben, bazı kardeşlerim bazı ruhî rahatsızlıklarını bana anlattıkları zaman;
“Bak aşk ile, şevk ile lâ ilâhe illallah deyin. Bu söz sadece mânevî bakımdan insana sevap kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda maddî faydası da vardır. İlaç gibidir, ruh hastalıklarını tedavi eder. Üzüntüleri def eder. İnsanın içini nurlandırır, şenlendirir. Alnını pırıl pırıl parlatır. Kale gibi sağlam, şeker gibi, lokum gibi, kaymak gibi, tatlı bir insan haline getirir.” diye söylüyorum.
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, dindarlığımızı, lâ ilâhe illallah sözünü söyleyen ehl-i tevhid oluşumuzu iyi düşünelim ve iyi uygulayalım. Bir de Abdülaziz [Bekkine] hocamız rahmetullahi aleyh derslerinde söylemiş, ben de duyanlardan dinlemiştim. Kitapta -Râmûz’da- da okudum: Lâ ilâhe illallah âşikâre tevhiddir. Yani Allah var; Allah’ın şerîki, nazîri yok.
Budistlerin taptığı Buda nedir?
Bir insandır. Onun heykelini yapıyorlar. Niye tapınıyorlar? Tapınmamaları lazım!
Bu güneş nedir?
Gökteki varlıklardan bir tanesidir. Japonlar’ın güneşe tapınmaması lazım.
Haçın üstünde bir heykel var. Güya Hz. İsa’ymış! Buna da tapmamaları lazım çünkü o da Allah’ın mübarek bir peygamberidir. O yanlıştır, sonradan çıkmıştır, teslis, vesaire dogru değildir.
Tamam, bu lâ ilâhe illallah anlaşılıyor.
Lâ ilâhe illallah’ı Kur’ân-ı Kerîm’de açıklayan sûre hangisidir?
İhlâs sûresi dediğimiz kul hüve’llâhü ehad sûresidir:
Kul hüve’llâhü ehad. “Ey resûlüm, ey mü’minler, ey imanlılar deyin ki; O’dur, O Allah’tır, bir tektir. O’nun şerîki, nazîri yoktur.” Allahu’s-samed. “Her mahluka ihtiyacını veren, muhtaç olduğu ihtiyaçlarını karşılayan, yaratan, yaşatan, varlığını devam ettiren O’dur, Samed’dir.” Lem yelid ve lem yûled. “Ne O’nun çocuğu olmuştur, ne de O birisinin çocuğudur. Doğmamıştır, doğurmamıştır.”
Yani beşere mahsus olan bu sıfatlar; işte annesi vardır, babası vardır, evlenmişlerdir, nikâhlanmışlardır, çocukları olmuştur, bunlar insanlara mahsus, mahluka mahsus sıfatlardır. Allahu Teâlâ hazretleri evlat edinmekten veya birisinin oğlu olmaktan münezzehtir.
Eğer oğluysa, öyle tenasülle baba-oğul diye giderse o zaman ne olur?
Devam eder. Yani olmaz, mantık dışıdır.
Bu açık bir tevhid:
Lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad. “Onun şerîki, nazîri, hiç O’na denk olan bir varlık da yoktur.”
“Yani bir Allah var, tamam inandım da, bir de O’nun karşısında...”
Karşısında filan, öyle bir şey yok! Karşı güç vesaire yok! Allahu Teâlâ hazretleri kâdir-i mutlaktır. Kâinatın sahibidir. Hiçbir şey O’na denk olamaz. Her şey O’nun mahlukudur. Ne dilerse öyle yapar.
Bu âşikâre görünen, bilinen ilkokul çocuğu da anlar bunu, tahsilsiz de anlar, tahsilli de çok derinden anlar, severek anlar. Gözyaşlarıyla okur, sever. Mânasının derinliğine inip zevkine varır.
Ama bu âşikâre tevhidden başka bir tevhid çeşidi daha var:
Lâ havle velâ kuvvette illâ billah.
Lâ havle velâ kuvvette illâ billah da örtülü, perdenin arkasındaki tevhiddir. “Bütün güç ve kuvvet Allah’tadır.” demek. Lâ havle. “Tahvil edici, değiştirici güç yoktur.” Velâ kuvvete. “Herhangi bir kuvvet yoktur.” İllâ billah. “Hepsi Allah’ın elindedir.” Başka bir varlıkta böyle bir değiştirme gücü, bir şeyi yaptırım gücü, kuvveti vesairesi yoktur. Her şey Allah’ın kudreti elindedir. Ne dilerse o olur. Bu da perdenin arkasındaki derin tevhiddir. Bu da gizli tevhiddir.
Demek ki lâ ilâhe illallah olarak derinlemesine öğreneceğiz.
Tasavvuf zaten dervişi ne yapar?
Hakiki muvahhid yapar, hakiki tevhidçi yapar. Tasavvufta ilerleye ilerleye bir mürid, tevhidin mertebelerini geçe geçe, yüksele yüksele, derinleşe derinleşe sonunda Allahu Teâlâ hazretlerinin varlığını, birliğini çok yakından, âşikâre, çok güzel anlar; hakiki muvahhid olur.
Bazıları diyorlarmış ki bizim ecdadımıza, Osmanlılar’a;
“Efendim onlar sûfî idi…”
Tenkit ediyorlarmış.
Halbuki niye tenkit ediyorlar?
Hakiki muvahhid onlar. Yani tasavvuf terbiyesi sonunda tevhidin bütün inceliklerini öğrenip en iyi muvahhid olarak onlar yaşamışlar. Ne güzel de hizmetler etmişler, cihatlar etmişler, görevler yapmışlar. Yapan yapmış, yapmayan yapmamış. Tabi iyisi de var kötüsü de var. Kimisi gazel yazmış, şarap içmiş, zevk etmiş, keyif yapmış, ömrünü öyle geçirmiş. Eh eden bulur; ne ekerse insan onu biçer. İyiye iyi, kötüye kötü. Yani kötüyü medih de etmiyoruz, iyiye de iftira edilmesine razı gelemeyiz. Onları da savunmak vazifemiz.
Sonuncu bir hadîs-i şerîfle konuyu tamamlamak istiyorum.
Süleym b. Cabir radıyallahu anh’ten Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş;
لاَ تَحْقِرَنَّ مِنَ الْمَعْرُوفِ شَيْئًا وَلَوْ أن تفرغ من دلوك في إناء المستقي وأَنْ تَلْقَى أَخَاكَ بِوَجْهٍ طَلْقٍ .
Lâ tahkiranne mine’l-ma’rûfi şey’en ve lev en tesudde min delvüke fî inâi’l-müsteskı ve en telka ehâke bi-işrin hasen. Fe-izâ edvera felâ tağtâbehû.
Peygamber Efendimiz ısrarlı bir nasihatle, “Aman, sakın ha iyilikten herhangi bir çeşidini hor ve hakir görmeyin!” buyuruyor.
Lâ tahkiranne mine’l-ma’rûfi şey’a. “Mâruftan hiçbir şeyi sakın hor, hakir, küçük, önemsiz görme!” diye emir buyuruyor.
Ama çok ısrarlı bir emir, fiilin sonuna nun-u te’kîd-i sakîle koymuş. “Aman ha, sakın ha iyilikten hiçbir şeyi hor hakir görme!”
Allahu Teâlâ hazretlerinin rızasına uygun her işe, dinin, aklın, şeriatin güzel gördüğü her bir işe “mâruf” denir. Müslümanın emr-i mâruf yapması lazım. Yani mârufun, iyi, aklın ve dinin güzel gördüğü şeyin yapılmasını tavsiye de etmesi lazım, fiilî mâruf da lazım, fiilî olarak da emrettiği o şeyi kendisinin de yapması lazım. Hem kendisi yapacak hem de başkasına yaptırmaya çalışacak, tavsiye edecek. Mâruf, iyilik demek.
“İyilikten hiçbir şeyi aman, sakın ha hor ve hakir görme!” diyor Peygamber Efendimiz. Çünkü bazen bir iyilik dolayısıyla insan cennetlik olabilir. Misal veriyor;
Ve lev en tesudde min delvüke fî inâi’l-müsteskı. “Senden su isteyen bir kimseye elindeki kovandan ‘Al, su mu istiyorsun?’ diye ona su boşaltıvermen, su döküvermen bile bir çeşit iyiliktir.”
“Elini yıka, hadi ben dökeyim.” veyahut, “Al, getir kovanı, benim kovamdakini sana dökeyim.” diye birazcık su vermek veya kovanın tamamını vermek. Küçük bir şey ama bunu bile hor görme. Belki o bunun sebebiyle “Allah razı olsun.” der. Velev bir bardak su bile olsa, “Çok şükür, elhamdülillah!” dedikten sonra sana dua eder. Bir mâruf, bir iyilik, bu bile belki senin sebeb-i necâtın olur.
Ve en telkâ ehâke bi-işrîn hasen. “Mü’min kardeşin ile karşılaştığın zaman onu böyle güzel, tatlı gülüşle, tebessümle, güleç bir yüzle karşılamanı bile önemsiz sayma.”
Nihayet bir gülümsemedir. Ne olacak insana, mühim bir şey değil. Bir gülümsedi, bir gülücük ama o bile önemsiz değil. Ondan bile, güleç yüzle karşılamaktan bile insan bakarsın Allah’ın rızasına erer, cennetlik olabilir.
Fe-izâ edvera felâ tağtâbehû.
Tabi karşılaştığın bir insana gülüyorsun da yüzüne, güleç bir yüzle karşılıyorsun, “Hoşgeldin.” diyorsun, tatlı söz söylüyorsun. Peki kalkıp gittiği zaman arkasından gıybet etmemek; o da bir iyilik. Kimisi yüzüne güler, gittiği zaman da giden adamcağızın arkasından bir sürü ileri geri laf söyler. O gıybet oldu işte. Kötülük oldu, münker oldu, münkerâttan oldu.
Halbuki mâruf nedir?
İyiliktir. Giden insanın arkasından konuşmamak da bir çeşit mâruftur.
Onun için mârufun, iyiliğin, örfün hiçbirisini hor ve hakir görmeyin. Yolun üzerindeki bir taşı kenara koymak bile olsa, birisini sevindirecek küçük bir tavır, bir hareket bile olsa iyilik yapmaya azmedin, gayret edin. Hayatınız iyiliklerle, güzelliklerle geçsin. İyilikleriniz, sevaplarınız biriksin. Allah’ın sevgili kulu olun. Lâ ilâhe illallah’ın hakiki ehli, hakiki sahibi, hakiki erbabı olun.
Allahu Teâlâ hazretleri sizleri sıhhatli, afiyetli, aziz ve bahtiyar eylesin. Hem dünyada mutlu yaşayın hem âhirette sevdiklerinizle beraber cennetlik olun. Allahu Teâlâ hazretlerinin rızasına vâsıl olun, cemaliyle müşerref olun. Hepimiz olalım, sizler de bizler de... Allahu Teâlâ hazretleri mübarek Cuma hürmetine dualarımızı kabul eylesin. Dünya ve âhirette hepimizi aziz ve bahtiyar eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi berekâtüh!