es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız mübarek olsun. Allah sizi hem dünyada hem âhirette hayırlara, bereketlere, nimetlere, güzelliklere erdirsin!
Biliyorsunuz hesap güzel bir şey; her şeyin hesaplı, düzenli, ölçülü olması, önceden tasarlanması, tasarlandığı şekilde ölçülü yapılması ilmin, çağın, başarının gereği. Onun için müslümanların her şeyi tasarlaması, ölçmesi, hesaplaması lazım!
Hz. Ömer radıyallâhu anh Efendimiz buyurmuş ki; “Siz öldükten sonra âhirette, mahkeme-i kübrâda hesaba çekilmezden önce; amelleriniz, günahlarınız-sevaplarınız ortaya dökülüp hesaplanmazdan önce dünyadayken siz kendiniz kendinizi bir hesaba çekin!”
حاسبوا انفسكم قبل ان تحاسبوا
Hâsibû enfuseküm kable en tühâsebû diye meşhur; biliyorsunuz, duymuşsunuzdur.
Güzel bir tavsiye, çok mühim bir tavsiye! Onun için kendimizi bir işadamı gibi, bir işletmenin sahibi gibi düşünmeliyiz.
“Acaba benim işletmem kâr mı ediyor zarar mı ediyor?” diye herkes düşünüyor, senede bir kârını-zararını hesaplıyor. Hatta dükkânını kapatıyor veya kapalı olduğu gün, pazar günü gidiyor; dükkânının malının sayımını yapıyor. “Şu kadar mal elimde kalmış, şu kadarını satmışım; şu kadar kârım var, şu kadar alacağım var, bu kadar borcum var, bu senenin durumu şöyle…” diye herkes her sene kendi ticaretinin kazancının ölçümünü yapıyor. Hatta daha akıllı insanlar senede birkaç defa yapıyor. Belki çok ciddi müesseseler her akşam… Şimdi ellerinin altında bilgisayar da var; düğmeye basıp kârda mı zararda mı, kasasında ne kadar var, alacağı ne kadar, borcu ne kadar… biliyor.
Toplum olarak birileri bir hesap yapmalı!
Kim yapacak?
Herkes kişisel düşününce İslâm toplumunu düşünenler olmazsa olmaz! İslâm toplumunu birisinin düşünmesi lazım! İslâm’ın [İslâm toplumlarının, müslümanların] kârını-zararını hesaplaması lazım.
Mesela ben şahsen Endonezya’nın 200 milyon nüfuslu müslüman bir ülke olmasına seviniyorum. Endonezya Avustralya’nın kuzeyinde ona komşu bir ülke. İçinden de geçiyoruz, üstünden uçakla geçip geliyoruz; bazen de onların şehirlerinde mola veriyoruz. 200 milyonluk bir ülke diye arkadaşlarıma dedim ki;
“Endonezya ile ilgilenin! Dernek kurun! Endonezya’yı dikkate alın!”
Çünkü istikbal vaat eden bir ülke; iyi bir hızla kalkınıyor. İyi gelişmeler vardı, son [zamanda] para sıkıntıları, çalkantıları ve zararları oldu, inşaallah onlar da atlatılır. Orada 200 milyon müslüman var, seviniyorum. Bangladeş’te şu kadar var, Pakistan’da, Hindistan’da bu kadar var, Malezya şu durumda…
Bir de bütün dünyada bunun hesabını yapmak lazım.
Dünyanın her yerinde müslümanlar azalıyor mu çoğalıyor mu?
Bir kere sayı önemli, ondan sonra da vasıf önemli!
Müslümanlar vasıflı mı vasıfsız mı? İyi durumda mı kötü durumda mı?
Bu da çok önemli. Kaldırım taşı da bir taştır, onun da bir miktar kıymeti var. Kesiliyor, yapılıyor, satılıyor; tanesi şu kadar… Ama yüzüğün üstündeki yakut, zümrüt veya elmas… O da taş diye anılıyor ama kıymetli taş diyoruz. O çok kıymetli. Vasıf çok önemli! İki taş arasında büyük fark var, hatta elmasların bile her birisinin ayrı kıymeti var. Ağırlığına, lekeli olmamasına göre değeri değişiyor.
Müslümanların evsafı ne? Güzel vasıflı mı yoksa kötü vasıflı mı?
Bu da önemli! Müslümanların bazı aklı eren alimlerinin, faziletli, kâmil, tahsilli, bilgili, görgülü olanlarının oturup bunların hesabını yapması lazım. “Şu sayıda müslüman var, evsafı şöyle. Şunlara ihtiyaç var; şunların şöyle düzeltilmesi, şöyle geliştirilmesi lazım…” diye, hesabını yapmak lazım.
Herkes yapmalı, Türkiye’de de yapılmalı. Muhasebe ve öndeki, gelecek zamandaki faaliyetlerin tasarımı; bu çok önemli.
Müslümanlar sayı bakımından artıyor mu diye bir sayısal ölçmeli, bir de evsafını ölçmeli.
İnanıyorum ki Türkiye’de “Ben müslüman değilim!” diyen insan veya “Müslümanlığı kabul etmiyorum!” diyen insan yok denilecek kadar azdır. Birkaç tane ters durumda olan insan vardır ama büyük çoğunluk İslâm’ı seviyordur, saygıyla karşılıyordur, “Ben müslümanım elhamdülillah!” diyordur. Güzel! Bunların hepsi güzel şeyler! Ama bir de “Ben müslümanım!” diyenlerin Müslümanlığını ölçmek lazım. Teraziye koyup veya çeşitli ölçeklerle çeşitli yönlerinden ölçmek lazım.
Hani eskiden insanın ciğerinde rahatsızlık var mı diye röntgenini çekiyorlardı. Veyahut radyoskopi dediğimiz cihaza sokuyorlardı, bakılıyordu. Ama iş daha gelişince kesitlerini santim santim, ayrı ayrı inceleyecek cihazlar yapıldı. Her santimin ayrı fotoğrafını çekip bir sürü fotoğrafları birleştirdiği zaman derinliğinde, yüzeyden görünmeyen derin kısımda bir kusur var mı, onu anlamak mümkün oluyor. Bunları misal olsun diye söylüyorum.
Müslümanların evsafı önemli, onların evsafını güzelleştirmeye çalışmak lazım. Hepimiz de kendimizin, Müslümanlığımızın derecesini yükseltmeye çalışmalıyız. Geçen sene 10 üzerinden yedi almışsak, bu sene 10 üzerinden 10 almaya çalışmalıyız veya sınıfta kalmışsak, sıfır, iki, üç, dört almışsak -Allah korusun- o zayıf durumdan kurtulmaya çalışmalıyız.
Herkes “Müslümanım.” diyor.
“Elhamdülillah müslümanız.”
“Elhamdülillah biz de müslümanız! Benim babam da şöyleydi, böyleydi…”
Dedesiyle, babasıyla övünüyor.
İnsanın dedesinin, babasının, sülalesinin asil olması güzel ama yetmiyor, yani kişinin cennete girmesine yetmiyor.
Acı misal olarak tarihten, peygamberler tarihinden söyleyelim:
Nuh aleyhisselam’ın hanımı kâfir. Oğlu babasına iman etmemiş, tufanda boğulmuş; mü’min değil. Bir aileden oğlu ve hanımı; peygamber hanımı, peygamber oğlu!..
Lut aleyhisselam’ın karısı kendisine inanmış değil ve kâfirlerle iş birliği yapıyor. Lut aleyhisselam’ı Allah helâke uğrayacak şehirden kurtarıyor ama karısı orada kâfirlerle birlikte kalıp helâk oluyor. Peygamber karısı ama iman içine girememiş!
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Onun için herkesin İslâm’ın ne olduğunu, gerçek Müslümanlığın ne olduğunu derin derin düşünmesi lazım.
Gerçek Müslümanlık nedir? İslâm’ın ruhu, özü nedir? İslâm’da en önemli şey nedir?
İslâm’da en önemli olan şey mârifetullah ve muhabbetullahtır; Allah’ı doğru bilmek ve Allah’ı sevmektir.
Mesela bir kimse; “Ben inançlı bir insanım, ben dinsiz değilim!” diyor. “Ben dinsiz değilim.” demek hiçbir şey ifade etmez!
Dinlisin ama hangi dine sahipsin? Eskimoların dinine mi sahipsin? Ren geyiğine mi tapınıyorsun? Beyaz ayıya mı, ineğe mi tapınıyorsun? Güneşe mi, aya mı tapınıyorsun?.. Bunlar maddî tapınılan şeyler.
Bir de mânevî tapınılan, elle tutulmayan şeyler var. Kimisi şeytana tapınıyor, kimisi nefsine tapınıyor; kimisi paraya, kimisi şöhrete tapıyor; kimisi dünyaya tapıyor, âhireti hiç düşünmüyor…
Herkes “Ben müslümanım.” diyor.
Tamam, müslümansın ama gel bakalım nasıl müslümansın?
“Ben inançlıyım. Ben dinsiz değilim, ben dindarım…”
Ama hangi dine sahipsin? Gel bakalım, Allah hakkında inancın ne?
Mesela bir Amerikalı, bir İngiliz, Avustralyalı, Fransız veya bir Alman tanrı mânasına God dediği zaman “Tamam, ben tanrıya inanıyorum.” dediği zaman inandığı tanrı, kul! Allah’ın yarattığı Hz. İsa aleyhisselam’ı tanrı sanıyor. Onun resmini koymuş, heykelini yapmış; onu tanrı sanıyor.
Peki, ondan önceki insanlar neydi?
Hz. İsa dünyaya gelmeden önceki insanların ne yapması gerekiyordu, neye tapacaklardı?
Senin o tanrı sandığın varlık o zaman yoktu.
Onlar ne yapacaklardı?
İbrahim aleyhisselam’ın dini ne? Nuh aleyhisselam’ın dini ne?
Bunu derin düşünmüyorlar!
Biz de “İslâmiyet’in aslı, özü nedir?” diye düşünmeliyiz ve “Bundan kişisel olarak nasibim ne kadar?” diye kendimizi ölçüye vurmalıyız.
“Allah’ı ne kadar biliyoruz? Allah neye gazap eder, neyi sever? Bize ne emretmiş? Ben Allah’ın sevgili kulu, evliyâsı olmak için ne yapmalıyım? Allah’ın sevmediği bir kul olmaktan nasıl kurtulabilirim? Acaba ben ölçebilir miyim, anlayabilir miyim? Allah şu anda beni seviyor mu sevmiyor mu?..”
İnsanın bunları ciddi ciddi düşünmesi, sorması, derin derin araştırması lazım. Çünkü Allah sevmiyorsa bu sevilmeme durumundan kurtulmak şart, aksi takdirde cehenneme gider! Eğer Allah inancı, mârifetullah yanlışsa, sakatsa, sapıksa o zaman cehenneme gider. Allah’ı sevmiyorsa Allah da onu sevmez.
Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerde bildiriyor:
“Bir insan Allah’ın takdirine rıza göstermiyorsa Allahu Teâlâ hazretleri buyurur ki; ‘Madem sen benim mukadderâtıma razı değilsin, teslim olmuyorsun, benim yaptığım şeyi beğenmiyorsun… Çık bakalım benim yarattığım mülkten! Benim mülkümden, kâinatımdan çık!’”
Nereye gideceksin?
Nereye gidecek!? Bir yere gidemez ama Allah sevmiyor. Takdirine razı olmayanı bile sevmiyor. Allah’ı seven, Allah’ı bilen, Allah’a nasıl kulluk edeceğini bilen insan olmak lazım. Bu da bayağı bir düşünmekle olacak bir şey! Palavra ile, atarak;
“Ben de Allah’a inanıyorum, ben de dindarım…”
İyi ama senin dindarlığın tutarlı bir dindarlık mı? Geçerli bir dindarlık mı?
Sandıktan tedavülden kalkmış eski bir tomar para bulmuş:
“Benim cebimde para var.” diyor.
Diyelim ki Rusya’da Bolşevik ihtilalinden önce basılmış çarşaf gibi koca banknot paraları… Bir sandık para bulmuş:
“Benim bir sandık param var.”
Ama geçerli değil, tedavülde değil!
Libya; parasını değiştirdi, bir gün önce milyonlarca Libya dinarına sahip olan kişi, onları devlet yöneticisi hükümsüz sayınca bir gün sonra beş parasız durumuna düştü. O zaman intihar edenler, kendisini denize atanlar olmuş. Çünkü elinde kâğıt paralar var ama kâğıt parçası! Yani Merkez Bankası’na götürdüğü zaman bir para alamayacak. Bir anda banknot değeri sıfıra düşünce adam milyarderlikten, milyonerlikten fukarâlığa düşünce oynatmış, aklını kaçırmış! Üzüntüsünden ruhî dengesi bozulmuş, ondan sonra da yapmaması gereken bir işi yapmış, mesela intihar etmiş, diye duyduk.
Hangi Müslümanlık geçerli? Acaba bizim Müslümanlığımız geçerli mi?
Bu çok önemli!
Çeşitli inançlar, çeşitli mezhepler var; dünya üzerinde de var, Türkiye’de de var. Herkes kendi inancının doğru olduğu kanaatinde. Doğru olduğunu sanıyor da onun için o yolda gidiyor.
Kimseyi üzmek için isim vermek istemiyorum ama bunların hangisi doğru, hangisi yanlış?..
Kimseyi de tenkit etmeyi istemiyorum ama doğruyu söylemeden de, doğruyu göstermeden de olmaz; bizim vazifemiz doğruyu göstermek!
Allah’ı doğru bilecek! Mârifetullahı, Allah bilgisi doğru olacak! Yanlış biliyorsa, Allah hakkındaki inancı yanlışsa olmaz. Resûlullah hakkındaki görüşleri, bilgileri Resûlullah’a bağlılığı tam değilse olmaz. O zaman iyi müslüman olmaz!
Bazıları var, Peygamber Efendimiz’e kızıyor da Peygamber Efendimiz’in ashabından falancayı daha çok tercih ediyor!
Olur mu?
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْرِيلَ
Men kâne adüvven li-Cibrîle
Bazıları Cebrail aleyhisselam Kur'ân-ı Kerîm’i Peygamber Efendimiz’e getirdi diye kızıyormuş.
“Cebrail aleyhisselam niye ona getirdi, falanca yere getirecekti…”
Öyle şey olur mu? Allah öyle bir yanlış yaptırtır mı?
Sonra melekler Allah’a âsî olmayan varlıklar, Allah’ın arzusu dışında başka bir şey yaparlar mı?
Bazı insanlar bazı şeyleri yanlış düşünüyorlarsa amelleri geçerli olmayacak, boşuna…
هَبَاءً مَنْثُورًا
Hebâen mensûrâ.
Bütün ömrü boyunca yaptığı şeyler havada toz halinde savrulacak. Toz toprak olacaksa, elde avuçta hiçbir şey kalmayacaksa, âhir ömründe Allah’ın divanına vardığı zaman sıfıra sıfırsa, hatta sıfırdan aşağıysa o zaman çok fena! Onu şimdiden anlayıp düzeltmesi lazım.
“Doğru Müslümanlık nedir? Doğru Müslümanlığın kaynağı nedir?”
Herkes bunu bilecek, o çizgiye gelecek.
“Benim kanaatime, inancıma göre… Benim görgüme, bilgime göre… Bence şöyle olmalı…” diyorlar. Böyle diyenlerin bazıları kitap yazıyor. Bazısı bu sapığın kitabını getiriyor:
“Hocam, birisi şöyle bir kitap yazmış. Allah aşkına şunu bir oku da hatalarını söyle.”
İlk sayfasını açıyorum; 30 tane hata saymışım, kalemle işaretlemişim. 200 sayfalık kitapta her sayfada 30 tane hatadan şu kadar bin hata olur. Bu adam keşke bu kitabı yazmasaydı! Bütün cahilliği, bütün zıpırlığı, bütün sapıklığı ortaya çıkmış. Bir de “Bu, dinin aslıdır, esasıdır!” diye yazmış. Hiçbir şey bilmiyor! Ne âyet biliyor, ne hadis biliyor, ne Arapça biliyor, ne dinî bilgiler okumuş... Birçok kimsenin din hakkındaki bilgisi bu!
Müslümanlara ihtar ediyorum, bütün müslüman kardeşlerimi ikaz ediyorum: Etraflarına İslâm’ı güzel güzel anlatsınlar, çünkü pek çok kimse İslâm’ı bilmiyor. Bizimle konuşan, tanışan bazı kimselere bakıyorum:
“Hocam, biz İslâm’ı böyle bilmiyorduk.” diyor.
Hakikaten de halkı daha yakından tanıdıkça anlıyorum. Halk İslâm’ı bilmiyor.
Neyi biliyor?
Gazetelerden, mecmualardan, kulaktan dolma, belki halkın arasındaki hurafelerden aklına dolmuş olan şeyleri din sanıyor. Hâlbuki o din değil, onun inancı yanlış! İşte bu yanlışlıkların önceden anlaşılması lazım.
Bir yanlışlığın kişinin kendisi tarafından önceden anlaşılması nasıl olur?
Mesela matematikte ne yapıyoruz?
Bir sorunu, problemi, meseleyi çözüyoruz. Ondan sonra onun irdelemesini yapıyoruz. Benim bu çözümüm doğru mu değil mi, diye geriye dönüyoruz, işlemin irdelemesini yapıyoruz. Benim bu çözümüm doğru mu yanlış mı, acaba sonucum sağlam mı yanlış mı diye sağlamasını yapıyoruz. Bu fizikte de kimyada da böyle…
Tecrübe niçin yapılıyor?
İşin sağlamlığını ölçmek için yapılıyor.
Dünyevî küçük bir mesele için hayatımızın, ömrümüzün küçük bir parçasında karşılaştığımız küçük bir maddî mesele için bu kadar dikkatli davranıyoruz. Benim de hoşuma gidiyor.
Mesela bir inşaat yapan insanları hayranlıkla seyrediyorum. Önceden kâğıt üzerine çiziyorlar; tasarım tamam, boyutlar tamam. Sonra temelci geliyor, temelleri atıyor; daha bina anlaşılmıyor. Duvarları yükseliyor, bir şey anlaşılmıyor. Daha sonra, daha sonra, daha sonra… Adım adım her şey bir düzen içinde; sonra yerli yerince ev ortaya çıkıyor.
Musluğu çeviriyorsunuz su akıyor, düğmeye basıyorsunuz elektrik yanıyor.
“Oh! Tertemiz, yepyeni bir ev!”
Ama bu ne kadar düzenli bir çalışma sonunda yapılıyor?! Bir ev yapımı -herkesin hayatında çok defalar gördüğü bir olay- bu kadar ciddi bir çalışmayla sağlanıyor da insanın âhireti kazanması, cenneti kazanması için inancı, dini doğru mu yanlış mı diye irdelemesi, sağlama yapması gerekmez mi?
Herkes “Benim dinim doğru.” diyor. Herkes kendine göre geleneksel olarak, an’anevî olarak atadan, dededen gördüğü örfü, âdeti uygulamaya çalışıyor. Belki İslâm'a aykırı...
Mesela kız kaçırmak, kan davası İslâm’da var mı?
Yok, ama âdet olarak var. Ülkede görülüyor, olay olarak karşımıza çıkıyor. Demek ki insanlar inançlarına aykırı işler yapabiliyorlar. Herkes yapıyor. Adam hem müslüman hem de İslâm’a aykırı işler yapıyor!
İlk önce insanın “Ben müslüman mıyım kâfir miyim? Kendimi müslüman sanıyorum da acaba küfre düşürecek bir şeyler yapmış mıyım?” diye onu anlaması lazım.
Çünkü kâfir ise kendisini müslüman sanması kurtarmaz, çünkü kendisinin hakkındaki hükmü kendi zannını vermeyecek! Allahu Teâlâ hazretleri mahkemede, mahkeme-i kübrâda ölçecek, ondan sonra cennetlik veya cehennemlik olduğunun hükmünü verecek. O halde insanın Allahu Teâlâ hazretlerinin kendisini iyi bir kul olarak kabul etmesini sağlaması lazım.
Kendisinin zannıyla bu iş olur mu?
Dünya üzerinde ne kadar sapık inanç var? Hindistan’da kaç tane din var? Türkiye’de kaç tane inanç var?..
Bazılarına işaret ediyoruz, bazılarını kimse kırılmasın, darılmasın, üzülmesin diye söylemiyoruz ama düzeltmeye çalışıyoruz.
Benim usullerimden birisi, şahsen kimseyi üzmeden doğruyu söylemektir! O doğruyu söylerken “O doğrunun dışındaki başka şeyler yanlış!” demiş olurum diye düşünüyorum. Ama bazen de -Kur'ân-ı Kerim’de de usul öyle- yanlışı da doğrudan doğruya söylemek lazım.
Mesela kâfirler, müşriklerin azılılarından bazıları Peygamber Efendimiz’in karşısına gelmişler. Ellerine çürümüş bir kemiği almışlar, parmaklarının arasında ufalayıp yere ufalanan kemik parçaları dökülürken Peygamber Efendimize göstererek;
“Allah bu çürümüş kemiği de diriltecek mi yani ey Muhammed?” demişler. Peygamber Efendimiz;
“Tabi diriltecek!” demiş.
Yâsîn sûresi inmiş, Yâsîn sûresinin âyeti;
قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ
Kul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merrah. “O kemiği ilk yaratan Allah, onu yine yaratacak!”
İnsanı ilk yarattığında nasıl yaratmış? Cenâb-ı Hak nasıl yaratıyorsa, bir tohumdan bir koca ağacı nasıl yaratıyorsa insanı öldükten sonra da diriltecek.
Ba‘su ba‘de’l-mevt haktır, zaten insan tamamen yok olmuyor ki!.. İnsanın maddî kısmı toprağa gömülüyor ama yok olmayan kısımları var; ruhu var. Allahu Teâlâ hazretleri ona tekrar şahsiyet verecek, âhirette mükâfat veya ceza çekecekler. Bunu anlamak gayet kolay!
Yani Kur'ân-ı Kerîm yanlış sözü de söylüyor: “Bak böyle dediler ama işin doğrusu budur!” diye bildiriyor. Onun için biz de doğru inancı söyleyelim:
Allah celle celâlüh vardır, birdir; şerîki, nazîri yoktur. Allah’ı herkes doğru tanısın! Kendi bildiğine göre tanrı fikrini kafasından silsin, doğru inanca sahip olsun!
Muhammed-i Mustafâ Allah’ın resûlüdür, âhir zaman peygamberidir, eski peygamberlerin müjdelediği peygamberdir. Hz. Musa aleyhisselam’ın, Hz. İsa aleyhisselam’ın Tevrat’ta, İncil’de geleceğini bildirdiği âhir zaman peygamberidir.
Yahudisi de, hırıstiyanı da Peygamber Efendimiz’e tâbi olsun! Allah’a tâbi olmanın tabii sonucu olarak Kur'ân-ı Kerîm’i okusun, Kur’an’a inansın, bağlansın! Resûlallah’a peygamber olarak inanmanın tabii sonucu olarak da Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini okusun!
Şimdi millet hadîs-i şerîflerini okumuyor ve hadîs-i şerîflere itiraz ediyor.
Olmaz!
Kur’an’ı okumuyor, Kur'an âyetlerine aykırı sözler söylüyor.
Olmaz!
O zaman kendisini müslüman sansa da İslâm’dan çıkar!
Onun için yeni yılda gelin yeni bir aşk ile, şevk ile Kur’an’ı bir okuyalım, okuyun!
“Ben müslümanım!” diyen bir insan dininin temeline kazma vurmasın, dinini dinamitlemesin, berhava etmesin! “Ben de müslümanım!” deyip de müslümanların ve İslâm’ın canına okumasın! Herkes İslâm’ı doğru öğrensin, Peygamber Efendimiz’e güzel ümmet olsun! Allah’a güzel kulluk yapsın, dosdoğru yolda yürüsün, sırat-ı müstakîmde yürüsün ve Allah’ın rızasını kazansın!
Dünya üzerinde beş küsur milyar, altı milyar insan var. Bunların ne kadarı müslüman?
Bir milyardan fazlası müslüman ama bu müslümanların hepsi imtihanı geçemez! Biz hacca gidiyoruz, İslâm âleminin her yerinden gelen insanları orada görüyoruz. Ölçüyoruz, tanıyoruz… Bilgimiz, temasımız dolayısıyla gözümüzün müşahedesi, gözlemimiz gösteriyor ki bu bir milyardan fazla, bir buçuk milyar müslüman hepsi tam müslüman değil!
Türkiye’nin %99’u müslüman ama tam müslüman değil! Avrupa’da da öyle, Amerika’da da öyle; onlar da tam hıristiyan değil! Yahudiler de tam yahudi değil! Musa aleyhisselam’ın zamanının yahudisi değil. İsa aleyhisselam’ın zamanının, hak din olduğu zamanki ihlâslı rahipler gibi, Kur'ân-ı Kerîm’de medhi yapılan rahipler gibi, din adamları gibi değil. Ortada yanlış şeyler var. Bunların açıkça bilimsel olarak söylendiği de oluyor.
Mesela Avustralyalılar, mâlum İngilizler; Çanakkale’de bizimle harp ederken Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan insanları kışkırttılar, topladılar ve geldiler. Avustralyalılar Gelibolu’da bizim dedelerimizle çarpıştılar. Benim dedem şehit oldu, amcalarım, dayılarım şehit oldu. Çünkü bizim köyümüz o savaş yerlerine yakındı. Ben şehit torunuyum, aileden pek çok kimse şehit oldu.
Gelibolu savaşları dolayısıyla burada konuşturmuşlar, bir muharibi, savaşçıyı, yaşlı, en son yaşlı savaşçılardan birisini radyoya çıkarmışlar, konuşmuşlar.
Adam ne demiş? Gelip bizim dedelerimizle Gelibolu’da çarpışan muharip savaşçı ne demiş?
“Dünyanın en asil askeriyle çarpıştık! Esir olanlara, bizlere o kadar güzel muamele ettiler, öyle soylu, öyle güzel ahlâklı insanlar ki… Onlar dünyanın en yüksek insanlarıydı.” demiş. Ve;
“Bizim onlarla harp etmemiz çok yanlıştı!” demiş.
Hemen radyodaki yayını orada kesmişler, çünkü canlı yayınmış. Onun devamını kesmişler. Demek ki daha fazla konuşmasını istememişler. Ama insafla doğruyu söylemiş. Elhamdülillah dedelerimiz İslâm terbiyesiyle yetişmiş mert insanlardı. Askerleri mertti, dindardı. Allah yolunda çarpışıyorlar ama düşmanına bile kendisini sevdirecek asil insanlardı!
Bir arkadaş, ihvanımızdan biri daha anlattı; kendisi Almanya’da. Onun babası Yemen’de Almanlar’la beraber çarpışırken Alman arkadaşı yaralanmış. Bu arkadaşımızın babası bu yaralı Alman’ı bilmem kaç gün, kaç saat sırtında taşımış, emniyetli yere getirmiş...
Konu şuradan açıldı:
“Bir harp görmüş kılıç sahibi olmayı falan istiyorum…” dedim de;
“Benim babamın bir kılıcı var, onu size hediye edeceğim!” dedi.
Arkadaşlara, yanımdakilere;
“Şahit olun, bu verilecek!” dedim, şahit tuttum filan… Şaka yaptım.
O, Alman’a o kadar iyilik yapmış, sonra bu oğlu gitmiş, Almanya’da o Alman’ı bulmuş.
“Ben falancanın oğluyum.” demiş.
Alman bunun boynuna sarılmış. Ağlamış, öpmüş.
“Gel bak; şu evim, şu mülküm senin! Şurası senin, hangisini istiyorsan al!..” demiş. Bizim kardeşimiz de;
“Teşekkür ederim, istemem.” demiş.
Bizim dedelerimiz böyle soylu, efendi, ahlâklı, böyle güzel insanlardı.
Bu nereden oluyor?
Bu İslâm ahlâkı! İslâm’dan geliyor!
Sevgili dinleyiciler!
Onun için ne yapmamız lazım?
Aşk ile şevk ile İslâm’ı, Kur’an’ı yeniden öğrenmeye çalışmalıyız. Kur’an’ı öğrenin, o zaman başka hiçbir şey demem! Kur’an’ı öğrenin, Kur'an size yeter! Kütüphanenizde vardır, Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini lütfen okuyun, öğrenin!
Eğer siz İslâm’ı biliyorsanız, siz iyi müslümansanız o zaman etrafa anlatın! Çünkü millet İslâm’ı bilmiyor. Kendisini müslüman sanıyor ama çok kusurlu müslüman. Allah’ın gazabına uğrayacak, cezaya uğrayacak işler yapıyorlar da hâlâ kendilerini müslüman sanıyorlar. İslâm’a sataşıyorlar, müslümanı üzüyorlar! İslâm’ın ahkâmını kaldırmaya çalışıyor, hâlâ kendisini müslüman sanıyor!..
Onun için lütfen başkalarına da İslâm’ı güzel güzel anlatma çalışması yapalım. Hem kendimiz iyi müslüman olalım hem de başkalarını iyi müslüman etmeye çalışalım.
Allah hepinizden razı olsun, razı olacağı işler yapın; sevdiği, razı olduğu kul olun!
Dünyada, âhirette lütuflarına gark eylesin, nimetine mazhar eylesin, rahmetine erdirsin. Cennetiyle, cemaliyle hepinizi müşerref eylesin…
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh...