es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh
Aziz ve sevgili Akra dinleyenleri,
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
Bu sohbetimde size müjdeli konuları ihtivâ eden, müjdeli konulara dair, sizin duyunca sevineceğiniz bazı hadîs-i şerîfleri açıklamak istiyorum.
Said b. Zeyd radıyallahu anh tarafından rivayet edilen, Tirmizî'nin "sahih" dediği, Ebû Dâvud'da, Neseî'de, Ahmed b. Hanbel'de ve diğer kaynaklarda olan bir hadîs-i şerîf. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
Men kutile dûne mâlihî fe-hüve şehîdün ve men kutile dûne demihî fe-hüve şehîdün ve men kutile dûne dînihî fe-hüve şehîdün ve men kutile dûne ehlihî fe-hüve şehîdün.
Sadaka Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Bu sahih hadîs-i şerîf, şehitlerle ilgili bir hadîs-i şerîf.
Bugünlerde Ümmet-i Muhammed olarak binlerce şehit veriyoruz. Dünyanın muhtelif yerlerinde çok sıkıntılı günler yaşıyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in mübarek ümmeti.
Bu hadîs-i şerîfte dört cümle var. Canını Allah yolunda faaliyet esnasında vermiş olduğundan "şehit" deniyor. Çok yüksek makâmı var; sorgusuz, hesapsız cennete girecek, çok büyük nimetlere mazhar olacak.
Bu, savaşta öldürülen şehitler bildiğimiz şehitler... Bunun dışında şehit hükmünü alan başka kimseler de var. Mesela hanım çocuğunu dünyaya getirirken vefat ederse şehit sayılıyor vesaire. Ama bu hadîs-i şerîfte başka dört husus açıklanıyor:
Men kutile dûne mâlihî fe-hüve şehîdün. "Malını korumak için mücadele ederken bir kimse öldürülürse o şehittir."
Ve men kutile dûne demihî fe-hüve şehîdün. "Kanını korumak için öldürülürse..."
Kanını, yani canını demek. Kesildi mi bir yeri kanı akacak. Kanı çok akınca da ölecek. Yani canı demek...
"Canını, kanını korumak için, savunmadayken öldürülürse bir insan, o da şehittir."
Ve men kutile dûne dînihî fe-hüve şehîdün. "Dinini korumak için öldürülürse o da şehittir."
Ve men kutile dûne ehlihî fe-hüve şehîdün. "Ailesini, çoluk çocuğunu, hanımını veya çocuklarını, ailesini korurken, mücadele ederken öldürülürse o da şehittir."
Bu anlatılanlarda düzenli bir savaş sahnesi yok, ortada bir savaş yok. Ama diyelim ki adamcağız yola çıkmış, yolda eşkıyâ önünü kesmiş,
"Çıkart paralarını, ver şu mallarını, in arabadan!" diyor.
Neyse artık, insanın yanında parası olur, malı olur; o da malını korumak için, vermemek için mücadele ediyor. Çünkü isteyenin istemeye hakkı yok. Yol kesici, kâtîu't-tarik; çoğulu kuttâu't-tarik deniliyor. Yol kesmek büyük günah. [Yol kesiciler] cehennemlik insanlardan bir sınıf... Birisinin parasını almak için yolunu keserler de o da parasını vermemek için diretirse; malını savunmak, korumak için uğraşırken öldürülürse o da şehit oluyor.
İslâm'da mülkiyet hakkı var. Alnının teriyle kazandıktan sonra -zaten kazancın helal olması lazım- bir insanın kazancı, biriktiği malı, evi, barkı, parası, davarı, koyunları, sürüleri; onlar onun malı oluyor. Başkasının onu almaya hakkı yok! Zorla alırsa, göz göre göre alırsa buna "gasp" deniliyor. Görmeden, farkında olmadan, uyurken, o orada yokken aşırılırsa ona da "hırsızlık" deniliyor. Hırsızlığın Arapçası sirkat. İkisi de kötü. Gasp da kötü, hırsızlık da kötü, yol kesmek de kötü...
Demek ki insan malını koruyacak, korumaya hakkı var. Demek ki mülkiyet hakkı muhterem... Dünyadaki bazı beşerî sistemler mülkiyet hakkı tanımıyor. Demek ki onların aslı esası yok, dinimizde yeri mekânı yok!
"Malını korurken, uğraşırken, kendisini malının önüne siper edip mücadele verirken ölürse şehittir."
Ne güzel!.. Bir insan şehidin rütbesini böylece almış oluyor; malını korurken mazlûmen öldürüldü.
Ve men kutile dûne demihî. "Kanını korurken, uğraşırken ölmüşse o zaman da şehittir."
Dem Farsça'da başka, Arapça'da başka mânaya gelir. Kelimelerin aynı olması, mânalarının da aynı olmasını gerektirmez. Arapça'da dem, çoğulu dimâun gelir; "kan" demek. Mesela hacca gitmiş bir insan bir hatalı iş yaptığı zaman, hatası çok büyükse "Dem gerekir." deniyor. Kan akıtmak, "kurban kesmek gerekir" mânasına. Onu fukaraya verecek.
"Pekiyi hocam, Farsça'da ‘dem' ne demektir?" diye sorarsanız;
Farsça'da dem "nefes" mânasına geliyor, "zaman" mânasına geliyor. İnsanın ağzından aldığı, verdiği soluk mânasında.. Mesela; "Son deminde adam kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti." diyoruz. "Çay demlenmek..." deniliyor. Yani zaman alacak; ateşin üstünde duracak, altı kaynayacak. Böylece çay orada duracak, demleniyor, zamanlanıyor. Bu mânaya gelebilir.
Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem...
Bu bir ilâhinin nakaratı; "Zaman bu zamandır, çağ bu çağdır; tam işin ânı bu andır." mânasına...
Kanını korumak için, yani hayatını, canını korumak için... Birileri saldırdı, o da savunmaya geçti. Tüfekler patladı, yumruklar, mücadele, alt alta, üst üste... Eve hırsız giriyor, esrar çekmiş oluyor, insanın üstüne saldırıyor... Neyse yani... Öldürüldü; o da şehittir.
Ve men kutile dûne dînihî.
Dinini savunmak, korumak, müdafaa etmek için ortaya atıldı; karşı taraf da buna saldırdı. Peygamber Efendimiz'e ağır söz söyledi veyahut Kur'ân-ı Kerîm'e ağır söz söyledi veyahut Cenâb-ı Hakk'a yakışık almayacak söz söyledi... Bu da dayanamadı, "Öyle değildir!" dedi. Demeye hakkı var. Çünkü inanç, Allah'a inanmak, iman, Müslümanlık çok önemli. Karşı taraf kalktı, ya mücadele ederken ya etmeden öldürüldü.
Bazen de mesela zalim hükümdarlar oluyormuş, "Sen iman ettin!" diye ahâliyi öldürüyormuş. Kur'ân-ı Kerîm'de var; Ashâbü'l-Uhdûd... Çukurlara, geniş hendeklere ateş yaktırıyormuş hükümdar. Çok kuvvetli ateş... İnanmış olan kişiyi ateşin, hendeğin kenarına getiriyormuş,
"Dininden dön, inancını bırak! Vazgeç bu inançtan!.." diyormuş.
Doğru inanç hâlbuki... Vazgeçmiyor. Vazgeçmeyince itiyor çukurun içine... Ateşin içinde, o korların, har har yanan ateşlerin içinde, büyük hendekte -dışarı da çıkamıyor, itildi zaten, elleri de bağlı- ölüyor. Bu da şehit...
Yani inancı uğrunda zulme uğradı. Karşı taraf zalim, bu da mazlum. Mazlûmen öldürüldü. Böyle de olabilir. Yani hiçbir şey yapamadan, o da olur. Kendi dinini savunmak isterken, savunurken karşı taraf kızdı, mücadele oldu, o zaman da olur. Her ne şekilde olursa olsun, o da şehittir.
Bir de dördüncü cümle var aynı hadîs-i şerîfte:
Ve men kutile dûne ehlihî fe-hüve şehîdün.
Hanımı var, çoluk çocuğu var. Gözü dönmüş bir cânî, hain, ırz namus düşmanı kimse saldırıyor. O da tabi ailenin reisi. Bunlar onun ehli, iyâli, çoluk çocuğu, eşi vesairesi. Mücadele veriyor, yaptırmıyor, yaptırmak istemiyor. Bu da şehittir.
Demek ki meşru müdafaalar, güzel uğurda yapılan mücadeleler bazen mücadele edenin hayatına mâl olabiliyor. Ama o zaman Allahu Teâlâ hazretleri ona âhiretin ebedî saadetini veriyor, şehitlik rütbesini veriyor, bi-gayri hisâb cennetine dâhil ediyor, nice nice mükâfatlara mazhar ediyor.
Hadîs-i şerîfte geçer:
"Bir insan şehit olmayı candan istediği halde yatağında ölse bile yine şehit sevabı verilir."
Eh kader, öyle yazılmamış; işte yatağında tabiî bir tarzda vefat ediverdi. Üç gün yatak, dördüncü gün toprak; vefat ediverdi. Tamam, bu adam ömrü boyunca şehit olmayı istiyordu, temenni ediyordu. Allah'tan ihlâs ile cân u dilden, yani içten, gönlünden, bütün samimiyetiyle şehit olmayı diliyordu. Fırsat, imkân olmadı, yazısı kaderde öyle değilmiş; yatağında öldü. Ama o da şehit çünkü niyeti öyleydi.
Allahu Teâlâ hazretleri demek ki bu şehitlik rütbesini bazen savaş olmadan da, savaşa girmeden de, mazlumken de, mağdurken de veriyor.
Büyük şeyhlerimizden -tarihte çok meşhur- Necmeddin-i Kübrâ hazretleri de -Moğollar İslâm diyarlarına saldırmışlar, Harezm'e- yaşlı, ak sakallı, mübarek, pîr-i fâni, yani gücü kuvveti, vücudunun tâkati azalmış ama taşları yığmış önüne... O zamanın düşmana karşı savunulacak [silahı]... Eline de o taşları atmaya mahsus olan aleti almış. Taş içine atılıyor, havada çeviriliyor çeviriliyor, atılıyor. Karşı tarafta on metre, yirmi metre, kaç metreye giderse adama çarparsa, mesela at sürerken, düşman üstüne gelirken çarparsa o taş, kafasına gelirse veyahut göğsüne gelir, sendeletir, düşürür. Düşerse düşüyor.
Ne yapalım, o zamanın savunma, savaşma vasıtaları kılıç, mızrak, ok, bir de sapan diyorlar. Tabii çocukların ağaçtan yaptıkları lastikli, küçük taş atmaya mahsus şeylere de "sapan" derler. Elde çevirilerek iri, yumruk gibi veya iki yumruk gibi veya kelle gibi bir taşı savurup savurup, savurmadan dolayı bir kuvvet kazanıp onu belli bir istikamete atmakla taş atmış oluyor. O da karşı tarafta hasmına çarparsa devirebiliyor.
O taşları önüne yığmış mübarek Necmeddin-i Kübrâ Efendimiz kaddesallahu sırrahü'l-aziz, Moğol askerleri saldırırken o da taş atarak, savunma yaparak, savaş halinde ruhunu teslim etmiş, şehit olmuş. Allah şefaatlerine erdirsin. Ama yaşlıyım diye kenarda durmamış. Allahu Teâlâ hazretleri de ona şehitlik rütbesini nasip etmiş, şehit olmuş.
Aziz ve sevgili [kardeşlerim!]
Bu dünya böyle imtihanlı.
Cenâb-ı Hak cümlemizin alnımıza güzel yazılar yazsın, hayırlı ömür sürmek nasip etsin, hüsn-ü hâtime nasip etsin... Saîd olarak yaşamayı, yani bahtiyar, Allah'ın yolunda, mü'min, cennetlik bir yolda yürüyerek yaşamayı nasip etsin. Âhirette de cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin. Şehit rütbesini de versin... Savaşmazsak, savaşa girmezsek bile, yatağımızda ölsek bile o rütbeye ermeyi Cenâb-ı Hak nasip eylesin...
Müjdeli hadîs-i şerîflerden bir diğeri:
Bu bildiğiniz bir konu, yaptığınız bir şey hatta... Şimdi geleneksel olarak, töreler; anadan, babadan, dededen küçükken öğrendiğini yapıyor müslümanlar. Neden yaptığının üzerinde durmuyorsa, sormuyorsa, ilgilenmiyorsa; şuursuz olarak yapıyor, kıymetini de bilmiyor. Bazen de kıymetini bilmediği için yapmıyor. "Anam, babam böyle öğretmişti ama ne yapalım?.." diyor, yapmıyor, kalkıp gidiyor.
İşte bunlardan birisi bu hadîs-i şerîf. Bu da Neseî'de, İbn Hibban'da, Dârekutnî'de, Taberânî'de var; Ebû Ümâme radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş.
Men karae âyete'l-kürsiyyi fî dübüri külli salâtin lem yemna'hu duhûle'l-cenneti illâ en yemûte.
Bu, Âyete'l-kürsî'yi farz namazları kıldıktan sonra okumakla ilgili bir hadîs-i şerîf. Müjde... Elhamdülillah siz de tatbik ediyorsunuz. Yaptığının sevabının ne olduğunu bilmeyenler bunu okudukları zaman anlayacaklar.
Men karae. "Kim okur ise." Âyete'l-kürsiyyi. "Âyete'l-kürsi'yi kim okursa..."
Âyete'l-kürsi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allâhu lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûm lâ te'huzühû sinetün ve lâ nevm lehû mâ fi'ssemâvâti ve mâ fi'l-ard, men zellezî yeşfeu indehû illâ bi-iznih, ya'lemü mâ beyne eydîhim ve mâ halfehüm ve lâ yuhîtûne bi-şey'in min ilmihî illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühü'ssemâvâti ve'l-ard, ve lâ yeûdühû hıfzuhümâ ve hüve'l-aliyyü'l-azîm.
diye Bakara sûresindeki büyük âyet-i kerîme. Çok satırları var, yarım sayfa sürüyor, uzun bir âyet-i kerîme.
İçinde vesia kürsiyühü'ssemâvâti ve'l-ard "Allahu Teâlâ hazretlerinin kürsîsi gökleri ve yeri içine almıştır, ihâta etmiştir, çevrelemiştir. Uçsuz bucaksız gökler, fezâ ve yer kürsüsünün içindedir, kürsüsü onu kuşatmıştır." diye geçtiği için, bu âyet-i kerîmenin bir cümlesi bu olduğu için "Âyete'l-kürsî" denilmiş.
Bu çok muazzam bir âyet-i kerîme... Allahu Teâlâ hazretleri hakkında bizi mârifetullaha erdirecek bilgiler veriyor. Allahu Teâlâ hazretlerinin bazı kullara şefaat hakkı verdiğini de ispatlıyor. Şefaati inkâr edenler bilsinler diye söylüyor, hatırlatıyorum. Sevabı çok büyük olan bir âyet-i kerîme. Kur'ân-ı Kerîm'in çok şerefli bir âyet-i kerîmesi...
"Kim bu Âyete'l-kürsî'yi..." Dübüri külli salâtin mektûbin. Salât-i mektûbe demek, yani Allah tarafından kulun boynuna "bunu kılacaksın ille..." diye yazılmış olan namaz demek. Yani farz namaz demek. "Her farz namazın arkasından kim Âyete'l-kürsî'yi okursa..."
Ne olur?
Lem yemna'hu duhûle'l-cennete. "Bu zât-ı muhteremi, bunu namazın arkasından okuyan bu müslümanı cennete girmekten..." İllâ en yemûte. "Ancak henüz ölmemiş olması men eder."
Ölmedi de ondan cennete giremiyor. Yoksa Âyete'l-kürsî'yi okudu diye cennete girecek ama daha vefatı gelmemiş, ölümü vuku bulmamış, ondan girmiyor. Cennete girmesini engelleyen ölmemiş olması. Ölmüş olsa cennete girecek demek yani.
Onun için yaptığımız ibadetleri bilerek yapalım. Kimisi bilmiyor yaptığı ibadetlerin kıymetini... Kimisi de;
"Ben Arabistan'a gittim, adam namazı kıldıktan sonra kalkıp gidiyor." diyor.
Hayır! Biz de gittik Arabistan'a, kaç sefer gittik. Yanlış!.. Onlar bizim okuduklarımızı okuyorlar ama sessiz okuyorlar. Yani müezzin "şunu okuyun, bunu okuyun" demeden, yüksek sesle müezzinlik yapmadan kendi içlerinden okuyorlar. Farz namazı kıldıktan sonra cemaate dönüyor imam, okuyor. Tesbihleri de çekiyor, Âyete'l-kürsî'yi de okuyor. Bizim yaptıklarımızın hepsini yapıyor. Çünkü bunlar sahih hadîs-i şerîflerde Peygamber Efendimiz tarafından müjdelenmiş şeyler.
Bizde, bilmeyen halk hatırlasın diye müezzin yüksek sesle müezzinlik yaparak söylediği için herkes yapıldığını biliyor. Ama Suud'da böyle bir müezzinlik mesleği diye ayrı meslek koymamışlar; imam çıkıyor ezanını da okuyor, kametini de getiriyor. Cemaatten hatırlı birisi varsa, "Geç öne, namazı sen kıldır!" diyor. Ondan sonra kendisi geçiyor kıldırıyor. Bizdeki gibi imam ayrı, müezzin ayrı olmadığından, dışarıdan gören bir şahıs, yapmıyorlar sanıyor. Hâlbuki Peygamber Efendimiz bu duaların yapılmasını tavsiye etmiş olduğundan onlar da yapıyorlar.
Yapmadan kalkar giderse bir insan ne olur?
Farzı yerine getirdiği için farzı kılmış olur ama çalışıp çalışıp da ücreti almadan gitmek gibi veyahut daha büyük kârlar elde edecekti, o kârları elde etmeden kalkıp gitmek gibi olur.
Demek ki, elhamdülillah, Allah razı olsun dedelerimizden, ecdadımızdan, hocalarımızdan, bize bunları öğreten analarımızdan, büyüklerimizden, mahalledeki müezzin amcadan, ihtiyar amcalardan... Kim öğrettiyse bize, iyi ki Âyete'l-kürsî'yi küçükken ezberletmişler. İyi ki her namazın arkasından bunu okuyoruz. İyi ki;
Subhânallâhi ve'l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm diyoruz.
Bunu insan içinden dese de olur. Ama yüksek sesle, başkaları da bilsin, duysun, öğrensin diye böyle yapmış bizim ecdadımız. Ondan sonra Âyetel-kürsî'yi okuyoruz, ondan sonra tesbihleri çekiyoruz. Onlar hakkında da hadîs-i şerîfler var. Ama demek ki Âyete'l-kürsî'yi okuyan insan cennete girecek.
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Bir de mânasını bilirseniz...
Âyete'l-kürsî ne demek?
Mânasının derinliğini görebilirseniz, sezebilirseniz, o zevki tadabilirseniz o âyetin o zaman keyfi çok daha fazla olur, sevabı da çok olur. İnsanın sevabı idrakinin çokluğu, derinliği, genişliği, güzelliği, doğruluğu nispetindedir. İnsan ne mânaya geldiğini idrak etti mi, o zaman gözyaşlarıyla okur ve çok daha güzel hazlar alır, mânevî lezzetler duyar. Feyizlere gark olur, sevabı çok olur.
Bir müjdeli hadîs-i şerîf buydu. Bunu demek ki çoğunuz yapıyorsunuz, güzel!
Çoğunuzun yaptığı bir başka şey daha söyleyeyim.
Bizim kardeşlerimize biz "Günde 100 defa tesbihlerinizin arasında Kulhuvallah da okuyun." diye zaten söylüyoruz. Ben bunları tenbih ederken diyorum ki;
"Bakın bunu ben kendim söylüyor değilim. Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerde buyurmuş, ben bunu hatırlatmış oluyorum, aracı olmuş oluyorum."
Hadislerinden geldiğini zaten biliyorlar. Enes radıyallahu anh'ın rivayet ettiğine göre -çeşitli kaynaklarda var- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
Men karae kulhuvallâhu ehad mîete merretin ğafare'llâhu hatîete hamsîne âmen mectünibe hısâlen erbea: ed-dimâe ve'l-emvâle ve'l-fürûce ve'l-eşribe.
Mânasını verelim:
Men karae kulhuvallâhu ehad. "Kim Kulhuvallâhu ehad'i okursa..."
İşte bu da hepinizin bildiği bir sûre, küçükken ilk öğrendiğiniz, Rabbi yessir'den sonra hemen öğrendiğiniz mübarek bir sûre. Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birini okumuş gibi sevap kazanıyor insan. Hafız olmayanların bile dinimizde ne kadar çok sevaplar kazanma imkânları var!
"Kim bu Kulhuvallah'ı yüz defa okursa..." Ğafare'llâhu hatîete hamsîne âmen. "Allah onun 50 yıllık hatalarını, günahlarını mağfiret eder, affeder, örter, bağışlar, setreder." Mectünibe hısâlen erbea. "Dört konuda sakınmayı başardıkları takdirde..."
Bu Kulhuvallâhu ehad sûresini 100 defa okuyanlar, şu dört şeyden kendilerini sakınabilmişlerse Allah onların 50 yıllık günahını affeder.
1. ed-Dimâe. "Kanlar." Burada dem kelimesinin çoğulu geldi. ed-Dimâe "Kanlardan kendini koruyabilirse."
Yani ne demek?
Kimsenin kanını akıtmazsa, yaralamazsa, öldürmezse demek. Kâtillik, yaralama gibi şey yapmazsa demek.
"Kanlardan kendini koruyabiliyorsa, birisinin kanına girmekten kendini koruyabiliyorsa..."
2. Ve'l-emvâle. "Başkasının malını haram yolla -gasp, haksızlık, aldatmaca, şu veya bu şekilde, kumar vesaire- almıyorsa..."
3. Ve'l-fürûce. "Başkalarının namuslarına zarar vermiyorsa..."
4. Ve'l-eşribete. "Meşrubatlardan sakınıyorsa..."
Bu meşrubatlar, insana içildiği zaman sarhoşluk veren içkilerdir. Yani, "Sarhoşluk veren içkilerden sakınıyorsa..."
Daha derli toplu, halkların anlayacağı kelimelerle söyleyecek olursak:
"Kan dökmekten, mal çalmaktan, başkasının namusuna tecavüz etmekten, içki içmekten korunmuşsa, korunduğu takdirde, korunduğu müddetçe, yüz Kulhuvallâhu ehad okuyanın 50 yıllık günahı affolur."
Bizim kardeşlerimiz, elhamdülillah bunu günde [100 defa] okuyorlar, her gün okuyorlar. Her gün bu kadar sevabı kazanıyorlar. İlk defa duyanlar da bundan sonra okusunlar. Çünkü bu Kulhuvallâhu ehad'ın mânası da çok güzel. Mânasını da anlamaya çalışırlarsa [iyi olur.]
Âyete'l-kürsî, bir; Kulhuvallâhu ehad sûresi, iki.
Allahu Teâlâ hazretlerini O'nun rızasına uygun bir şekilde, müslümanca, sağlam, sahih bir şekilde tanımanın Kur'ân-ı Kerîm'de en önemli iki belgesi bu âyet ve bu sûre. Bunlar Allahu Teâlâ hazretleri hakkında, müslüman olmayan çeşitli milletlerdeki başka insanların, gelişigüzel, eğri büğrü, yalan yanlış söyledikleri çeşitli lafların doğrusunu, eğrisini ayıran, doğruyu ortaya koyan, yanlışı da çizip iptal eden çok önemli Kur'an belgeleri bunlar... İnsan bunlarla Allahu Teâlâ hazretlerinin mârifetine, yani mârifetullaha, irfana erer. Onun için bunu da tavsiye ediyorum, yüz defa okuyun!
Bir şey daha tavsiye edeceğim.
Tavsiyeler çoktur. Hatırda kalsın diye hepsini birden yüklemek istemem. Ama şunu da kendinize bir âdet ediniverin inşaallah, bu mükâfatı da alın:
İbn Abbas radıyallahu anh'ın Peygamber Efendimiz'den rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Efendimiz buyurmuş ki;
Men karae kulhuvallâhu ehad dübüre külli salâtin mektûbetin aşera merrâtin evcebe'llâhu lehû rıdvânehû ve mağfiretehû.
Ne kadar güzel bir mükâfat burada, ne kadar büyük bir müjde!
"Kim Kulhuvallâhu ehad sûresini her farz namazın ardından on defa okursa..."
Sabahı kıldınız on defa, öğleni kıldınız on defa, akşamı kıldınız on defa, ikindiyi kıldınız on defa, yatsıyı kıldınız on defa, toplam elli eder...
"Her farz namazın arkasından on defa kim okursa bu Kul huvallahu ehad'i, Allah ona rıdvânını ve mağfiretini vacib kılar."
Ne demek "rıdvânını vacib kılar"?
"Muhakkak ondan hoşnut ve razı olur. O kişi Allah'ın rızasına erer, Allah'ın rızasını kazanır." demek.
Ve mağfiretehû. "Mağfiretini kazanır."
Eğer Allahu Teâlâ hazretleri kulları ince bir elekten geçirip hesaba tâbi tutsa, hiçbir kul yaptığı güzel amellerin toplamıyla cennete giremez. Kötü amelleri de Allah affetmese, ne kadar çok yanlışları vardır, hatası vardır hayatı boyunca... Allah hep mağfiret ediyor, affediyor. Allah'ın mağfireti çok önemli! Affetmese halimiz haraptır, müslüman da olsak... Çünkü ona layık kulluğu yapmak mümkün olmuyor. Üstelik bir sürü de hata yapmak daima olağan...
"Beşer, şaşar." demişler. İki kelime böyle birbiriyle secîli, müseccâ: "Beşer, şaşar." Evet, beşer tabiatında, mayasında vardır; şaşırır, yanlış iş yapar, şaşkınlık yapar. Maalesef çiğ süt emmiştir. Evlat anasına, babasına âsî olur, kardeş kardeşe küser... Karı kocaya, koca karıya hıyanet eder, ihanet eder, gadreder, zulmeder, nasıl olursa... Komşunun komşuya ettiğini biliyoruz, duyuyoruz her zaman...
Milletler birbirlerine -görüyorsunuz- neler ediyorlar... Hepsi Hz. Âdem'in çocukları; nasıl birbirlerinin kanlarını döküyorlar, nasıl cesetlerini yakıyorlar... Belki canlı canlı yakıyor. Yüzlerce mezar bulunuyor; yüzlerce yanık insan, kesik insan, kanlar, canlar...
İşte insanoğulları çok zalim, insanlar çok zalûm, zalûmen cehûlâ pek zalim, pek cahil insanoğlu... Bu zalimliği, bu cahilliği ancak iman izale ediyor. İhlas ve ihsan, yani şöyle güzelce müslümanlık yapmak düzenliyor. Öyle yetişirse evliyâ oluyor. İşte cümle cihanın -müslüman olsun olmasın- sevdiği, hayran olduğu o mübarek evliyâullah, eski alimler, fâzıllar, kâmiller… Öyle insanlar oluyor. Ama kâfir olduğu zaman da, imansız olduğu zaman da sorumsuz oluyor. Sorumsuz olunca da her türlü zulmü, gazabı yapıyorlar, yapıyorlar, yapıyorlar... Görüyoruz.
Allah şerlerden korusun. Allah yardımcımız olsun... Allah iyilere de kötüler kadar gayret versin...
Kötüler bu kötülüğü yapmakta, günahı işlemekte, cehenneme kendilerini düşürecek feci hataları yapmakta ısrarlı, bu kadar teşkilatlı; iyiler teşkilatsız... İyiler onları yapsa cennete gidecekler; iyilikler yapsalar, iyi işleri yapsalar cennete gidecekler. Cennete gidecek iyi işleri yapmakta iyiler gayretsiz, cehenneme düşürecek, kendilerini mahvedecek kötü işleri yapmakta kâfirler son derece gayretli, teşkilatlı, birbirleriyle yardımlaşıyorlar. Zulüm, zulüm, zulüm...
Allah iyilere akıl fikir versin, gayret kuvvet versin... Şu köhne dünyamıza iyiler, iyilik hâkim olsun. Tarih boyunca yapılan nice nice hatalar böyle devam edip duruyor.
Son bir müjde daha hatırlatmak istiyorum. Müjdeli bir hadîs-i şerîf okumak istiyorum. Enes radıyallahu anh'ten Deylemî rivayet eylemiş.
Müjdeler hadîs-i şerîflerde pek çoktur. Okuyun, müjdeleri bulun! Kur'ân-ı Kerîm'i okuyun, müjdeleri bulun! Ama hadîs-i şerîfi mutlaka rehber edineceğiz kendimize ki Kur'an'ı da doğru anlayalım. "Ben sadece Kur'an okurum!" diyen doğruyu bulamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz'in irşadına, yol göstermesine ihtiyacı var. Okuyoruz, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfi:
Men karae fî isri vudûihî innâ enzelnâhü fî leyleti'l-kadr merreten vâhideten kâne mine'ssıddîkîn ve men karaehâ merreteyni kütibe fî dîvâni'şşühedâ' ve men karaehâ selâsen haşerahu'llâhu mahşere'l-enbiyâ'.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
İnnâ enzelnâhü fî leyletil-kadr sûresini biliyorsunuz. Bilmiyorsanız bile Kadir gecesi oldu mu teravih namazında kaç defa okur imamlar... Mahalle imamlarının arkasında namaz kıldıysanız, insan bir Ramazan'da öğrenmezse ikinci Ramazan'da öğrenir. İnnâ enzelnâhü fî leyletil-kadr sûresi kısa bir sûre...
Men karae fî isri vudûihî. "Kim abdest aldıktan sonra bu sûreyi -namaz için abdestini aldı, yüzünü, ayaklarını usûlünce yıkadı, bitti, havluyla kurulanırken vesaire- bir defa okursa sıddıklardan olur."
Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahu anh'ı biliyorsunuz, Âişe-i Sıddîka vâlidemizi biliyorsunuz, bu lâkabı almış. Sıddîkan nebiyyâ diye bazı peygamberlere bu sıddık sıfatı lütfedilmiş, Kur'ân-ı Kerîm'de bazı peygamberler sıddîk diye anılıyor. Çok yüksek bir sıfat bu sıddıklık... Yani sadâkatte, dürüstlükte, doğru sözlü, doğru özlülükte son derece muhkem, pek kuvvetli, pekiyi durumda olan demek.
"İnnâ enzelnâhü fî leyleti'l-kadr sûresini bir defa okursa sıddıklardan yazılır. İki defa okursa, şehitler divanına kaydedilir. Üç defa okursa Allah onu peygamberlerin toplanma yerinde onlarla beraber haşreder."
Bütün peygamberler mahşer günü, mahşer yerinde, Peygamber Efendimiz eline Livâü'l-hamd'ini alacak, bi-yedihî livâül-hamd, makâm-ı Mahmûd'un sahibi Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz; Âdem aleyhisselam ve ondan sonra Peygamberimiz'e kadar vazife görmüş bütün peygamberler, Peygamber Efendimiz'in Livâü'l-hamd'i altında toplanacaklar. Tabii Peygamber Efendimiz'in ümmeti, sıddıklar, şehitler, salihler de aynı bayrağın altında toplanacaklar.
Rabbimiz bizi de o mahşer gününde Peygamber Efendimiz'in hamd sancağı, Livâü'l-hamd'i altında peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle beraber toplasın, haşreylesin... Bigayri hisâb, hesâba tâbi tutmadan, mağfiret ederek, razı olarak, rıdvânına erdirerek cennetine dâhil eylesin... Cemâliyle müşerref eylesin... Ebedî nimetlere mazhar eylesin... Bu müjdeli hadîs-i şerîfleri [okudunuz], uygulayın, o sevapları Cenâb-ı Hak size de versin. Cenâb-ı Hak her şeye kâdir...
O sûrelerin o sevaplarını burada bildirmiş Peygamber Efendimiz. Sahih hadisler, kaynakları sahih... Hadislerin mânalarını size söyledim. Bazıları bunlara der ki;
"Bu kadar kolay bir şeye bu kadar büyük mükâfatı nasıl veriyor Allah?.."
İşte onun belgesi, delili Kur'ân-ı Kerîm'de İnnâ enzelnâhü sûresidir. O İnnâ enzelnâhü sûresinden biliyoruz ki; leyle-i kadr'i kim ihyâ ederse bin aydan daha hayırlı bir iş başarmış oluyor. Bir geceyi ihyâ etmiş oluyor. Bir ömre bedel bir gece... Demek ki bir gece, içinde leyle-i kadr bulunmayan bin aylık bir zamandan daha kıymetli, daha kazançlı olabiliyor. Allah her şeye kâdir. Rahmetine bahâ istemiyor, rahmetini vermeye bahane buluyor, bahane icât ediyor. Bir bahane ile kulunu taltif ediyor. Çünkü Ekremü'l-ekremîndir, Erhamü'r-rahimîndir.
Bizi de rahmetine erdirsin, keremine mazhar eylesin...
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!