es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız mübarek olsun.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlenizi Peygamber Efendimiz’in şefaatine erdirsin. Sevdiklerinizle beraber âhirette, cennette Peygamber Efendimiz’e komşu eylesin.
Biliyorsunuz, en çok Allah’ı sevmemiz lazım. Çünkü her şeyimiz O’ndan; varlığımız O’ndan, imanımız, haysiyetimiz, şerefimiz, mutluluğumuz, yediğimiz-içtiğimiz nimetler, teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su… her şey! Her şey O’nun bize lütf u ihsanı olduğu için en çok Allah’ı sevmemiz lazım. Çünkü her yönden en güzel olan Allahu Teâlâ hazretleri.
Her sıfatı en güzel! Onun için O’nun sıfatlarına el-Esmâü’l-Hüsnâ diyoruz.
Hüsnâ; ahsen kelimesinin müennesi, “en güzel sıfatlar”. Hiçbir varlığın sıfatıyla kâbil-i mukayese değil. Mukayese edilmeyecek derecede hepsinden üstün ve güzel. Her sıfatı güzel. Her türlü yönden en güzel…
Her türlü güzeli de yaratan Allahu Teâlâ hazretleri olduğundan nerede bir güzel görseniz Allah’ı hatırlamanız lazım! Güzel bir çiçek, güzel bir koku, tepeden tırnağa çiçek açmış bir ağaç, bir manzara, bir tatlı meyve, bir güzel manzara… Her şey Cenâb-ı Mevlâ’nın güzelliğini ilan ediyor.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi kendisini bilen, mârifetullahına eren, muhabbetullahına yükselen kullarından eylesin.
Biliyorsunuz; bilmeden sevilmez. Sevilse de sevgi tamam olmaz! Önce mârifetullah lazım; insanların Mevlâ’sını, Rabb’ini, Allah’ı bilmesi lazım. Doğru bilmesi lazım… Çünkü doğru bilmediği, yanlış bilgilerle kafasını doldurduğu zaman makbul olmuyor. Allah sevmiyor. Kendisini doğru bilmeyen, doğru inanmayan, kendisine doğru veçhile itikat sahibi olmayan kimseleri sevmiyor. Müşrikleri, sapıkları sevmiyor. Onun için imanın, itikadın Allah’ın istediği veçhile olması lazım. O da Kur’ân-ı Kerîm’de, dinimizin ahkâmı içinde, güzel din kitaplarımızın içinde güzel güzel anlatılmış.
Allah’ı seven Allah’ın her şeyini sever! Sevenin her şeyi sevilir, her şeyi güzel olduğu için… Allah’ı seven insanlar Resûlü’nü de sever. Allah’ın gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’ini de sever. Dinini de sever. Dininin ahkâmını da sever; ağır da olsa hafif de olsa, kendisinin hoşuna da gitse gitmese de, anlasa da anlamasa da Allah’ın ahkâmını da sever. Emirlerini yasaklarını sever. Ef’âlini sever; Allahu Teâlâ hazretlerinin yaptığı, kudretinin âsârı çevrede olan biten her şeye bakar: “Neylerse güzel eyler!” diye neylemişse onu da sever. Takdirini sever.
Takdir birkaç mânaya geliyor.
Bir şeyi çok beğenmek hayran olmak gibi “Ben onu çok takdir ettim.” gibi kullanıyoruz ama burada benim anlatmak istediğim kader! Yani Allah’ın kaderini de sever. “Mevlâm kaderi böyle yazmış.” der, kaderine de razı olur, onu da sever.
Likâsını da sever. Likâ da iki mânaya geliyor.
Bir; mülâkat, karşı karşıya gelmek, huzuruna varmak mânasına geliyor. O’na kavuşmak… Mü’min Allah’a kavuşmayı sever. Sevdiği için;
N’ola kim görsem cemâlin
der ve kavuşmayı sever.
Likâ; yüzü mânasında, vech mânasında da kullanılıyor. Hatta mesela mehlikâ derler; ay yüzlü, çehresi ay gibi olan demek. Likâyı yüz mânasında da kullanıyorlar.
Allahu Teâlâ hazretleri mahlûkatına benzemediği, leyse ke mislihi şey’ün olduğu için… Biz şimdi onun veçhini bilemiyoruz ama mü’min kulları âhirette, cennette ayın on dördünü görür gibi Mevlâ’yı görecekler; izdihamsız, engelsiz herkes Cenâb-ı Rabb-ü’l-İzzet’i görecek. [Mevlid’de;]
Âhirette öyle görür ümmeti
dediği gibi...
Her şeyini sever.
Üzerinde durmak istediğim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumu olduğu için Resûlü’nü sevmek konusunu anlatmak, sözü oraya getirmek istiyorum.
“Allah’ı seven Resûlü’nü de sever!” dedim. Bunun hakkından Kur’ân-ı Kerîm’de âyet-i kerîme de var. Allahu Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
Bismillahirrahmanirrahim. Kul in küntüm tuhibbûnallâha fe’ttebiûnî yuhbibkümullâhi ve yağfirleküm zünûbeküm vallâhu ğafûru’r-rahîm. Sadakallâhu’l-azîm.
Ehl-i Kitab’dan daha önce kendilerine peygamber göndermiş, kitap göndermiş olup da sonradan peygamberlerinin öğrettiklerini unutmuş veya ellerindeki kitabın âyetlerini değiştirmiş veya bazılarını unutmuş olan kendilerine kitap indirilmiş kavimler, Ehl-i Kitab...
Peygamber Efendimiz; “Ben peygamberim, âhir zaman peygamberiyim, Tevrat’ta İncil’de müjdelenen peygamberim; Musa aleyhisselam’ın, İsa aleyhisselam’ın müjdelediği peygamberim. İmana gelin, Kur’an’a tâbi olun, bana tâbi olun!” dediği zaman onlar dediler ki;
“Biz Allah’ı seviyoruz!”
Onlar; “Allah’ı seviyoruz.” deyince Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz’e bu âyet-i kerîmeyi indirdi.
Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz’i seçmiş.
Mustafâ ne demek?
Seçilmiş, süzülmüş demek.
Müctebâ ne demek?
Yine aynı mânaya, seçkin olduğunu gösteriyor.
Muhtâr ne demek?
İhtiyar olunmuş, seçilmiş demek.
Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz’i seçmiş. Peygamber Efendimiz’i sevmiş; habîbullah eylemiş.
Demek ki güzeller güzeli! Hem yüzü güzel, hem adı güzel, hem işi güzel, hem görevini yapışı güzel.
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Âlemlere rahmet; Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem.
Mübarek peygamberimiz âhir zaman peygamberi;
Men lâ nebiyye ba’dehû. Kendisinden sonra başka peygamber gelmeyecek olan o mübarek zât.”
O sâhibü’l-kevser. “Kevser Havzı’nın sahibi.” O men bi-yedihî livâu’l-hamd. “Mahşer günü Hamd sancağı elinde olan o mübarek Peygamber-i Zîşân. O nebiyyü’r-rahme şefî’ü’l-ümme. “Ümmetin şefaatçisi, rahmet peygamberi Muhammed-i Mustafâ…”
Rebiülevvel ayının onikinci gününde doğdu.
Cihanın en güzel gülü açmış, en güzel çiçeği açılmış. Cihan bostanında Peygamber-i Zîşân’ımız dünyaya gelmiş. Ne kadar mühim, ne kadar güzel bir olay! Ne kadar heyecanlandırıcı bir olay!..
Bazıları yanlışlıkla Mevlüd diyorlar; “ü” ile söylüyorlar Mevlüd değil, Mevlid, “i” ile.
Neden?
Çünkü mevlüd çocuk demek; doğmuş çocuğa mevlüd derler.
Bazı bilgili kardeşlerim, duymuş olan bazı müslüman kardeşlerim hadîs-i şerîfte hatırlayacak.
Allahu Teâlâ hazretlerinin o mübarek peygamberi ne buyuruyordu?
كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ فأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ
Küllü mevlûdin yûledü ale’l-fıtrati. “Her doğan çocuk fıtrat-ı asliyye üzere doğar, fıtrat-ı asliyye üzere dünyaya gelir. Mü’min gibi, mü’min olarak dünyaya gelir.” Fe-ebevâhu. “Onu yetiştiren annesi babası sonradan…” Yuhevvidânihî. “Yahudileştirirler.” Ev yunassirânihî. “Veyahut hırıstiyanlaştırırlar.” Ev yumeccisânihî. “Veyahut mecusîleştirirler.”
Annenin babanın terbiyesi onu etkiler. Çocuk İslâm fıtratı üzere doğmuşken sonradan maalesef annesi-babası yanlış terbiye vermişse yanlış yola gider.
Bizim buradan çıkartmamız gereken bir mühim ders var: Biz de çocuklarımızı hiç olmazsa fıtrat-ı asliyyesini bozmadan yetiştirelim.
كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ
Küllü mevlûdin yûledü ale’l-fıtrati.
Çocuklarımız madem İslâm fıtratı üzere doğmuş bari fıtratını biz bozmayalım. Biz müslümanlar evlatlarımızı müslüman olarak yetiştirelim. Müslüman olarak yaşasınlar, âhirete de Allah’ın sevdiği mü’min kullar olarak gitsinler. Allah’a sevdiği kul olarak kavuşsunlar. Allah’ı seven kul olarak âşık-ı sâdık kul olarak kavuşsunlar.
Demek ki Mevlid Kandili’dir, “i” iledir; Mevlüd değildir.
Çünkü mevlüd doğan çocuğa verilen bir isim. İkisi birbirine yakın ama farklı kelimeler.
Mevlid Kandili. Mevlid, doğma zamanı demek. İsm-i zaman. Mef’il vezninde. Velâded masdarından; velede-yelidü oradan mevlid geliyor. Doğma zamanı demek. İsm-i zaman siygası oluyor. Peygamber Efendimiz’in doğma zamanı veyahut ism-i zaman aynı zamanda masdar-ı mîmî olup velâded mânasına, doğuş, Peygamber Efendimiz’in doğuşu mânasına gelir.
Arapça’da mevlid, bazen kullandığımız bu iki mânanın dışında da kullanılır, o zaman doğum yeri mânasına da gelebilir. Mesela “Falanca kişinin mevlidi Konya’dır. Falanca kişinin mevlidi Semerkant’tır. Falanca kişinin mevlidi Kahire’dir…” derler. Orada da doğma yeri mânasına geliyor.
Demek ki mevlid kelimesi doğuş mânasına gelir; doğma mânasına gelir, doğma zamanı mânasına gelir; doğma yeri mânasına gelir.
Peygamber Efendimiz’in mevlidi yani doğuşu çok mühim bir olay, çok tatlı, eşsiz, çok güzel bir olay, çok büyük bir nimet, çok büyük bir rahmet, çok büyük bir rahmetin dünyaya gelişi. Bunu bütün müslümanlar heyecanla karşılamışlardır. Onun üzerinde artık kalemlerin yetmediği yerlerde, düzyazının, nesrin yetmediği yerde şiirler yazmışlardır. Mevlid manzumeleri yazmışlardır. Heyecanlarını, duygularını o güzel manzumelerle, şiirlerle ifade etmişlerdir.
Başta Süleyman Çelebi’yi herkes hatırlıyor. Bursalı mübarek Süleyman Çelebi hazretleri. Allah şefaatine erdirsin. Cennet-mekân o mübarek zât ne kadar güzel mevlid manzumesi yazmış?! Manzumesinin özel ismi de var. Onun mevlidinin adı;
Vesîletü’n-necât. “Necat, kurtuluş vesilesi, kurtuluşa sebep olan vesile.”
O kitabı yazdığı, o manzumeyi yazdığı için Allah onu sever, Peygamber Efendimiz ona şefaat eder de cehennemden kurtulur, necat bulur, onun necatının kurtuluşunun vesilesi olur diye o ismi vermiş. Allah onu kurtarsın. O vesile olsun, cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Hepimiz o mübarek şair ve alim zâtı çok seviyoruz.
Daha yüzlerce kişi hep güzel duygularını anlatmak için Türk dilinde, Arap, Arnavut, Boşnak, Fars dilinde, Pakistan’ın Urduca’sında, Kafkas dillerinde daha başka nice nice dillerde -biliyorum, bazılarını gördüm- ne kadar güzel mevlid kitapları yazmışlar?! Allah hepsinden razı olsun.
Duygular, sözlerle dinleyenlere de aşılanır. İnsan Mevlid’i okurken gözlerinden yaşlar boşanıyor. Güzel hafızlar, âşık-ı sâdıklar Mevlid-i Şerîf’i tatlı sesleriyle bölüm bölüm, bahir bahir okudukları zaman insanlar kendisinden geçiyor, ılık ılık gözyaşlarını döküyor. Peygamber Efendimiz’in o doğumunu ve [faziletlerini] anıyorlar. Tekrarlamış, hatırlamış oluyorlar. Yazanların o güzel imanları, heyecanları dinleyenlere de geliyor. Böylece Resûlullah sevgisinin kalplere aşılanmasına, ekilmesine vesile oluyorlar. Ne kadar güzel vesile! Hem kendilerinin Vesîletü’n-necâtı hem de dinleyenleri kurtardığı için onların da vesîletü’n-necâtı oluyorlar. Allah hepsinden razı olsun. “Hayra delalet eden hayrı yapmış gibi sevap kazanır.” Nur içinde yatsınlar. Mekânları cennet olsun, makamları âlâ olsun.
Hepimiz çok iyi biliyoruz, cümle cihan biliyor ki iman neyle tamam oluyor?
Kelimeteyn-i şehâdeteyn ile tamam oluyor.
اشهد ان لا اله الا الله واشهد ان محمدا عبده ورسوله
Eşhedü en lâ ilâhe illallâh demekle. Ve -bu yetmiyor- artı ilave;
Ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhû demekle tamam oluyor.
Peki bir insan;
اشهد ان لا اله الا الله محمد رسول الله
Eşhedü en lâ ilâhe illallâh derse sonra Muhammeden Resûlullah demezse yani Peygamber Efendimiz’in peygamberliğini kabul etmezse ne olur?
Mü’min olmaz.
Neden?
Onu Allah göndermiş. Hz. Musa’yı gönderen, Hz. İsa’yı gönderen daha adlarını bilmediğimiz nice binlerce mübarek zâtı, peygamberi, enbiyâ ve mürselîni gönderen Allahu Teâlâ hazretleri âhir zaman peygamberi olarak Muhammed-i Mustafâ’sını; seçkin Muhammed’ini, Ahmed-i Mahmud u Muhammed-i Muhtâr-ı Mustafâ’sını göndermiş, ona da iman edecek!
O ilim deryası, o kenarsız umman, o Muhammed-i Mustafâ aleyhi’s-salâtü ve’s-selam bize neler öğretti?!..
Binlerce sayfalık hadis kitaplarını okuyun, bilmediğimiz neleri neleri öğrettiğini anlayın. Her şeyimizi ona borçluyuz. İlmimizi, irfanımızı, edebimizi, âdetimizi, örfümüzü, geleneğimizi, temizliğimizi, misafirperverliğimizi, güzel huyluluğumuzu, tatlı dilliliğimizi, sabrımızı, vefamızı, arkadaşlığımızı, dostluğumuzu her şeyimizi ona borçluyuz. Hepsini o öğretti. Onun o terbiyesine ermemiş insanların ne kadar gaddar, ne kadar hunhar, ne kadar cebbar, ne kadar cani, ne kadar azılı, azgın, sapkın insanlar olduğunu çevrenize bakarsanız hemen göreceksiniz. Farkı fark edersiniz.
Muhammed-i Mustafâ hazretlerinin rahle-i tedrîsinden geçmiş insanla o terbiyeyi görmemiş insan arasında dağlar kadar fark vardır. Taşla zümrüt, yakut, elmas arasındaki fark kadar; kaldırım taşıyla ötekisi arasındaki fark kadar; toprakla gökteki yıldız kadar fark vardır!
Onun için;
اشهد ان لا اله الا الله واشهد ان محمدا عبده ورسوله
Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhû diyecek.
İman Resûlullah’ı kabulle tamam oluyor. İrfan da onu sevmekle kemâle erer.
“Ben müslüman oldum!..”
Oldun ama...
Hiçbir şeyden haberi yok, hiçbir duygusu yok. Hiç heyecanı yok. Gözü yaşarmaz, İslâm için kalbi çarpmaz. Müslüman kardeşlerine acımaz, yardım elini uzatmaz, kesenin ağzını açmaz; hiçbir hayrı yok. İrfansız!
İrfan ne zaman tamamlanır?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerini sevmekle tamamlanır! İman onunla bütünleşir, iman onunla tahakkuk eder, irfan onunla, onu sevmekle kemâline erer. Onun için hepimiz Resûlullah’ı sevmeli, “Onu nasıl seveceğiz?” diye düşünmeliyiz. Sevmenin yollarını aramalıyız, bulmaya çalışmalıyız, çarelerini sormalıyız. Eczacı aramalıyız; tabîb-i müslim-i hâzık aramalıyız. Derde deva aramalıyız, hastalığa şifa aramalıyız. İnsanın “Acep ben Resûlullah’ı nasıl severim, nasıl tanırım, nasıl görürüm? Nasıl rüyama gelir? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendim’in sevgisini, iltifatını nasıl kazanırım, onun şefaatine nasıl ererim?..” diye gece gündüz bunun derdini, tasasını çekip onu araması lazım. Çok önemli bir şey!
Bir; Resûlullah sevgisi, muhabbeti, kişinin Resûlullah’ı sevecek irfan derecesine yükselmesi. Peygamber Efendimiz de tabi kendisini seveni karşılıksız koymaz. Seviyorsa Resûlullah tarafından da seviliyor demektir. Sevemiyorsa da Resûlullah tarafından sevilmeme tehlikesi bahis konusudur. Ondan da korkmak lazım!
“Benim içimde Resûlullah’la ilgili bir heyecan uyanmıyor! Salât u selâm getiriyorum ama hiç… Başkalarına bir bakıyorum da nasıl ılık ılık gözyaşı döküyorlar, nasıl âh u enîn ediyorlar, nasıl seviyorlar?.. Birilerini duyuyorum da ne güzel rüyalar görmüş, anlatıyor. Ağzımın suyu akıyor, hayran oluyorum. Bende hiç öyle şeyler olmuyor…”
Sende o şeyler olmuyorsa onun sebebini araştırmak lazım. Çünkü kalp temiz olmayınca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de teveccüh etmez. Kalp temizlenecek ki insanın gönlüne, kalbine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in muhabbeti gelsin. Onun için kendisinde bir kusur olduğundan… Ya bir günah işliyordur ya bir harama bulaşmıştır, kendisini temizlememiştir ondan oluyordur. Çok ağlayacak, yalvaracak, tazarru ve niyaz edecek de o durumdan kendisini kurtaracak. Hatasını anlamaya çalışmalı, kurtulmaya çalışmalı, affettirmesinin affedilmesinin yollarını bulmaya çalışmalı!
Resûlullah’ın bir insanı sevmesi nasıl hâsıl olur?
Bir; ona inanmakla.
Önce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e inanacak, sonra salât u selâmı çok edecek. “Yâ Resûlallah! Sana salât u selâm olsun, yâ Resûlallah selamımı sana arz ederim. Ey bâd-ı sabâ, o tarafa doğru esersen selamımı Resûlullah’ın ravzasına iletiver…” diye salât u selâm gönderecek.
Neden? Onun faydası ne?
Çünkü Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerinde bildirmiş ki bir insan Peygamber Efendimiz’e salavat getirirse o salavât-ı şerîfeyi melekler Peygamber Efendimiz’e anında tebliğ ederler. “Yâ Resûlullah! Falanca diyardan falancanın oğlu filanca ve yahut filancanın kızı falanca hanım sana salât u selâm etti…” diye bildirirler.
Peygamber Efendimiz kendisine salât u selâm edeni bilir. O da selama selam verir. Çünkü selama selam vermek İslâmî âdâbtandır.
Kur’ân-ı Kerîm’de nasıl buyruluyor?
Bismillahirrahmanirrahim.
وَإِذَا حُيِّيتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِأَحْسَنَ مِنْهَا
Ve izâ huyyîtüm bi-tahiyyetin. “Ey mü’minler! Bir selamla selamlandığınız zaman…” Fe-hayyû bi-ahsene minhâ. “O selamdan daha güzel bir karşılıkla o selamı selamlayın, selamın cevabını verin!”
السلام عليكم
Mesela es-Selâmu aleyküm demişse;
وعليكم سلام و رحمة الله و بركته
Ve aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berakâtüh deyin, bir güleç yüz, tatlı dil ekleyin, birkaç kelime daha ilave edin…
Ev mislihâ. “Ve hiç olmazsa ve aleyküm selam deyin!”
Hiç olmazsa karşılık verin. Sırtınız dönük, cevapsız bırakmayın!
es-Selâmu aleyküm; “Hem dünyada hem âhirette selamet senin olsun. Selamet yurdu olan cennete gir. Allah’ın selamına er, selamına mazhar ol…” mânasına geliyor. Bunun mânası çok daha derin.
Peygamber Efendimiz’e de salât u selâm getiren Peygamber Efendimiz’in salatına, selamına mazhar olur.
Resûlullah der ki; “Bak şu yüzü kara ümmetim! Yüzü kara ama yine beni sevdi de selam gönderdi. Hadi ona da selam olsun!” deyiverir.
Onun için ne yapacak?
Peygamber Efendimiz’e salât u selâmı çokça getirecek.
السلاة والسلام عليك يا رسول الله
es-Selâtu ve’s-selâmu aleyke yâ Resûlallah
diye Salât u selâm getireceğiz bunların birtakım sırları var, bunlar esrarengiz şeyler. Salât u selâm getirdikçe maksut hâsıl olacak.
Üçüncü mühim nokta nedir?
Sünnetine uymakla olur! Peygamber Efendimiz’in sünnetine uyan Peygamber Efendimiz’in sevgisine mazhar olur. Sünnetini çiğneyen Peygamber Efendimiz’i kırmış olur, Peygamber Efendimiz’i darıltmış olur. Onun için Peygamber Efendimiz’in sünnetini sevmek ve sünnetine uymak lazım.
Ümmetin fesada uğradığı zamanda, bozulduğu zamanda Efendimiz’in sünnetine sarılmak ve onu ihyâ etmek çok sevap. Ona yüz şehit sevabı verilecek. Bir değil, iki değil, on değil yirmi değil; yüz şehit sevabı verilecek!
Peygamber Efendimiz; “Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime sarılan ihyâ eden kişilere yüz şehit sevabı var!” diye buyuruyor.
Men ahyâ sünnetî inde fesâdi ümmetî fe-lehû ecrü mieti şehîd.
Efendimiz’in sünnetini ihyâ edenler, diriltenler, uygulamaya başlatanlar yüz şehidin sevabı kadar büyük sevaplar kazanacak.
Düğün yapmakta sünnet var, yemek yemekte sünnet, evlenmekte sünnet, ticarette sünnet, günlük yaşamda sünnet, arkadaşlık münasebetlerinde, selamlaşmada sünnet var, her şeyde sünnet-i seniyye neyse onu yapmak lazım. Efendimiz’in âdetine, Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine uymak lazım. Sünneti ihyâ edince Resûlullah sever, Allah da sever.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz’in sünneti nedir? Sünneti veçhile yaşamak, sünnet-i seniyyesine uymak nasıl mümkün olur? Hocalardan bunu öğrenin, bunu sorun!
“Ben Peygamber Efendimiz’in sünnetine uygun yaşamak istiyorum, sünneti nedir? Bunu bana anlatın.” deyin. Bu konuda Peygamber Efendimiz’in hayatını anlatan, âdetini, yaşam tarzını, şemâilini, hadîs-i şerîflerini anlatan ne kadar güzel kitaplar var?! Onları okuyun sünnet-i seniyyeyi ihyâ edin.
Bir de Resûlullah en çok kimi sever?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ümmetine hüsn-ü hizmette bulunanı sever. Ümmetine güzel hizmet edenleri, hizmeti güzel yapanları, hizmet vazifesini yerine getirenleri sever. Onun için ümmetine güzel hizmet etmeye çalışalım.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Hepimiz Ümmet-i Muhammed’e rahm edelim. Acıyalım, umumî olarak rahm edelim. Ne kadar acınacak kişiler var?! Hem müslüman hem fakir, hem müslüman hem geri, hem müslüman hem mazlum, hem müslüman hem mağdur, hem müslüman hem maktul, mahpus... Ümmet-i Muhammed her yerde; Balkanlar’da, Kosova’da, Sırbistan’da, Bulgaristan’da, Romanya’da, Rusya’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Keşmir’de, Hindistan'da, Afrika’da, Cezayir’de vs. umumî bir hücuma mâruz.
Kosova’ya yardım etmemiz lazım, Arnavutluğa, Bosna’ya, Çeçenistan’a yardım etmemiz lazım, Özbekistan’a, Tacikistan’a, Azerbaycan’a, Kuzey Irak’a… her tarafa yardım etmemiz lazım.
Keşke bin tane canımız olsaydı her canımızla bir kere bir tane müslümana feda olsaydık! Her yerde müslümanların dertleri, sıkıntıları var. Ümmeti Muhammed’e acıyan;
اللهم ارحم امة محمد رحمة عامة
Allahümme’r-ham ümmete Muhammedin rahmeten âmme. “Ey Allah’ım! Ey Mevlâm! Ey Rabbim! Ümmet-i Muhammed’e umumî olarak rahm eyle yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Ümmet-i Muhammed’e acı…” diye dua etmek en kıymetli dua oluyor.
Peygamber Efendimiz hadîsi şerifinde en kıymetli duanın,
اللهم ارحم امة محمد رحمة عامة
Allahümme’r-ham ümmete Muhammedin rahmeten âmme demek olduğunu bildiriyor.
Ümmeti seveceğiz. Her müslümanın derdi bizim derdimizdir. Ümmet-i Muhammed rahat etmedikçe Türkiye’de rahat içinde oturmayacağız, rahat etmeyeceğiz. Köşkün içindeyken bile rahat etmeyeceğiz. Zenginlik içinde refah içindeyken bile rahat etmeyeceğiz. Ümmet-i Muhammed’e her yönden faydalı olmaya çalışacağız, yardımcı olmaya çalışacağız, onları mutlu etmeye çalışacağız.
Ümmete hizmet etmek, her yönden hizmet etmek lazım. En büyük hizmetin de din konusunda olduğunu da belirtmek için bu sözleri söylüyorum. Bir insan aç kalabilir, açlıktan ölebilir; Allah o zaman onu cennetine sokar. Peygamber Efendimiz “Fukaralar zenginlerden daha önce cennete girecek!” diyor. Zelzelede ezilip ölebilir şehit olur, zelzelede ölen bir çeşit şehittir. Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde bildiriyor. Bunlar bir şey değil! Harpte ölen şehittir! Kosova’da ölen şehittir, Bosna’da ölen şehittir, Çeçenistan’da ölen şehittir. Bunlar bir şey değil! Ama iman gittiği zaman ebedî hayat gidiyor. Asıl felaket odur. İmandan mahrum kalan bir insanın âhireti mahvoluyor. En büyük felaket o!
Onun için Allah’ın en çok sevdiği şey, Peygamber Efendimiz’in de en çok razı olacağı şey ümmetine güzel hizmet etmektir, ümmetine güzel müslüman olması için çalışmaktır. Hatta her meclisi, her sohbet meclisini değerlendirmek lazım. Her sohbet meclisinde Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfinden birkaç hadîs-i şerîf okumalı, salât u selâm getirmeli, birkaç âyet okumalı, Allahu Teâlâ hazretlerinin rızasını, Peygamber Efendimiz’in şefaatini kazanmaya çalışmalı.
Diliyorum ki müslüman kardeşlerimizin gönlünde muhabbet-i Resûlullah, aşk-ı Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem’i arttırmaya vesile olur. Peygamber Efendimiz’in sevgisini, rızasını, şefaatini kazanmaya sebep olur.
Allahu Teâlâ hazretleri nice nice böyle mübarek günlere sağlıkla, esenlikle, şenlikle, mutlulukla erişmenizi nasip etsin. Allahu Teâlâ hazretleri hepinizden razı olsun. İki cihanda aziz olun.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!