Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız ve bayramınız mübarek olsun. Allah’a hamd ü senâlar olsun ki bugün hem cuma günü; mü’minlerin her hafta karşılaştığı, nâil olduğu bayram hem de kurban bayramı. İki bayram üst üste gelmiş oluyor, nûrun alâ nûr olmuş oluyor.
Müslümanların biri Ramazan, diğeri Kurban olmak üzere senede iki bayramı vardır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medine-i Münevvere’ye gittiği zaman onların bazı şenlikler yaptıklarını, eğlence ve sevinç izhar ettiğini görünce bunun sebebini sormuştu.
“İşte biz de bunlara nevruz deriz. Bu eğlenceleri yaparız yâ Resûlallah.” Deyince;
“Allah bu iki bayram yerine size daha hayırlı iki gün olan Ramazan ve Kurban bayramını vermiştir.” buyurmuştu.
Enes radıyallahu anh’ten rivayet edilen bu hadîs-i şerîfi Ebû Dâvud, Sünen’inde zikretmiştir. Nesâî’de de, Ahmed b. Hanbel’de de vardır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mübarek fem-i saadetinden sadır olmasıyla tescil edilmiş iki güzel, mükemmel, mübarek bayramımızdan ikincisi olan Kurban bayramını idrak etmiş oluyoruz.
Allahu Teâlâ hazretleri bu bayramı âlem-i İslâm’a hayırlı ve mübarek eylesin. Dertli kardeşlerimizi dertlerden kurtarsın. Sıkıntıda, meşakkatte, üzüntüde olan kardeşlerimizi bu sıkıntılardan, üzüntülerden kurtarsın. Her türlü maddî, mânevî nimetlere mazhar eylesin, gönüllerinin muratlarını ihsan eylesin, cennetiyle Cemâli’yle âhirette de müşerref eylesin.
Biliyorsunuz; bayram kelimesi Arapçada îyd şeklinde ayn, ye, dal ile yazılıyor. Îyd kelimesi, avdet etmek, dönüp dönüp tekrar gelmek kelimesiyle ilgili âde- ye’ûdu kökünden geliyor. Her sene dönüp dönüp müslümanların karşısına çıktığından bu isim verilmiş olabilir. Bir de ihsan sahibi kişilerin, bazı kimseleri hediyeleri döndürüp vermesi dolayısı ile yapılan hediyelere de âide ve avâ’id denir. Sevinçlerin neşenin tekrarlanması, dünyevî ve uhrevî, dînî ve mânevî, İlâhî ikramların verilmesi dolayısı ile bu isim verilmiştir deniliyor. İştikakı, kelimenin çıkış noktası bu.
Bu bayramda yapmamız gereken, önemli olan bazı şeyler var.
Kurban bayramının namazının kılınması vaciptir. Namazın içinde altı tane ilave tekbir vardır: Birinci rekâtta Sübhaneke’den sonra, ikinci rekâtta da zamm-ı sûreden sonra, rükua varmadan önce, üçer üçer iki tekbir. Bunlar da vaciptir.
Bir de arife günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazını kıldıktan sonra dâhil yirmi üç vakitte, müslümanlar Kurban bayramında -erkekler açık, yüksek sesle- bir defa tekbir getirirler. Allâhu ekber Allâhu ekber lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber Allâhu ekber velillâhi’l-hamd sözünü söylemeleri vaciptir.
Bayramın mendubları da şunlardır; bayram günü müslüman erken kalkacak, gusül abdesti alacak, misvak kullanacak, dişlerini, ağzını güzelce misvaklayacak, güzel kokular sürünecek, giyilmesi mubah olan elbiselerinin en güzelini giyecek. Temiz olmak, yıkanmış olmak şartıyla, ilk elbise olmayabilir, yepyeni de olabilir. Allah’ın nimetlerini düşünerek sevinçli ve neşeli görünecek, yüzük takacak. Bayramda yüzük takmak da mendubdur. Tatlı bir şey - mümkünse tek adet olmak üzere hurma- yiyecek. Kurban bayramında kurban kesecek olan kimselerin, kurban etinden yemek için bir şeyi yemeden namazdan sonra kurbanın kesilmesini beklemesi de mendubdur.
Sabah namazını camide kılacak. Ondan sonra bayram namazı için mümkünse daha büyük camiye gidecek veya bulunduğu camide kılacak. Acele etmeyip sükûnetle yürüyecek, namaza giderken tekbir getirecek. Allâhu ekber Allâhu ekber lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber Allâhu ekber velillâhi’l-hamd diyerek gittiği yoldan, başka bir yoldan dönecek. Dönerken mü’minlerle karşılaştığı zaman güler yüz gösterecek, selam verecek, elinden geldiğince çok çok sadaka verecek. Bunlar bayram günlerinde müslümanların yapması gereken şeyler. Ayrıca kabirleri ziyaret etmesi, âhirete irtihal etmiş olan büyüklerinin kabirlerini ziyaret ederek ruhlarına Fâtihalar okuyarak, hayırla anarak, ruhlarını şâd etmesi de lazım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Enes radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre bayramlar hakkında buyurmuş ki;
زينو العيدين بالتهايل و التكبير و ااتحميد والتقديس.
Zeyyinü’l-îydeyni bi’t-tehlîli ve’t-tekbîri ve’t-tahmîdi ve’t-takdîsi. “Bu iki bayramı…”
Bakın burada da Peygamber Efendimiz’in iki bayramı kabul ettiğini anlamış oluyoruz.
“İki bayramı ziynetlendiriniz.”
Ne ile?
Bi’t-tehlîli yani lâ ilâhe illallâh lâ ilâhe illallâh diyerek. Lâ ilâhe illallâh kısasıdır. Uzunu; lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke lehu lehü’l-mülkü velehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr.
Bu, tevhid mânasını ilave cümlelerle daha da takviye ediyor.
Lâ ilâhe illallâh. “Allah’tan başka ilâh yok, sadece ve sadece âlemlerin Rabbi, Allahu Teâlâ hazretleri var.” Vahdehû. “O tektir.” Lâ şerîke lehû. “Şerîki, nazîri, eşi benzeri yoktur. İki değildir, üç değildir, çok değildir.”
Politeizmi, düalizmi hepsini reddediyor.
Vahdehû lâ şerîke lehû lehü’l-mülkü. “Kâinatın yönetiminde güç kuvvet O’nun elindedir, mülk O’nundur, egemenlik O’nundur.” Ve lehü’l-hamdü. “Hamd ü senâlar, şükürler hepsi Allah'a gider, Allah’ındır.”
Çünkü her güzel şeyi yaratan Allah’tır.
Ve hüve alâ külli şeyin kadîr. “O her şeye kâdirdir.”
Lâ ilâhe illallâh’ın genişçe bir izahlı ifadesi olmuş oluyor. Mufassal şekli olmuş oluyor. Âşikâr tevhiddir bu. “Allah bir” demenin âşikâre şeklidir. Bir de gizli tevhid vardır. O da lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’tır. “Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yok, güç kuvvet Allah’ın” demek. “Allah istemezse kimse bir şey yapamaz, Allah bir şeyi isterse kimse onu engelleyemez, güç kuvvet Allah’ındır.” demek. O da bir mânevî zevktir, çok büyük bir tecrübedir. Onu ancak yüksek müslümanlar anlar, tevhidin inceliğine, gizlisine, gizli tevhide ancak derin imanı olan insanlar ulaşırlar. Lâ ilâhe illallâh veya böyle mufassal şekilde lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke lehu lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr diyecek, lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm diyecek, bu bir.
Bayramlarınızı lâ ilâhe illallâh’la süsleyin.
Ve’t-tekbîri. “Tekbir ile.”
Tekbir ne demek?
Allâhu ekber Allâhu ekber lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber Allâhu ekber velillâhi’l-hamd.
Tekbir, “Allahu Ekber” demek. “Allah en büyüktür, hiçbir şeyle mukayese kabul etmez şekilde eşsiz, emsalsiz şekilde en büyüktür.” demek. Şundan, bundan daha büyük diye onunla mukayese edilecek bir varlık bile yoktur. Her şeyden daha büyüktür.
Allâhu ekberu min külli şeyin. “Her şeyden daha büyüktür.” Allâhu ekber Allâhu ekber lâ ilâhe illallâh. O’ndan başka ilâh yoktur. Vallâhu ekber Allâhu ekber velillâhi’l-hamd. “Hamd ü senâ da O’nadır.”
Bizdeki her nimet, bizim varlığımız, sağlığımız, aklımız, ömrümüz, malımız, mülkümüz, çoluğumuz, çocuğumuz, saadetimiz, sevincimiz, bayramımız, her şeyimiz Allah’tandır. Onun için O’na hamd ü senâlar ediyoruz. Bunu da bayramda çok söyleyeceğiz.
Görüyorsunuz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bizleri zikre teşvik ediyor. Tasavvufa, dervişliğe teşvik ediyor.
Ve’t-tekbîrü ve’t-tahmîd. “Bayramları süsleyeceğimiz şeylerden birisi de tahmiddir.”
Lâ ilâhe illallâh diyeceğiz, Allahu ekber diyeceğiz. Tahmid de; hamd ü senâlar etmek, elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîn demek. “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur” demek. Hamd övülmek demek, yani edilgen mastarı oluyor. Hamide-yahmedü “övmek” demek. Allahu Teâlâ hazretlerine hamd olsun demek de, “Övgüler Allah’a olsun” demektir. Öven kul oluyor, hamd eden kul oluyor; övülen, hamd edilen Allah oluyor. Âlemlerin Rabbi’ne hamd olsun demek, bütün övgüler O’nundur demek. Çünkü Allah’ın üzerimizde sonsuz nimetleri vardır. Allahu Teâlâ hazretlerinin sonsuz Esmâ-i Hüsnâ’sı vardır. Her şeyi güzeldir, her şeyi hikmetlidir, ibretlidir. Neye baksanız, neyi övseniz, sevseniz, beğenseniz onu yaratan Allah’a gider. Onun için hamd de çok kıymetli bir cümledir. Bayramda müslüman elhamdülillah’ı da çok söyleyecek, bayramı bu sözlerle süsleyecek, günü kuru geçmeyecek.
Ve’t-takdîsü. Takdis de “bir şeyi tertemiz eylemek” mânasına geliyor. Burada maksat sübhanallah demek. Allahu Teâlâ hazretlerinin her türlü noksandan, eksiklikten, kusurdan müberra olduğunu, uzak olduğunu bilerek; her türlü kemale sahip olduğunu bilerek, severek “Senin her şeyin güzel, tam, her türlü noksandan münezzehsin yâ Rabbi!” demek oluyor. “Her çeşit noksanlıktan, şerîkten, nazîrden; müşriklerin, kâfirlerin senin hakkındaki pis, bozuk inançlarından temizsin sen yâ Rabbi!” demiş oluyoruz. Onun için sübhanallah’a takdis derler.
Kur’ân-ı Kerîm’in âyet-i kerîmelerinde var:
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
Sebbeha lillâhi mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ardi. “Yerdeki, gökteki her şey Allah’a sübhanallah diyor. Sen her türlü noksandan münezzehsin.” diyor.
“Dedi” veya “diyor” şeklinde hem vukuunun kesinliğinden dolayı geçmiş zaman sîgasıyla “hem de etmekte, devam ediyor” mânasına.
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ.
Yüsebbihu lillâhi mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ardi’l-meliki’l-kuddûsi’l-azîzi’l-alîm.
Devam etmekte, tesbih etmekte, sübhanallah demekte devam ediyorlar, diye de âyet-i kerîme bildiriyor.
Her şey lisân-ı hâl ile ve lisân-ı kâl ile bilmediğimiz kendi dilince Allah’ı tesbih ediyor. Zerreler, küreler, kâinat, feza, büyük âlem, küçük âlem, hücreler, atomlar, zerreler… Her şey Allah’a, sübhanallah diyor. “Senin şânın ne yüce yâ Rabbi! Sen her türlü noksandan münezzehsin ve mukaddessin!” diyorlar.
Biz bu sözleri bayramda çokça söyleyeceğiz, imanımızın gereği olan bu güzel cümleleri söyleyerek birçok sevap alacağız ve bayramımız da kuru, boş geçmekten kurtulmuş olacak; günlerimiz, dakikalarımız, saniyelerimiz, dilimiz şereflenecek, zamanlarımız, günlerimiz bu güzel sözlerle şereflenecek. Bir insan aşk ile bir kez Allah dese günahları sapır sapır, sonbahardaki yaprakların döküldüğü gibi dökülür. İkinci defa dese sevap alır. Üçüncü defa dese derecesi daha artar, daha artar, daha artar… Demek ki bayramlarda bizi bu bayrama eriştiren Allah’a hamd ü senâlar olsun diyerek lâ ilâhe illallâh’ı, sübhanallah’ı, elhamdülillah’ı, Allahu Ekber’i çokça söyleyeceğiz. Bunların hepsinin bulunduğu bir tesbih de var:
Sübhânallâhi ve’l-hamdü li’llâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm.
Bu da deminden beri söylediğim ve hadîs-i şerîfte sıralanan her şeyi ihtiva eden bir tesbihtir. Bunu da hatta insan her gün 100 defa söylerse nice nice sevaplar alır.
Görüyorsunuz, bir bayram münasebetiyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bizleri dili zikirli, kalbi zikirli, nurlu müslümanlar olmaya; eli, dili tesbihli müslümanlar olmaya teşvik eyledi.
Önümde Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Hocamız hazretlerinin tertip etmiş olduğu –cennet-mekân, ruhu şâd olsun, kabri nur dolsun, makamı âlâ olsun, himmeti üzerimize hâzır olsun- Râmuzü’l-ehâdîs kitabı var:
زينوا مجالسكم بالصلاة علىَّ فإن صلاتكم علىَّ نور لكم يوم القيامة.
Zeyyinû mecâliseküm bi’s-salâti aleyye fe inne salâteküm aleyye nûrun leküm yevme’l-kıyâmeti.
buyurmuş Peygamber Efendimiz, Ebû Umâme radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre. Ebû Nuaym ve Deylemî’de var Abdullah b. Ömer’den rivayet edilmiş. Efendimiz buyuruyor ki; “Meclislerinizi bana salât ü selâm getirmekle ziynetlendirin.” Zeyyinû mecâliseküm. “Toplantılarınızı, topluluklarınızı, meclislerinizi, sohbetlerinizi bana salât ü selâm getirerek ziynetlendiriniz. Çünkü sizin bana salât ü selâm getirmeniz yarın kıyamet gününde sizin için nur olacak.”
Bir insan Resûlullah Efendimiz’e salât ü selâm getirince, çok çok sevaplara, dünyevî ve uhrevî faydalara nâil olur, hem dünyada hem âhirette nice nice lütuflara erer. Onun için Resûllullah sallallahu aleyhi ve selleme de salât ü selâmı çokça eyleyiniz. Her cuma çokça eyleyiniz, her gün vazifeniz olsun, 100 defa salâvat-ı şerîfe getirmek vasiyetim olsun. Benden size yâdigâr ve hediye olsun. Salât ü selâmı da unutmayın.
Cuma günü de mümkünse 1000 defa salât ü selâm getirin. Çünkü cuma gününde salât ü selâmı artırmayı Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor. Bayram gününde de salât ü selâmı çokça eyleyiniz.
Müslümanlar bayramda birbirlerini ziyaret edecek, büyüklere hürmet arz olunacak, küçüklere sevgi arz olunacak, hediyeler verilecek, şekerler, tatlılar, ikramlar olacak.
Ziyaretlerin acaba mükâfatı ne?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
زيارة الغنى كالصائم القائم ، وزيارة الفقير كالجهاد فى سبيل الله وتعدل خطاه فى سبيل الله
Ziyâretü’l-ganiyyi ke’s-sâimi’l-kâimi ve ziyâretü’l-fakîri ke’l-cihâdi fî sebîlillâh ve ta‘dilü hutâhu fî sebîlillâhi azze ve celle.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten bu, ziyaretin umumî olarak sevabını anlatan bir hadîs-i şerîftir. Bayramda çok ziyaret olduğu için ben size bu hadîs-i şerîfi okuyorum. Ama her zaman ziyaret sevap. Önce mânasını söyleyeyim sonra bayramdaki ziyaretlere geçelim:
Ziyâretü’l-ganiyyi. “Zengini ziyaret etmek” yani bir insan zengin bir kimseyi ziyaret etti.
Bu nedir, ziyaret eden kimse ne durumdadır?
Ke’s-sâimi’l-kâimi. “Zengini ziyaret etmişse sanki gündüz oruç tutmuş, gece namaza kalkmış, gece ibadetini yapmış, teheccüd namazları kılmış böylece çok sevaplar kazanmış insan gibidir.”
Ama ve ziyâretü’l-fakîri. “Yoksul, fakir bir kimseyi ziyaret etmişse…” Ke’l-cihâdi fî sebîlillâh. “Fakiri ziyaret etmesi Allah yolunda cihat etmiş gibidir.” Ve ta‘dilü hutâhu. “Adımları sayılır.” Fî sebîlillâhi azze ve celle. “Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihat etmek gibi sayılır.” diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor.
Her zaman -sadece bayramlara mahsus değil- birbirimizi seveceğiz, birbirimizi ziyaret edeceğiz, büyüklerimizi ziyaret edeceğiz, küçüklerimizi ziyaret edeceğiz, zengin tanıdıklarımızı ziyaret edebiliriz. Onun da sevabı var, fakirleri ziyarete de daha çok rağbet edeceğiz. Çünkü zengine herkes vazifesini düşünür yapar. “Bu zengindir, buna karşı görevim ne?” der, “bu beni sorar, sitem eder” der, “aman” der, filan. Herkes zengine karşı sevgisinde, saygısında, içtimaî vazifelerini yapmakta uyanık, dikkatli bulunur, gayret eder. Ama fakiri kimse hatırlamaz. Yunus merhum ne diyor:
Bir garip öldü diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin.
Bu dörtlükler okuduğum zaman beni mahzunlaştırır. Bir garip ölmüş derler, vefatını da hemen anlamazlar, üç gün sonra duyarlar, suyunu da ısıtmazlar, soğuk suyla yıkayıp gömüverirler. İtibarı az oluyor garibanların, yoksulların, kimsesizlerin. Halbuki onların sahibi Allah.
İşte insan onları ziyaret ettiği zaman Allah yolunda cihat etmiş gibi oluyor, attığı adımlar Allah yoluna atılmış adımlar gibi muazzam sevaplarla karşılanıyor. Bu ziyaretlerin bayramda ayrı bir önemi vardır. Büyüklerimizi ziyaret edeceğiz, dostlarımızı, komşularımızı ziyaret edeceğiz, dargınlar barışacak. Üç günden fazla dargın durmak haram…
Ayrıca vefat etmiş kimseleri kabirlerinde ziyaret edeceğiz. Babalarımızı, annelerimizi, akrabamızı, dedelerimizi, kabirleri ziyaret edip 11 İhlâs okumak en kısa ziyaret âdâbı veya baş ucunda Yâsîn, Tebâreke okumak usûlden. Böyle ziyaretler edeceğiz. Böyle kabir ziyaretinden kabirdeki zât çok memnun olur, sevinir, istifade eder ve onu ziyaret eden kimsenin yaptığı onun hakkındaki duaları Allah kabul eder. Onun için kabirde yatan mevtanızı, geçmişlerinizi, âhirete göçmüşleri ziyareti ihmal etmeyeceksiniz. Hatta onlar için hayır hasenât yapıvermek de iyidir. Mesela hacca gelenler için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
“Ne olurdu bir kimse babası için, annesi için, vefat etmiş, âhirete göçmüş bir yakını için hac yapıverse… Hem sevabı o kimin niyetine yapıverdiyse ona gider hem kendisine yine bir nafile hac sevabı alır.” diye teşvik de ediyor bu gibi şeyleri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem. Bunun mevtaya faydası da vardır. Çünkü Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;
“Nice insan vardır ki kabire hatalı, kusurlu, günahlı olarak girer ama kabirden kıyamet koptuğunda kalktığı zaman, ve’l-ba‘sü ba‘de’l-mevt hakkun; öldükten sonra dirilmeye kalktığı zaman mahşerde toplanacak insanlar, o zaman günahsız kalkar.’’
Ne oldu, günahları vardı gömüldüğü zaman, kalktığı zaman hiçbir şey kalmamış?
Arkasındakiler dua ede ede, günahları gide gide tertemiz olabiliyor demek ki. Onun için kabir ziyaretini de unutmayın.
Bu güzel günlerde sadakayı çok vermeniz gerektiğini söylemiştim. Yoksulları arayın, bulun, ziyaret edin. Akrabanın yoksulları önce gelir. Onların da gönlünü almaya, duasını almaya çalışın. Hayatınız, sağlığınız, afiyetiniz devam ederken, aklınız başındayken, kendi imkânınızla, âhirette sizin işinize yarayacak sevapları, işleri çok yapın.
Bir hadîs-i şerîf daha okumak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
من شهد عيدًا من أعياد المسلمين فى ثغر من ثغور المسلمين كان له من الحسنات عدد ريش كل طير فى حريم الإسلام.
Men şehide îyden min a‘yâdi’l-müslimîne fi sağrin min suğûri’l-müslimîne kâne lehû mine’l-hasenâti adede rîşi külli tayrin fi harîmi’l-İslâm.
Müslümanların bayramlarından bir bayramı, müslümanların sınırlarından bir sınırda idrak eden bir kimse…
Niçin o sınırda duruyor?
Nöbetçi olduğu, düşman gelmesin diye beklediği için, düşmana karşı ahalisini, ülkesini, yurdunu, diyarını korumak istediği için orada bulunuyor. Hudut kalelerinden, girintilerinden, tepelerinden, siperlerinden bir siperde bayram oldu… Aklıma geliverdi, hani bazen askerler bayram izni alır ama bazıları da alamazlar bazen olağanüstü durumlar olur, bazen şartlar müsait olmaz, bayram izni alamaz, nöbet tutacak belki karşısında düşman var, tehlike, can tehlikesi var. İşte böyle bir insan için bir müjde bu hadîs-i şerîf.
Müslümanların bayramlarından bir bayramı, müslümanların hudutlarından bir hudutta idrak eden bir kimse yani anasının, babasının, eşinin, dostunun yanına gelememiş siperde, bayram ama ne yapsın, o orada nöbet tutuyor.
Kâne lehû mine’l-hasenâti adede rîşi külli tayrin fi harîmi’l-İslâm. “İslâm diyarının içindeki her kuşun her tüyü adedince ona hasenât yazılır.”
Bu da Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in çokluğu güzel anlatmak için bir ifadesi olmuş oluyor, bir anlatım şekli oluyor.
İçeride birçok kuş var, kaç tane?
Sayısı sayılamaz koca ülke, ülkenin içinde bir sürü kuş var, bir kuşun üzerinde kaç tane tüy var?
O da sayılamaz, içerdeki kuşların tüylerinin sayısınca bu nöbet tutan kimseye sevap verilir.
Her zaman yeri geldikçe, fırsat oldukça söylüyoruz; düşman şimdi huduttan gelmiyor. Huduttan da gelebilir, tanklarıyla saldırabilir, uçaklarıyla hücuma geçebilir, önce bombardıman eder ondan sonra piyadesini gönderir, işte bildiğimiz bir bombalı düşman saldırısı, onun karşısında da bizimkiler kahramanca savunurlar, düşmanı sokmazlar. Belki mağlup ederler belki daha ileriye doğru giderler. Böyle tarihî bir mânada, herkesin bildiği hemen herkesin hatırına ilk gelen savaş şekli var.
Bir de bu devirde durum değişti, o kadar değişti ki ahkâmı da bu değişen şartlara göre yeniden düşünmek lazım. Kalkıyoruz, gidiyoruz Almanya’ya, Amerika’ya, İngiltere’ye gayrimüslimlerin diyarı diyoruz; orada iş tutuyor kardeşlerimiz, oturuyorlar, yerleşiyorlar, yaşıyorlar.
Bayramdan önce nasip oldu Almanya’ya, Hollanda’ya, Danimarka’ya gittim, gezdim. Orada tertiplenen konuşmalara, toplantılara katıldım. Kardeşlerimizle muhabbet ettik, ziyaretleşme oldu elhamdülillah her şehirde, kaç tane cami kurmuşlar, büyük büyük binaları almışlar, güzel güzel yerler edinmişler. İslâm’ı yaşıyorlar, baskısız, tazyiksiz yaşıyorlar.
İslâmî yaşantılarını çok güzel devam ettiriyorlar. Hatta bazı kereler kendi ülkemizdekinden daha rahat bir şekilde İslâmî yaşantılarını sürdürüyorlar. Orada müslümanca yaşayabiliyor. Bizim onların diyarına gidebildiğimiz gibi bu sefer karşı hareket olarak da uluslar arası ilişkiler geliştiği için onların da misyonerleri, birtakım kötü niyetli adamları bizim ülkemize geliyor “ticaret yapacağım” diye, başka sebeplerle ziyaret, seyahat diye geliyorlar. Onlar da kendi amaçlarını tahakkuk ettirmeye çalışıyorlar. Tarihî eserlerimizi çalıp götürüyorlar bazen, bazen Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar.
Bir gazetede okudum: “Bu devirde, bu çağda böyle kafa, bir bakan, bir yerde bir köyün kurulmasına izin vermemiş” diye gazete tarizde bulunuyor. Allah Allah “Doğru, gazete doğru söylüyor.” dedim. Bakan niye böyle kurulacak çocuk köyüne izin vermiyor diye sonradan bir başka gazetede okudum, kurulacak köy misyoner köyü, bu işi ayarlayanlar da gayrimüslim teşkilatlar. O zaman bakanımız gayet haklı hareket ediyor ki kendi ülkemizdeki, kendi evlatlarımız başka kültüre kaymasınlar. Dinleri, âhiretleri mahvolmasın, cehenneme düşmesinler, Allah’ın kahrına, gazabına, uğramasınlar diye…
Bu da güzel bir şey.
Biz yabancı ülkelere gidebiliyoruz, onlar da bizim ülkemize gelebiliyorlar. Bazen İslâm’ı savunmak hudutta nöbet tutmakla olmuyor. Belki insanları hak yola çağıran veya yanlış yola sapmasını engelleyen veya ülkemizi, kültürümüzü, tarihimizi, imanımızı koruyan Allah’ın rızasını sağlamaya çalışan en hayırlı müessesler oluyor. Onlar da çok önemli!
Ben şahsen bu, radyolarımızdan çok memnunum. Dünyanın neresine gitsem telefonla bağlantı kuruyoruz da hadîs-i şerîfleri, âyet-i kerîmeleri kardeşlerimize anlatıyoruz, yüz binlerce kardeşimiz dinliyor, banda alıyorlar, konuşuyorlar, böylece İslâm öğrenilmiş oluyor. Bir camiye sığmayacak, on camiye sığmayacak, yüz camiye sığmayacak insan… Belki kadın çoluk çocuğunu bırakıp camiye gelemeyecek ama mutfakta bu konuşmayı dinliyor, belki şoför kardeşimiz camiye gelip vaazı dinleyemeyecek ama arabasını sürerken müşteri indirip bindirirken radyodan konuşmaları dinliyor, dinini öğreniyor, tenevvür ediyor, aydınlanıyor, iyi insan oluyor. Onun için hudutlarda bekleyen kardeşlerimiz büyük sevap kazanıyorlar. Allah razı olsun!
Ama İslâm’ı savunan kardeşlerimiz daha büyük sevap kazanıyorlar, Allah onlardan daha çok razı olsun! Bu gibi çalışmaların önemi kat kat daha fazladır. Böylece cümle cihan fetholur, keşke bizim ecdadımız Devlet-i Aliyye zamanında, kıtalara hükmettikleri zamanda, tahsilâtlarının büyük kısmını İslâm’ın öğretilmesine, tanıtılmasına ve anlatılmasına harcasalardı. Viyana’ya kadar dayanmışken, Yugoslavya, Romanya, Kırım, Beyaz Rusya’ya, Kazan’a, Moskova’ya kadar diğer diyarlar elimizde iken bir gayret sarf etselerdi, çok çalışsalardı, İslâm’ı anlatsalardı da cümle cihan halkı gerçek dine, imana Allah’ın razı olduğu İslâm’a aşina olsalardı. Dünyada zulüm kalmasaydı, herkes iyi insan olsaydı…
Allahu Teâlâ hazretleri bize dîn-i mübîn-i İslâm için güzel çalışmalar yapmayı nasip eylesin, her türlü şerlinin şerrinden, her türlü zararlının muzırlığından bizi korusun, yolunda daim eylesin. İbadette müdavim eylesin. Nice nice bayramlara sıhhat, afiyet, huzur ve saadetle erişmemizi nasip eylesin. Gittikçe güçlenen, büyüyen milletimizi, devletimizi, kıyamete kadar payidâr eylesin. Cümle cihana ışık tutan süperlerin süperi, yükseklerin yükseği, bir büyük devlet hâline gelmemizi nasip eylesin.
Allah mü’minlerin gönüllerini birbirleriyle cem ve telif eylesin. Müslümanların, mü’minlerin aleyhine kötülükler, fitneler, fesatlar düşünenlerin fitnelerini, fesatlarını, tuzaklarını, aleyhlerine çevirsin. Birliklerini parçalasın, onları münhezim ve perişan eylesin, ehl-i imanı payidâr ve galip ve mansur ve müeyyed ve muzaffer eylesin. Cümle cihana İslâm’ın nuru yayılsın. Cümle cihan huzur ve saadete ersin, Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi dünyada ve âhirette aziz ve bahtiyar eylesin. Hele âhirette huzurla sevdiği, razı olduğu kul olarak varıp, cenneti ile Cemâli ile müşerref olmayı cümlenize, cümlemize sevdiklerimizle beraber nasip eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.