es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili dinleyiciler,
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Cenâb-ı Hak, mübarek cuma günün bereketlerini, rahmetlerini, nimetlerini sizlere nasip eylesin, ihsan eylesin.
Lâ fakra eşeddü mine'l-cehl ve lâ gınâ a'vedü minel-akl ve lâ ibâdete ket-tefekkür.
Hadîs-i şerîf Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh'ten rivayet olunmuş. Hz. Ali Efendimiz'i seven bütün müslümanlara ithaf ediyorum.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ali Efendimiz'in rivayet ettiği bu mübarek hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
Lâ fakra eşeddü mine'l-cehl.
Bütün kelimeleri biliyorsunuz:
Fakr; "Fakirlik, yoksulluk, noksanlık, bir şeye sahip olmamak" demek.
Cehl; "Cahillik, bilmemek" demek.
Eşed; "Şiddetli, daha şiddetli, en şiddetli" demek.
Ama lâ fakra diye lâ gelince ve fakr kelimesinin sonu lâ ilâhe der gibi üstünlü okununca; bu lâ'ya nâfiyetü'l-cins derler. Bir ismin önüne lâ gelirse o ismin gösterdiği cinsten her şeyi nefyeder. "Bu şeyden hiç yok!" mânâsına gelir.
Lâ fakra eşeddü mine'l-cehl deyince de, "Cahillikten daha şiddetli hiçbir fakirlik yok!" demek.
Bir kere cahillik bir çeşit fakirliktir ama en fena fakirliktir. İlim yönünden fakirlik demektir. Bilgisiz, bomboş, okumamış, öğrenmemiş, bilmiyor, cahil...
Bir fakirliktir ama mal yokluğundan, para yokluğundan daha beterdir. Çünkü cahil insan çok cahillikler yapar. Cahillik dediğimiz zaman kastettiğimiz, kendisine dünyada âhirette zarar verecek çok şeyler yapar. İyi yapıyorum sanarak âhiretine zarar veren şeyleri de yapar.
Mesela bid'at olan bir şeyi cahilliğinden sevap kazanıyorum sanarak yapar; hâlbuki bid'attır, günahtır. Dine faydalı oluyorum sanarak hatta sevap kazanıyorum sanarak bir şey yapar; ama dini kökünden kazıyacak bir şeydir, günahtır, onu bilmez. Yanlış bilgilenmiştir veya hiç bilmemiştir, öğrenmemiştir. O fakirliklerin en fenâsıdır. Onun için Peygamber Efendimiz, "Cahillikten daha şiddetli fakirlik olmaz!" diyor.
Hadislerle meşgul olduysanız mutlaka duymuşsunuzdur. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde;
"Ben sizin fakir olmanızdan ziyade, zengin olmanızdan korkarım!" buyuruyor.
Fakirlikten dolayı korkmuyorum. Çünkü fakir oldunuz mu Allah'a yalvarırsınız, yakarırsınız; "Aman yâ Rabbi! Para ver yâ Rabbi! Geçinemiyorum, evin kirasını veremedim, aç kaldım, açıkta kaldım..." dersiniz.
İnanan insan fakrını, ihtiyacını kime arz eder?
Mevlâ'sına arz eder, yalvarır yakarır. Mü'minin duası, niyazı, yalvarması yakarması Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği bir şeydir. Onun için fakirlik; insanın Cenâb-ı Mevlâ'ya yönelmesini, esas itibariyle bağlanmasını, dua etmesini, niyaz etmesini, ibadet etmesini, korkmasını, ummasını sağladığı için sonuç itibariyle faydalıdır.
Zenginlik de insanı çeşitli zararlara sürükler. Bir kere kibirli yapar. Zengin adam mütekebbir, kendini beğenmiş olur, sağa sola tepeden bakar, burun kıvırır, burnu havada olur, nefsi kuvvetli olur. Bir kere kibir iyi bir şey değil, Allah sevmez.
Sonra parası var diye namazı, niyazı, ibadeti, tazarruu, Cenâb-ı Hakk'a yalvarması, ilticası, münacatı az olur, unutur, tuğyan eder. İkra' sûresinden âyet-i kerîme:
İnne'l-insâne le-yatğâ en raâhüstağnâ. "İnsanoğlu kendisini müstağni, zengin, parası pulu var gördü mü tuğyan eder, insafı bırakır!"
Gösterişe kaçar; yüzükler, pırlantalar, küpeler, malıyla mülküyle övünmek, süslenmede püslenmede rekabet, yarış... [İnsan] Allah'ın sevmediği şeyleri çok yapar.
Onun için "Zengin olup da böyle hataları yaparsınız diye ben sizin fakir olmanızdan ziyade zengin olmanızdan korkarım!" buyurmuş Peygamber Efendimiz.
Fakirliğin de kötü tarafı nedir?
Fakir olduğu için isyan etmek, günaha sapmak, çalmak çırpmak veya Cenâb-ı Hakk'a karşı gelmek, âsi gelmek... İnsanı raydan çıkartan, yanlış işler yaptırtan fakirlik de iyi değil. Allah'ı unutturan zenginlik de iyi değil! Ama fakirlik kimse tarafından istenmiyor, herkes; "Cenâb-ı Hakk bize bol nimet versin!" vs. diye istiyor. Sahabeden birisi de;
"Çok malım mülküm olsun, fakirlik canıma tak dedi yâ Resûlallah!" demiş. Peygamber Efendimiz;
"Senin şükrünü edebileceğin az bir mal, seni saptıracak, şaşırtacak çok maldan daha hayırlıdır. Bunu isteme!" diye birkaç defa ihtar etmiş.
Fakirlik kötü ama fakirliklerin en kötüsü de cahilliktir. Binaenaleyh cahillikten kurtulmaya çalışmalıyız. Çoluk çocuğumuzu alim yetiştirmeye gayret etmeliyiz. Kendimiz de kitaplar okuyup öğrenip kendimizi cahillikten kurtarıp bilgili müslüman olmaya çalışmalıyız. Ya da hiç olmazsa Peygamber Efendimiz'in; "Ya öğreten ol, ya öğrenen ol!" dediği gibi bilgiye talip olan, bilgiyi öğrenmeye heves eden, kalkışan [insan], bilgi yolunda olan insan olmalıyız.
Cahillikten kurtulmağa çalışmak çok önemli! Çoluk çocuğumuzu alim yetiştirmek fevkalâde önemli! Kur'an'ı öğrenmek, sünnet-i seniyyeyi öğrenmek, dinin ahkâmını, inceliklerini öğrenmek, fıkhın derinliklerine âşinâ olmak, haramı helâli, mekruhu mubahı öğrenmek çok önemli! Cahillikten kaçınacağız!
Ve lâ gınâ a'vedü mine'l-akl. "Akıldan daha faydalı bir zenginlik de yoktur!" diyor Efendimiz.
Akıl da insan için bir zenginliktir. Çünkü akıl sahibi, hakîkaten beş parasız bir kimse olarak bile köyden şehre gelse kısa zamanda işini ilerletir, aklıyla başarı kazanır, kısa zamanda yükselir.
Akıl çok büyük bir nimettir ve insanın akıl yönünden fakir olmaması çok güzel! İnsanın akıl yönünden tam olması, akıllı olması çok büyük bir fazilet, üstünlük, çok güzel bir sıfattır. Ondan daha faydalı bir zenginlik de olamaz. Çünkü insana anasından, babasından para pul, zenginlik kalsa bile akılsız oldu mu onları da harcar, elinde bile tutamaz. Onun için Allah hepimize akıl versin.
Ama nasıl akıl versin?
Aklın çeşitleri var, markaları, cinsleri var.
Hangi marka akıl isteyelim, hangisi en iyisidir?
Akl-ı selîm; sâlim olan, hastalıksız olan, yamuk olmayan, doğru olan akıl!
Dünyada herkes kendisini beğeniyor. Her millet kendisiyle, kendisinin müktesebatıyla, medeniyetiyle övünüyor. Her insan tutturduğu yolu daha iyi sandığı için o yolda yürüyüp gidiyor. Tenkit ettiğin zaman da sana bin bir türlü laf söylüyor. Herkes bir akıl sahibi, dünyada ne kadar insan varsa o kadar akıl var ama mühim olan isabetli akıl! Doğru düşünen, bozuk yamuk düşünmeyen akıl.
Hırsızın da bir aklı var. Kendisine hırsızlık yapmayı tercih ettiriyor ve o aklıyla polisi atlatacak usulleri, çareleri arıyor, buluyor. En kuvvetli koruma tedbirleri altındaki banka kasasını bile soyup alıp götürüyor. Akıl ama yamuk bir akıl, iyi bir akıl değil!
Aklın nasıl olması lazım?
Akl-ı selim olması lazım! Akl-ı selim olması için de Cenâb-ı Hakk'ın yardım etmesi lazım! Cenâb-ı Hak yardım etmezse insan doğruyu bulamaz!
Dünyada çok filozoflar yaşamış, gelmiş, geçmiş; İlkçağda, ortaçağ, yeniçağ, yakınçağda, yirminci yüzyılda, yirmibirinci yüzyılda, her birisi başka bir söz söylemiş…
Hani akıl için yol birdi, niçin birisinin söylediğini ötekisi tenkit ediyor?!
O da akıllı bu da akıllı ama sözleri farklı! Demek ki herkes kendi aklını kullanarak gerçekleri bulmaya çalışıyor ama bazen en doğruyu bulmaya akıl yetmiyor, kâfi gelmiyor. Demek ki kâfi gelen, yetenekli, yeterli bir akıl olması lazım! Salim, doğruları ölçüp tartacak bir akıl olması lazım!
Bunun gibi zevkin de çeşitli tipleri vardır. Kimisi sadisttir; başkalarına eza, cefa vermekten zevk alır, karşısındakine işkence ettirir. Roma imparatoru Neron gibi esirin aslanın elinde parçalanışını seyreder, zevk alır. O da bir zevk ama bir zalimin böyle bir zevki başına çalınsın!
Nasıl bir zevk olması lazım?
Zevk-i selîm olması lazım!
Herkes bir şey hisseder ama hissin de güzel olması, hiss-i selîm olması lazım! Akl-ı selîm olması, zevk-i selîm olması lâzım! Her şeyin selim olması, selamette olması, arızadan, kusurdan uzak olması lazım!
Selim bir akıl, güzel bir akıl nasıl olur?
Kendisine her şeyi bilen Allahu Teâlâ hazretlerinin bu nimetleri vermiş olduğu mübarek insanlar en akıllıdır. Peygamberler en akıllıdır; evliyâullah, mukarreb, ermiş, mübarek kullar en akıllıdır. Çünkü Allah sevdiğine en kıymetli şeyi verir. İslâm'da da en kıymetli şey akıldır!
İslâm'ın ana hedeflerinden birisi aklı korumaktır! İslâm'ın içkiye düşmanlığı aklı götürdüğü içindir. Bizim hışmımız, kızgınlığımız boşuna değildir; akıldan yana olduğumuzdan dolayıdır. [Onlar] akla düşman olduğundandır. Aklı, idraki, duyguyu götürüyor. Adamı köprünün kenarına çarptırıp boğaza yuvarlatıyor. Onun için bazı şeylere kızıyoruz. Bazıları da bize kızıyorlar.
Neden?
Onların çok beğendiği, çok sevdiği şeyleri biz tenkit ediyoruz diye! Biz kendiliğimizden de, tecrübemizle, bunların güzel olduğunu anladığımız için güzel şeyleri savunuyoruz, çirkin şeylerin de karşısında mücadele veriyoruz. Ama biz esas itibariyle Kur'ân-ı Kerîm'e, Peygamber Efendimiz'in sünnetine, İslâm'ın güzelliklerine bakarak İslâm'ı temel esas alarak yapıyoruz.
En selim olan akıl, vahiy ile Allahu Teâlâ hazretlerinin hidayet vermesiyle gerçekleri gören akıldır!
Acaba Firavun mu Nemrud mu daha akıllı adamdı, Musa aleyhisselam mı, İbrahim aleyhisselam mı daha akıllı insandı?
Birisi devletin başına geçmiş, hükümdar; ötekisi de onun hışmına uğramış, ateşe atılmaya, öldürülmeye kalkışılmış bir insan. Sıkıntı çekmiş, korku geçirmiş, hayatî tehlikeye mâruz [kalmış] bir insan...
Hangisi daha iyi?
Peygamberler daha iyi!
Daha iyi olduğunu tarih gösterdi. Biz de şu anda Nemrud'u sevmiyoruz, Firavun'u sevmiyoruz. Yaptığının zulüm olduğunu çok kesin olarak söylüyoruz. Ama zamanında başkaları bunu söyleyememişler. Hatta onları, Firavunları, Nemrudları desteklemişler.
Allah hepimize akl-ı selîm versin. Basiretli, gönül gözü açık insan olmayı, her şeyi bilen Rabbül-âlemînin doğru yola sevk ettiği, gözünden perdeler kalkıp da gerçekleri görebilen insan olmayı nasip etsin.
Yoksa herkes "Aklım var!" diyor ama akılları hiç de güzel akıl değil! O da üzerinde düşünülecek bir şey: Asıl akılla o da anlaşılır!
Hangi akıl daha iyi, hangi akıl yanlış? Hangi filozof ne söylemiş, yanılmış; hangi eren, evliyâ ne söylemiş, isabet etmiş?..
Onu da yine Cenâb-ı Hakk'ın verdiği kabiliyetle, akl-ı selîm sahibi ayırt edebilir.
Peygamber Efendimiz; "Mü'minin ferasetinden korkun, çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar!" diye buyurmuş.
Çünkü Allah nur verdi mi, ciğerinin dibindeki, köşesindeki gizliliği, zihninin en arka tarafına sakladığı art niyetini bile anlar. Allah mü'mine feraset verdiği için insan, kalbinin fitnesini fesadını sezer.
İslâm ne kadar güzel değil mi?
"Cahillikten daha büyük fakirlik olmaz!" diyor. Aklı methediyor, "En büyük zenginlik akıldır!" diyor, akıllı olmaya, alimliğe teşvik ediyor.
Ve lâ ibâdete ke't-tefekkür. "Tefekkür etmek kadar kıymetli ibadet de olmaz! Tefekkür etmek gibi hiçbir ibadet yoktur!"
"[Tefekkür] gibi hiçbir ibadet yoktur!" ne demek?
Sevabı onun kadar çok olan hiçbir ibadet yok, demek.
Çünkü namaz mı daha kıymetli tefekkür mü? Kur'an okumak mı daha sevaplı tefekkür mü? Zikir yapmak mı daha sevaplı tefekkür mü? Cihat etmek mi daha sevap tefekkür mü?..
Tefekkürlü olursa ötekilerin bir kıymeti oluyor. Tefekkürsüz bir namaz, güzel namaz olmuyor. Tefekkürsüz bir oruç, güzel bir oruç olmuyor. Tefekkürsüz bir cihat; bozuk niyetli, düşünmeden veya nefse uyarak, şehvanî, şeytanî maksatlarla yapılan bir cihadın hiçbir kıymeti olmuyor. Karşı tarafa zulmetmek için yapılan bir şeyin hiçbir kıymeti olmuyor.
Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh nasıl öldüreceği insanı öldürmekten vazgeçivermiş?
Çünkü savaşı bile Allah rızası için yapıyor. Allah rızası gittiği zaman kendisini öyle bir şeyi yapmaktan alıkoyuyor. Onun için en kıymetli, en sevaplı iş tefekkürdür.
Niye tefekkür bu kadar kıymetli?
Bu bir çalışmadır. İnsanın zihnini bir konu üzerinde çalıştırmasına, derin derin düşünmesine tefekkür etmek, diyoruz.
Neden?
İnsan düşüne düşüne doğruyu bulur. Doğruyu bulmanın başka yolu yok! Düşünmeden bulunmaz. Tesadüfen, gözü kapalı, körebe oynar gibi, yoklamayla hakikatler bulunmaz; derin derin düşünülerek bulunur. Hatta çok tecrübe yaparak bulunur. Tecrübeler üzerinde, tecrübelerin sonuçları üzerinde de düşünülerek bulunur. Bütün delilleri toplayarak onların üzerinde tefekkür ederek gerçekler bulunur. Gerçek hemen meydanda değildir.
Altın madeni toprağın hemen üstünde pırıl pırıl parlamıyor, elmas pırıl pırıl parlamıyor… Onu kaç metre kazıyorlar, bin bir türlü zorluklarla çıkartıyorlar, öyle elde ediyorlar. Doğruyu bulmak için de çalışma gerekiyor. Tefekkür yerin altından elması, altını, kıymetli madeni bulmak gibi bir şey!
Hatta erbabı olmazsa -işlenmemiş olduğu için- eline aldığı taşın elmas olduğunu bile anlamayabiliyor; erbabı biliyor. Siz bir eski kilim parçası diye bir kenara atıyorsunuz. Ama halıcı onu gördüğü zaman aklı başında gidiyor; "Aman, bu cahil ondördüncü yüzyıldan kalma şu cins, şu kadar kıymetli halıyı kenara atmış!.." diyor. Alıyor onu, turistlere ne kadar pahalı satıyor. Yüz binlerce dolara satıyor.
Onun için tefekkür ibadette de çok önemli! Allahu Teâlâ hazretlerinin nimetlerini, kudretini, sanatını tefekkür edecek, mahlûkatı üzerinde, masnuâtı üzerinde tefekkür edecek... Sanatı üzerinde, kudreti üzerinde, ibreti üzerinde tefekkür edecek... Dinî konuların güzelliğini anlamak için derinlemesine tefekkür edecek… "Şu oruç ne kadar güzel bir ibadet! Şu hac ne kadar hikmetli bir ibadet! Şu zekât ne kadar yerli yerinde bir emir! Şu namaz ne kadar güzel, abdest ne kadar güzel, gusül ne kadar güzel!.." Bunları anlayacak.
Onun için tefekkür her ibadeti de ayrıca kıymetlendiren çok kıymetli bir ibadettir. Kendisi de bir ibadettir.
Bir insan otursa, gözünü yumsa, tefekküre dalsa çok sevap kazanır.
Neden?
Tefekkür ediyor!
Tefekkür başlı başına bir sevaptır. Namazı tefekkürle kılarsa namazı cevher oluyor. Orucu tefekkürle tutarsa orucu mücevher oluyor. Haccı mütefekkirâne yaparsa o kıymetli oluyor.
Cenâb-ı Hak bize tefekkür nimetini ihsan eylesin. Tefekkürün zevkine âşinâ eylesin. Hepimizi mütefekkirâne yaşamaya muvaffak eylesin.
Yapılanları, söylenenleri, hareketleri, davranışları, kararları uzaktan, ekrandan seyreder gibi seyrediyorum; Allah akıl fikir ihsan etsin, tefekkür nasip eylesin. Çok önemli! Çok kimse yanlış hareketten dolayı, düşünmediğinden, akılsızlığından, cahilliğinden tefekkürsüzlüğünden dolayı kendisinin dünyasını âhiretini mahvediyor.
Fakültelerde, felsefe derslerinde, kitaplarda tavsiye edilen, övülen tefekkür herkesin de böyle hoşuna gidiyor, edalı edalı onları okuyup, onları satmayı da seviyorlar. Tefekkürü, mütefekkirliği, gerçekten İslâm'ın onu emrettiğini, İslâm'ın bunların çok sevaplı olduğunu gösterip, müslümanları ona teşvik ettiğini ve mütefekkirlere çok sevap verdiğini bileceğiz. Ama doğruyu düşünüp doğruyu yapana; eğriyi düşünüp de şeytanlığı yapana değil!
Şeytanın da aklı var, hilesi, vesvesesi var. Pek çok akıllı insanı kandırıyor ama ona bir mükâfat yok, onun karşılığı cehennem. Cehenneme girip ebedî azap çekmek!
Güzel şeyleri yapacak, güzel aletleri güzel imkânlarda kullanacak. İnsanoğlu eline geçen imkânları, aletleri, araçları, vasıtaları güzel yola kullanırsa imtihanı başarıyor. Güzel yola kullanamazsa kıymeti olmuyor, dünyası berbat oluyor. Etrafını da berbat ediyor, topluma da zararı oluyor; öldükten sonra âhireti de berbat oluyor.
Ne kendi eyledi rahât
Ne halka verdi huzur
Yıkıldı gitti cihandan
Dayansın ehl-i kubur
denildiği gibi oluyor.
İkinci hadîs-i şerîf Hz. Ali Efendimiz'den, Deylemî Müsnedül-Firdevs kitabında rivayet etmiş:
Lâ kavle illâ bi-amel ve lâ kavle ve lâ amele illâ bi-niyyeh, ve lâ kavle ve lâ amele ve lâ niyyete illâ bi-isâbeti's-sünneh.
Çok veciz, kısa ama özlü, mânası derin ve güzel, ana esasları anlatan çok güzel hadîs-i şerîfler. Bunları çocuklarınıza, arkadaşlarınıza öğretin, ezberletin!
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Lâ kavle illâ bi-amel. "Hiçbir söz yoktur ancak işlemekle, icrâ etmekle, amel etmekle kıymetlidir!"
"Kuru sözün kıymeti yoktur, icraat yaparsan kıymeti vardır." demek. İnsan sadece güzel şeyleri, "Şunu yapmak iyidir, bunu yapmak iyidir." der de lafta, sözde bırakır, icrâ etmezse, onu yapmazsa...
"Doğru sözlülük iyidir."
"Tamam, iyi olduğunu söyledin ama doğru sözlü değilsin!"
"Yalan söylemek fenadır."
"Tamam, öyledir ama sen yalan söylüyorsun!"
Söylediğin güzel bir şeyi, tatlı tatlı methettiğin, tavsiye ettiğin bir şeyi icrâ edersen kıymeti var. İcra etmezsen o sözün kıymeti yok. Sözü söyleyip de yapmazsa, vebal oluyor. Demek ki o zaman iyi şeyi lafta bırakmayacak, sadece sözünü etmeyecek, icraatını da yapacak. Çünkü güzel şey!
Ve lâ kavle ve lâ amele illâ bi-niyyeh.
Şimdi tamam. Söz de güzel, onu icrâ da ediyor, bunların da hiçbir kıymeti olmadığını bildiriyor Peygamber Efendimiz. Neyle kıymet kazanacak?
İllâ biniyyeh. "Niyet halis olursa, güzel niyetle yapılırsa o güzel sözün uygulanması o zaman insana sevap verir."
Söz güzel, uyguluyor; ama niyet kötüyse o zaman ondan sevap olmaz. Niyetine göre bakılır.
İnnemel-a'mâlü bin-niyyât. "Ameller niyetlere göre mükâfatlandırılır veya mükâfat alamaz, ceza yer!"
İslâm'da yapılan şeyin hangi niyetle yapıldığı çok önemlidir, ana noktadır, ana esastır. Niyet iyi olunca amel kıymet kazanır. Niyet iyi olmazsa sözün ve onu uygulamanın, icraatın hiçbir kıymeti yoktur, âhiret için yararlı tarafı yoktur, Allah ona sevap vermez. Çünkü niyeti kötü, niyeti riyakârlık, gösteriş yapmak... O zaman Allah hiç sevap vermez.
İyi bir şey yaptı?
Yaptı ama iyi niyetle yapmadı, Allah sevap vermez. Hem sözü güzel olacak hem o sözü uygulayacak, hem de iyi niyetle yapacak.
Efendimiz en sonunda buyuruyor ki;
Ve lâ kavle ve lâ amele ve lâ niyyete illâ bi-isâbetis-sünneh. "Hepsini güzel yapsa; sözü güzel, icraatı da güzel, niyeti de illâ bi-isâbetis sünneh sünnete uygun ise o zaman sevap alır. Sünnete uygun değil de bid'at ise o zaman sevap almaz!"
Peygamber Efendimiz'in sünnetine aykırı ise o zaman sevap almaz.
Demek ki hepimizin, hepinizin sünnet-i seniyye-i nebeviyyeyi çok iyi öğrenmesi lazım! Hadis derslerini çoğaltmalıyız! Hatta öğrendiğimiz güzel hadîs-i şerîfleri çocuklarımıza ezberletmeliyiz ve uygulatmalıyız.
"Hani sen filânca hadîs-i şerîfi ezberlemiştin, değil mi yavrum? Peygamber Efendimiz ne diyordu?.."
"Dişleri fırçalamak, misvaklanmak sevap..."
"Haydi bakalım, yatmadan evvel dişlerini misvakla! Haydi, bakalım namaza durmadan evvel, abdest alırken, abdest aldıktan sonra dişlerini misvakla, temizle!" diye yaptırmak, uygulattırmak da lazım!
Sünnet-i seniyyeye uyanı, sünnet-i seniyyeyi ihya edeni Allah çok büyük mükâfatlarla mükâfatlandıracak. Hele hele şimdi öyle bir devirde yaşıyoruz ki İslâm'ın düşmanları başarı kazandılar. Başarı bir zamanlar bizdeydi, Fatih Sultan Mehmed Han'daydı, düşmanları biz yenmiştik. Kanuni zamanına kadar gayet iyi gidiyordu. Sonra onlar coğrafî keşiflerle başka kıtaları buldular, zengin oldular, yayıldılar, kuvvetlendiler; silahları vs. geliştirdiler. Biz onların gelişmelerini takip etmedik, vazifeyi tam yapmadık.
Bir de; zenginledikten sonra zevke, gazele, şarkıya, Sâdâbâd eğlencelerine daldılar. Bunları edebiyatlarından, Nedim'in şiirlerinden görüyoruz. Sâdâbâd eğlencelerini duyuyoruz. Kaplumbağaların üzerine mum dikip de bahçelerde gezdirdiklerini, şairin diliyle;
Geh varıp havz kenarında hırâmân [olalım]
olduklarını biliyoruz. O zevkler, o sefalar, mahbublar, o gülgûn, gül renkli şaraplar... Onların hepsi birikti, birikti; sonra başarısızlıklar bizi bu duruma düşürdü.
Ne yapmak lâzım?
Gerçeklere dönmemiz lazım! Allah'ın istediği gibi güzel ahlâklı, Fatih gibi, o ilk mübarek mücahitler, o mübarek alimler gibi, Molla Gürânîler, Akşemseddinler, Mevlânâlar, Yunuslar gibi olmalıyız ki onların kazandığı başarılar gibi başarıların yolu bize açılsın!
Onun için sünnet-i seniyyeyi güzelce öğreneceğiz. Her şeyimizi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in yoluna, hâline, sözüne, emrine uyduracağız. Peygamber Efendimiz'in sevdiği müslüman olacağız.
Bu devirde düşmanlarımız bizden ileri gitmiş, başarı da kazanmışlar. Herkes sanıyor ki bu başarıyı sağlayanların her şeyi güzel... Hayır, her şeyleri güzel değil. Mesela afyon tiryakilikleri güzel değil! Esrarkeşlikleri -sen de kabul edersin ki- güzel değil! Diğer ahlâkî kusurları güzel değil! Aile bağlarının zayıflığı güzel değil! Kadının kocaya sadakat göstermemesi güzel değil! Kapitalistin işçinin emeğini, haksızlık yapıp sömürmesi güzel değil!..
Kendileri dahi kötülüklerini anlayıp tenkitlerini yapıyorlar. İçlerindeki bilen insanlar, "Batıyoruz, yanlış oluyor!" diye bangır bangır bağırıp hatalarını ortaya döküp kendi toplumlarını ikaz etmeye çalışıyorlar.
Ama şimdi bizde, "Hah, bunların her şeyi iyi!" diye onlara şuursuz bir hayranlık belirmiş; kendi güzelliklerimizi bırakıyoruz, onların çirkinliklerini alıyoruz, bozuluyoruz. Bozulma, dejenerasyon, tefessüh etmek, kokuşmak dediğimiz şey oluyor. Ticarî hayatta dürüstlük kalmadı, ticarî hayat çöküyor, iktisadî hayat çöküyor, adalet çöküyor, yönetim çöküyor, insaf merhamet kalmıyor, birlik beraberlik kalmıyor… Memleketi ayakta tutan, ülkeyi ileri götüren bütün iyi şeyler kaybolunca, bütün kötülükler ayağa kalkıp ortaya çıkınca o zaman düşmanların karşısında perişan duruma düşüyoruz. Müslümanlar bu durumdan dolayı mağlup oluyorlar; derbederlikten, işleri bilmemekten zarara uğruyorlar.
Sünnet-i seniyyeye döneceğiz, dinimizin güzelliklerini göreceğiz, Allah'ın sevdiği kul olacağız; Allah'ın, Peygamber'in istediği şekilde çalışacağız ki başarıya ulaşalım! Aksi takdirde bu cezalar devam eder.
Abdullah b. Ömer radıyallahu anh'ten, sağlam kaynaklarda rivayet edilmiş olan bir hadîs-i şerîf:
Lâ yebi'ir-racülü alâ bey'i ahîhi ve lâ yahtub alâ hıtbeti ahîhi illâ bi-iznin lehû.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki;
Lâ yebi'ir-racülü alâ bey'i ahîhi. "Müslüman kardeşinin satın almaya müşteri olduğu, talip olduğu mala o talip iken, başka birisi de müşteri olarak almaya kalkışmasın!"
Neden?
Ona ayıp olur. O alışveriş yapıyor; dur bakalım, alacaksa alsın, almayacaksa sen o zaman gidersin. Ona vermedi, sen de başka fiyat verirsin, belki sen alırsın.
Ama tam o alışveriş yaparken, "Ona satma, bana sat!" [diyorsa] Peygamber Efendimiz bunu yasaklıyor. Bu kardeşliğe, İslâm'a uygun değil.
"Sizden bir adam, müslüman kardeşinin alışverişine gidip onun alışverişi üzerine müşteri olup aynı mala talip olmasın!" diyor.
ve lâ yahtub alâ hıtbeti ahîhi
Delikanlı gitmiş bir kıza evlenme teklif edecek, ailesinden; velisinden, babasından isteyecek... O sırada geliyor, "Onunla evlenme, benimle evlen!" diyor. Öyle yapmasın.
"Kardeşinin istediği kadına o anda talip olmasın!" İllâ en ye'zene lehû. "Ancak o kardeşi, 'Ben almıyorum, vazgeçtim. Buyur kardeşim, alacaksan sen al!' diye ona izin verirse izin verdikten sonra talip olsun. Yoksa o müşteriyken, o istiyorken berikisi gelip de onun isteği üzerine rakip olarak onun karşısına çıkmasın!"
İslâm bu! İslâmî terbiye, alışveriş terbiyesi, İslâm kardeşliği böyle: Birisi malı alırken [onun] malına müşteri olunmaz!
Zaten medenî dünyada da birisiyle konuşup dururken adam ötekisinin konuşmasını dinlemez bile! Onunla konuşmayı bitirir, ondan sonra, "Buyur, siz de bir şey istiyorsanız söyleyin, sırayla…" der, der. Her şey böyle! Tam o esnada, "Hey, ben de istiyorum…" diye olmaz bu iş. Birisi bittikten sonra olur.
Şimdi bunu niye söyledim, anlatayım:
Avustralya'da bir firma büyük bir ticarethane açacak. Bir yere, çok büyük bir araziye müşteri olmuş, onu alacak. "Ben bunu almak istiyorum!" demiş.
Yine Türkiye'den bir başka büyük firma, kalkmış aynı yeri almaya gelmiş... "Bunu ben alacağım!" demiş. Hâlbuki bilip duruyor, ötekisi müşteri olmuş. [Yine de], "Bunu ben alacağım!" diye talip oluyor.
Bana bunu bildirdiler, ben dedim ki; "Olmaz, Peygamber Efendimiz'in hadisi var: 'Bir kardeşin talip olduğu mala o işini bitirmeden, vazgeçmeden bir başkası talip olamaz!' Bu hadise aykırı, bunu söyleyin!"
Çünkü ikinci firmanın mümessili eskiden camide hocalık yapmış birisi. Ona gitmiş, söylemişler:
"[Esad] Hocamız böyle söylüyor!" demişler.
"Bu ticarettir, rekabettir; yaparım!" demiş...
Yapamazsın! İşte hadîs-i şerîf. Ramuz-ul Ehadis kitabının 482. sayfasının 15. hadisi şerifi, İmam Müslim'den, İmam Ebû Davud'dan, İmam Neseî'den bir hadîs-i şerîf. Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ rivayet etmiş. Fıkıh kitaplarını aç, nereye bakarsan bak!
Sonuç ne oldu?
O imam kardeşimiz bu düşüncesiyle hata etti, günaha girdi.
Başka ne oldu?
Avustralyalı adam da ondan dolayı fiyatı arttırdı, birinci Türk firmasına şu kadar yüz bin daha pahalıya mal oldu.
Bu işi kim yaptı?
Öteki Türk firması yaptı!
Ayıp! Hem ayıp hem de günah! Aynı milletin evlatları olduğumuz için ayıp, çünkü zararı biz çekmiş olduk. Hem de aynı dinin mensupları olduğumuz için ayıp! Hem de ikaz edildiği, söylendiği hâlde onun hocaya omuz silkelemesi, "Bu ticarettir…" demesi ayıp!
Bunlar neden oluyor?
Cahillikten oluyor! Sünnet-i seniyyeyi bilmemek, fıkhı bilmemek bir çeşit cahillik. Ondan sonra da ortaya büyük zararlar çıkıyor. Tabii âhirette de onun hesabını verecek!
Allahu Teâlâ hazretleri bizi hatalı hareket etmekten korusun. Her işimizi rızasına uygun yapmaya muvaffak eylesin. Allah hepinizden razı olsun.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!